19 Kasım 2013

Göçbeyli, ±111

Levent’in artık 100 km’nin altındaki turlara katılmadığını duydum. O nedenle bu turu ona göre ayarladık ve en az 100 km olacak şekilde bir hedef belirledik: Göçbeyli.

İstanbul ilinin Pendik ilçesine bağlı bir köydür. Ancak 1951'e kadar bağlı olduğu Gebze'ye ve ekonomik olarak ilişki kurduğu Tuzla'ya daha yakındır. Kuzeyinde Şile'nin Bıçkıdere, doğusunda Gebze'nin Ovacık ve Kadıllı köylerine, güneyinde Tuzla'nın Akfırat mahallesine, batısında Pendik'in Ballıca köylerine komşudur, diye yazıyor Vikipedi Göçbeyli için. Köyün adı, 1972 yılında köyden giden ve o zaman Ordu ilinden göç gelen vatandaşların bey diye tabir ettikleri insanlardan gelir. Beyler göçtü ve göçen beyler diyerek zamanla Göçbeyli halini almıştır. Köye ilk göç 1972 yıllarında Azalma ve Oldu aileleri tarafından yapılmıştır. İlk başlarda bir mezra-yayla yerleşkesi olan köy, daha sonra Ballıca köyünün bir mahallesi ve nüfus artışına bağlı olarak Köy halini almıştır. Köyün gelenekleri; yerli nüfusunu oluşturan ve Ordu ilinden göç gelen insanların yarı Anadolu devşirmesi kültür özellikleri ve ağırlıklı olarak Doğu Karadeniz özellikleri taşımaktadır.
Kaynak Vikipedi

8.45’de Fenerbahçe Mantarlar’a vardığımızda daha gelen yoktu. Aslında biraz erkenciyiz bugün. Hava sabah daha soğuk. Böyle günlerde de insan nasıl giyineceğini bilemiyor. Kalın mı, ince mi? Belki de ben biraz ince giyindim. Neyse, Kahve Dünyası servisi açmış. 8 liraya koca bir bardak sıcak çikolatayla ısındık. Bu arada da Serhan ve Levent geldiler. Sarılma selamlaşma faslından sonra çekilen bir ‘start’ fotoğrafıyla yola çıkıyoruz.

Yol uzun, günler kısa. Saat 5’ten sonra hava hem kararıyor hem soğuyor. Bugün kapalı diyordu, son anda parçalı bulutluya çevirdi Meteo. Göztepe’yi az geçtik cep çalmaya başladı. Fahri: Neredesiniz, mantarlarda yoksunuz? Bekleyin geliyorum. Sağa çekiyoruz, güneşli bir aralığa. Birazdan Fahri gözüküyor. Hani ben kendim için ‘biraz ince giyindim’ dedim ama Fahri’yi görünce kalın bile kaldım. Arkadaşımız sanki yazdan kalma, kısa kol, kapri pantolon, lay lay lom...

Pendik’e kadar gidelim, orada bir mola sonra devam ederiz niyetindeyiz. Bostancı’ya kadar asfalttan gidiyoruz. Sonra sahil yoluna geçtik. Hava biraz ısındı, güneş gülen yüzüyle bakıyor. Levent gökyüzündeki uçağın bıraktığı izi gösteriyor, “bak hiç rüzgar yok. Olsaydı o çizgi olmazdı” diyor, “yaz bunu da bloğa”. Fahri Karadeniz havalarıyla bizi ateşliyor. Gidonundan sallanan hoparlör etraftakileri de coşturuyor.

Bir saat otuz dakika sonra Pendik Beltur’da kahvaltımızı ediyoruz. Serhan müthiş bir sandviç çıkartıyor, Levent’te yok yok, dolma bile var. Biz de hazırlıklıyız, yumurta bile haşladık. Fahri büfeden yararlanıyor, koca bir tost, içi salam-sosisle dolu.

Gelsin çaylar durumuyla güzelce doyduktan sonra İstanbulPark yönüne doğru pedal basmaktayız. Sabiha Gökçen yapan yol bisikletliler karşı şeritten geçmekteler. Sağda jetski taşıyan araçlar beklemekte. Nereye götürüyorlar acaba? Bir de inşaatı devam eden otomobil şovrumu var. Dışarıya astıkları temsili resme bakınca bir gemiyi andırıyor. Arabayla nasıl bağdaştırmışlar bu binayı anlayamadım! Daha fazla denizciliğe uyuyor.

