20 Nisan 2021

Kanal İstanbul: Ne Pahasına? Elveda Sazlıbosna...

 

İstanbul’un yaşam damarları tek tek kesiliyor. Her yıl daha fazla doğal alan betonlaşıyor ve yapılaşan alanlar her geçen gün İstanbul'u ele geçiriyor. Bir damla su, bir avuç toprak, bir tek ağaç ve her bir canlı paha biçilemez bir değer taşırken, Kanal İstanbul ödeyeceğimiz ağır bedellere değer mi? 

 

Kanal projesi hayata geçerse; Uzaklık kısalmıyor, hatta uzuyor – İstanbul, Boğaz’dan daha güvenli olmuyor - Paramız boşa gidiyor - Deprem tehlikesi artıyor - Hafriyat çilesi yaşamı zindana çeviriyor - Adaya hapsoluyoruz...

 

Peki Kanal İstanbul’un doğaya etkisi yok mu? Su kaynakları daha da kıtlaşacak – Marmara ölü bir denize dönüşecek – Balıkçılığa büyük darbe vuracak – İstanbul’un doğal alanları önemli bir kayba uğrayacak (Botanik değerler, Yaban hayatı, Doğal kıyı kumulları, Denizsel canlı türleri, Orman, tarım ve mera alanları)...

 

Bütün bunlara karşın “İnadına yapacağız” denilir mi?

 

Gidelim görelim diye Osman ve Emre ile Sazlıbosna/Sazlıdere Barajı’na pedal bastık. Daha önce Firu’yla bir teftiş turu düzenlemiştik, aynı yolu izleyerek (bkz. Teftiş Turları; Sazlıbosna-2).


Sabah 9’da Bostancı Marmaray istasyonunda buluştuk. İlk gelen trenle Zeytinburnu’na 30 dakika sonra ulaşmak kolay oldu. Aslında Kazlıçeşme’de inmek gerekiyormuş, bir durak fazla gitmişiz. Velespitlere atladığımız gibi  Merkezefendi, 1453 Panorama ve hafta içi olduğundan şehir trafiğine çok fazla takılmamak için Topkapı’dan tramvaya binip Mescid-i Selam’a 45 dakika sonra vardık. 

 

Saatler 11’i gösteriyor; hava güzel, ısınmış bile. Garip bir mevsim yaşıyoruz. Sebebi de küresel ısınma deniliyor. Bir gün sıcaklık düşüyor ertesi gün çıkıyor. Bu da başka bir sıkıntı konusu. Güneş gibi herkesin kolay erişim sağlayabileceği bir enerji kaynağı varken fosil yakıtlar; artık insanların dünyayı bu kadar hor kullanmasına son vermeli, sınırlı kaynakların tüketiminden kaçınmalıyız. 

 

Dönelim turumuza; Arnavutköy’e doğru pedal basıyoruz. Bir Osman önde bir Emre, arada ben peş peşe gidiyoruz. Trafik fazlaca, hele de damperliler, ardı arkası kesilmiyor. Bereket artık yakın geçmemeye özen gösteriyorlar.

 

Arada sert esen karşı rüzgar dışında rahatça Sazlıbosna’ya yaklaşıyoruz. Köye inmeden tepe noktasından görülen Sazlıdere Barajı Su Havzası; kanal yapılırsa ortadan kalkıp bölge 2 milyonluk bir nüfusa ulaşacağı söyleniyor. Bu yerleşime de Yenişehir diyeceklermiş. Mevcut durumu kaldıramayan İstanbul o zaman artık içinden çıkılmaz bir halde olacak... Akıl tutulması bu olsa!

 

Ramazanın ilk günü. Köy kahvesi kapalı. Önünde köy halkından 4-5 kişi ile selamlaşıp yanımızdakilerle mideyi rahatlatmak için uzaklarındaki banka yerleşiyoruz. Güneş içimizi ısıtıyor. Öğle sıcağı, herhalde 17-18 derece vardır, belki de fazla.

