30 Kasım 2013

MahmutŞevketPaşa, ±84

Biraz gecikiyoruz, 10 dakika kadar. Üsküdar’a vardığımızda arkadaşlar bekliyorlardı, Fahri, Serhan, Levent, Candan, Mehmet ve İhsan (bugün ilk olarak aramızda). 8 kişi yola çıktık, saat 9 gibi. Günlerdir hava şahane, bugün de 17-18 derece olacağını söylüyordu Meteo. İstanbul’un Anadolu yakası güneşi daha geç alıyor. Sahil yolu halen gölgede, akşam yağan yağmur daha kurumamış, yollarda yer yer ıslaklık var. Avrupa yakasına bakıyorum da güneş tüm ihtişamıyla aydınlatmış. Orada olmak, kafamdan geçmiyor da değil.

Yollarda başka bisikletçiler de var. Herkes birbirine soruyor, hangi gruptansın, seni feysten tanıyorum, kaç kişisiniz, nereye...

Kandilli’ye kadar güzel geldik de ne olduysa burada oldu. Serhan sağda duran arabanın aynasına takılıyor ve düşüyor. Ucuz atlatıyor, bedenen ama bisiklet pek ucuz atlatamıyor. Ön jant yamuluyor. Hepimizin morali sıfır, keyfimiz kaçıyor. Artık bir kurşun döktür diyorum Serhan’a.

Serhan’ı taksiye bindirdikten sonra 7 kişi olarak devam ediyoruz Beykoz’a. Levent’in bir arkadaşı bize oralardan katılacak, Kâmil. Levent onu bulmak için önden çıktı bile yola, biz Serhan’la ilgilenirken.

Oltacılar her yerde. Hatta bazı durumlarda kaldırım öyle dar ki oltasını savurmak için neredeyse bizim yola sallamış iğnesini. Çok tedirgin ediyor beni bu durumlar. Eskiden bir kere kaldırımda dolanırken takılmıştı adamın iğnesi. Öyle tehlikeli ki, jilet gibi koparır etini.

Kaldırım deyince aklıma geldi. Bu sözcüğün Yunanca ile Türkçe arasında izlediği yol çok ilginç. Bakın Özgen Acar neler anlatıyor: ‘Kaldırım’ sözcüğünün kökenini bilir misiniz? Yunanca ‘kalo dromo (iyi yol)’ demektir. Bu Yunanca tamlama dilimize ‘kaldırım’ olarak geçmiş. İşin ilginç yanı bu devşirme Türkçe, sonra Yunanistan’a ‘kaldırimi’ olarak dönmüş! Yunanistan’da bu sözcüğün kökenini soracak olursanız “Türkçeden almışız“ derler.
Kâmil’i de aramıza alarak Beykoz’a, oradan Yalı Mahallesi’ne geliyoruz. Solda bir kahve var, çayı normalde 1,5’dan veriyor ama bisikletçiye 1. Yerleşiyoruz. Kahvaltı etmemiş olanlar yanındakilerle karın doyurmakta. Arka masaya Turgay geliyor. Saroz Kalesine gitmeyi tercih etmiş. Polonez’i daha önce yaptım diyor.

Bu arada tanışmalar, uzundur görüşmemiş olanların arayı kapatma sohbetleri... sürüp gidiyor. Ama artık yola çıkma zamanı diyerek Akbaba-Dereseki yönüne pedal basıyoruz. Sahilden ayrılıp iç yollardan, daha ağaçlı bölgelerden geçmekteyiz. Araba trafiği halen sürüyor ama. Zaten nereye gitsen karşına çıkıyor.



















