30 Mayıs 2020

Cyclist Türkiye

Cyclist Türkiye 2020 Haziran sayısı bayilerde... kaçırmayın. Sürpriz var JJJ

























Cyclist Türkiye, Haziran 2020, Sayı 64, Sayfa 50: Yaş bir, aritmetik konusu değildir; Aydan Çelik




























26 Mayıs 2020

M i l y o n

Bin kere bin = Milyon; Limon, İyon, Lim, Mil, Nil, Nim, Yol, Yom, İl, İm, Mi, Ol, Om, On, Oy, Yo... Ne de çok kelime türüyor milyon’dan.











Bugün blog bir milyon tıklamayı kutluyor. 2008 yılının şubat ayının 13’üncü gününde çıktık yola. 12 yıl+3 ay+13 gün sonra bir milyona ulaştık. Bu muhteşem, keyifli, macera dolu yolculukta bize destek veren, güç katan herkese teşekkürler. İyi ki varsınız!


Bizi izlemeye devam edin...



Özel bir karışım...















































İlginizi çekebilir D o k u z y ü z b i n

Korona günlerinde bisikletle kaçamak; Paşamandıra

Üçüncü haftamız, saat 14-20 arası zindanların kapılarını açtılar. Umarım son olur ve sürekli açık kalır. 65 yaşındakiyle 90 yaşındakini bir tuttular. İnsanların virüsten değil, alınan önlemler ve uygulanan yanlış protokoller yüzünden hasta olup öldüğü söyleniyor.

Bayramın ilk günündeyiz. Çocukluğumda adı Şeker Bayramı idi, ve doğrusu da budur (*). Ebeveynlerimle birlikte aile dostlarını kutlamaya giderdik. Fazla oturulmazdı, bayram ziyareti denilir kısa kesilirdi. Yaşım küçük olduğundan ikram nane likörünü alamaz ama çikolatadan 2 tane almamıza izin verildiğinde ne de sevinirdik. Hele de bayram harçlığı...

(*) Prof. Dr. Celal Şengör’ün açıklaması: Ayşe Sultan'ın hatıratı ‘Babam Abdülhamit' başlığı altında, 1960 yılında Güven Yayınevi tarafından basılmıştır. Kitapta Ayşe Sultan ismini Ayşe Osmanoğlu olarak belirtmiştir. Ayşe Sultan, Abdülhamid'in dördüncü kadınefendisi Müşfika Kadınefendi'nin kızı olup, padişahın 1887 yılında dünyaya gelen onuncu çocuğuydu. Kitabın 72'nci sayfasında Saray'daki adetleri anlattığı kısımdan alıntılıyorum: ‘Üç gün Şeker, dört gün Kurban Bayramı hep böyle devam ederdi…' Yani kitapta Ramazan Bayramı deyimi yok! Bu bayramın Arapçadaki orijinal adı ise ‘İftar Bayramı' anlamına gelen ‘Eid al-Fitr'dır. (Katkıları için Ahmet'e teşekkürler.)

Bugün Paşamandıra’ya gitmeyi hedefliyorum. Şöyle gene kabaca 90 km üzerinden bunu 6 saatte yapabileceğimi düşünerek. Uzun zamandır da gitmemiştim o tarafa. Hatta yapraklı ekmek de bulabilirsem bir taşla iki kuş vurmuş olurum J Saat 14’de hızla garajdan çıkıp Beylerbeyi’ne, sahil yoluna ulaşmak için pedallıyorum. Yolların boşluğu daha hızlı ilerlememe neden oluyor. İhtiyarlar tek tük yollarda yürümekteler. Yüz yüze geldiklerimle selamlaşıyorum. Hepsinde bir mutluluk ifadesi var. Bastonlu da olsan özgürlük herkesin isteği.

TEM otoyolunun kenarında yer alan, Finans Merkezi olacağı söylenen bölgede inanılmaz bir inşaat alanı var(dır), halen bitmeyen, duraklamış gibi görünen. Kimileri burulmuş gibi duran yüksek yüksek yapılar. Büyük bir rant alanı. Barbaros Mahallesidir buranın adı, Ataşehir belediye sınırlarında-ydı. 2014’de torba yasayla mahalle Ümraniye’ye aktarılır. Bir yığın hikaye anlatılır ama işin esası, vergi ve inşaat harçları ile birlikte yıllık 150 milyon lirayı aşan bir gelirin CHP'li bir belediyeden AKP’li bir belediyeye aktarılma meselesidir.

Sol dizimde ince bir sızı başladı. Hoppala durumları, bu da nereden çıktı? Umarım şiddetlenip dönmeme sebep olmaz. Biraz daha az yükleniyorum o tarafa.