 

40 dakika kadar Sazlıbosna’da oyalanıp baraj kenarına inmek için saat 1 gibi ayrılıyoruz. Suyun üzerinden geçen köprü sonrası soldan, toprak bir yoldan içeri dalıp devam etmekteyiz. Yol başta geçilir gibi görünse de az sonra ilk çamurlu kısım geliyor. Az iterek, az ha gayret diye diye ilerlemekteyiz. Ama  çamur, bataklık bitmiyor, tam tersi artıyor. Kendimize kuru yerler arayarak-bularak devam etme çabasındayız. Ancak üst baş çamurlanmaya, tekerler dolmaya, itmenin binmenin zorlaştığı bölümlere gelip, inatla sürdürüyoruz ilerlemeyi. Tam bir macera. Herhalde evde uzun zamandır oturmanın verdiği sıkıntıyı atmak için hiçbirimiz dönelim fikrinde değil. İleriye daha ileriye gidebilmek için altlardan, üstlerden, kimi zaman bisikleti sırtlayarak (onlar, benimkisi çok ağır) azimle çalışmaktayız. Artık belden aşağısında çamurlanmamış yer kalmadı. Bisikleti anlatmama gerek yok, bata çıka durumları onu tam bir çamur bisikletine çevirdiğini tahmin etmişinizdir.

 

Ama daha yolun yarısına bile gelemedik. Bir buçuk saattir burada cebelleşiyoruz. Olacak gibi görünmüyor. Tren de saat 16’dan sonra bisiklet almıyor. Kaçırırsak eve kadar pedal basmak, iyicene zorlayacak! Tüm gücümüzü burada harcadık. Dönelim diye tepelere doğru giden bir toprak yola vuruyoruz. Üst tarafların daha kuru olabileceğini umarak. Ama iki gün önce yağmış olan yağmurun etkisi geçmemiş. Kuru yer neredeyse yok gibi. Traktörlerin bile kaydığı bölgede biz velespitlerle dans ediyoruz, bir sağa bir sola... Uzatmayayım, sıkı bir gayret ile, arada tekerlerdeki, ayakkabı altlarındaki (kilitli pedala bile takamıyoruz) çamurları kazıyarak başladığımız noktaya dönmüş olduk, koca bir yay çizerek. Saatler de bu arada 3’e gelmiş.

 

Asfaltta olmanın rahatlığı, ancak rampanın dikliği ile (%12 gösterdi tepe noktasında) geldiğimiz Çilingir ayrımından sola, baraja yukarılardan bakan bir yoldan, bulabildiğimiz insanlardan yön sorarak, onaylatarak, arada gene çamurlu-bozuk bölümleri aşarak Halkalı tren istasyonuna doğru dönüyoruz. Ama çamurda verilen mücadele yormuş. Kaidem sızlıyor, bacaklarım gevşedi. Uzundur binmemenin de hamlığı var. Ancak artık asfalttayız. En azından velespitler kayıyor. Gerçi benim arka çamurlukta çok az pay olduğundan kalan çamurun sürtünme sesi geliyor. Onu da ilk gördüğümüz benzincide bulduğum bir tornavida ile kazıyorum. Osman ve Emre ise basınçlı suyla bisikletlerini pırıl pırıl yapıyorlar.

 

Hafta içi trafiği her yerde. Gürültü, egzoz kokusu, deli sürücüler, yol tadilatları arasından istasyona varmamız 16.50. Tabii güvenlik durun diyor: “Bisiklet saatini kaçırdınız!” Anlat derdini şimdi Marko Paşa’ya (*). Neyse gelen güvenlik amiri anlayışlı çıkıyor ve biniş izni veriyor. Bir ohhh çekiyorum. Yırttık... En ön vagonda yerimizi alıp; sohbet ederek, yolda yavaş yavaş dolan trenin Bakırköy’de fullemesi, Sirkeci’de taşacak hale gelmesi, Korona morana ile Bostancı’ya vasıl olduk. Emre daha Tuzla’ya kadar devam edecek. Osman’la iniyor ve evlerin yolunu tutuyoruz.

 

79 km gösteriyordu bisikletin sayacı. Ama yorulmuşum. Ayaklarım gülle gibi, kaidem sızlıyor. Ne var ki bisiklete binme keyfinin tadı her şeyi unutturuyor.

 

Günü sonlandırmadan önce Norveçli bir grubu tanıtmak istiyorum; Helge Lien Trio. Ülkemizde de konser veren bu üçlüyü Akbank Sanat sayfasındaki yorumdan tanıyalım: Bir caz piyanisti olarak kendini farklılaştırmayı başarırken değişik müzik türleri arasındaki sınırları genişletmekten hiçbir zaman çekinmeyen Helge Lien, arkadaşları Frode Berg ve Knut Aalefjær ile beraber kurduğu Helge Lien Trio ile 1999’dan beri bu alışkanlığını sürdürüyor. Bill Evans’ın lirik tarzından esinlenerek zengin repertuarını kusursuz tekniği ile harmanlayan Norveçli sanatçı, piyano, bas ve davul üçlemesinin dışına çıkmaktan da oldukça zevk alıyor. Üçlü, 2008’de yayımladıkları Hello Troll albümüyle Norveç Grammy ödüllerinin sahibi oldu ve uluslararası alanda da oldukça ses getirdi. Caz gelenekleri ve avangard doğaçlama arasında dengede kalabilen Helge Ligen Trio, yenilikçi ses uzamlarıyla yeni bir oluşumun habercisi.

