23 Eylül 2013

[bisikletle]Türkiye: Göller Bölgesi (1)

Göller Bölgesi, Türkiye’nin Akdeniz Bölgesi içinde (29:00-32:00) doğu boylam ve (37:00-39:00) kuzey enlemleri arasında yer almaktadır. Isparta, Konya ve Burdur bölgenin illeridir. Bölgeye adını veren göller: Beyşehir, Eğirdir, Burdur ve Akşehir gölleridir. Bu büyük göllerin yanında, Kovada, Çandır, Gölcük ve Salda gölleri gibi küçük göller de bulunmaktadır. Göllerin, deniz seviyesinden yüksekliği yaklaşık 900 m’dir.
Beyşehir, Eğirdir, Burdur, Akşehir ve Kovada gölleri yer kabuğunun çökmesi veya kırılması sonucunda oluşan çukura suların dolmasıyla meydana gelmiştir (tektonik = kayma oluşum). Çandır gölü baraj, Gölcük ise krater gölüdür.
Göller Bölgesi’nin güneyinde Toros dağları yer almaktadır. Kuzeye çıkıldıkça, Toroslar’ın uzantısı dağlara rastlanır. Bölgede oldukça yüksek sayılabilecek görkemli görünümlü dağlar bulunmaktadır. Bölgenin en yüksek tepesi 2992 m yüksekliği ile Dedegöl’dür. Bu tepeyi sırasıyla Barla dağı (2799 m), Davraz (2636 m), Sarp (2548 m), Akdağ (2420 m), Bozburun (2109 m) ve Eğirdir Sivrisi (1749 m) izler.

Göller Bölgesi olarak anılan bölge, verimli araziler ve ticaret yollarının üzerinde olması nedeniyle, çok eski çağlardan beri yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. İpek Yolu’nun Efes ve Milet’e giden kolu üzerinde bulunması ve Antalya’yı İç Anadolu’ya bağlayan geçitlerin bölgede bulunması, Göller Bölgesi’ni her zaman çekici kılmıştır.
Bölgeye yerleşmiş uygarlıklar, sırasıyla Arzava Krallığı (MÖ 2000-1200), Frigler (MÖ 1200-680), Lidyalılar (MÖ 687-547), Persler (MÖ 540-340), Romalılar (MÖ 188- MS 1100), Anadolu Selçukluları’dır (1100-1310). Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasıyla, bölgede Hamitoğlu Beyliği, Karamanoğlu Beyliği, Eşrefoğlu Beyliği kurulmuştur. XIV. yüzyılın ortalarından sonra bölge Osmanlılar’ın eline geçmiştir.
Geçmiş dönemde, önemli yerleşim yerleri olmuş ve tarihî iz bırakmış, Pisidiya Antiokheia, Adada, Prostanna ve Sagalassos depremler ve savaşların sonunda yok olmuşlardır. Beyşehir, Eğirdir, Uluborlu ve  Atabey hâlâ ayakta olan yerlerdir. Isparta ve Burdur daha yeni yerleşim alanlarıdır.

Türkiye’nin bisikletle turlamak için çok uygun olan bu güzel coğrafyasını, Göller Bölgesi turumuzu küçükten büyüğe doğru yaptık. Sırasıyla Salda, Burdur, Eğirdir ve Beyşehir gölleri, köyleri, kasabaları, insanları, tarihi ve tüm değerlerini içine alarak (18.08.2013).
Salda ve Burdur Gölleri

7 Ağustos 2013, Çarşamba / İstanbul – Denizli

Geç karar verdik bilet almak için. Salıyı çarşambaya bağlayan gece 02’de Kamil Koç’la Denizli’ye gideceğiz. Oradan başlayarak pedalla Göller Bölgesi’ni keşfedeceğiz.

Kamil Koç Dudullu istasyonunun eve yakın olması bizim için çok keyifli. 5 dakikada oradayız. Gecenin karanlığında, nasılsa sökeceğiz diye farları takmayıp sessizce ulaşıyoruz. Burası ne olmuş böyle, mahşer günü sanki. Öyle bir kalabalık var ki, sormayın. Bayram arifesi, herkes İstanbul’u terk ediyor anlaşılan. Arka kapıdan girip bisikletleri tellere dayayıp 1 saat sonra kalkacak otobüsle ilgili bilgi almak için büroya gidiyorum. Biletleri de internetten almıştım, onları da alayım. Yanıma kredi kartını alıyorum. İDO’da öyle yapılıyordu. Herhalde burada da aynı sistem vardır.

Kalabalığın arasından kendime yol bulmaya çalışırken kulağıma 1 saatlik gecikmelerin konuşulduğu geliyor. Herkes telaşta, 11 otobüsleri daha gelmemiş. Yollar öyle kalabalıkmış ki trafik akmıyormuş. Nitekim bürodaki memur da konuyu teyit ediyor. En az 1,5 saat diyor. Yandık! Zaten 02 otobüsü 11 gibi inecekti Denizli’ye, şimdi oldu 12.30. Ondan sonra nereye kadar gidersin öğle sıcağında?

Beklemedeyiz. Bir Kamil Koç şoförü ile bisikletler üzerinden başlayan sohbet İstanbul trafiği, can güvenliği, mesai saatleri, şirketin satılması... gibi konularla sürüyor. Zaman geçmiyor. Daha 12 otobüsleri yeni geliyor. Düşünün biz 02’yiz ve çoktan hareket etmiş olmalıydık.

Diğer yandan bisikletlerin durumu ile heyecanlıyım. Eskiden durak başı bindiğimizden ilk biz yerleştirirdik, şimdi dolu otobüs gelecek. Acaba sorun çıkar mı? Ya yer kalmamışsa... kafamda 1001 soru.

Şöyle bir istasyon dışına uzanıyorum. Ne göreyim? Uzun bir sıra, otobüsler girmek için dizili bekliyorlar. En az 20 otobüs var. Tabelalarına baka baka ilerliyorum. Sonlarda beklediğimiz otobüsü görüyorum. Biraz empati yapayım kaptana. Muavin nerede acaba? 27-28 numaralı koltukları görüyorum, boşlar. İyi.

Neyse uzatmayayım lafı, yanaşacağını öngördüğümüz yerde hazır bekliyoruz. Muavin ile bir samimiyet kurmaya çalışıp bisikletlere yer durumunu öğrenmeye çalışıyorum. Diğer tarafa getirin diyor. Hemen Firu’yla taşınıyoruz diğer cenaha. Çantaları boşaltıp bisileri kapağın yakınına getiriyoruz. Fazla da yer yok. Ön tekerleri sökün diyor. Halbuki Travego; gerekmez. Fikret Albay’ın deyimiyle, kuzu kuzu sokarsın bagaja.

