Zerdüşt inancına göre akbaba ''göklerin kutsal kuşu''dur. O nedenle ölülerini, günahla dolu vücutlarını akbabaların yemesi için, dağların yüksek kesimlerine bırakırlar.
Pandemi nedeniyle sokağa çıkmaya -yapılan değişiklik sonucu- pazar günleri 10-20 arası izin veriliyor. Ancak 65+’lara 10-13 arası. Ama bizler o kadar yaşlı olmadığımızdan bu kısıtlamaya bağlı değiliz J ve 10.45’de Beylerbeyi’nde İhsan ve Mustafa E. ile buluşup akbabalar gibi turluyoruz Firu’yla. Eve döndüğümüzde 77 kilometreyi tamamladığımız okunuyordu bisiklet sayacında. Tan 6 saati açık havada geçirmişiz.
Gün sabah serin başladı ancak öğleden sonra güneş de yüzünü gösterince “yeme de yanında yat” oldu. Beykoz sahil yolu bisikletli kaynıyordu. Geleni gideni, daha çok yol bisikletliler. Tek tek, grup olarak... selamlaşarak geçtik. Daha çok onlar bizi geçti, hızlılar.
Çaycı maycı kapalı olduğundan vatandaş ortalıkta dikili, banklara yerleşmiş, küçük grup toplantıları yapılmakta. Akbaba’da biz de yeni düzenlenen parktaki piknik masalarına konuşlanıp İhsan’ın ikramı pastayı afiyetle mideye indiriyoruz. Geçen hafta yaş günüydü, onun şerefine.
Akbaba Köyü rivayetlere göre İstanbul’un fethinde büyük fedakârlıklar gösteren Gazi Ak Baba Mehmet Efendi tarafından kurulmuş ve ismini de buradan almış. Yani 1500’lere gitmekte. Köy, tarih boyu beyaz kirazı, kestanesi ve cevizi ile bilinmekte. Evliya Çelebi de ünlü seyahatnamesinde Akbaba Köyü’nden söz eder. Ona göre on yedinci yüzyılda köyde bir çarşı ve hamam, 20 dükkân ve 100 hane bulunmakta. Bu bilgiler ışığında Akbaba’nın geçmişte oldukça gelişmiş bir köy olduğu anlaşılıyor. Evliya Çelebi ayrıca kiraz ve kestane mevsimlerinde İstanbul’da
“safâ ehli” insanların Akbaba Sultan’a giderek çadırlar kurduğunu, türlü sohbetler yapıldığını ve “kestane ve kiraz faslı” adı verilen bu mesire faaliyetlerinin iki üç ay sürdüğünü kaydetmekte.
Köyde bulunan Canfeda Hatun Camisi, 1580 yılında III. Murat’ın annesi Nur Banu Hatun’un Harem Kethüdası Saliha Can Feda Hatun tarafından yaptırılmış. Ayriyeten Ahmed Mithat Efendi’nin, içerisinde bir kütüphanenin de bulunduğu çiftliği ile Malakof Hasan Paşa’nın bir konağı bulunmakta. Burada II. Mahmud dönemine dek bir Bektaşi Dergâhı da yer almakta. Bu dergâh II. Mahmud’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırılmasının ardından kapatılmış ve binası Nakşibendî tarikatına verilmiş. ... Yani öyle içinden hep geçtiğimiz Akbaba, zengin geçmişi ile Beykoz’un önemli 20 köyünden biri.
Dostbeykoz
Fazla da rehavete kapılmayıp tekrar yola koyuluyoruz, Dereseki rampası öncesi sularımızı tazeleyip başlıyoruz tırmanmaya. Güneş yüzünü gösterdikçe içimiz ısınıyor, neşemiz artıyor. Riva yoluna bağlanıp M.Şevketpaşa yönüne sapıp Zerzavatçı köyüne doğru devam ediyoruz. Ortalıkta in cin top oynuyor. “Cini anladık da in nedir?” (*)
Zerzavatçi’da her zaman oturduğumuz kahve kapalı, haliyle. Biraz nefeslenip, köpekleri kedileri sevip tekrar Acarlar’a çıkıp Kavacık kavşağına doğru inmekteyiz.
Neredeyse bir yıldır yaşantımızı değiştiren Covid-19, unuttuğumuz, önemsemediğimiz pek çok şeyi tekrar önümüze çıkardı. Bunlardan birisi de kolonya.
