7 Ekim 2009

Yal-Ova

Ağustos sonuna geldik. Bu hafta rüzgar esti sürekli. Bu nedenle de serinledi ortalık. Binmek için güzel de rüzgara karşı pedallamak oldukça yoruyordu. Cuma akşamı Bayramoğlu’na gidelim dedi Firuzan. Ertesi gün de zaten Elif’in yaşgünü kutlanacaktı orada. Hazır oralara kadar gitmişken de 30 Ağustos’ta da Yalova çevresinde dolaşırız diye kendimize bir program yaptık. Gittikçe yollar kısalıyor mu ne, bu 3. gidişimiz daha da kısa geldi. Kadıköy’den Tuzla’ya. Orada kısa bir mola. Çay eşliğinde acıbadem kurabiyesi. Sonra E5’den Bayramoğlu’na ve oradan Yelkenkaya’ya. Akşam 9 gibi varmıştık. Saat 6’da mı ne çıkmıştık Kadının Köyünden.

Cumartesi öğleden sonra biraz yakın çevreyi turladık. Yelkenkaya ve Bayramoğlu arasında, ki buraları çok yakın yerler dolandık sokak aralarında. Yazlık olarak güzel yerler. Her çeşit ev görmek mümkün. Kocaman araziler içinde villalar veya yan yana evler, buraları dolmuş da taşmaya başlamış bile.
Biraz alış-veriş yapıp, bir seyyar manavda acı biber bulduk. Hemen birazcık aldık, kilosu 4 liradan. Sonra çilekler gördük (5 lira), ondan da aldık ve eve dönüp (afiyetle yedik, sonra da) akşam misafirler için yapılan hazırlığa yardımcı olmaya. Elbirliği içinde çabucacık yemekler, tatlılar hazırlandı.
Artık davet saati gelmeye başlamıştı. Biz de ikramlarımızı hazırlamış onları beklerken birer mojito hazırladık kendimize. Sırasıyla davetliler yavaş yavaş gelmeye başladılar. Bahçede havuz kenarında kurulmuş masaya geçip önceden hazırlanmış Mojito’lardan sonra da Bozcaada şaraplarından tadarak ve “antre”den sonra Şamil’in mangalında pişenlere herkes bayram etti (2 kişi hariç-nedeni bilinmez :)). Sıra doğum günü pastasına gelmişti. Büyük bir dikkatle pastamızı kestikten sonra parti geç saatlere kadar devam etti. Elif’in yaşını buradan tekrar kutlamak isteriz. İykii doğduuun Elif….
 
Pazar sabahı (30.08.09) acele etmeden kalktık ve hazırlanıp Eskihisar’a pedal bastık. Öyle bir gökyüzü vardı ki sanki yağacak (ama yağmadı). Kapalı-kapkara bir gündü. Firuzan bizi aralardan ana yollara çıkararak Eskihisar iskelesine getirdi, 7 km gibi bir mesafeydi burası. Yolda Gebze tren istasyonu yakınından geçerken gördük ki trene alınmayan bisikletler (mesai başı ve sonu saatlerinde TCDD bisikletleri almayacakmış-ne kadar isabetli düşünmüşler değil mi? Okkadar ki bukkadar olur!) tellere bağlanmış bekliyorlardı. Doğru dürüst bir park yeri yapmak da akıllarından geçememiş bunca zamandır!!!

 


Saat 8:40’da kalkan arabalıya yetiştik. Bisiklete para almıyorlardı, ne kadar mutlu olduğumu tahmin edersiniz. Bakalım İDO ne zaman para almaktan vaz geçecek deniz otobüslerinde? Yolcu için Akbil 2,5 liraydı. Turnikelerden keyifle geçip gemideki yerimizi aldık. Bisikleti özenle yerleştirip bir de birbirine bağladık ki destek olsunlar diye ve üst kata çıkıp hareket etmesini bekledik. Bu arada yanımızdaki sandviçleri birer çayla (50 krş) kahvaltı niyetine tükettik. Gemi de hareket etmiş ve 45 dk sürecek yolculuğumuz başlamıştı. Bu fırsatla foto makinesinin detaylarıyla uğraşarak makineyi biraz daha yakından inceledik ve deneme çekimleri yaparak foto dersimize de geçmiş olduk (FotoFiru iyi sonuçlar elde etti. Yazıda da göreceksiniz). Böylecene zamanın da nasıl geçtiğini fark edemeden Taşköprü iskelesine geldik. Hava da ısınmış güneş yüzünü göstermeye başlamıştı Yalova’ya yaklaşırken.