Sonuçta tekeri sökülen velespitleri yan yana bağlayıp, çantaları da aralara tampon edip koltuğumuza geçiyoruz. Saatler 04’ü göstermekte. Şimdilik 2 saatlik bir gecikmeyle karşı karşıyayız. Ama durun, bununla kalsak iyi. Yolda trafik ilerlemiyor ki. TEM yoluna girmek bir alem, gişelere ulaşmak başka alem, ilerlemek en büyük alem. Alem buysa kral sensin durumları.

Ağır ağır ilerlemekte otobüs. Muavin espri yapıyor “bisikletle daha çabuk giderdiniz”. Haklı.
Kütahya üzerinden gideceğiz. Sakarya ayrımına kadar gıdım gıdım ilerleyen bir yol. Şimdiden 4 saatimiz kayboldu. Bu durumda öğleden sonra 3’den önce olamayız Denizli’de. O saatten sonra boş ver çıkmayı diyorum. Denizli’de kalalım, ertesi sabah dinlenmiş olarak basarız.

Gece yolculuğu, yandaki veledin ara sıra attığı çığlıklar arasında, Kütahya-Dinar- üzerinden Denizli’ye ulaştırıyor bizi. Saatler 17’yi göstermekte. Otogar şehir dışında, merkeze pedal basıyoruz. Lastikler gözümüze biraz inik gözüktü. Yükümüz var, tamamlamalıyız. İlk benzincide hava saati garip, ikinci bir türlü tamamlayamıyor, üçüncü işi bitiriyor. 
ThankYouTotal.

Denizlililer bisiklete biraz teğet geçmeyi sevengillerden. Bizi de öpecekler de biz izin vermiyoruz. Gelirken geceleyecek yer araştırması yapmış, öğretmen evinin varlığını okumuştuk. Vatandaştan yolu soruyoruz, 8 km kadar şehir dışındaymış, taşınmış. O kadar gittik mi merkeze yemeğe gelmek-dönmek komplike olacak. Bir de otellere bakalım. Gene de öğretmen evinde rezervasyon yaptırıyoruz.

Otellere ilişkin bilgileri bebekli bir karı-koca çiftten alıp araştırmak üzere dolanıyoruz. İlkinin bisikletleri kapı önüne koyun demesi üzerine vaz geçip diğerine yöneliyoruz. Burası uygun. Kahvaltısız oda için 70 TL istiyor, 2 kişilik. Öncekine göre çok daha iyi ve temiz. 10 lira fark değmez diyerek Yetkin Otel’e yerleşiyoruz.

Resepsiyondaki bey hoş bir insan. Kültürlü, ilerici, Atatürkçü, çevreci ve de bisikletçi. Konudan konuya sohbetle dostluk kuruyoruz. Eşyaları ve bisikletleri yerleştirip bir şeyler yemek ve ayaklarımızın şişliğini gidermek için yürüyüşe çıkıyoruz. Hüseyin Bey bize az ilerideki Pamukkale Lokantası’nı öneriyor. 2 az ezo gelin çorba+2 taze fasulye+yoğurt+pilav=25,5 verip karnımızı doyuruyoruz. Çoban salata müesseseden. Masalara bırakılmış taze acı biberler de cabası. 




























Denizli’nin merkezine doğru yürümekteyiz. Gece olunca hava biraz serinlemiş. Tatlı bir rüzgar esiyor. Hükümet konağı, vergi dairesi, merkez bankası... bildik giyim kuşam markaları, bolca yiyecek-içecek dükkanları, gençler, siren çalarak geçen bir cankurtaran, kırmızı-mavi ışığıyla dolanan polis otosu.. Güzel bir kent burası. Palmiye ağaçları muhteşem, caddeyi çok güzel süslemiş. Ana yola paralel yan yolları da teftiş ediyoruz. Hoş bir dükkan, ürünleri Firuzan’ın dikkatini çekiyor. İçeri buyur ediliyoruz, Kaft, Dogo gibi markalar. İstanbul ve İzmir’de üretiliyormuş. Çok hoş, yerli malı olması daha da hoş. Hemen karşısında Prestij Dershanesi. Çok önemli.

Dondurma yiyecektik ama yer kalmamış midede. Geri dönüşteyiz, yorgunluk kendini belli ediyor. Ama otele varmadan bir kahve içmek istedi canımız. Beraberinde dondurmalı irmik. Hacı Şerif’te, 90 yıllık bir marka. Böyle kurumsallaşmış markaların olması ne güzel.

Otele geçmeden yol için kuruyemiş çeşitleri alıp odaya çıkıyoruz. Günün terini de bir duşla atıp kapanmakta olan gözlerimize daha fazla eziyet çektirmemek için tavanda yanan tasarruflu ampule püf diyoruz.





































8 Ağustos 2013, Perşembe / Denizli – Salda Gölü

Sabah 7, Firuzan uyandırıyor. Oda biraz loş olduğundan uyumak güzel geldi. Ama kalkmak lazım. Toparlanıp lobiye iniyoruz. Hüseyin Bey ile vedalaşıp, bir hatıra resmi de çektikten sonra 8.15 gibi selenin üzerindeyiz. Sabah serinliği ve bayramın boşluğu hakim. Yol üzerinde bir çeşmeyi tarif etmişti Hüseyin Bey, onu arıyoruz. Suyun doldurulması, köşedeki simitçiden alınan 2 simit ve devam. Çok güzel palmiye ağaçlı caddeler var burada. Bu ağaç çok estetik geliyor bana. Biraz Karayip’i de hatırlatmıyor değil.

Bayram davulcusu sokakta bile, güm güm öttürüyor. Öğretmen evinin levhasını da görüyoruz. Bayağı dışardaymış. Kalsaydık merkeze gelmek için çok yürümemiz gerekecekti. İyi oldu Yetkin Otel. Dün gece güzel bir mini şehir turu da atmış olduk.

Antalya-Acıpayam yolundayız. Denizli yavaş yavaş geride kalıyor. Bayramdan mıdır bir trafik var. Yanımızdan geçen araba sayısı hiç azalmıyor. Yol yapım çalışması var bir yerde, daralıyor. Belediye her yere yapacağı işlerin duyurusunu asmış. Reklamını yapıyor.

Düz giden yol yavaş yavaş yükselmekte. Gelmeden bakmıştım, önümüzde bir rampa var, uzunca. Merakla onu bekliyorum. Herhalde geldik.

