15 Ocak 2019

Senenin İlk Turu; Zerzevatçı

Zerzevatçı; kuruluşu 1920'lere dayanan, geçmişte İstanbul’un sebze ve meyve ihtiyacını büyük ölçüde karşılayan Beykoz ilçesinin bir tarım köyü... 

Hava muhalefetinden dolayı Senenin Son Turu’nu yapamadık, ama ilk turunu yaptık. Pazar sabahı Beylerbeyi’nde buluştum İhsan ile. Apartman toplantısı nedeniyle Firuzan gelemeyince tek gitmek durumunda kaldım. Geldiğimde, İhsan ıhlamurunu yudumlamış beklemedeydi. Başka da gelen olmayınca Beykoz’a doğru çıktık yola.

Soğuk bir gün. Hele de yokuş aşağı gidildiğinde yüzüne çarpan rüzgar bayağı üşütüyor. Ayak parmak uçlarım dondu diyebilirim.

İhsan’la güzel bir tempoda yol alıyoruz. Ara sıra araçlar araya girse de peş peşeyiz.

Güzel bir öykü anlatacağım size bu yol boyunca. Arzuhâlci nedir bilir misiniz? TDK “Para karşılığında dilekçe, mektup vb. yazan kimse” olarak açıklamakta. Adliye binaları çevrelerinde, minik sehpaların arkasında oturan, önlerinde daktiloları olan insanlar vardı. Bugün pek rastlamıyoruz artık İstanbul’da onlara. Eski, çok eski dönemlerde kazançlı işlerden biriydi arzuhâlcilik. Zamanla yaldızları dökülen yazı emekçiliğinin İstanbul'dan Anadolu kentlerine, kasabalara yayılması Cumhuriyet'in ilanından sonra olur. Anadolu'daki arzuhâlcilerin en ünlüsü Kemal Sadık Gökçeli'dir.

Komünizm propagandası yaptığı iddia edilen bir çocuğun işkencede adını vermesiyle, Kemal Sadık partinin kurucu üyelerinden biri olduğu gerekçesiyle gözaltına alınır. Daktilosunun arkasında boş kaldığı zamanlar öyküler yazan arzuhâlci Kemal Sadık üç ay hapis yatar. 

Oysa çocukla birbirlerini hiç tanımazlar. Neyse ki olayın, arzuhâlcinin doğru sözlü, zulüm karşısında boyun eğmeyen, ezilen inanların haklarını savunan kişiliğinden rahatsız olanlardan kaynaklandığını anlayan yargıç beraat kararı verir. Kemal Sadık, adliyeden çıkarken yanına gelen bir görevli, yargıcın kendisini odasında beklediğini söyler. 

Arzuhâlciyi karşısına oturtan, kahve ikram eden yargıç, onun hayatını değiştirecek konuşmasını yapar: "Sizi mahkûm edeyim diye çok baskı yapıldı bana. Çukurova'da kalmayın. Hemen İstanbul'a gidin. Orada, Yeni Cami'nin arkasında da arzuhâlcilik yapar, hayatınızı kazanabilirsiniz. Sizi burada öldürecekler. Yazık olacak öldürülürseniz. Bebek hikâyenizi ben de okudum, karım da okudu. Çok sevdik. O edebiyattan iyi anlar. Hattâ merakından bugün sizi görmek için mahkemedeydi, kadınların içinde. Ben fazla anlamam, ama Türkçeyi kullanma ustalığınıza hayran oldum. Bana söz verin, buralarda durmayacağınıza dair."

"Bebek", Kemal Sadık'ın ekmeğini kazandığı daktilosunda yazdığı öyküdür ve yayımlanmamıştır. Hakimin sözlerinden, öykünün mahkemeye jandarma tarafından delil olarak sunulduğunu anlar. Hakimin karısı belki de onun yeteneğini ilk keşfeden okurudur. Ama ne okur! Sevdiği yazarı görmek için mahkemeye giden, kocasına suçlananın çok yetenekli bir yazar olduğunu, özgürlüğü verildiğinde edebiyatın en büyük kalemleri arasına gireceğini söyleyen bir okur. Ve düşüncelerinde yanılmaz.

Kemal Sadık Gökçeli'yi bizler "Yaşar Kemal” olarak tanırız...
Yaşar Kemal

Yaşar Kemal; 6.10.1923 (Hemite, Osmaniye) - 28.2.2015 (İstanbul). Eğitimini düzenli bir biçimde tamamlama imkânı bulamayan Yaşar Kemal, hayat okulunda kendi kendini yetiştirmiş biridir. Daha çok küçük yaşta doğaya, insanlara ve topluma karşı ruhunda uyanan ilgi, eserlerinin temelini oluşturur. İçinde yetiştiği Çukurova'da saf, el değmemiş doğayı, karıncadan kartala kadar tüm canlıları gözlemlemiş ve incelemiştir. Yazar, doğayla, bitkiler ve hayvanlarla iç içe yetişmiştir. Şaşırtıcı imgelemi, insan ruhunun derinliklerini kavrayışı, anlatımının şiirselliğiyle yalnızca Türk romanının değil, dünya edebiyatının da önde gelen isimlerinden biri olan Yaşar Kemal’in yapıtları kırkı aşkın dile çevrilmiştir. Yaşar Kemal, Türkiye’de aldığı çok sayıda ödülün yanı sıra yurtdışında yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurtdışında beşi Türkiye’de olmak üzere, yedi fahri doktora unvanı almıştır.