İner inmez sağa Yalova’ya doğru döndük. Yolun kenarındaki güvenlik şeridinden ilerleyerek yazlık siteleri, kimya tesislerini, bambu mobilya satıcılarını falan geçerek Çiftlikköy ayırımına geldik. 10 km gibi bir yoldu burası. Elimizdeki rehber de burada bir kilise kalıntısından söz ediyordu. Onu görelim istedik ve ararken yolun sağında “Bonsai“ yazan bir yazı ilgimizi çekti ve bahçesine daldık bu yerin. Etrafta ve içerde çeşitli boylarda-güzelliklerde ve fiyatlarda Bonsai’ler vardı. İşyerinin sahibiyle yaptığımız sohbet (Şener Bey, www.bonsaicicekcilik.com) ve fotoğraf çekimleri sonrasında çaya davet edilince bu teklifi geri çeviremedik ve masalarına yerleştik. Biraz Bonsai’den ve bunun ülkemizdeki ilgi ve pazar payından, Kemalpaşa tatlısından, bisikletin fayda ve amaçlarından söz ederek çayların eşliğinde herhalde yarım saat kalmışızdır. Belki de daha fazla.


 







Bu arada yandaki komşu hanımla da Firuzan hummalı bir sohbete geçmişti. Bu kadar uzun ne konuştular diye merak etmedim desem yalan olur. Bu kısmını Firuzan’dan dinleyelim: “İlk dikkatimi çeken bembeyaz saçlı bir kadın oldu. Bir daha baktım. Bir kedi, boynunda kalın bir tasma. Topraktaki kazığa bağlanmış bir urganla. Kadın büyük bir şefkat ve sevgiyle kediyi seviyor. İkisi arasındaki iletişim o kadar yoğun ki. Hissedebiliyorum. Onunla konuşuyor, öpüyor. Fotoğraflarını cekmeye başladım uzaktan. Sonra yanlarına gittim. Kedi yavruyken, annesiyle park edili bir kamyonun altındayken onun hareket etmesiyle annesiz kalmış. Bir enfeksiyon sonucu iki gözü de akmış yavru kedinin sonra. Kadın da pek sevdiği bu yavru kediyi ölümden mümkün olduğunca uzak tutabilmek icin onu bir urganla sağlama almış. Her gün gider, canı sıkılmasın diye konuşurmuş kediyle. Kendisi terziymiş. Bir bakışta gördüklerinin hemen modelini çıkartıp dikiverirmiş. Öylesine hünerliymiş. İstanbul’da oturmuş. Simdi tek başına, ana yolun kenarında bir evde yaşıyor. Ama görüyorsunuz, bakışlarında huzur var. Tekir ve teyzeye iyi günler dileyerek ayrıldım”.
Artık şu kilise kalıntısını görelim diye yerini öğrendikten sonra Bonsai’ciden ayrıldık (10:30).