Evet bu olmalı, %11’i gördük. Yol kıvrımlı gidiyor. Yanımızdan geçen araçlar çok ses çıkarıyor. Sanki yarış pistindesin. Bir de herhalde Tofaş Festivali var, her üç arabadan biri Murat 131.

Diklik biraz hafifledi, %6’larda seyrediyor. Yol kenarındaki güvenlik şeridi yeterli. Ama bazıları gene de ısrarla yakın geçiyorlar. Kavurmacılar yol boyunca karşılıklı tezgah açmışlar. Önlerinde de sabah olmasına karşın bayağı araç var. Kahvaltı da veriyor olmalılar.

Durduk. Gidonun vidasını kuvvetlice sıkıyoruz. Hafif bir boşluk var diyor Firuzan. Teknik bir mesele. Bir iki kuru kayısı ve kuruyemiş atıp devam ediyoruz tırmanmaya. 11. km’de başlamıştık 20 oldu halen sürüyor. Dik bir bölüm geliyor, %10. Hava da artık ısındı, güneş tepemizi kavurmakta. Araba gürültüsü hiç dinmedi, egzoz dumanı eksilmedi. Sık sık su içiyoruz. Susamadan içeceksin, bu en önemli kural.

Buralarda, 22. km’de gene sağda sıra sıra kavurmacılar geliyor. Şöyle bir alıcı gözüyle bakıyorum, pek ala çadır kurulurdu bu bölgede. Su ve yiyecek de var. Yani Denizli’de kalmak istenmezse 20 km basıp buraları pek uygun.

Benzincide verilen molada 3 soda 1 limonata içiyorum. Susuzluğumu dindiremiyorum. Bayram diye bir tabak lokum konulmuş ortaya, 4-5 tane atıyorum ağzıma. Yanda bir de açma gibi bir şeyler var, 3 taneyi paylaşıyoruz Firuzan’la. İstasyon hareketli, çok araba durup benzin alıyor. Etrafta bayramlaşanlar bolca.

Saat 12.15 ve 25. km. 1050 m’deyiz. Sağda bir çeşme, bir iki araba, su dolduranlar. Biz de duruyoruz. Zaten tırmanmaktan sıkıldım, iyi geliyor. Suyu da bal gibi tatlı, buz gibi soğuk. Her iki matarayı tazeliyoruz. Eski bir Renault Toros kaputunu suyla soğutmaya çalışıyor. Firuzan’a sormuşlar, “zor olmuyor mu bisikletle dolaşmak”, o da “sizinki de pek kolay gibi görünmüyor” demiş. Kahkahalarla gülmüşler.

Rüzgar halen arkamızdan esmekte. Bu iyi tabii, en azından onunla mücadele etmiyorsun. Tırmanış 30. km’de sonlanıyor. 1166’ye çıkmışız. Yaklaşık 800 m yükseldik, 19 km boyunca. Artık önümüz iniş, bırakıyorum kendimi yer çekimine. 63 km hız gösteriyor Sigma’nın ekranı. Arabalarla yarışıyoruz :))

Yatağan sapağını geçiyoruz. Buradan girer, köy yollarında gideriz diyordum ama bir rampası varmış, değmez denildi. Bıçak yapımıyla çok ünlüymüş Yatağan. Bak bunu duymamıştım.

Hemen arkasından Serinhisar gözüküyor. Girişte ‘Leblebi Kentine Hoş Geldiniz’ yazısı. Evet, sağ sol her yer leblebi satıcılarıyla dolu. Kuruyemiş diyarı. Bir de toprak testiler, çanaklar, saksılar bolca ortalıkta. Ama tek bir çayevi açık değil. Bayramın ilk günü diye hepsi kapalı. Canımız da öyle çay istiyor ki, doğru dürüst kahvaltı bile etmedik. Sağda bir fırın açık, belki çay da vardır diye yanaşıyoruz. Yok, ama bir ekmekle çıkıyoruz. Önündeki gölgelikte dinlenip tam ayrılırken hemen yanındaki ‘10 Numara Yağ’ satıcısından bize bir çay daveti geliyor. 4-5 genç masa etrafında oturmuş hem sohbet hem satış yapıyorlar.

Önümüzde 2 bardak çay ve muhabbete başlıyoruz. Biz nereden gelip nereye gittiğimizi anlatıyor, onlar 10 numara yağın ne işe yaradığını, ne kadar ucuz olduğunu anlatıyorlar. Akaryakıt fiyatlarının bu denli yüksek tutulması sonucu insanlar çare arayarak bu sonuca gelmişler. Dizel yerine kullanılıyor ve litrede 1 lira daha ucuz. Motorda yaptığı tahribatı bile hesaba katsan daha ekonomik denildi. İkinci bardakları da içip gençlere teşekkür ederek yola tekrar koyuluyoruz. 5 km sonra Burdur sapağı geliyor, 35 km diyor Salda için. Buraya kadar 48 km gelmişiz, eder 82. Bu kadar uzak olduğunu hatırlamıyorum. Bugünkü yolumuzu 55-60 gibi düşünmüştüm. Biraz uzun ama çare yok.



























































































Dönmemizle rüzgar da dönüyor ve karşımıza geçiyor. Yol da daralıyor, emniyet şeridi yok. Ama trafik hafifliyor. Israrla ilerlemeyi sürdürüyoruz, rüzgara rağmen. Sağımızdaki çayırda atlar otlamakta. Gözüm kahve arıyor ama yok bu memlekette.

Karahöyük köyünde çaycı var. Harika. Hem de 3 tane, en geniş olanını seçip ağaçların gölgesine yerleşip çaylarımızı yudumlarken yanımızdakilerle de karnımızı doyuruyoruz, peynir-ekmek-domates-biber. Arada yapılan bayram telefonları, yan masadakilerle kısa sohbetler, yol durumu vs. İleride, Güney kasabası sonrası gene bir tırmanışın müjdesini alıyoruz. Çay-kahve burada çok ucuz, 40–50 krş. Köyden ayrılış saatimiz 16.20.
Çok güzel etrafımız, sağda küçük bir derecik akmakta, domates fideleri, biberler evlerin balkonlarında kuruyor. Tütün de dizilmiş kurutuluyor.

Bir benzinci, duralım da bir şeyler içelim. Ancak su dışında seçenek yok. Bari matarayı tazeleyelim. Soğuk suyunu bitiriyorum adamcağızın. Ama ilerideki petrolde bulursunuz bir şeyler diyor.