Normalde 45 dakika çeken Beylerbeyi’ne 35 dakikada geliyorum. Durmak yok, hızla sahil yolundan devam. Servisçiler kulak tırmalayıcı motorlarıyla ortalıktalar. Zırt pırt yanımdan geçiyorlar. Trafiğin anarşistlerinden. Şöyle bir görünümleri vardır genelde: lakayıt otururlar üzerinde, dizler dışarıya doğru açık, kask kafanın gerisine doğru kayık. Düz de gitmezler, illaki slalom!!!

Aaaa... o da ne? İlk defa bir yol bisikletli görüyorum bugün, geçen çıkışlarımda hiç  rastlamadım. Selamlaşıyoruz. Hava geçen pazara göre serin. Hafta sonuna doğru serinlemişti, hatta yağmur da yağdı. İyi de oldu. Püfür püfür bir gün. Gölgelerde serin bile. 

Bu tempoyla Beykoz’a vardım. Sahiden ayrılıp iç yollardan Akbaba’ya doğru gitmekteyim. Gerilerde benzincide gördüğüm dört motorlu trafik polisleri çakarlarıyla yanımdan geçti. Bunlar da ayrı bir havadalar. Sanırsın suçlu kovalıyorlar. 

Akbaba sakin, her zaman oturduğumuz kahve kapalı. Önündeki parkta bir kaç oturan görüyorum. Dereseki rampasına vurmadan çeşmeden suyumu tamamladım. Artık neme lazım ikinci matara dolu olarak yanımda.

Rampayı ağır ağır tırmanırken sabah HBT dergisinde okuduğum “Büyük Salgınlar” yazısından söz etmek istiyorum: Savaş Kazandıran Sarıhumma.
Sarıhumma; sivrisineklerin ısırması
 sonucu bulaşan, klinik belirtilerin
 ani ortaya çıktığı, kanamalı
 bir viral hastalıktır.

Günümüz Haiti’sinde 18'nci yüzyılda başlayan sarıhumma salgını pek çok insanı yerinden yurdundan ediyor ve öldürüyordu. Ancak Haiti’nin yerlileri zamanla hastalığa karşı bağışıklık kazanıp süreci iyi-kötü atlatabiliyorlardı. 1794 yılında adaya çıkartma yapan İngiliz askerleri açısından ise sarıhumma yepyeni bir kapalı kutudur. Takvimler 1795 yılını işaret ettiğinde İngilizler onlar ve yüzlerle ifade edilebilecek sayıda birer birer hastalığın pençesine düşerler. Salgının ve aynı yılda patlak veren köle isyanının da rüzgarlarıyla İngilizler geri çekilmek zorunda kalırlar... Bitmiyor; 1801'de Avrupalı sömürge güçlerine karşı çıkan bazı isyanların ardından, Fransa'nın işbirliğiyle Haiti'yi Toussaint Louverture yönetir. Ancak Fransız lider Napoleon Bonaparte kendisini hayat boyu yönetici olarak açıklayınca, adanın da tüm kontrolünü ele geçirmek için 1802 yılında 35 bin askerden oluşan bir orduyu Haiti’ye gönderir. Oysa aynı dönemde adanın üstünü örten sarıhumma salgını hala diridir. Afrika kökenli hastalığa Avrupalı güçlerin hiçbir doğal bağışıklıkları yoktur. 1804 yılına gelindiğinde Napolyon’un görkemli ordusunun üçte ikisi imha olmuş, toprağın altına girmiştir. Aynı yıl Napolyon adada kalan askerlerinin tamamını geri çekme kararı alır. Sadece 3000 kişinin Fransa'ya geri dönebildiğine inanılıyor. Demoralize olan Napolyon, sadece Haiti'yi terk etmez, 2 milyon kilometre kareden daha büyük bir araziyi ('Louisiana Alışverişi' olarak bilinir) ABD yönetimine satıp Fransa'nın Kuzey Amerika'daki tüm hedeflerinden de vazgeçer.

Sonuç: İngilizlerin ve Fransızların sarıhumma karşısındaki aczi ve isyanların da yarattığı rüzgarla Karayipler’de bağımsızlığını elde ve ilan eden ilk ada Haiti olmuştur. 

Humma, Arapça ateşli hastalık anlamında. Peki neden sarı olmuş. O da hastanın cildinin sarıya dönmesinden olsa. Bir de karahumma var; tifo. Kirli içme sularından, pis yiyeceklerden bulaşan bakteriyel bir hastalık. Tifolu Mary’in hikayesini Korona günlerinde bisikletle kaçamak; Bıçkıdere gezi notlarında anlatmıştım. Hastalığın kendinden bulaştığını hiçbir zaman kabul etmemişti.
Sen sinek olsan buraya
 konmaz mısın J

Şile yolundayım, Riva yönüne doğru yokuş aşağı keyifle kayıyorum. Ara sıra geçen araçlar var. Havada görünmeyen ama nefesle birlikte ağızdan giren sinekler yüzüme çarpıyor. Sıkıca yumuyorum ağzımı ve nefes almamaya çalışıyorum. Antik Mısır'da firavunlar, bunların arasında Pepi II olarak bilinen -94 yıl saltanat sürmüş- sinekleri kendisinden uzak tutmak için çevresinde vücudu balla sıvanmış bir kaç çıplak köle bulundururmuş. Ne akıl değil mi?

Alibahadır sapağını geçtim, genelde buradan sapar köy içinden geçerdik, ama ben yoldan ayrılmayıp rampayı çıkıyorum. Ve ardında gelen inişle neredeyse Paşamandıra ayırımına kadar geldim. Sağımda merada otlayan 15 kadar at. Buradan her geçişimde rastlarım. Bunlar nedir ne değildir bilemiyorum.

Her zaman ekmek aldığım hanımdan iki tane alıyorum. Bayat ama diyor, 5 liradan veriyor. Bayatı daha güzel bu ekmeğin, tok oluyor. Biz de tazesini aldığımızda evde bir gün açıkta bırakıp kurutuyoruz. Nasıl çıktın yasakta diye merak ediyor. Demek ki 65’lik olduğum belli değil J Kaçtım diyorum... ama sonra 65’lik olduğumu söylüyorum.

Riva çayı kenarındaki piknik yerleri kapalı, bomboş. Sadece bazı onarım işleri yapılmakta. Ekonomik olarak herkesi fena çarptı bu salgın. Faturası çıktığında göreceğiz. Neyse, köy içinden devamla Değirmendere’ye geldim. Buradan artık dönüşe geçeceğim. Sağdan baraj göletine doğru sapıyorum. Bir tarihlerde bu gölete kadar gelmiştik. Ama sonra bir daha uğramadık. Belki bir piknik turu yaparız buraya. Bundan böyle pazar turlarını herhalde piknik şeklinde yapacağız. Nasıl olacak yaşam çok merak ediyorum? Lokantaların almaları istenen önlemleri hepsi uygulayabilecek mi? Denetim olacak mı?

Çevre bağlantı yolu viyadük ayaklarını altından geçmekteyim. Salgın nedeniyle uygulanan kısıtlamalardan dolayı köprülerden geçen araç sayısı oldukça azalmış. Devletin verdiği garanti kapsamında son üç ay için bütçeye getirdiği yükün 93 milyon dolar olduğu söyleniyor. Bu paranın hizmet olarak kullanılabileceğini düşünsenize. Neler yapılmazdı ki?

Buradan artık 2,5 kilometrelik bir tırmanış var. Bazen dikleşen bazen hafifleyen şeklinde çıkıyorum. Evlerin sonlanmasıyla çok güzel bir doğanın içindeyim. Yokuş terletti, ama şimdi de gölgeler serin geliyor. Yanımda ince yelek var, giysem mi? Biraz daha bekleyeyim. 

Tepe noktasını bulduktan sonra yol aynı düzlükte sürüyor. Fotolar alarak devam ediyorum. Bozhane’den gelen yolla buluşup, sağa M.Şevketpaşa’ya doğru sapıp soldan Polonezköy diye ayrılmamla köpek diyarına girmiş oluyorum. Ama öyle böyle değil. Bu yol herhalde rahat 1 kilometrenin üzerindedir, her taraftalar. Koloniler olarak. Bir zamanlar bu yol üzerinde barınak vardı. Onun yıkılmasıyla köpeklerin tamamı etrafa yayılmış durumdalar. Hayvan sever vatandaşların yaptıkları kulübeler ve getirdikleri mamalarla yaşıyorlar. Genelde sakinler, hatta geldiğini görünce yoldan kaçıyorlar. Ancak bazıları agresif. Havlamaya başlayınca diğerlerini de harekete geçiriyor ve peşinden kovalamaya başlıyorlar. Aslında dursan onlar da duracak ama bas pedala, bağırarak çağırarak uzaklaşmaktayım, veya kaçmaktayım demem lazım.

