O yıllarda Milliyet gazetesinde yarım sayfalık yabancı bir çizgi roman vardır. Abdi İpekçi, Turhan Selçuk'tan ısrarla bu çizgi romanın yerlisini ister. Turhan Selçuk, mizah yazarı Aziz Nesin'den yardım ister.
Aziz Nesin, hilekar ve düzenbaz bir turist rehberi tipi yaratır. Bu üçkâğıtçı adama "Abdülcanbaz" adını takar. Birinci öykünün yayını bitince, Aziz Nesin diziye devam etmek istemez.
Turhan Selçuk, bunun üzerine Rıfat Ilgaz'dan yardım ister. Bir süre sonra Rıfat Ilgaz'dan gelen senaryolar da aksamaya başlayınca, Turhan Selçuk, diziyi kendisi yazmaya başlar. Bu, düzenbaz Abdülcanbaz tipinin değişmesine, yeniden yaratılmasına neden olur. Abdülcanbaz, düzenin düzensizliğine ve bu ortamdan doğan ahlaksız, namussuz, utanmaz, arlanmaz tiplere karşı savaşan bir semboldür artık.
Abdülcanbaz, yaratıldığı tarihsel dönemden de çıkarılır. Artık hikâye, Osmanlı döneminde, Kurtuluş Savaşı'nda, uzayda, Eski Mısır'da geçebilir.
Kaynak Vikipedi
Kısım 1. Mantarlar, ilk toplanma noktamız. Neresi mi? Fenerbahçe’de Kahve Dünyası var ya. 4yol ağzında. Önünde de fıskiyeli mantarlar duruyor. İşte orası.
Fahri çoktan gelmiş, geceden :)) Oğlunun düğün davetiyesini veriyor. Sırayla bebeleri evlendirdi. Sanırım kalmadı evsiz olan. Tam nerede Serhan diyecektim baktım köşeyi dönmüş geliyor. Fazla oyalanmadan Bostancı noktamıza doğru yola çıkıyoruz.
Bugün burada koşu varmış, Runİstanbul. Etrafta hummalı bir hazırlık yapılıyor: taklar-tribünler kurulmuş, flamalar-pankartlar asılmış, hoparlörler-ışıklar tutturulmuş, bariyerler-şeritler çekilmekte... Dönüşte eğlenceye denk gelir miyiz acaba?
Pazar sabahı bu kıyı çok güzel. Herkes yürüyor, koşuyor, bisiklete-patene biniyor... hareket halinde.
Bostancı’da teleskop dürbününün yanında olacak arkadaşlar. İkinci noktamız. Neresi mi? Balıkçıları geçince sahil bisiklet yolunun başı. Anladınız mı?
Mehmet gelmiş. Ne güzel, çok sevindik. Yazmamıştı geleceğini sürpriz oldu, iyi oldu. Fazla gecikmeden Candan ve Nur da gözüküyorlar. Olduk 7. Bir aile fotografı çektirip pedalları döndürmeye başlıyoruz.
Kısım 2. Solda iki bisikletli, saati sorduklarını sanıyorum ama pompa arıyorlarmış. Durup yardım ediyoruz. Ellerindeki iş görmemiş, havayı tamamen indirmiş. Firuzan kendininkini veriyor. Fahri de dayanamayıp lastiği şişiriyor. Hayır dualarını alıp devam ediyoruz.
Sahil nefis, İstanbul’un belki de dünyanın en güzel bisiklet yolu. Ancak belediyenin yaptığı bir yığın hata ile dolu: yolda çöp kutuları, banklar, dalları budanmamış ağaçlar, silinmiş yol şeridi, yayaya teğet geçmesi... Buradan değil de kaldırımdakinden gideyim derseniz orası da apayrı bir dert: iniş çıkışlarda kot farkı, aniden bitip kendinizi asfaltta bulmanız, şantiye giriş-çıkışları, üzerinde park etmiş araçlar, otobüs durağının içinden, yolcuların önünden geçen, şişe kırıklarıyla dolu temizlenmemiş bir yol...
Pek doğru dürüst, hakkıyla gidemiyorsun. O zaman asfalta inmek durumunda veya zorunda kalıyorsun. İşte başına ne geliyorsa o anda geliyor. Arkadan gelen bir minibüsün çarpmasıyla kendini havalarda ve yerde buluyorsun. The End! Filmlerin sonunda yazar. Bittiğini anlarsın. İşte burada da hayat bitiyor. Aynen geçen ay bir bisikletli kardeşimizin yaşadığı.