Güney kasabası güzel bir yere benziyor. Yolu yeni asfaltlanmış. Geniş, güvenlik şeridi var. Kaymak gibi akıyor tekerler. Böyle de sürmek başka bir keyif. İnsanlardan “hello” çağrıları. Çocuklar el sallıyorlar. Çıkışta petrol gözüküyor. İçilen soda, çok fazla içtin bugün diyor Firu. Haklı, 8- 10 olmuştur. Vücut atamayabilir bu kadar madeni.

Beklenen rampa geliyor, 4 km imiş. Pek dik değil, %4-5 en fazla. 1107 m’den başladık, kıvrıla kıvrıla çıkıyoruz. Bende artık yorgunluk ve sıkkınlık belirtileri. Tepe noktası 1273 metre. Göl önümüzde parlamakta. Akşamüstü güneşi üzerini kızartmış. Sağda bir çeşme, suyu pek soğuk değil. İki gençle sohbete geçiyoruz, Olcay ve Osman. Bu köydenler, yani Salda. Biri Mardin’de öğretmen, diğeri, Denizli’de çaycı. Samimi gençler, çabuk kaynaşıyoruz. Bisiklet, Mardin, çay ocağı derken kalacak yer olarak bize 4 km ilerideki orman kampını öneriyorlar. Biz de gelin akşam muhabbete, orada devam ederiz diyoruz; telefonlar alınıp veriliyor.

Akşam güneşinde gölgelerimizin dansıyla çam ağaçlarının arasından gözüken göl ile orman idaresinin kampına geliyoruz (20.05, 84,2 km). Çadıra 7,5 lira ödeyip kendimize seçtiğimiz göl kenarındaki alana kuruluyoruz.

Hava kararmakta, işimizi çabucak halledip yemek için girişteki hanımlara menemen ısmarlamaya gidiyoruz. Bey geliyor, önce 20 lira diyor, çok fazla buluyoruz, 15’e iniyor. Sonra yandaki gazinoya oturmamız gerektiğini söyleyince Olcay’ın dediklerini hatırlıyoruz. Tavsiye etmemişti bu mekanı ve kampa geri dönüp terastaki lokale yöneliyoruz.

Önümüzdeki koca sahanda menemen ve bir tabak çoban salata ile başlıyoruz. Birazdan Olcay ve arkadaşları (Halil ve Hasan) da geliyor ve sohbet çay ve çekirdek eşliğinde 5 kişinin hayatları, askerlikleri, gezileri ile gece yarısına kadar sürüyor. Yediklerimizi ödetmiyorlar ve onların misafiri olarak sabah kahvaltıda buluşmak üzere ayırılıyoruz.











































Denizli – Salda Gölü

Denizli-Serinhisar-Güney-Salda G.

Garmin yol bilgileri Denizli-Salda

Tur tarihi: 8 Ağustos 2013
Kat edilen mesafe: 84,18 km.
Ortalama hız: 11,6 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 7 sa. 16 dk., dışarıda geçen süre 11 sa. 57 dk. 
En yüksek sıcaklık 38 ˚C, en düşük 25 ˚C, ortalama 31 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1583 m, kaybı (iniş) 806 m.



9 Ağustos 2013, Cuma / Salda Gölü – Kumluca (Burdur Gölü)

7’de uyandık. Kafamı çadırdan çıkarttığımda gördüğüm manzara karşısında gözlerim kamaştı. Cam göbeği bir su, çarşaf gibi önümüzde serili. Böyle bir güzellik nadir olur. Firuzan kaçırmıyor ve suya giriyor. Bende tembellik var, üşeniyorum. Seyretmenin tadına varmaya çalışıyorum.

Kamp alanından ayrılmamız 9. Olcay ile buluşmaya gidiyoruz. Çam kokuları arasından giden yolumuz bir sapaktan Salda’ya dönüyor. Köyde pek çok yabancı plaka var. Anlaşılan gurbetçisi çok buranın.

Olcay ile kahvede buluşup kahvaltımızı ediyoruz (9.30, 27,9 ˚C, 5,63 km, R: 1168 m). Yeğeniyle gelmiş, tatlı, sessiz bir kız çocuğu. Sonra evlerine, aileyle tanışmaya gidiyoruz (10.20). Anne baba, abiler, yengesi ve yeğenler hep beraber terasta koyu bir sohbete dalıyoruz. Köyün ekonomisi, belediyelik durumunun değişebileceği, anason, sigaranın zararları... sürüp gidiyor. Bu bölgenin önemli  bir anason üreticisi olduğunu, Türkiye’nin en kaliteli ürününü verdiğini öğreniyorum. Çaylar peş peşe içilirken tepsi içinde kavun, armut, baklava, börek, kuruyemiş de ikram olunuyor. Zaman çabuk geçiyor ve aileden saat 11.30 gibi ayrılıyoruz.

Epey zaman kaybettik ama çok tatlı insanlar tanıdık. Bu gezilerin en güzel yanı memleketimin insan manzaraları oluyor.

Göl kenarından giden yolumuzu anlatmak mümkün değil. Sürekli fotograf çekiyoruz.  En iyi onlar anlatacaktır size. Böyle bir güzellik az görülür. Ölüdeniz diyorlar Salda da demeliler.

Doğanbaba köyüne gelirken yanımıza yanaşan bir genç Ankara PAB’den çıkıyor (12.40, 32,1 ˚C, 16,3 km, R: 1184 m). Emre Akyol ile ayak üstü yaptığımız sohbette ortak tanıdıklarımız çıkıyor,  Ankara’dan Funda, Kevser...

Doğanbaba’yı girmeden geçiyoruz. Gölün diğer yakası bir başka güzel. Dünyadaki Mars özelliği gösteren iki yerden birisiymiş. Çeşmeden doldurduğumuz buz gibi suyla Kayadibi köyünü geçip Yeşilova’ya çıkıyoruz. İçine girmeden soldan Harmanlı yönüne sapıyoruz. Bu Burdur yolu aynı zamanda..

Kendimize bir çayevi bulup haritamızı da yanımıza alarak biraz kuruyemiş ve nane limon, soda ile yön tarifi alıyoruz eşraftan (14.05, 34,9 ˚C, 32,2 km, R: 1203 m). Harmanlı-Yarışlı-Düğer yönüne gideceğiz.

Derken yanımıza gelen Tamer Bey Almanya Düsseldorf’da oturuyor, kökleri buradan. Kendisi orda doğmuş büyümüş ama düzenli ziyaret ediyor memleketini. Aynı zamanda sporcu, bisikletçi de. Güzel konuşuyor, paylaşıyoruz. Bize bir iki mineral tozu da veriyor; magnezyum, kas yorulmalarına karşı. Hüseyin Bey de buralı ama 25 senedir Menemen’de oturuyor, bize bisikletiyle kısa bir mesafe eşlik ediyor. Sonra köyüne sapıyor.