AkbankSanat



(*) Marko Paşa; 1824-1888 yılları arası yaşamış Rum Osmanlı hekim. 


1861’de Sultan Abdülaziz tahta geçmesiyle Marko Paşa hekimbaşı olur. 1871’de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Nazırlığı’na atanır. Kırımlı Aziz Bey’le birlikte Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin kurulmasında katkıda bulunur. (Adı 1935’de “Türkiye Kızılay Cemiyeti”, 1947 yılında da “Türkiye Kızılay Derneği” olarak değiştirilmiştir.)

 

Marko Paşa çok sabırlı bir hekimdi. Hastalarını uzun uzun sabırla dinler, dertlerine tıbbi yönden yardımcı olmakla birlikte, onlara manevi huzur ve rahatlık vermeye de özen gösterirdi. Ayan Meclisi’nde görevli iken halkın şikayetlerini o dinlerdi. Bu kimliği ona “Derdini Marko Paşa’ya anlat” deyiminin yerleşmesine yol açacak denli yaygın bir ün kazandırmıştır.

Vikipedi















Kanal İstanbul: Ne Pahasına? Elveda Sazlıbosna...: Dudullu-Bostancı-(tren) Zeytinburnu-Topkapı-(tramvay) Mescid-i Selam-Arnavutköy-Sazlıbosna-Bahçeşehir-Halkalı-(tren) Bostancı-Dudullu


Tur tarihi: 13 Nisan 2021

Alınan yol: 75,99 km
Ortalama hız: 16,8 km/sa
Bisiklete biniş süresi 4 sa 31 dk, dışarıda geçen süre 10 sa. 19 dk 
En yüksek sıcaklık 27 ˚C, en düşük 11 ˚C, ortalama 18,1 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 1237 m, kaybı (iniş) 1239 m
En düşük yükselti 2 m, en yüksek 237 m

 

Garmin yol bilgileri Kanal İstanbul: Ne Pahasına? Elveda Sazlıbosna...

 

Relive yol bilgileri Kanal İstanbul: Ne Pahasına? Elveda Sazlıbosna...



































Foto katkıları için Osman’a teşekkürler.

 






25.04.21 - Osman geziye ilşkin keyifli bir video hazırlamış.



 


Bölgeye yapılmış geziler Teftiş Turları; Sazlıbosna








İlginizi çekebilir bisikletle Bahşayiş, bi:taraf Kemerburgaz, Keşif gezisi: Olimpiyat Stadı

17 Nisan 2021

Bisiklet İçin Motorlu Römork


Biomega tarafından tasarlanan Ein, yükün sürücü yerine kendi motoru tarafından çekilmesini sağlayan elektrikli bir bisiklet römorku.

 

Mikro mobilite pandeminin de etkisiyle hızla yükseliyor. Hatta bu mikro araçlara duyulan ilgi nedeniyle ülkemizde de e-scooter yönetmeliği de tekrar düzenlendi. Bu süreçte, taşıma/kargo ve kamp için de ideal bisiklet ve scooter tasarımlarıyla sıkça karşılaşmaya başladık. Römork bisiklet karavanı, elektrikli kargo bisikleti, sürücünün insan taşımasını sağlayan bisiklet ve scooter’lar ve römorkla yük taşıyabilen arazi scooter’ı aklımıza kazınan örneklerdendi. Ein de bisikleti yük taşıma amaçlı kullananlar için oldukça etkileyici bir tasarım olarak bu gruptaki yerini alıyor.


Danimarkalı elektrikli bisiklet üreticisi Biomega tarafından üretilen Ein; monokok polipropilen bir gövde, alüminyum iskelet ile kol ve 250 vatlık bir göbek motoru ile donatılmış tek bir arka tekerden oluşuyor. Motor, römork gövdesinde bulunan ve yeniden şarj etmek için çıkarılabilen bir lityum iyon pilden güç alıyor.