Solumda gözlem kulesi, Ceylan Üretme Çiftliği geçilip, Polonezköy Tabiat Parkı sonrası gelen yoldan sağa sapmamla hızla yokuş aşağı inmekteyim. Burada da bir iki köpek beni görünce havlayarak peşime takılma niyetinde ama hızım çok fazla, yetişmesi mümkün değil. Böyle kır düğünleri için hazırlanmış mekanlar geçiliyor. Dev şemsiyeler açılmış. Ama her yer bomboş. Ne düğün yapan ne yemeğe gelen var. Ardından sıkı bir rampa, şöyle %13 gösteriyor Garmin bazı noktalarda. Ancak araç olmadığından sıkıntısız çıkıyorum, yoksa bu yol belaydı. Öylesine bir Polonezköy trafiği akardı ki, korku içinde tırmanılırdı.

Sabah sıkı kahvaltı etmiştim. Acıkmadım. Gerilerde bir yerde muzumu yedim. Şimdi de küçük bir fıstıklı enerji barı var, onu mideye indirip soldan saparak Elmalı baraj göletine doğru gideceğim. Bu yolu daha önce bir kere yapmıştık Firuzan’la. Bakalım sapakları hatırlayabilecek miyim?

Akşam üstüne doğru hava da serinledi, ama yeleği halen giymedim. Çavuşbaşı’na indim, şimdi buradan Hekimbaşı diye sorarak yönümü doğruluyorum, Elmalı barajını besleyen derenin kenarından devamla. Karşı yönden bir araç konvoyu gelmekte. Üzerine takılı hoparlörden anonslar yapılıyor. Neyin nesi anlayamadım. Bazı belediye araçlarının da aralarında olmasından herhalde göz boyama işleridir.

Hekimbaşı’na gelmemle Ümraniye artık fazla uzakta değil. Yokuşu inip AVM ve bazı yüksek binaların olduğu bir bölümden geçip evin yolunu tutuyorum. Araç olmaması her şeyi çok kolaylaştırıyor. Demek ki böyle bir dünya olabilse. Nerdeee...? Hiç olmazsa şehir içini kapatsalar.

Günün muhteşem esprisiyle son vereyim: Sokağa Çıkma Yasağının Olduğu Ramazan Bayramı Boyunca Köprü ve Otoyollar Ücretsiz JJJLLL Güler misin ağlar mısın durumları...












Korona günlerinde bisikletle kaçamak; Paşamandıra: Dudullu-Beylerbeyi-Beykoz-Paşamandıra-Polonozköy-Çavuşbaşı-Hekimbaşı-Ümraniye-Dudullu

Tur tarihi: 24 Mayıs 2020
Kat edilen mesafe: 80,71 km.
Ortalama hız: 17,9 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 30 dk., dışarıda geçen süre 4 sa. 49 dk.
En yüksek sıcaklık 27 ˚C, en düşük 18 ˚C, ortalama 22,1 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1428 m, kaybı (iniş) 1405 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 226 m.





Barbaros Mahallesi


Normalde 45 dk’da çeken Beylerbeyi’ne 35 dk’da
 geliyorum. Durmak yok, hızla sahil yolundan devam.



Hava geçen pazara göre serin. Hafta sonuna doğru
 serinlemişti, hatta yağmur da yağdı. İyi de oldu. Püfür
 püfür bir gün. Gölgelerde serin bile. 





Merada otlayan 15 kadar at. Buradan her geçişimde
 rastlarım. Bunlar nedir ne değildir bilemiyorum.


Paşamandıra içinden devamla Değirmendere’ye
 geldim. Buradan artık dönüşe geçeceğim. Sağdan
 baraj göletine doğru sapıyorum.

Çevre bağlantı yolu viyadük ayaklarını altından
 geçmekteyim. Salgın nedeniyle uygulanan kısıtlamalardan
 dolayı köprülerden geçen araç sayısı oldukça azalmış.

2,5 km’lik bir tırmanışın ardından evlerin
 sonlanmasıyla çok güzel bir doğanın içindeyim.

Bozhane’den gelen yolla buluşup, sağa M.Şevketpaşa’ya
 doğru sapıp soldan Polonezköy diye ayrılmamla...

... köpek diyarına girmiş oluyorum. 

Ama öyle böyle değil, her taraftalar. Koloniler olarak. 

Bir zamanlar bu yol üzerinde barınak vardı. Onun
 yıkılmasıyla köpeklerin tamamı etrafa yayılmış durumdalar. 

Gözlem kulesi ve... 

... Ceylan Üretme Çiftliği geçilip...

... Polonezköy Tabiat Parkı sonrası sağdan devam edeceğim.

Sağdaki binaları görme, kendini NYC’de sanırsın J
























Ekmeklerim... J