Salda Gölü, Burdur’un Yeşilova ilçesinin kuzey batısında, ilçe merkezine 4 km. uzaklıkta, ormanla kaplı tepeler, kayalık araziler ve küçük alüvyonal ovalarla çevrili hafif tuzlu tektonik bir göldür. Deniz seviyesinden yüksekliği 1.139 m, yüzölçümü yaklaşık 44 km²’dir. 184 metreye varan derinliği ile Türkiye’nin en derin gölüdür. Yer yer seyrelmiş karaçam ve meşe ormanlarının kapladığı kireçtaşı ve serpantin yamaçlarla çevrilidir. Kıyısında küçük alüvyal ovalar yer alır. Alan kısmen tuzlu göl ve etrafındaki dar kıyı şeridinden oluşur. Göl çevresinde plajlar bulunmaktadır. Gölün güney kıyılarında küçük, tuzlu sulak alanlar bulunur.
Göl suyunun terkibinde magnezyum, soda ve kil bulunması bazı cilt hastalıklarının tedavisinde yararlı sonuçlara sebep olmaktadır. Gölün arka kısmında kalan orman örtüsü keklik, tavşan, tilki ve yaban domuzuna, göl ise yaban ördeklerine ev sahipliği yapmaktadır. Gölde 3 endemik balık türü yaşamaktadır. Nesli dünya ölçeğinde tehlike altında bulunan Aphanius anatoliae bu türlerden birisidir.

ş aylarında önemli sayılarda barındırdığı pasbaş patka ve dik kuyruk ördek Salda Gölü’nün uluslararası öneme sahip sulak alanlar içerisinde yer almasını sağlamaktadır. Küçük batağan, bahri, kara boyunlu batağan, karabatak, büyük ak balıkçıl, gri balıkçıl, yeşilbaş ördek, elmabaş patka, sakarmeke, karabaş martı gölde görülen diğer su kuşlarındandır. Alan, kışın büyük sayılarda pasbaş patka ve dikkuyruk barındırır.
Salda Gölü, bitkiler açısından zengin bir göldür. Alanda 18 bitki çeşidi tespit edilmiştir. Bunlardan bir tür sığır kuyruğu olan Verbascum dudleyanım ve Verbascum flabellifolium türlerinin bilinen dünya dağılımları alanın güney kıyılarıyla sınırlıdır.

Göl 1989’da SİT Alanı ilan edilmiş, ancak kısıtlı yapılaşmaya izin vermek amacıyla 1992’de koruma derecesi düşürülmüştür. Alana ait Sulak Koruma Bölgesi Sınırları belirlenmiş olup Ulusal Sulak Alan Komisyonu tarafından onaylanmıştır.

Son 20 yıldır, göl seviyesinde 3-4 metreyi bulan bir çekilme olmuştur. Hâlen çekilme devam etmektedir. Göl kenarında 10a yakın turistik tesis bulunmaktadır. Bu tesislerin bazılarının arıtma tesisi olmasına karşın, bir kısmı yeterli değil veya çalıştırılmamaktadır. Göl çevresindeki yerleşimlerin atık suları gölü besleyen derelere verilmekte ve gölde kirliliğe neden olmaktadır.
Havzada yer alan tarım alanların sulanmasında gölü besleyen derelerin suları kullanılmaktadır. Devlet Su İşleri’nin bir projesi, Değirmendere üzerinde küçük bir barajın inşasını öngörmektedir. Bu barajın suyu 3 km uzunluğundaki bir sulama kanalıyla taşınarak, Yeşilova’yla göl arasındaki 182  tarım arazisinin sulanmasında kullanılacaktır. Bu projenin göl üzerindeki olası etkileri incelenmemiştir.
Bölgenin sahip olduğu turizm potansiyeli, turistik yatırımların göl çevresinde her geçen gün daha da artmasına neden olmaktadır. İleriki yıllarda tesislerden kaynaklanan hem katı atık ve su kirliliğinin hem de görsel kirlilik probleminin artmasını kaçınılmaz kılacaktır.




















Artık karşıdan esen rüzgara karşı zorlanarak pedallıyoruz. Önümüzde hayli yol var. Araba trafiği çok olmasa da az da değil. Yolun sağında pek fazla yer yok. Dikkatli olunmalı.

Anason tarlaları olmalı bunlar, kokusu burnumuza geliyor. Sonra meyve ağaçları. Bir iki elma koparıyorum.

Yarışlı’ya geldik (16.05, 33,9 ˚C, 52,5 km, R: 971 m). Sağımızda göl görünmekte. Suyu epey çekilmiş. Özelliğini kaybeden göllerden. 50 yıl kadar önce burada, Yarışlı’nın 6 km batısında Gencali Gölü de varmış, kurutmuşlar. Suları Yarışlı Gölü’nü besliyormuş. Köyün girişinde ve çıkışında oldukça fazla mermer ocağı görüyoruz. Her yeri oymuşlar. Yarışlı’ya ait daha fazla bilgi isterseniz Vikipedi

Düğer’de verdiğimiz bir molada ayran-soda ile peynir-ekmek yiyoruz (17.20). Yolumuz A. Müslümler üzerinden Kumluca-Soğanlı’ya doğru gidecek. Buraya gelene kadar çokça büyükbaş hayvan gördük. Sütçülük burada yaygın. Yol artık köy yoluna dönüştü. Düğer’den sağa sapsaydık Burdur’a giderdik.

Kumluca’da muhtar Kazım Bey’i bulup göl kenarında kalma olanaklarını soruyoruz. Her yerde mümkün diyor. İsterseniz orada bir ev var, Halil Bey’in. Orasını da kullanabilirsiniz. Muhtar ve hanımı neşeli insanlar. Yanlarında misafirleri, akrabaları. Bayram nedeniyle gelmişler, onları uğurluyorlar. Bizi evlerine de davet ediyorlar. Biraz da bahçeden domates-salatalık veriyorlar.

Burdur Gölü karşımızda bizi bekliyor. Ancak göl kenarı pek uygun gözükmedi. İnmek için yol yok. Çok da ortalık, kabak gibi, ağaç yok. Biz de kahyadan, Halil Bey’in tarlasındaki ağacın altına çadır kurma izni alıp yerleşiyoruz (19.45, 26,6 ˚C, 74 km, 883 m).