Sahile doğru giderek Başkent 1 Sitesi’ni ararken sahil yolunda dikkatimizi bisikletle dolaşan zabıta memuru çekti. Altı bisiklet üzeri memur görev yapıyordu. 5 tane böyle bisikletleri varmış Çiftlikköy Belediyesi Zabıta Müdürlüğü’nün. Ve her bir memur bisikletlerle dolaşarak vazifesini yapıyormuş. Yalova için bisiklet cenneti demişlerdi, haklılarmış. Çünkü o kadar çok bisikletli gördük ki, her yerde de bisiklet vardı, tamirci vardı da vardı.
Bizim böyle ilgilendiğimizi gören memur Turgay Bey de bizimle ilgilendi ve önce Karakilise’ye (11:00) sonra da Yürüyen Köşk’e (11:30) götürdü. Hem de sohbet ederek. Karakilise sitenin içinde kalmış, bir zamanlar çay bahçesi olarak kullanılmış, üstü kapalıyken düşmüş parçalar ve şimdi tepesi açık vaziyette. Ama bir sitenin içinde böyle bir tarihi eser görmek hem ilginç hem abzürt, ama mümkün demek ki
.
Site bayraklarla donatılmıştı. Tatil olması nedeniyle çocuklar da bahçede bisiklete biniyor, ip atlıyorlardı. Banklarda dinlenen, güneşin keyfini çıkartan yaşlılar vardı. Gençler satranç oynuyordu bir köşede. Burası çok keyifli bir siteymiş anlaşılan.
Oradan ayrılıp sahil boyunca, askeriyenin önü hariç Yalova’ya kadar giden sahil bisiklet yolundan Atatürk’ün kullandığı, yanındaki dev çınar ağaçın dallarının kesilmemesi için 4,80 m kaydırılan ve o nedenle adı Yürüyen Köşk olan eseri rehber eşliğinde gezip (müze ücretsiz-içerde Atatürk’ün kullandığı kahve fincanı vardı), dışındaki çay bahçesinde de birer çay içerek programın ilk kısmını tamamladık. Bir güzel uygulama da bahçede içilen çaylar belediyenin ikramıymış. Borcumuz nedir diye sorulduğunda bunu öğreniyorsunuz. Cıcığı çıkmasın diye açıkça yazmamışlar. Biz de başkana teşekkür ederek buradan ayrıldık (11:50).
Ulu Önder, Atatürk Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü bahçesinde ve deniz kenarında bulunan Köşke geldiğinde bahçıvanı ağacın dallarını kesmeye çalışırken görür. Hemen bahçıvanı yanına çağırarak bunun nedenini sorar. Bahçıvanda “Ağacın dalları Köşkün duvarına kadar uzamıştır” der. Bunun üzerine Ulu Önder “Ağacın dalını kesmeyin Köşkü kaydırın” emrini verir. Daha sonra 10 Ağustos 1930 tarihinde İstanbul'dan getirilen tren rayları üzerinde bina 4.80 cm kaydırılarak ağacın dalları kesilmekten kurtarılır. Bu yüzden de bu köşke halk arasında Yürüyen Köşk ismi verilmiştir.

Turgay Bey bizimle pazara kadar geldi ve oradan ayrıldı. Biz de pazar meraklıları olarak gel şuraya bir girelim diyerek daldık içeriye. Nefis sebzeler, meyvalar gözümüzü kamaştırdı iştahımızı açtı. Yani hepsinden alasın istiyorsun. Bir tezgahın sadece biber sattığını gördük. Bir tarafı acı diğer tarafı tatlı olarak ayrılmıştı. Biz hemen acı kısmına yazılıp kilosu 2 lira olan biberlerden bir karışım istedik ve bisikletin çantalarına yerleştirdik. Bu acı biber merakı ikimizde de hat safhada. Yani şerbetlendik midir nedir, acı bu diyorlar, yandım diyorlar, bizemisin diyoruz. Bakalım bunlar nasıl çıkacak diye heyecanla akşamı bekler olduk (ama sanıldığı gibi çıkmadığını görecektik).
 
Sonrasında yaşlı bir amcanın sepetinden 2 kocaman incire 1 lira vererek (kilosu 3 lira) ağzımızı tadlandırdık. Ne incir di ama. Ve bu güzel mekana baka kalarak ayrıldık. Sırf bu pazar için tekrar gelinir. Cumartesileri de Yalova’da kuruluyormuş. Haberiniz olsun.

Geri giderek Bonsai’cinin oradaki 4 yoldan içeriye doğru, Çiftlikköy içinden Gacık’a doğru ilerlemeye başladık. Ne diyeyim, çok keyifli buraları. Bir kere bisikletli görüyorsun, istemediğin kadar. Kimi yükünü taşıyor, kimi ulaşımda kullanıyor. Çocuklar dolanıp duruyorlar. Her yerde bisiklet. Tellerde bisiklet, yollarda bisiklet de bisiklet.