Sırmakeş dolum tesisinden geçiyoruz. Bu su burada yüz yıldır çıkıyor. 1880 yılında romancı ve gazeteci Ahmet Mithat Efendi kendi arazisinde çıkan suya Sırmakeş adını veriyor ve şişeleyerek satışına başlıyor. Ahmet Mithat Efendi Tanzimat döneminin en çok eser veren yazarlarından. Otuz altısı roman olmak üzere iki yüze yakın eseri, ilginç de bir hayatı var. 1844’de Tophane semtinde doğuyor. Baba Mısır Çarşısında esnaf, anne terzi. Genç yaşta babasını kaybediyor ve Vidin’e (Bulgaristan) abisinin yanına gönderiliyor (1854). Okula burada başlıyor. Ertesi yıl İstanbul’a geri dönüyor, Tophane Sıbyan Mektebinde hem okuyor hem de bir aktarın yanında çırak olarak çalışıyor (1857-61). Sonra gene abisinin peşinden Vidin ve Niş’e (Sırbistan) gidiyor. Burada Niş Rüştiyesini (lise dengi) bitirip Rusçuk’da (Bulgaristan) Tuna Vilayeti Kalemi’ne memur olarak giriyor. Arapça, Farsça ve Fransızca öğreniyor ve çalışkanlığı ile Mithat Paşa’nın gözüne giriyor. Paşa ona kendi adını veriyor ve Ahmet’in yanına Mithat eklenerek anılıyor. 1866’da Sofya’da evleniyor. Tuna Gazetesinin başyazarı oluyor ve 1869’da Bağdat’a vali olan Mithat Paşa ile birlikte gidiyor. Vilayet matbaası ve Zevra gazetesi müdürlüğü, Hece-i Evvel adlı ders kitabı burada yazılıyor. Basra mutasarrıfı (idari amir) olan abisi Hafiz İbrahim’in ölümü üzerine İstanbul’a dönüyor (1871), küçük bir matbaa kurup kitaplarını basıyor, dergiler ve gazeteler çıkartıyor. 1872’de Namık Kemal ile tanışıyor ve muhalif yazılar nedeniyle N. Kemal ve Ebüzziya Tevfik gibi yazarlarla Rodos’a sürgüne yollanıyor. 3 yıl sonra V. Murat affıyla 1876’da İstanbul’a geri dönüyor. Bu şekilde gelişen hayatının dikkat çeken bir noktası muhalif tutumunu yumuşatarak II. Abdülhamit’e yakınlaşıp devletin resmi gazetesi Takvim-i Vakayi ve basımevi Matbaa-i Amire’nin müdürlüğüne gelmesi ve Mithat Paşa davasında paşanın aleyhine tanıklık etmesi (Mithat Paşa’nın yaşamı, başarıları ve Yıldız Mahkemesi’nin düzmeceliği... bugünü görebilmek ve anlayabilmek için tekrar tekrar okunmalı). Sonrasında önemli görevler alır; İsveç’te toplanan Müsteşrikler Kongresi (Doğu Bilimleri), Meclis-i Umur-ı Sıhhiye (Karantina Meclisi) ikinci reisliği gibi. 1895’de Sabah gazetesinde ‘Dekadanlar’ başlıklı yazısıyla Servet-i Fünun’u eleştirmesi sanat ve edebiyat çevresinin tepkisini çeker ve yazarlığı bırakmak zorunda kalır. 1912 yılında 68 yaşında ölen Ahmet Mithat Efendi’nin Şair Fitnat Hanım ile aşkını-mektuplarını, Beykoz’a yerleşmesini, emeklilik yıllarını merak ediyorsanız bu kaynaklara bakabilirsiniz: Vikipedi, KimKimdir, EdebiyatÖğretmeni.
Ahmet Mithat Efendi














Grup tempolu yol almakta. Yavaştan tırmanmaya başlıyoruz. Dereseki sonrası sıkı bir rampa var. Arabalar biraz azaldı nihayet. Tepeye çıkıp arkasından güzelce bir inişle Riva otoyoluna bağlanırsın. Sağa saparak M.Şevketpaşa’ya gideceğiz.

Otoyolun sağındaki güvenlik şeridi çok işe yarıyor. Rahatlıkla bisiklete binebiliyorsun. Arada karşı yoldan gürültülü bir şekilde bir kaç motorlu geçmekte. Bu Riva yolu onlara sürat yapması için fırsat veriyor.

Fazla gitmiyor, cami kavşağında ayrılıyoruz ana yoldan ve köy yollarına giriyoruz. MŞP için soldan gidiliyor, hafif bir tırmanış ve sonrasında uzuuun bir iniş. Bu yolu tersinden de yaptık, Şile dönüşümüzde.

Sırayla MŞP’ye varıyoruz. Fahri Beykoz’da yeterince doymamış, biraz takviye istiyor. Biz de yandaki kahveye yerleşip 50 krş’tan çaylarımızı içiyoruz.






