Dura kalka sürüyoruz velespitleri. Firuzan moralimiz bozulmasın diye öne geçmiyor. Ballıca sapağını geçip bir ihtiyaç için Shell’deyiz. Ben tekerlere hava basıyorum. En hoşuma giden, yanıma gelenlerin 65 psi’ye ayarlı saati görünce sordukları: “Arabaya 30, bu kadar ince tekere 65 nasıl oluyor?”

Benzincide 3 köpek, bize bir ilgi bir ilgi. Herhalde Firu’yu tanıdılar diyorum. Ama bu ilgi hiç bitmiyor, hatta biraz fazla da oluyor. Hareket edince ‘ayakkabı merakları’ olduğunu görüyoruz. Sırayla hepimizinkine atlıyorlar. Kafalarına sıktığımız su onları yıldırmıyor, peşimizdeler. Yokuş aşağı hızımız 30’u aşınca geride kalıyorlar. Aman kurtulduk diyoruz. Aaa, o da ne, gene gelmişler!

İstanbulPark’tan gürültülü sesler gelmekte. Arabalar dönüyor. Burasını İntercity şirketi kiralamış. Kiralık araçlarına park yeri. Aynı zaman pisti özel kullanıcılara kiralıyor (İst. Park Pist Günleri). Hızını test edebiliyorsun. Hatta sabah belirli saatlerde (06.00-10.00) bisikletçilere de ücretsiz. 5,3 km’lik yolu bakalım kaç dakikada alacaksın?

Serhan’dan övgü dolu sözler: “Bugüne kadar geldiğimiz en güzel parkur”. Neden mi? Çünkü kaymak asfalt her yer, yol bisikletlik. F1’den Göçbeyli’ye bir yay çizerek gideceğiz. Normalde düz devam ediliyor ama biz sağa sapıyoruz, Akfırat yönüne. Köpekler halen bizimle. Daha doğrusu Firuzan’la.

Fazla trafiği olmayan yoldan ilerliyoruz. Hafif çıkıyor sonra güzelce iniyoruz. Solda eskiden ceylan çiftliği vardı artık kocaman bir hafriyat alanına dönmüş. Damperli dev kamyonlar çalışıyor. Bakalım ne dikecekler?

Şekerpınar’dan gelen yola bağlanıp soldan Şile yoluyla devam ediyoruz. Buraları halen bakir, ama maalesef böyle yerleri de moloz atıklarıyla dolduruyor vatandaşlarımız. Nerede güzel bir yeşillik görse oraya pisliğini boşaltıyor, işaretini koyuyor. Buradan ben de geçtim diyor. Sokak köpekleri bölgede çok, bazıları süratli giden araçların gazabına uğramış, yerde yatmaktalar.

4 buçuk saat sonra Göçbeyli’deyiz, 60 km geride kalmış. Bölgede çokça sera var, İstanbul’un sebzesini sağlıyor. Taze süt-yumurta da satılıyor. Havası temiz toprağı bereketli. İstanbul’a da bu kadar yakın. Ordulular güzel yer seçmişler.

Kahvede yerimizi alıp kalanlarla acıkan karnımızı doyurmaktayız. Çaylar 750. Güneşli güzel bir güne dönüştü hava. Kasım ayı için inanılmaz. Ama bir bu kadar daha dönüş yolumuz var. Fazla da oyalanmayalım diye harekete geçiyoruz.


























































Göçbeyli’den ayrılış bir kısa tırmanışla başlıyor. Yemekten sonra dolu mideyle biraz başta zorlasa da, bacaklar kısa sürede alışıyor. Tepenin arkası İstanbulPark. Karşısında da piste gir(-e)meyenlerin pisti. Lastik yaktırıyorlar. Hani durduğun yerde asfalta lastiğini bırakırcasına döndürmek. Dumanlar havaya yükseliyor. Bu da ayrı bir zevk olsa. Kendi paranla lastiğini bitir!

İlk benzincide bir ihtiyaç molası sonrası geldiğimiz gibi dönmekteyiz. Ama bu sefer yolumuz daha çok ‘bayır aşağı’. Güzelce Tuzla ayırımına kadar geliyor, sapakları ustaca geçip, sahil yoluna iniyoruz. Pendik’te bir ihtiyaç molası daha (dönüşte ihtiyaçlar fazla oldu) ve abanıyoruz pedallara çünkü artık hava soğudu ve kararmakta. Ama gün batımı bu kadar güzel olabilir. Sahil yolu boyunca gökyüzü muhteşem bir resim sergiliyor. Bulutlar inanılmaz. Bunlar Sirrokümülüs, yüksek seviyede (5-13 km) bulunan bir bulut tipi. Bir katman halinde yayılmış ince, beyaz parçacıklar şeklindedir. Parçacıklar genellikle buğday tanesi veya küçük dalgacıklar halinde; birbirine bağlı ya da ayrık; genellikle düzenli bir doku oluşturacak şekilde dizilirler, diyor Vikipedi.

Başak ve Rahman çaya davet etmişlerdi, dükkanlarına. Harika, herkes istiyor gitmek. Orası da bir, hani çocukken oyuncakçı dükkanına girersin, bayılırsın, hiç çıkmak istemezsin, aynen böyle. İncelenecek, öğrenilecek çok şey var, tabii satın alınacak da :)) Güzel bir mekan ortaya çıkardılar. Seçil ve Aleks Yunanistan turunda olduklarından onları göremeyeceğiz. Nöbetleşe yürütüyorlar işleri. Sıra şimdi Başak ve Rahman’da. Bakalım onlar nerede turlayacaklar?

Cenap Albay’la da BisikletGezgini’nde buluşacaktık ancak çıkmamış evden, iptal oldu. Haftaya bekleriz ama!

Günün güzel sürprizini BisikletGezgini’nde yaşıyoruz: Enes. CanavarKeşifte de burada. Ne hoş bir rastlantı. En son ne kadar oldu, nerede beraber olduk hatırlayamıyorum ama Suriye gezimizde Şam sokaklarında dolanırken köşeyi dönüp aniden Enes ve Elena’yı karşımızda görünce nasıl sevindiysek bugün de aynısı oluyor. Daha geçenlerde sitesindeki bir tanıtım videosunu izlemiş, çok yararlanmıştım. Hatta o kaset sökme aletini sonra BisikletGezgini’nden alıp işimi gördüm. Enes’in sitesine girip bir bakın, yaralanacağınız çokça bilgi bulunmakta (bağlantı adresi blog’da var; CanavarKeşifte).

Çaylar içilip kurabiyeler de yenildikten sonra artık evli evine  köylü köyüne diye arkadaşlardan ayrılıp Bağdat Caddesi’nin trafiğinde kayboluyoruz. Levent, Serhan ve Fahri Avrupa Yakası’na, biz Hora Palas otoparkına.

Bir 500 metre daha yapaymışız 111 km olacakmış. Ama Avrupa’dan gelenler fazlasını yapmışlardır. Hele Fahri rahat 120’yi geçmiştir.






































Sirrokümülüs: Şeffaf, beyazımsıdır. İpliksi veya pürüzsüz yapıdadır. Gökyüzünü tamamen veya kısmen kaplar. Güneş ve ay etrafında dışı beyazımsı, içi kırmızımsı hale (çember) oluşturur.
Kaynak: Vikipedi

Foto katkıları için Levent’e teşekkürler.















Göçbeyli Turu

Kadıköy Fenerbahçe (Mantarlar)-Bostancı-Pendik-İstanbul Park-Akfırat-Göçbeyli-İstanbul Park ve dönüş.

Tur tarihi: 17 Kasım 2013
Kat edilen mesafe: 110,53 km.
Ortalama hız: 16,2 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 6 sa 50 dk., dışarıda geçen süre 10 sa 21 dk. 
En yüksek sıcaklık 27 ˚C, en düşük 13 ˚C, ortalama 17,7 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1337 m, kaybı (iniş) 1337 m.

Garmin yol bilgileri Göçbeyli, ±111

Tur bilgisi: Kadıköy-Pendik arası sahilden ve düz. Pendik-İstanbul Park hafif çıkış, bazı yerlerde dikleşen. Otoyol kenarı güvenlik şeridi var. Yolun tamamı asfalt. İstanbul Park-Akfırat-Göçbeyli hafif tırmanış ve iniş. Göçbeyli’ye giriş köy yolu.
Göçbeyli-İstanbul Park asfalt. Köy çıkışı hafif tırmanış ve iniş. Dönüş yolu genelde Pendik’e kadar iniş. Kısa bir bölgede hafif çıkış var.
Kadıköy-Pendik arası kahvaltı, yemek yiyecek yer bol. Pendik-Göçbeyli arası yok. Sadece benzinlikler var. Göçbeyli’de bakkal, kahve var. Sıcak yemek yok.




İlginizi çekebilir 8+1=Riva, 16’lık Muhteşem Grup