Gacık ana yola 7 km gibi uzaklıkta ama son 1 km’si tırmanış. Hele son 200 m’si dik. Bu yokuşu da çıkarak köy meydanına geldik (13:00). Topçular’dan beri geldiğimiz yol 20 km’yi bulmuştu. Çıkışta çekilen filmde göreceksiniz sivrisinek gibi bir aletin neler yaptığını. Ben zorla ilerlerlemeye çalışır gibi yaparken o zırt dedi geçti gitti yanımdam. Bütün havam söndü birden!! Yetişebilseydim sineğe soracaktım hesabını :))

Deniz seviyesinden yüksekliğimiz 166 m olmuştu. Karşımıza bir kahve çıktı, üzerinde muhtarlığın olduğu. Burada 1930’lu yıllarda bir kadın muhtar varmıs, dillere destan. Onun resmini kahvenin duvarında gördük. Çay ocağı ramazan nedeniyle kapalıydı. Bizim camdan girmemizi istediler. Bilgiler aldık köy eşrafından. Karşılıklı tanıştık. Çoğu emeklilerden oluşuyormuş nüfusun. Çok güzel bir su akıyordu çeşmesinden. Elbette mataralarımızı doldurduk. Atatürk’ü traş etmiş olan bir berberin dükkanı ve yanında bir hamam dikkat çekiyordu. Topkapı Rotary Kulüp tarafından yaptırılmış bir çeşme ve dev çınar ağacı keyifli bir gölge veriyordu meydana. Bir de kahvenın duvarına yerleştirilmiş “İnsan Hakları Talep Kutusu” vardı göze çarpan. Karnımız açtı ve birşeyler yemek için bakkal yakındaydı. Ekmek arası beyaz peynir koydurup gölgelikte bunları miğdemize indirdik. Sonra da veda edip Elmalık’a gitmek üzere yola koyulduk (13:45).



 

Çağımıza damgasını vuran en önemli kararlardan biri de Türk Kadınına seçme ve seçilme hakkının verilmesinin TBMM’de kabul edilmeden iki yıl önce, 1932 yılında, Atatürk’ün isteği üzerine Yalova’nın Gacık Köyüne 22 yaşındaki Meliha Manço’yu atama yoluyla Muhtarlık görevine getirilmiştir. 1932 yılında, Meliha Manço, Türkiye’nin ilk Kadın Muhtarı unvanını böylelikle elde etmiştir. Ulu önder Atatürk, aldığı bu kararla bir kez daha Yalova’nın adını Cumhuriyet devrimleriyle öne çıkarmıştır. Atatürk, Cumhuriyetin ilk yıllarında 1932 yılında kadınların da ülkeyi yönetebileceklerini göstererek, Meliha Manço’yu Cumhuriyet tarihinin ilk kadın muhtarı olarak Gacık Köyü Muhtarlığı görevine getirmişti. Meliha Manço, Türkiye’nin ilk kadın muhtarı olmasına rağmen, resmi kayıtlarda adı geçmiyor. Meliha Manço tam bir Cumhuriyet kadını. Cesur ve yürekli.



Köyden çıkar çıkmaz yokuş aşağıya inen yol üzerinde böğürtlen çalılarına rastladık ve sandviçimizin üzerine onları da indirerek iyicene doyduk. Etraf ceviz ağaçlarıyla doluydu. Olmuş olanlar dökülüyordu yerlere. Sanki burası cennetim dedirten bir durum vardı.

Köy yollarından inerek çıkarak sürdü bu gezimiz. 4 km sonra Elmalık’a girdik (14:15). Burada rakım 186 m olmuştu. Önceki köye göre daha büyük duruyordu. Biz de daha yeni dinlendiğimizden sadece yön tarifi alıp devam ettik Kirazlı’ya. Fazla uzak değildi, 2 km gibi. Turumuz hep “YeşilMaviYol” üzerinde sürdü.




 




Kirazlık da 185 m rakımdaydı. Yaklaşık aynı düzlükte seyahat ediyorduk. Yolun durumu gayet iyiydi. Sorunsuzca ilerliyorduk. Hava da çok güzeldi. Sabahki bulutlardan eser yoktu. Hatta fazla bile ısınmıştı ortalık. Zaman zaman böğürtlenlerin yanından geçiyorduk. O kadar çok yemiştik ki artık elimizi bile sürmüyorduk. Yolda bize el sallayanlar, bisikletiyle yanımızda sürüp soru soranlar: “nereye gidiyorsunuz? Bursa’ya. Yapma abi, çok uzak. İyi de illaki bugün gitmemiz gerekmiyor ki”. Gülüşmeler falan derken Kirazlı’dan geçip (14:35) yolumuza devam ederek 2 km sonra Yalova-Orhangazi otoyoluna iniverdik (R 92 m).


