TDK’nın sözlüğüne baktığımızda Farsça kökenli bu iki sözcük için Beğenilen, duyguları okşayan, zevk veren / Hoş olmayan, hoşa gitmeyen, kötü, çirkin açıklaması yapılmakta. Biz de Çiftalan için yola çıktığımız gezimizde hoş ve nahoş olaylar yaşadık.
Pazar sabahı Karaköy’de Serhan’la buluşmak için Kadıköy iskelesine gitmeliyiz. Biraz geç kaldık, 8.30 gemisini kaçırırsak iyi olmayacak. Kızıltoprak otoparkından hızla hareket ediyoruz. Ben öndeyim, Firu arkada kalıyor. Hava öyle keyifli ki, sabahın serin rüzgarı çok iyi geliyor. Bağdat caddesine döndüm, karşı yönden Serhan’ın gelişini görüyorum. Sürpriz, ama bir şey mi oldu sorusu da peşinden geliyor aklıma. Hiç böyle yapmamıştı, bizi buralarda karşılamamıştı! “Firuzan’a mesaj çektim, ona bir eşey vereceğim. Şunu arabaya bırakalım hemen”, “Yanımızda taşısak olmaz mı?” Olmazmış. İyi, hemen tornistan ve gelmekte olan Firuzan’ı da alıp arabaya geri gidiyoruz. Ne görelim? Serhan’ın elinde çok güzel bir ambalaj, içerisinden iki dikenli uç görünmekte. Kaktüs, Firuzan’a doğum günü hediyesi. Aman efendim, bu ne ince düşünce. Firuzan ne çok sevindi bilemezsiniz. Kaktüsü çok seviyor ve bunlar kaktüs bahçesine çok yakışacak. Ama gerçekten çok dekoratif bitkiler, eve biraz büyüceklerini aldık. Çok yakıştı. Tam bitti derken bir ikinci paket daha çıkıyor. “Bu da yemelik bir şey” diyor. Vallahi çok hoş bir sürpriz Serhan’dan.
Hediyeleri koyduktan sonra süratle iskeleye pedallıyoruz. Bir dakika kala vapurdayız. Yani bu kadar çok işi nasıl sığdırdık bilemiyorum ama çaylarımız elimizde sohbetteyiz. 20 dakikalık keyifli yolculuk sonrası Karaköy’den Eminönü üzerinden Eyüp’e gelmekteyiz. Ramazan nedeniyle ortalık sakin. İftar sofraları akşamı beklemekte. Her grup kendine göre mevzii almış. Bayrak ve flamalarıyla mekanlarını işaretlemişler.
Fil köprüsünden Bilgi Üniversitesi’ne doğru dönüyoruz. Her zaman geçtiğimiz yol kapatılmış, yandan bir toprak-çakıl yol açmışlar. “Ne oluyor burada?” Üniversite yurt yapıyormuş daracık alana. Hoppala olduk. Bugüne kadar onların mıydı da - akılları şimdi mi geldi?
Alibeyköy’ün kenarından, şehirlerarası otobüslerin indir-bindir noktasını da geride bırakıp yavaş yavaş Hasdal-Kemerburgaz yolunda tırmanıyoruz. Malum tırmanışlarda Firu’yu tutamazsın, aldı başını gitti. Kaldık Serhan’la geride. Birazdan Serhan da alıp başını gidiyor, kaldım arkalarda tek başıma. Yol da biraz dar, araçlar da hızlı geçmeyi seviyorlar! Neyse hafif hafif çıkıyorum. Birazdan sağdan gelen yolla birleşeceğim, sonra da bir alt geçit var, tünelimsi. Öyle böyle derken bir ses duyuyorum, nedense aklıma nahoş şeyler geliyor. İçim bir ürperdi, merakla ilerisini görmeye çalışıyorum. Alt geçidin karanlığında acaba Firu’yu mu görüyorum? Yok o değil. Ve düzlüğe çıkıp da önümü gördüğümde Serhan’ın yerden kalkığını görmek heyecanlandırıyor. Ne oldu, kaza mı? Bu motosiklet de nesi? Kim bu insanlar?
Sağdan giderken arkadan gelen Scooter tipi motosiklet solundan çarpıp yere atmış Serhan’ı. Sol dirsek fena halde sıyrılmış, arka jant yamulmuş. Buraya kadar şükür diyoruz da ne iştir bu sürücünün yaptığı? Nasıl çarpar?!!
Çok nahoş bir durum. Ortalık gergin. Adam bir de zeytinyağı. Arkasına almış birini (kadın) herhalde dalgın, ya konuşuyordu da görmedi ya da başka durumlar. Ama şimdi seni haksız çıkartıp kendini savunurken de, önüme çıktı vururum-çarparım gibi laflar etmesi iyicene tepemi attırıyor. Gel adamın gırtlağına yapış; ama sakin ol terbiyesi aldık ya. Dur polisi arayalım, gelsin zabıt tutsun. Adam da cezasını görsün. 155 aranıyor, mevki tarif ediliyor... bekle, bekle gelen yok. Defalarca aranıp soruluyor... bekle, bekle gelen yok.
Sinirler bu arada yatışıyor. Serhan da fazla ısrarcı değil. İsim, TC ve tel. nolar alınıp bırakılıyor adam.
Bu bisiklet yürümez, araç lazım. Firu cepten Alibeyköy Merkez Taksi’nin telefonunu buluyor. Bir araba istiyoruz. Scott’un ön tekerini söküp kalanı bagaja yerleştirip Serhan’ı Beşiktaş’a uğurluyoruz. Orada buluşup karakola şikayette bulunacağız. “Yaklaşınca seni ararız” diyerek vedalaşıyoruz.
Daha 3 hafta önce Ankara’da bir aracın çarpması sonucu ölen genç bisikletçi Meril’in üzüntüsü dinmemişken bu olayı yaşamış olmak ne tür bir vahşi trafiğin içinde olduğumuzu tekrar gösterdi. Sürücüler dikkatsiz, bisiklet algısı yok, refleksler zayıf, bahaneleri çok. Cahiller, mektep mezunu olsalar bile. Başkasının hakkına saldırmayı marifet sayıyorlar.
Canımız sıkkın geri dönüyoruz, geldiğimiz yoldan. Sanki filmi geri sarıyoruz. Keşke olabilse de kazayı çıkartsak. Eyüp Devlet Hastanesi’ne gelmeden sağdaki benzinciye WC molası için giriyorum. Çıkışta Firu’yu askıya alınmış bir arabanın başında buluyorum. “Tekere kedi kaçmış” diyor. Aaa o ne, gerçekten ön sol tekerin çamurluğunun içinden viyak viyak bir kedi bağırıyor: “Çıkarın beni buradan”. Nasıl girdin bu kapalı bölüme sen? Adamlar su sıkıyorlar ama mümkün değil. Araba sahipleri de insan kişiler, baba oğul. Önemsemişler ve çare arıyorlar. Akla itfaiye geliyor. Bu gibi işlerde yardımcı olduklarını duymuş Firuzan. Derhal aranıyor ve bekleniyor. Birazdan dev bir kırmızı kamyon, ama öyle böyle değil, geliyor. İçinden iki itfaiyeci iniyor. Başlıyorlar oradan buradan incelemeye. Tekeri düzelt - olmadı, sağa döndür - olmadı, üstten ulaşmaya çalış – olmadı, alttan gir – olmadı... O zaman çamurluğun içindeki korumayı sökeceğiz. Yıldız tornavida yok, Firu’nun bisiklet aletleri imdada yetişiyor ve kedi kurtarılıyor. Küçücük, sarman bir şey. Tir tir titriyor. Biraz su veriliyor, sakinleşiyor. Eee ne olacak bu hayvan şimdi, kim bilir nerenin kedisi? Sonunda araç sahipleri kediyi alıp evlerinin oraya götürüyorlar ve hoş bir şekilde sonlanıyor bu olay.
Hoş-nahoş, bakalım bugün başka neler çıkacak?
Karnımız acıktı, ne yesek? Yanımızda da malzeme var. “Gel şu Haliç’in kenarındaki parklarda oturalım” diyerek Eyüp sonrası kıyıya geçiyoruz. Bizden öncekilerin bıraktığı bir halıya yayılıp güzelce karnımızı doyuruyoruz. Sonra da kıyıdan Unkapanı Köprüsü’ne kadar geliyoruz. Kenarında balık tutanlar, o suya girenler, çimlerde uzananlar, tekli, çiftli, çoklu gruplar...
Şu, metro için yapılan köprü. Ne çirkin şey olmuş böyle. Hele tepesine minarelere özenip takılan sipsivri külahlar. Bir insan ancak bu kadar zevksiz, bu kadar düşüncesiz olabilir. Gel sen şu tarihi siluetin içine bu köprüyü oturt, sonra da savun. Yok, maalesef bizdeki karar sahiplerinin bilgi ve görgüsü eksik.
Beşiktaş’a yaklaşırken Serhan’ı arayıp eski DGM önünde buluşmak üzere sözleşiyoruz. Yıldız’daki karakola gideceğiz. Serhan’da satmak istediği 2. bir velespit var, onunla geliyor. Polisten şikayetin olay mahallindeki karakola yapılması gerektiğini öğrenince :(( da-daaa... İşte bu beklenmedik bir durum. Bunu ne 155 söyledi, ne de aklımıza geldi. Zaten isteksiz olan Serhan’ı bu durum iyicene bezdiriyor ve her türlü teklifi kabul etmeyip vaz geçiyor.
Kızdım ve üzüldüm. Bu sürücünün cezasız kalması beni rahatsız ediyor. Serhan’ın vazgeçmesi de üzüyor. Ne çıkacak, boşuna zaman kaybı, zaten... Evet ama çıkmasa da üzerine gitmek gerek. Başka türlü bir şey düzelmeyecek bu ülkede. Sen gitme, o gitmesin, sonra sanıyorlar ki ülke güllük gülistanlık. Herkes vatandaşlık vazifesini yerine getirse, batılı nasıl yapıyor, çok şey değişir.
Birer kahveyle ağzımıza tat katalım diye Bebek’e yöneliyoruz. Caffè Nero’da Serhan’ın “bu da yemelik” dediği paketi açıp güzel bir çikolatalı mus’la (mousse) karşılaşıyoruz. Ama aslında bu mus değil 10x10 cm ölçülerinde çikolatalı bir pastaymış. Sıcaktan erimiş. Olsun kahveyle ve ‘booster’ ile güzel gidiyor. Bebek taksinin araba manevralarıyla, gelip geçen Bebeklileri seyrederek geçirdiğimiz 1 saat sonrası Beşiktaş’a dönüp veda ediyoruz birbirimize.
Velespitleri yüklemiş dönüş yolundayız. Bazı alış-verişleri tamamlayıp evin önünde askılarından indirirken bisileri, yanımızdan koca bir kamyon geçiyor. Az gidip bir manevrayla sitenin önündeki boş arsaya yanaşıp kasasındaki molozu boşaltıveriyor. Ne olup bittiğini anlayana kadar çekip gidiyor. Firuzan peşinden koşuyor plakasını almak için fakat sökülmüş. Daha önce de güvenlik kamerasında fark edilmişti ama görevliler plakanın kapalı olduğunu söylemişlerdi. Bu durumda şikayet etsen bir faydası olmuyor. Yakalayamıyorlar. Hemen bisileri bir kenara koyup peşine düşüyoruz. Ancak yetişene kadar gözden kayboluyor. Biraz çevrede dolanıyoruz ama boşuna. Kaçıyor elimizden.
Tur tarihi: 28 Temmuz 2013
Kat edilen mesafe: 48,82 km.
Ortalama hız: 14,2 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 3 sa. 26 dk., dışarıda geçen süre 6 sa. 31 dk.
En yüksek sıcaklık 38 ˚C, en düşük 26 ˚C, ortalama 31,5 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 824 m, kaybı (iniş) 818 m.
Garmin yol bilgileri Hoş-Nahoş
İlginizi çekebilir Altur ile yazışma, Pedal gücü, Bisiklet üzerine...