Kolonya denilince aklıma hep PE-RE-JA gelir. Çocukluğumun limon kolonyası. Adı nereden gelir bilir misiniz? Ama önce kolonyayı anımsayalım. Büyüklerimiz eskiden Köln şehrine Kolonya derlerdi. Almancası “Kölnisch Wasser” olan “Köln suyu” da kolonya olarak dilimize girmiş. Nedeni ilk bu şehirde üretilmiş olması, 1709’da Giovanni Maria Farina tarafından. PeReJa ise ilk kolonyasını 1956’da üretmiş. Adı ise kimi kaynağa göre kurucusu Pepo, eşi Rene, oğlu Jak’dan, kimine göre de üç çocuğundan -Perla, Rebecca, Jack- gelmekte. 60’lı yılların ikinci yarısında Bomonti’den E-5 üzerine taşınan PeReJa’nın fabrikası, Atatürk’ün Mimarı olarak tanınan Seyfi Arkan tarafından tasarlanmıştı. O yıllarda E-5’den -o zamanki adıyla “Londra Asfaltı”- her geçimizde dikkatimizi çeken iki yapıdan biriydi. Diğeri Ömür Restoran’dır ki bu da başlı başına bir yazı konusu.
Dönelim gene kolonyaya. Çocukluğumdan kalan anılarımda; konuk geldiğinde evin küçük çocuğunun ilk görevi gelenlere hemen kolonya ikram etmekti. “Kolonya tutmak” denirdi. Elleri ve yüzü dezenfekte etmek için düşünülmüş bir adet. Evet, yüze de sürülürdü, özellikle burun ve ağız çevresine... Ardından güçlü bir nefesle buruna kolonya kokusu çekilirdi. “Aaaa, az tutma evladım, dök, dök daha” uyarısı, âdeti destekleyen cümlelerdi. ... Otobüsler ana ulaşım aracıyken yolculara “muavin” hemen kolonya ile hoş geldin dezenfeksiyonu yapardı. Üstelik bu işlem her molada tekrarlanırdı. Yemekler yenmiş, tuvalet ihtiyacı giderilmiş... Enfekte olma olasılığı da bu kolonya ikramıyla yok edilirdi. ... Lokantada yemek sonrası hesap ödemek için kasaya gidildiğinde, tezgahta mutlaka bir kolonya şişesi beklerdi müşterileri. Bahşiş kapma peşindeki (genellikle) kıdemli garson, müşteriye -bahşiş miktarında cömert davranmaya itecek geniş bir gülümsemeyle- kolonya banyosu yaptırırdı. ... Alışveriş için “çarşı”ya inildiğinde illaki birilerinin tuvalet ihtiyacı olurdu. Bu “umumi helâ”da, sonradan yanına kağıt peçete ilave edilse de, kolonya ikramı olmazsa olmazdı. ... Diyeceğim şu, kolonya ile o günlerde korunuyormuşuz, bugün de tekrar korunmaya çalışıyoruz; gene onunla. Yeniden hoş geldin yaşamımıza kolonya.
Katkıları için Gülsevil’e teşekkürler.
Dörtlü olarak, sabah geldiğimiz sahil yolundan dönmekteyiz. Geçmiş zamana göre yollar daha boş. Tıkanıp kaldığımız noktaları çok zorlanmadan aşıp, Beylebeyi’nden Nakkaş yokuşunu tırmanıp Altunizade’de İhsan ve Mustafa E.’den ayrılıp sabah geldiğimiz yoldan eve varmaktayız.
(*) in = insan
bisikletle Akbaba: Dudullu-Beylerbeyi-Beykoz-Akbaba-Zerzavatçı-Kavacık-A.Hisarı-Beylerbeyi-Dudullu
Tur tarihi: 29 Kasım 2020
Kat edilen mesafe: 74,76 km.
Ortalama hız: 17,2 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 20 dk., dışarıda geçen süre 5 sa. 47 dk.
En yüksek sıcaklık 19 ˚C, en düşük 11 ˚C, ortalama 15,4 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1247 m, kaybı (iniş) 1246 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 252 m.
Garmin yol bilgileri bisikletle Akbaba
Relive yol bilgileri bisikletle Akbaba