Sola dönerek kendimizi hızlı bir trafiğin içinde bulduk. Sessiz köy yollarından sonra bu gürültü fazlaydı. Neyse ki 1,5 km sonra sapağımız da önümüze çıktı. Biraz tereddüt ederek doğruluğunu öğrenince (sağa saparak-Paşakent) ana yoldan ayrıldık (14:55) ve gene ara yollardan önce sıkı bir çıkışla (R 126 m’ye çıkıp) Masalköyü’ne doğru sağı izliyerek sonrasında da inişle Safran’a geldik (15:10 / R 64 m). İçine girmeyip aldığımız bilgiler doğrultusunda sağından (Yalova Anadolu Öğretmen Lisesi’ne doğru) Kadıköy üzerinden Termal’e gitmek için dolana dolana (çeşmelerden sularımızı tamamlayarak) Hacımehmet’e sapmadan Kadıköy (R 111 m) ve sonrasında Termal yoluna çıkmış olduk (15:35).

 



Delmece gezisi sırasında bu yoldan gittiğimizden hemen çevreyi tanıdık. Ağaçların altından ilerleyen yol Yenimahalle’den (R 41 m) geçerek sonunda iyi bir çıkışla devam ederek Gökçe Barajı’nın yanından (R 101 m) sola Termal’e (Üvezpınar-Sudüşen Şelalesi) dönerek bizi çok güzel yeşillikler içindeki kaplıcalara getirdi (16:00 / R 135 m).
 




 
 
 



Atatürk Yalova’ya gelişinde ilk kez Baltacı Çiftliği’ndeki köşkte kalmıştır. Ardından Millet Çiftliği’ndeki köşk yapılmıştır. Böylece bu köşkler içerisinde yer alan Atatürk Köşkü yapılmıştır. Cumhuriyet dönemi mimarisinin ilk dönem yapılarından olan bu köşk 1929 yılında Mimar Sedat Hakkı Eldem tarafından 38 günde yapılmıştır.

Bu köşk arazi eğimine uydurulmuş, dikdörtgen planlı olup, iki katlıdır. Ayrıca çatı katından da yararlanılmıştır. Köşkün bodrum katında servis merdivenleri bulunan geniş mutfaklar yer almaktadır. Zemin katındaki giriş holünden şeref salonuna, oradan da toplantı ve yemek salonuna geçilmektedir. Sonra da bu mekân terasa açılmaktadır. Bu terastan, toplantı ve yemek salonlarından birer kapı ile girilen küçük bir çalışma odası bulunmaktadır. İkinci kat orta salona açılan odalardan meydana gelmiştir. Bu salonun girişi üzerinde Çinili Balkon adı verilen bir balkon bulunmaktadır. Orta salonun çevresi U biçiminde bir koridorla çevrilmiştir. Çinili Balkonun sağında yatak odası ile banyo vardır. Buradan da aralarında bağlantı olan iki dinlenme odasına yer verilmiştir. Orta salonun sağında kalan bölüm misafirlere ayrılan odaları içermektedir.

Köşk cephe görünümünde iki kat boyunca ince dikdörtgen pencerelerle aydınlatılmıştır. Cephe görünümü arazi konumuna göre düzenlenmiştir. Köşkün mobilyaları ve diğer eşyaları Dolmabahçe Sarayı’ndan buraya getirilmiştir.




Burayı gezdikten sonra Çınaraltı çay bahçesine gittik. Yolda avare avare yürüyen insanların arasından geçerken Firuzan’ın tekeri bir oyuğa girince bisiklet sola düştü ama iyi toparladı. Beni korkutmadı desem yalan olur. Hani 112 olayını hatırlayıverdim birden.

Çınaraltı’nda yerimizi aldık (16:35). Birer çay söyledik. Yanımızdaki meyve (suç kanıtı gibi paketlediğimiz muz) ve kurabiyeleri de çıkartarak (kurallara ters düşsek de) orada dinlendik ve etrafı seyrederek 1 saate yakın bir zamanı geçirdik. Havuzdan çıkanlar acıkıyorlardı ki her gelen birşeyler yemek istiyordu. 19:15 gemisiyle Kartal’a gitmek istiyorduk ve o nedenle de 1 saatlik dönüş yolumuzu da biraz toleranslı hesaplayarak 5 buçuk gibi Termal’den ayrıldık.
 