Çiftliğin köpekleri havlayarak bizi doğru koşmaktalar. Sakin olup korkmazsanız hiçbir şey olmuyor. Yanınıza gelip önce kokluyor, onlarla konuştuğunuzda da kuyruklarını sallayıp sakin bir şekilde elinizi yalıyorlar. Sonra da şımarıp oynamaya başlıyorlar. Hele beslerseniz sizden iyisi yok :))

Çok yorgun hissediyorum kendimi. Hava kararır kararmaz uykuya dalıyoruz.













Yarışlı Gölü (ÖDA), Burdur Gölü’nün  güneybatısında yer alan ve ondan küçük tepelerle ayrılan, sodyum fosfat, sodyum klorür ve sodyum sülfat konsantrasyonu yüksek, sığ bir göldür. Kapladığı alan 14 km²’dir. Küçük kaynaklarla beslenen göl, eskiden gölün 6 km batısında yer alan, 317 ha alana sahip Gencali Gölü’nün sularını taşıyan bir dereyle de besleniyordu. Gencali Gölü 1960’larda kurutulmuş, bunun sonucu Yarışlı Gölü’nün seviyesi yükselmişti. Gölün su seviyesi yıl boyunca büyük değişiklikler göstermektedir. Yaz aylarında büyük ölçüde kuruyan gölden geriye geniş tuzcul bataklıklar ve çamur düzlükleri kalmaktadır. Gölün çıkışı yoktur. Batı ve kuzeyinde tarım alanlarıyla, diğer taraflarda ise küçük kayalık tepelerle çevrilidir. Tatlısu kaynaklarının göle kavuştuğu yerlerde sınırlı bir bitki örtüsü gelişmiştir. Gölün çok fakir bir sucul yaşam ortamı olduğu, sadece ekonomik değeri olmayan bir tür balığın (dişli sazancık-Aphanius chantrei) yaşadığı bilinmektedir.
Göl ve çevresinde  nesilleri küresel ölçekte tehlike altında olan, dikkuyruk ve küçük akbabanın d bulunduğu 141 kuş türü ve endemik balık ve su salyangozu türleri yaşıyor.

Alanın çevresinde her geçen gün daha fazla mermer ocağı açılıyor. Bu ocaklar alt havzanın ekosistem bütünlüğünü ve peyzaj değerini azaltıyor. Göldeki tuzluluğun mevsimsel olarak değişken çok olması ve zaman zaman gölün kuruması göl ve çevresindeki ekosistemleri etkiliyor. Yarışlı Gölü’nde yoğun avcılık faaliyetleri yapılıyor. Göle çok yakın kurulmuş olan ağıllar, göl için kirlilik oluşturabilir. Tarımsal faaliyetlerin göle olumsuz etkilerinin (alan açma, tarım ilaçları) en aza indirilmesi gerekiyor.
Kaynak: National Geographic Türkiye, Tehlike Altındaki Göller

ÖDA: Önemli Doğa Alanları, canlı türlerin sağlıklı topluluklar oluşturmaları ve yaşam döngülerinin devam ettirebilmeleri için gerekli tüm coğrafyaların, doğal özellikleri bozulmadan saklanması ilkesini esas alarak, doğadaki canlı türlerin nesillerini sürdürebilmeleri için özel önem taşıyan coğrafyaları tanımlıyor. Bu kavram, canlı türleri ve doğal kaynaklarla birlikte yeryüzünün en özel doğal alanlarının korunmasını amaçlıyor.





















Salda Gölü – Kumluca (Burdur Gölü)

Salda G.-Doğanbaba-Yeşilova-Harmanlı-Yarışlı-Düğer-A. Müslümler-Kumluca

Garmin yol bilgileri Salda-Kumluca

Tur tarihi: 9 Ağustos 2013
Kat edilen mesafe: 75,05 km.
Ortalama hız: 13,3 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 5 sa. 38 dk., dışarıda geçen süre 23 sa. 14 dk. 
En yüksek sıcaklık 36 ˚C, en düşük 24 ˚C, ortalama 31,3 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 674 m, kaybı (iniş) 964 m.



10 Ağustos 2013, Cumartesi / Kumluca – Kılıç

Akşam köpek havlaması ve çadıra tutulan fenerle geçti. Ama köpekler bize sahip çıktılar. Çadırın başından ayrılmayıp nöbet tuttular.

6’da uyanıp çadırdan çıkıyorum. Gece başta sıcaktı sonra serinledi. Firuzan halen uyumakta. Yan tarlaya birileri gelmiş. Akşam duyduğumuz ses, gıcırtı, ben kuş sanmıştım, herhalde su vanasına ait. Feneri de bunlar tutmuşlardır.

“Günaydın, iyi bayramlar”, “İstanbul’danız...”. Tanışma faslı. Onlar tarlalarını sulamaya gelmişler. Ceviz ekmişler ve sulamaları gerekliymiş. Küçük bir teneke kulübeleri var. Baba-oğul-birader, hanımları, çocukları, maaile buradalar.

Kahvaltıya, çaya bekliyorlar. Biz de eşyalarımızı toplamaya başlıyoruz. Bulunduğumuz yerde içme suyu yok. Sulama için bir su var, o da pompanın açılmasına bağlı.

Kahvaltıda daha ayrıntılı tanışıyoruz. Baba İsmail Korkmaz, sıcak dövmeci, el aletleri üretiyor, çapa, keser gibi. Oğul Yalçın Bey, bebek giysi ve eşya ticaretiyle ilgili. Doğum öncesi ve sırasında duyulan ihtiyaçlar gibi. Birader Ramazan Bey de yorgan dikim işiyle meşgul. Yanlarında hanımları, çocukları. Tatlı insanlar, tepede, yayladaki köyden. “Bizim soyumuz göçebeymiş, buralara zamanında gelip yerleşmişler” der. Yazın yayladalar, kışın merkezde. Akşam domuz gördüklerini söylüyorlar. Bir zamanlar çok fazlaymış domuzlar, köylünün tarlasına zarar veriyormuş. Domuza karşın devlet kurtları salmış, yavrularını yesin diye. Sonra anlattıklarına göre fareler çoğalmış. Onları yok etmek için şahin yetiştirilmiş. Nedendir anlayamadım ama köylü şahinleri öldürmüş. Karmaşık işler anlayacağınız.

8.15 gibi bu hoş insanlara teşekkür edip ayrılıyoruz. Yolumuz göl kenarında sürecek. Bir tırmanış (1-1,5 km kadar) ama öyle kırıcı değil (bir ara %9’u gördük ama çok kısa), ardından uzun biri iniş. Bu gölün suyu acıymış, rengi de beyaz gibi. Oldukça büyük bir göl.