 

Kargo veya çocuk taşıma amaçlı kullanılabiliyor


Biomega’nın açıklamalarına göre, bisikletçi durduğunda veya hızlandığında römork tekerleğinin artan dönme hareketi algılanıyor. Motor, bu hareketle orantılı olarak anında tepki veriyor ve bisiklette bir yavaşlama algılayana kadar tekerleğini aynı hızda hareket ettiriyor. Bu sayede de römorkun yarattığı ağırlık sürücüye yük olmuyor.

 

Ein, su geçirmeyen plastik kapağı sayesinde güvenli bir kargo aracı olarak işlev görebiliyor. Öte yandan içine 2 ayrı çocuk koltuğu eklenerek çocuk taşımayı da mümkün kılıyor. 5 saatlik şarjla 85 ila 150 km yol alabiliyor. Taşınan yükün ağırlığına göre bu menzil değişkenlik gösterebiliyor.



 

BigumiguIndiegogo







 

İlginizi çekebilir SmartSaddle, bisiklet sürme rahatsızlığının sonunu getirmek için yola çıkıyor, Liv 2020–Kadın markası yeni Thrive E+ Pro ve Thrive E+ EX Pro e-Bisiklet modellerini tanıtıyor, Cam Bisiklet

1 Nisan 2021

Türkiye’nin İlk Yerli Bikepacking Çanta Markasıyla Tanışın: Pack2Ride


Yurt dışında büyük bir pazar haline gelen Bikepacking turculuğu ve donanımları, Pack2Ride ile artık bir Türk marka tarafından da meraklılarının karşısına çıkıyor.

 

Bisiklet dünyasının yakın dönemine kısa bir bakış attığımızda son yıllarda bazı temel parçaların yükselenler arasında olduğunu net bir şekilde görebiliriz. Model bazında bakıldığında Gravel ve Cyclocross sınıflarının, yol bisikleti çizgilerini araziye yaklaştırması kullanıcılar tarafındaki ilginin temeli olduğu görülebilir. Yine yol bisikletlerinde disk freni de bu noktada üst sıralara yazabiliriz. Madalyonun diğer yüzünde ise “Turculuk” kavramında yeni bir kulvar açan ‘Bikepacking’ akımı listenin en başında kendisine yer açtı.


Temel ihtiyaç odaklı, daha az ve öz eşya ile uzaklara gidebilme felsefesinden doğan Bikepacking, beraberinde kendine has belli başlı donanım zorunluluklarını getirdi. Tur bisikletlerinden alıştığımız heybe çantalar bu yeni yolculuk felsefesiyle tamamen rafa kaldırıldı ve aerodinamik prensipler düşünülerek gidon ve kadroya entegre edilen yeni çanta tasarımları ön plana çıktı. Yurt dışında artık kendine has bir pazar haline gelen bu rekabette artık bir Türk markanın varlığından da söz etmek mümkün; Pack2Ride.

 

Pack2Ride Bikepacking çanta modelleri hakkında öne çıkanlar


Endüstriyel Tasarımcı Bülent Tekin tarafından hayata geçirilen Pack2Ride, bisikleti ve onun ihtiyaçlarını bilen bir zihnin somut bir şekle bürünmüş hali olarak da nitelendirilebilir. Henüz çok yeni olan marka, Türkiye’de gördüğü ilginin de vesilesiyle kısa sürede ürün gamında önemli çeşitliliğe gitmeyi ihmal etmedi. Kadro, sele altı ve gidon çantası çeşitleriyle meraklılarına opsiyonlar sunan markadan istenilirse set şeklinde de çantaları satın almak mümkün.


Pack2Ride’ın ürün gamına göz gezdirdiğimizde; Inova, Toprock, Inna, AskMe, Bongo, Hodo ve Joyride gibi farklı amaçlara hizmet eden çantaların olduğunu görüyoruz. Yağmur ve dış etmenlerin çoğuna yüksek mukavemet gösteren kumaş yapılarıyla öne çıkan çantaların, sürüş sırasında oluşan kötü senaryolar düşünülerek özenle tasarlandığını görüyoruz. Örneğin sele altı çantası olarak görev yapan 18 litre hacimli Inova‘nın bozuk yollarda bile sallanmaması adına özel önlemler barındırması bu noktada dikkatimizden kaçmıyor. Eğer siz de gerek şehir içi gerekse uzun sürüşlerde bir bisiklet çantasına ihtiyaç duyuyorsanız, Pack2Ride’ın ürünlerini buradan inceleyebilirsiniz.

Ters
















İlginizi çekebilir bisikletle Türkiye: Kazdağları, Günübirlik Mudanya-Sudüşen-Yalova... Zafere Doğru, bisikletle ilgili her şey... (3)