Candan bize Zihni Şahin’in kaza geçirdiği ve anısına direğe bağlanmış beyaz bisikletin başında bu konuya dikkat çekmek için ve kurallara göre bisiklet kullanma konusunda bir sunum yapıyor. Hangi sebepledir bilemediğimiz, nasıl bir nedenle asfaltta giden ve bu durumda 8de8 hatalı bulunan bisikletli kardeşimizin davası sürmekte. Bisiklet yolları kurallara uygun yapılmalı ve denetlenmeli. Ortalıkta bu kadar bilinçsiz şoför dolandıkça bu gibi kazaların sonu gelmez. Umarım hakkettiği cezayı alır ve aklı başına gelir.
Kendimize bir Beltur arıyoruz. Mola, kahvaltı, çay, sohbet için. Dragos dışarıdan yiyecek kabul etmediğinden Pendik iskele yanındaki olsun diyoruz. Burada da ‘BoatShow’ varmış bugün. O nedenle bir hayli kalabalık. 4ayaklı dostlarımıza biraz yiyecek götürmek üzere ortaklaşa Migros’tan köpek maması, biraz da kişisel mideleri düşünüp alış veriş sonrasında Beltur’a yerleşiyoruz. Selfservice, yani kendi işini kendin gör. Çay 1 lira. 75 krş da olabilirdi.
Düz yol artık yerini tırmanışlı, inişli çıkışlı yollara bırakacak. Ballıca’ya gitmek için önce SabihaGökçen, sonra da İstanbulPark yönüne gidip OkanÜniversitesi’ne doğru sapacaksın.
Gene gerilerde kaldım. Yoruldum. Böyle haftada 1x binmekle olmuyor. Pazar bisikletçisine döndüm :((
Benzincide kısa bir ihtiyaç molası, meşrubat takviyesi, lastik şişirmece ve devam. Okan önünde Candan ve Nur çektirdikleri bir fotografı kızlarıyla paylaşıyorlar. Bizler de hemen dizilip bir anı alıyoruz buradan. Sonra da köpeklerin diyarına iniyoruz.
Her yer köpek, cins cins, boy boy, renk renk. Kimi bakıyor, kimi selamlıyor, kimi çekingen-kaçıyor. Sevinmeli mi üzülmeli miyiz bilemiyorum. Bunların çoğu alınıp bakılamadığından, bıkıldığından, sorumluluk istenmediğinden terk edilmiş, atılmış köpekler. Belediyenin burada kurduğu bir barınak, oraya sığmayanlar da etrafta. Su ve yiyecek gereksinimleri ve daha da önemlisi sağlık hizmeti verilmekte. Aşı, kısırlaştırma, kuduz, uyuz ve dahası. Firuzan düzenli olarak destek verdiği derneğiyle her gün buraları tarayıp gerekenleri yapmakta. Ama daha çok gönüllüye ihtiyaç var.
F1 pistinin arkasındayız. Çalıların arasından 5 minik köpek kokumuzu almış bize doğru koşmakta. Yanımızdaki mamaları dağıtıyoruz. Sevinçle kuyruklarını sallamaktalar. Her şeyin miniği çok sevimli oluyor.
Yeni bir yol mu diye girdiğimiz toprak yolun sadece pistin etrafında döndüğünü görünce geri ana yola bağlanıyoruz. Sağda bir tezgah. Fahri yerleşmiş çayını içmekte. Biz de elmaların üzümlerin tadına bakıp birer kilo alıyoruz. Üzümler kokuluymuş, Candan alıyor. Elmalar minnacık, ben alıyorum. Serhan eli boş ayrılıyor ama 2 ay sonrasına söz alıyor. Bakalım ne çıkacak?
Kısım 3. Karaylar Krathanesi, Ballıca. Bugün burası bir hayli kalabalık. Dışarıya çıkardığımız bir masaya yerleşip tezgahımızı açıyoruz. Ramazan Bey’in de çayları getirmesiyle yanımızdakileri mideye indiriyoruz. Beraberinde başlayan sohbet gırgırla, felsefeyle, eleştiriyle ve dedikoduyla devam ediyor.
Üzümler de elmalar da nefismiş. Organik pazarda satılan cinsten. Gösterişi yok ama tadı var. Bazı ürünler de amma gösterişli olup tatsız tuzsuz oluyor değil mi? Domateste bu çok belli. Son günlerde halen Çanakkale veya Pembe Domates dedikleri cinsten var. Onları yedin mi diğerlerini yiyemiyorsun.
Çeşmeden sularımızı da doldurunca artık dönüşe geçmek isteyenler çoğalıyor. At çiftliğine uğramadan ayrılıyoruz Ballıca’dan.
Kısım 4. Köy çıkışında Serhan Hanım’a rastlıyoruz. Dernek başkanı gelmiş köpekleri denetliyor eksiklikleri tamamlıyor. Firuzan yolda gördüklerini özetliyor, durum raporu veriyor. Arkadaşlar sabırsızlanıyorlar.
Orman içinden giden yolumuz sonra Kurtköy yoluna bağlanıp piknikçilerin, eğlencecilerin yanından geçerek Kurna kavşağına geliyor. Burada da birkaç köpeğe yanımızda kalanları dağıtıp otoyola bağlanmak üzere pedallıyoruz. Yanımızdan ralli arabaları geçmekte. F1 pistinde hızlarını alamayıp devamını otoyolda getirmekteler. Sopalık zavallılar, başka ne diyeyim. Yaptın yapacağını halen ne ısrar ediyorsun. Geçemediğin arabayı burada mı geçeceksin?!
Bu kısımda Candan’a bir haller oluyor. Bir bakıyorsun geride, görünmüyor. Bekliyoruz gelip geçip devam ediyor, sonra gözden kayboluyor. Bir bakıyorsun kenarda oturmuş bekliyor sonra geride kalıyor. Gene bekliyorsun yanından geçip basıp gidiyor. Anlam veremiyor kimse. Çeşitli yorumlar yapılıyor ama dağın haberi yok.
Nur da peşinden gidince 7eksi2 olarak devam ediyoruz.
Pendik-Maltepe gene mangalcıların işgalinde. Gidilecek gibi değil. Fahri ileride, sis var dediği bölgeyi geçemeyeceğimizden sahile inip rüzgarı kullanarak devam ediyoruz. Denizden estiğinden burası biraz daha makul kokuda. Ama et-tavuk-balık karışımı koku etoburları bile rahatsız ediyor.
Pendik-Maltepe gene mangalcıların işgalinde. Gidilecek gibi değil. Fahri ileride, sis var dediği bölgeyi geçemeyeceğimizden sahile inip rüzgarı kullanarak devam ediyoruz. Denizden estiğinden burası biraz daha makul kokuda. Ama et-tavuk-balık karışımı koku etoburları bile rahatsız ediyor.
Kısım 5. Akademik yılın açılışı nedeniyle bir hayli yoğun olan Mehmet de FB Orduevi’ne yetişmek üzere ayrılınca bizler mola yerimizi aramaya başlıyoruz. İlk Beltur’da yer yok. Sonrakinde bulduğumuz masada biraz dinlenip yiyip içip devam ediyoruz. Bostancı’da yollar kapatılmış yarış başlamak üzere. Bir kalabalık ki ortalık sormayın. Müzikler, taktikler, ısınma hareketi yapanlar, izlemek için dizilenler, koşanlar, kayanlar, binenler...
Bu kalabalıkta Fahri’ye çarpan genç kız, Serhan’ın arka tekerine dokunan ihtiyar delikanlı, slalomlayarak giden havalı hostes, Cengiz’e benzettiğimiz bisikletli, FB’den dönen Mehmet, sırasıyla boy gösteriyorlar. Hatta Candan ve Nur bile kaldırımda bisiklet sürüyorlar.
90 dediğimiz gezi ± 100 km olmuş. Pek de iyi oldu. Gezdik tozduk, bisikletin keyfini yaşadık. Ama bitmedi, 27 kısım daha var. Onları da önümüzdeki günlerde pedallayacağız.
Ballıca: Kadıköy-Bostancı-Pendik-İstanbulPark-OkanÜni-Ballıca ve dönüş
Tur tarihi: 29 Eylül 2013
Kat edilen mesafe: 101,76 km.
Ortalama hız: 16,1 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 6 sa. 19 dk., dışarıda geçen süre 10 sa. 53 dk.
En yüksek sıcaklık 35 ˚C, en düşük 20 ˚C, ortalama 27,3 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1082 m, kaybı (iniş) 1082 m.
İlginizi çekebilir Yal-Ova, Viva Riva, Kurt-Doğmuş, El Trio Chile