İlk köy Karakent, 3-4 km sonra geliyor (8.45). Kahvesi var ama daha açılmamış, 11 gibi gelirlermiş. Bize çok uzak. Ama WC’si tertemiz. İkimizde burada bir temizleniyoruz. Tıraş oluyorum, dişlerimi fırçalıyorum, üşenmesem duş da alacağım. Sularımızı da dolaptan doldurup yola tekrar koyuluyoruz.

Bu bölgede evlerin önlerinde veya köyün çeşitli yerlerinde su soğutan dolaplar var, sebiller var. Herkes ihtiyacını oradan karşılıyor.

Yol inişli,  zaman zaman çıkışlı, fazla uzun ve sert değil. Asfalt düzgün, şu 2. sınıftan. Yani ziftin üzerine atılan mıcırın silindirle ezilmesiyle ortaya çıkan. Biraz kaba ama stabilize yoldan iyi.

Arada sırada bir 131 geçiyor. Bir de süt kamyonları. Bu bölge bu konuda, sütü bolmuş. Tabii mobilet tarzı motosiklet gırla. Herkesin altında bir tane, sivrisinek gibi dolaşıyorlar. Zırt diye tiz sesli gürültüyle geçip gidiyorlar.

İleride solda ilginç yapılar gözüküyor (9.40). Ahşaptan yapılmış kuleler. Ekolojik bir havası var. Yaklaşınca önündeki yazıyı okuyabiliyoruz: Burdur Yaban Hayatı Rehabilitasyon Merkezi. Lisinia’ya Hoş Geldiniz. Önünde duruyoruz, sesleniyoruz. Ama galiba kimsecikler yok. Buranın öyküsünü resim altında anlatacağım.

Kahve yok buralarda, bu yollarda. Köylüler pek gitmiyor anlaşılan. Hava da ısınmakta. Dünden daha mı sıcak bugün? Mataradaki soğuk su kısa zamanda hamam suyuna dönüşüyor. Tarlaların sulanmasında kullanılan dev pompalardan kanallara basılan suya ayaklarımızı sokuyoruz. Çok iyi geliyor. Öyle soğuk ki içinde uzun süre tutamıyorsun.






















Uzun yıllardır Burdur’un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköy’de yaşayan ailesi ile birlikte, doğa ile baş başa bir çocukluk geçiren Öztürk Sarıca’nın ve Lisinya’nın hikayesi ilk gördüğü andan itibaren çok etkilendiği “Ardıç” ağacıyla başlar. En olumsuz şartlarda yaşama, direniş ve dayanıklılığın simgesi, olarak gördüğü Ardıç Ağacı’nın suyu ne kadar az tükettiğini, en kıraç yerden en sulak yere kadar her yerde yaşamı sürebildiğini, insanları gölgesinde ağırlayıp, uğurladığı zamanları görür. Biraz büyüyüp kitap okumaya başlayınca Ardıç Kuşları ve Ardıç Ağacı arasındaki mükemmel uyumu öğrenir. Yere dökülen ağacın tohumları ardıç kuşunun sindirim sisteminde hayat bulur ve dışarı atılarak toprağa karışan bu tohumlar çimlenir.
Doğadaki tüm canlı ve cansız varlıklar arasındaki sonsuz uyumu, özellikle son 30 yılda doğanın kirlenmişliği ve bunun yansıması olarak da ortaya çıkan kanseri gören Sarıca, kendini adadığı doğal hayatın sürmesi ve gelecek nesillere aktarılması için kolları sıvamaya karar verir.
Lisinia Doğa Projesi’nin temelleri doğa gönüllüsü Veteriner Hekim Öztürk Sarıca tarafından 2005 yılında Burdur Gölü’nün kıyısında atılmıştır. Bölgenin eski çağlardaki adı olan Psidya’nın en önemli şehirlerinden biri Lisinia’dır, merkez adını buradan alır (Lisinia: Doğan ve batan güneşin, ay ışığının sudaki pırıltısı anlamına gelir).
3 yıl süren izin çalışmaları sonucu Lisinia öncelikle ülkemizin ilk Yaban Hayatı Merkezlerinden birisi olarak resmiyet kazanır. Aynı dönemde tüm masrafları Öztürk Sarıca tarafından karşılanmak üzere 10 yıllığına Orman ve Su İşleri Bakanlığına bedelsiz  hibe edilir.
Kurulduğu yıldan beri gelişerek çeşitlenen Lisinia Doğa hali hazırda 8 farklı alt proje ile çalışmalarını sürdürmektedir.

Buraya ilişkin daha fazla bilgi edinmek için Lisinia Doğa












Burdur Gölü (ÖDA, Ramsar), Türkiye’nin en derin göllerinden birisidir. Kuzeybatıda yer alan Kapı Burnu önlerinde derinliği 100 metreyi bulur. Kapalı bir havzada bulunduğundan dışarıya akıntısı yoktur. Göl suları acı, tuzlu ve arseniklidir.
Gölün batı kesimi boyunca uzanan fay (kırık) hattı nedeniyle, bu kesimde kıyı çizgisi çok dardır ve bu bölgelerde göl birden derinleşir. Güney ve kuzeyde ise alüvyonların birikmesiyle sazlarla kaplı tuzlu batak görünümündeki kıyı ovaları ve delta oluşumu başlamıştır.
Gölün su girdisi, göl alanına düşen yağışlar, sürekli ve mevsimlik akarsular, taşkın dereleri ve yeraltı suyu akımı ile sağlanmakta; göldeki su kaybı ise buharlaşma ile olmaktadır. Gölü besleyen önemli akarsular arasında gölün güneybatı ucunda yer alan  Eren Çayı (Bozçay), doğuya doğru Ulupınar, Bayındır, Büğdüz Çayı, Kurna, Çerçin, Keçiborlu (Adalar Çayı) dereleri sayılabilir. Bu akarsuların debileri oldukça düşük olup, büyük bir kısmı yazın kurumaktadır.
Burdur Gölü, 20.000 su kuşunun düzenli olarak ve herhangi bir kuş türünün Batı Paleartik popülasyonunun % 1’nin düzenli olarak gözlenmesi ve tüm dünyada nesli en çok tehlikede olan türlerden dikkuyruk ördeğinin gölde kışlaması nedeniyle ve ayrıca bir endemik balık türü Aphanius sureyanus (Burdur yosun balığı) ile bir endemik fauna türü Arctodioptomus burduricus zooplankton’un bulunması nedeniyle ülkemizin 135 uluslararası öneme sahip sulak alanları arasında yer almaktadır. 1994 yılında Ramsar Sözleşmesi Listesine dahil edilmiştir.









Burdiricus

Burdur Gölü, yukarıda adı geçen endemik faunanın yanı sıra bulunduğu havzanın iklimini yumuşatması, yeraltı sularını dengelemesi, peyzaj güzelliği, göl suyunun su sporlarına uygunluğu, varlığı ile ülkemizin tanıtımındaki rolü gibi sağladığı doğrudan ve dolaylı katkılar nedeniyle korunması ve gelecek nesillere aktarılması ve alanın bütüncül olarak yönetilmesi için Burdur Gölü’nü de içine alan havza ile birlikte yönetilmeli ve korunmalıdır. Burdur Gölü’nün günümüzdeki en önemli problemi kirlenme ve su yüzeyinde meydana gelen küçülmedir.
Burdur Gölü, bitki coğrafyası bakımından Akdeniz filoristik bölgesinde yer almaktadır. Göl sularının sodyum sülfat ve klorür miktarının oldukça yüksek olmasının yanı sıra arsenikli olması nedeniyle bitki topluluklarına sadece güney kesimdeki Yazıkent – Karakent köyleri arasında akarsuların göle karışğı, tuzluluğun daha az olduğu bölgelerde rastlanmaktadır.

Göl etrafındaki düzlüklerde kuru ve sulu tarım yapılmaktadır. Göl etrafında mermer ve taş ocakları bulunmaktadır.

Gölü besleyen dereler üzerinde kurulan barajlar sonucunda su düzeyi hızla düştü ve doğal olarak acı olan bir gölken, tuzluluk oranı son yıllarda yer yer denizin iki katına çıktı. Bu düşüş ciddi boyutlarda sulak alan habitatı kaybına yol açtı, su kuşları için büyük önem taşıyan sığ alanların kurumasına neden oldu. Alanda ayrıca, Organize Sanayi Bölgesi kaynaklı kirlilik görülüyor.
Kaynak:  National Geographic Türkiye, Tehlike Altındaki Göller




















Sıcak artık fazla geliyor. Dayanılacak gibi değil. Ağaç altına çekiyoruz bisileri ve çayırlara uzanıyoruz (12.00, 34,9 ˚C, 21,5 km, R: 892 m). 2 saatten fazla ardıç ağacının altında dinlendikten sonra tekrar yola koyuluyoruz. Saat 2 buçuğa gelmekte. Arazı biraz boş, ağaç çok yok. Su pompalarından tazelediğimiz suyla yola devam ediyoruz.

Bir traktöre adres sorup yönümüzün sağlamasını yapıyoruz. Isparta yoluna çıkmak için Tepecik-Senir-Kılıç üzerinden gitmemiz gerek.

Sağımız solumuz meyve bahçeleri, bol da ceviz ağaçları. Üzüm de var. Elma kopartıyoruz, sarı eriklerin tadı çok güzel.

Ardıçlı’dan geçerken havadaki gül kokusu Firuzan’ın dikkatini çekiyor. Evet sağ sol gül bahçesi, çiçekleri olmamasına rağmen kokuları kalmış. Doğru ya artık Isparta’ya yaklaşıyoruz, gül diyarı.

Tepecik sonrası Senir’deyiz (15.10, 36,6 ˚C, 33,2 km, R: 878 m). Belediyelik burası. Şimdiye kadar gördüğümüz, bu bölgenin büyükçe kasabası. Gençler çılgın gibi mobiletleri kullanıyor, araba bulmuş olanlar da kasaba içinde sürat yapıyor. Deli bu insanlar.

Kahveye yerleşip biraz atıştırıyoruz. Bir satıcı kamyonetinde incir satıyor, yarım kilo kadar alıp ağzımızı tatlandırıyoruz. Bugün çok meyve yedik. Bir de litrelik meyve suyunu içince bağırsaklar su koyuyor ve boşalıyor. Sıcak da çarptı herhalde. Kahvede hiç esinti yok. İleride bir park var. Orada biraz uzanıp ısının düşmesini bekliyoruz.

6’ya doğru Senir kasabasından ayrılıyoruz. Kılıç 5 km uzaktaymış. Orada günü noktalarız artık. Derece halen 33’ü gösteriyor. Yolumuzun sabahtan beri çok sert çıkışları olmadı.

Düğün alayı karşıdan gelmekte, selamlaşıyoruz. Kornalar çalınıyor. Eller sallanıyor. Mutluluklar dileriz çifte.

Kılıç hoş bir yer. Meydandaki kahveye oturup -tesadüf kahveci de muhtarmış- kalacak yer olarak okulun karşısındaki parkı işaret ediyor (18.45, 33,2 ˚C, R: 951 m).

Ne rastlantı, bu akşam parkta bir nişan kutlaması olacakmış. Can ile tanışıyoruz, ablası nişanlanan. Ankara da makina mühendisliği okumakta. Aslen aile buralı ama Tekirdağ’ında oturuyorlar. Nişan için gelinmiş. Bahçeye masalar sandalyeler diziliyor. Yetmiyor sıralar getiriliyor. Hummalı bir hazırlık var gece için.

Kasabanın delikanlıları yanımıza geliyorlar. Merak etmişler, arkadaş mıyız neyiz? Gezimizin sebebini açıklıyor ve onları tanımaya çalışıyoruz. Elektronik mühendisliğini kazanan, elektrik mühendisliği okuyan, Almanya’da yaşayan ve sigorta pazarlayan, askeri öğrenci olan, işletme okuyan gençler. Bizi balık yemeye davet ediyorlar ama na-mümkün. Balıkları yemiyoruz, azat ediyoruz.

Zabıta memuru da amma gecikti. Yemek sonrası gelecekti. Soruyorum muhtara, nerede kaldı? Meğer gelmiş. Memur Halil Bey bize kalabileceğimiz yeri gösteriyor. Bir hanın 2. katı. Terk edilmiş gibi bir mekan.




















Kumluca (Burdur G.) – Kılıç

Kumluca-Karakent-Tepecik-Senir-Kılıç

Garmin yol bilgileri Kumluca-SenirSenir-Kılıç

Tur tarihi: 10 Ağustos 2013
Kat edilen mesafe: 40,28 km.
Ortalama hız: 11,5 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 3 sa. 19 dk., dışarıda geçen süre 7 sa. 53 dk. 
En yüksek sıcaklık 36 ˚C, en düşük 33 ˚C, ortalama 34,5 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 866 m, kaybı (iniş) 940 m.