Mahmutşevketpaşa’ya mübadele antlaşmasıyla Selanik’ten gelip yerleşmişler. Bunun dışında köyün bir özelliği Ayşekadın fasulyesinin yetiştirildiği başlıca mekan olması. Bu fasulyeyi alabilmek için İstanbul’un çeşitli yerlerinden köye akın edildiği birçok hatıratta yazılmakta. Ama Mahmutşevketpaşa aslen bir Rum köyü. Zamanında bağcılık, dolayısıyla da şarapçılık yapılıyormuş. Bugün eser kalmamış. Evlerin bahçelerinde tek tük asma varmış. Zaten konulan vergilerle şarapçılık gelişimini sürdüremiyor memlekette. Halbuki yurtdışı yarışmalarında ciddi dereceler alınıyor.

Kimdir Mahmut Şevket Paşa? Merak ediliyor. Yan masaya soruyoruz bize “gugıla gir bak” diye tavsiye geliyor. Ne güzel, internetin buralara gelmiş olması. Her şeyimiz ‘Google’ oldu. Merak ettiğin her şeyi oradan öğreniyorsun. Tabii yazılan doğrudur anlamına gelmiyor. İsteyen istediğini koyabiliyor. Okuduğunu hep sağlaman lazım.

Ama biz gene de bakalım, ne diyor:

Mahmut Şevket Paşa (1856, Bağdat - 11 Haziran 1913, İstanbul) Osmanlı asker ve devlet adamı. 31 Mart Olayı olarak bilinen ayaklanmanın bastırılmasında ve II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinde rol oynamış, V. Mehmet Reşat saltanatında 23 Ocak 1913-11 Haziran 1913 tarihleri arasında dört ay on dokuz gün sadrazamlık yapmıştır. Pek çok başarılı çalışmaları var. Fazlasını Vikipedi’de okuyabilirsiniz. Ama benim dikkatimi çeken 31 Mart Olayı’nda Hareket Ordusu komutanlığı. Malumunuz 13 Nisan 1909’da ayaklanan askerler, hamallar ve bazı dindar kimseler, din elden gidiyor diye şeriata göre ülkenin yönetilmesini istediler. İttihatçı subaylarla mebusları buldukları yerde linç ettiler, öldürdüler. Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti ayaklanmacılarla uzlaşma yolunu seçti ve hükûmet üyeleri tek tek istifa etti. İsyancıların kurduğu yeni hükümet İngilizler tarafından hemencecik destekleniverdi. Ancak ayaklanma bastırılıyor ve sıkıyönetim ilan ediliyor. İsyanın önderleri Dıvan-ı Harp’te yargılanıp ölüm cezasına çarptırılıyorlar. Bu isyanın önemli merkezi biliyorsunuz Taksim Kışlası. Gezi parkına yeniden yapılmak istenen. Uğruna ağaçlar kesilen, insanların gözleri çıkarılan ve öldürülen.
Mahmut Şevket Paşa














MŞP’den Polonezköy yönüne gidiyoruz. Keyifli bir tırmanış önümüzde. Candan, Mehmet, İhsan kaptırıp kayboldular. Levent ve Kâmil ile ağır ağır çıkıyoruz. Fahri nerede? Önde mi, arkada mı? Hiç bir yerde yok. Biraz daha gidip merakımızı yenemiyoruz. Fahri biz çıkarken su dökmeye gitmiş ve döndüğünde kimseyi göremeyince yanlış yöne pedallamış, Alibahadır’a varmış. Ne olacak şimdi? Polonez’de buluşalım. Olmaz bekleyin! Peki.

Şimdi bu su dökmek, ihtiyaç molası gibi laflar bana bir şeyi düşündürüyor: lavaboya gitmek. Son zamanlarda hela/kenef veya daha kibar haliyle tuvalet yerine lavabo aranır-sorulur oldu. Herhalde artık lavaboya yapmaya başladı millet diye düşünmeden edemiyorum. Ne kibarız değil mi?

Beklerken Kâmil’in ön fren pabuçlarını değiştiriyoruz. Sohbet etme fırsatını da çıkıyor. Kâmil buralarda büyümüş, zamanında çok dolaşmış. Eskiyi ve yeniyi anlatıyor bize. Fahri de geliyor bu arada. Hep birlikte gene yollara dökülüyoruz. Bölge çok güzel, toprak kokusu sarmış ortalığı. Kıvrılarak giden, hafif çıkan bir yol. Araba çok az, neredeyse yok. Levent’in yüzünde mutluluk okunuyor. Kâmil de rampaları çıkamam diyordu ama hiç de öyle değil, tıkır tıkır peşimizde. Candan, Mehmet ve İhsan’ı göremiyoruz bile. Yok oldular ufukta.

Uzaktan köpek havlamaları duyuluyor. Bölgelerine yaklaşıyoruz. Beykoz Belediyesi’nin köpek barınağı var yol üzerinde. Yaklaştıkça sesleri yükseliyor ve tek tük, sonra daha fazla, barınak dışında köpekler beliriyor.  Bu nasıl bir durumdur, anlamak zor. İnsanlar köpekleri alıyorlar sonra bakamayınca sokağa bırakıyorlar. Cins cins köpekler. Kimi havlıyor kimi gelip kokluyor. Karşı yoldan dörtlüleri yakmış arabalar gelmekte. Direksiyonda eldivenli hanımlar beyler oturuyor. Bunlar gönüllüler diyor Firuzan. Evet, yollara yiyecekler bırakılmış. Köpekler arabaların arkalarından koşmakta. Hayvan sevgisi de başka bir şey. Sadece köpek değil tabii, hepsi.

Polonez sapağında takım tekrar toplanıyor ve Görele’ye doğru yöneliyoruz. Keyifli bir iniş ama sonrasında bir o kadar da çıkış. Biraz dik ama. Üstelik de Polonezcilerin dönüş trafiği, bir de damperliler. Yani sevimsiz bir rampa. Yetmedi yolun sağı da bozuk, istemesen de ortadan gidiyorsun.

Bitiyor, of pof arasında. Her çile gibi bu da. Toparlanıp gene devam. Levent’i, vallahi şu 100 km olayından sonra tutmak zor. Önde gidiyor.

Görele’de Mete’yi uyandırıp kahvede politika, belediye seçimleri, akepe vs diyerek tahinli ekmek ve çayla zamanı dolduruyoruz. Bir kısım da yanda pidecide mide dolduruyor.

Fahri’de sıkıntılar var. Dizlerinde ağrılar. Zor yürüyor. Mete arabayla nakledeyim teklifini kabul etmiyor, binerim diyor. İnatçı da!

Zaman ve mide dolduktan sonra Mete’nin de bize katılmasıyla Kavacık’a doğru yelken açıyoruz demeyeceğim, pedal döndürüyoruz. Kavacık’ın trafiği yarılıp A. Hisarı’na bırakıyoruz kendimizi. Sonra da slalomlayarak Üsküdar’a. Levent ve Fahri’ye veda edip, sırayla yol üzerinde ayrılıyoruz. Önce İhsan ve Mehmet, sonra Candan en sonunda biz Kızıltoprak’ta bisikletleri taşıyıcıya yerleştiriyoruz. ±84 km’lik gezinin sonu da geliyor.

























Foto katkıları için Levent’e teşekkürler























MahmutŞevketPaşa Turu

(Kızıltoprak)-Üsküdar-Beykoz-Dereseki-MŞP-Polonezköy-Görele-Kavacık-A.Hisarı-Üsküdar-(Kızıltoprak)

Tur tarihi: 24 Kasım 2013
Kat edilen mesafe: 84,1 km.
Ortalama hız: 16,0 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 5 sa 16 dk., dışarıda geçen süre 9 sa 21 dk. 
En yüksek sıcaklık 27 ˚C, en düşük 14 ˚C, ortalama 18,7 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1767 m, kaybı (iniş) 1768 m.

Garmin yol bilgileri MahmutŞevketPaşa, ±84

Tur bilgisi: Üsküdar-Beykoz arası sahilden düz. Beykoz-Dereseki sonrası tırmanış ardından iniş. Otoyoldan MŞP ayrımına kadar hafif tırmanış, sonrasında düz ve MŞP-Zerzevatçı ayırımından başlayan tırmanış ve MŞP’ye uzun bir iniş. MŞP’dan Polonez’e doğru orman içi yol, ağır olmayan bir tırmanış, Beykoz Köpek Barınağı önü düz ve Polonez sapağından sonra Görele’ye doğru iniş ve ardın dik bir tırmanış. Görele-Kavacık hafif inişli çıkışlı, Kavacık’a kadar iniş.. Kavacık-A.Hisarı dik uzun iniş, sonrası Üsküdar’a kadar sahil yolu. Kavacık bölgesi trafiği kalabalık, dikkat edilmesi gerek. MŞP ve çevresi yeşil, orman yolu, doğal güzellik bakımından zengin.

MŞP ve Görele’de yemek yiyecek yerler, çayevi var. Yol üzerinde çeşme yok.