Beykoz’a vardığımızda Gültekin, Kaya ve Varujan çoktan gelmişler; bekler buluyoruz. WA mesajından Kamil’in Akbaba’da beklediğini öğrenmemizle fazla oyalanmayıp tekrar yola koyuluyoruz.

Akbaba’dayız, çaylar 1 lira, fırından alına simitlerle yapılan kahvaltı ve sohbet, sohbet ve de sohbet... Bitmeyen bisiklet öyküleri arasında Gültekin’in bozulan vites ayarının bir şekilde toparlanmasıyla geçiyor Akbaba :)) Şöyle bir kurdele yok muydu (kurdele denilmez miydi filme?): Three Days of the Condor. 75’lerden kalma, politik bir gerilim filmiydi. Bizdeki adı Akbabanın Üç Günü. Robert Redford, Faye Dunaway, Cliff Robertson, Max von Sydow gibi oyuncuların rol aldığı... İyi filmdi - vesselam!

Dereseki tırmanılıyor. Ve Kaya katlanır ile inanılmaz bir performans gösteriyor... Tıkır tıkır geliyor. Ben bu bisikletin ölçüsüne bir türlü alışamadım/ısınamadım. Binemezmişim gibi geliyor hep. Ama binildiğini görüyorum bugün.

Bu bölgeler güzel. Doğa var, hava temiz. Biz de Riva yolundan geriye sapıyor, köpeklerin havlamalarıyla Zerzevatçı’ya geliyoruz.

Evrenin, dünyanın ve de insanın oluşumunu 24 saat içine yerleştirecek olsak; insan gece yarısına 15 kala, yani 23.45’de ortaya çıktığını görüyoruz. Başka bir ifadeyle bugünkü kıtaların dağılımı işin başında farklı olduğu gibi 250 milyon yıl sonra da bugüne hiç benzemeyeceği ön görülüyor. 

Gezegenimizin tarihi öylesine köklü ki, en uzun yaşayan insan bile bu tarihin son saliselerine ancak tanıklık etmiş oluyor. Eğer yaşam süremiz sadece birkaç on yıl yerine yüz milyonlarca yıla yayılmış olsaydı toprak kütlelerinin sürekli birleşip parçalandığını gözlemleyebilirdik. Gezegendeki kara parçaları, en az birkaç kez bir araya geldi ve tek bir denizde dev bir adaya dönüştü. Bunun en son örneği coğrafya derslerinde gördüğümüz Pangaea. Ancak yeni bir 250 milyon yılda, bir sonraki süper kıta Pangaea Proxima’ya sahip olacağız

Peki bu yeni süper kıta nasıl görünecek?
Pangaea Proxima

Kuzeyde Afrika’ya ve güneyde Antartika’ya bağlanan Amerika; Afrika, Avrupa ve Orta Doğu’ya yanaşacak; Avustralya Asya’nın doğusuna kaynak olacak. Dev kıta Hint Okyanusu’nun kalıntıları etrafında ortalanacak. Akdeniz, bir iç denize dönüşecek. Kıtaların çarpıştığı yerde, yeni dağ sıraları ortaya çıkacak. Dünyanın yeni en yüksek noktası artık Himalayalar'da değil, Florida ve Gürcistan’ın Güney Afrika ve Namibya’ya çarptığı yerdeki henüz isimlendirilmemiş bir alanda yer alacak.

Değişmeyen tek şey Yeni Zelanda'nın yalnızlığı.

Zerzevatçı sonrası rampayı tırmanıyor Görele/Acarlar civarında Kamil’in arka tekerinin kahve kokusu yaydığını fark ediyoruz. Hemen yakındaki benzinlikte el birliği ile yapılan müdahale sonucu supabın koptuğu belli oluyor. Arkadaşımız da halen yedek iç lastik taşımayı öğrenemediğinden İhsan’ın imdadına yetişmesiyle durumu kurtarıyor. Burada bir parantez açmak istiyorum: Nedense bazılarımız öylesine bisiklete binmeye devam ediyorlar. Sanki her şey her zaman düzgün gidecek, sıkıntı olmayacak kafasındalar. Ama evdeki hesap çarşıya uyamıyor!

Burası ayrılma noktası oldu: Kamil, Gültekin ve Kaya farklı yöne; biz, Varujan ve İhsan ile devam ediyoruz.

Bundan sonrası her zaman gittiğimiz yol olduğundan tekrar etmeyi kısa keseyim... Kavacık-Anadolu Hisarı-Üsküdar. Yol üzerinde Varujan Çengelköy’de, İhsan Beylerbeyi’nde ayrılıyor(lar). Ben de tek kalmanın rahatlığı içinde evimin yolunu pedallıyorum. WA’ya düşen bir mesajda öğreniyorum ki Kaya’dan da kahve kokuları gelmiş. Afiyet olsun. Eve vardığımda 90,5 km. gösteriyordu Steps’in saati. Garmin, Firu’nun pilini doldurmadığından yolun ortasında kapandı. O bilgileri giremeyeceğim. Maatteessüf.

İyi ki Senenin İlk Turu’nu yaptık. Nasıl başlarsan öyle gidersin durumları...


































Foto katkıları için Gültekin ve Varujan’a teşekkürler.