Çıktığımız yolu keyifle inerek dönüşe geçtik. Yolda bir benzinciye havaları tamamlamak için girdik. Ancak antika bir pompaydı ve 65 psi’yi bir türlü vurmuyordu. Zaten sonrasında iyicene şaşırdı ve şişireceğine indirmeye başladı. Biz de elle şişirmek zorunda kaldık Firuzan’ınkini. Artık Yalova’nın içinde sayılırdık. Önümüze Kipa çıkınca ben de başka bir mağazasından aldığım şişme kamp yastığını burada bulabilirmiyim diye aceleyle ziyaret edip (gerçekten de vardı) satın alarak geri çıktım. Böylecene kamplı gezilerimizin malzemeleri tek tek tamamlanmaktaydı. Yalova trafik polisinden yolu öğrenip ve onun bize geçiş ayrıcalığı sağlayarak yolumuzu iskelede sonlandırdık. Bilet için sıraya girdi Firuzan. Daha önce Akbil’leri doldurmak gerekiyordu. Hemen gişenin yanında yapıyorlar bu işi.


Buradan Kartal yolcu için 5,75 (Akbil) + bisiklet 2 lira. Karşılığında kestiği biletse Boğaz Turu (altta). Komediye bakın. Bisiklet parası alıyor ama bileti yok. Nasıl bir işletmedir ki İDO?!! Şunu mu demek istiyor: Yersen! Şimdi Kartal’a gidersen toplam 7,75 ödüyorsun. Ama Pendik’e gidecek olursan (45 dk) Hızlı Feribotla 6,- yolcu + 4,- bisiklet = 10 lira ödüyorsun. Kartal daha uzak olmasına rağmen (55 dk) daha ucuz. Yani nasıl bir mantıkları var anlamak mümkün değil! Uzaklığa gore hareket etmiyorlar, paşa keyiflerine göre belirliyorlar anlaşılan. Bakalım yazdık sorduk, ne yanıt verecekler birlikte göreceğiz (maalesef yayın tarihine kadar sesleri çıkmadı).

Tabii bununla kalmadı İDO Show. Ağır eşyalarıyla binmek için el arabası arayan orta yaşlı bir hanımın ricası karşısında “ben senin hammalın mıyım?” çıkışını yapan personel mi istersiniz. El arabasını iskelenin ucunda tuttuklarından insanları oralara kadar yürüten, arabayı kolaylıkla sürebileceğin bir yolun olmaması vb bir dizi atraksiyonlar peş peşe sunuldu. Show mükemmeldi.

Neyse bindik gemiye, bağladık velespitleri ve oturduk koltuklarımıza. Biraz kuruyemiş atıştırarak iftar nedeniyle boş olan gemiden 55 dk sonra inip Ramazan’a rağmen gene de mangalcıların istila ettikleri Kartal-Maltepe yanık et sahasını geçerek 21:30 Karaköy gemisine binip Nişantaşı’na geldik. İyi ki yanımızda giyebilecek şeyler vardı da üşümekten kurtulduk. Hava serinliyor artık güneş batınca.

Km saati gemide bozuldu o nedenle ölçümü okuyamadım. Çok mesafe yapmadık ama çok fazla çıktık-indik. Sanırım 80 km gibi tutmuştur tamamı.
Gezi boyunca gördük ki Yalova 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı coşkuyla kutluyordu. Her yer bayraklarla donatılmıştı.
Yol: Bayramoğlu > Gebze > Topçular (gemiyle) > Çiftlikköy > Gacık > Elmalık > Kiraz > Safran > Kadıköy > Yenimahalle > Termal > Yalova > Kartal (gemiyle) > Kadıköy > Kr.köy (gemiyle) > N.taşı (80 km)

Not: FotoFiru’nun katkıları eminim belli oluyordur. Teşekkürü borç bilirim.

Bu bölgeye yapılmış diğer turlar: Yal-Ova2, Yal-Ova3, Yalova-Osmaniye-İznik-Karacaali-Esenköy, Delmece

Kaynakça: