8 Ağustos 2018

[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (Çağlayancerit-Kahramanmaraş)

6 Ağustos 2018, Pazartesi / Çağlayancerit – Kahramanmaraş, 63 km. (30. gün)

Sanki hiç tırmanmamışım gibi heyecan yaptım. Sabah erken uyandım ve hazırlandım. Maraş’a gideceğim, 60 kilometrelik bir yol. Başında 8 kilometrelik bir tırmanış var ve biraz dik olduğu söyleniyor. Sırasıyla: Boyalı, Beşenli, Peynirdere, Yusufhacılı ve Dereköy'ü geçeceğim. 7.05 ÖE’den ayrılışım. Şöyle benzinciye kadar düz ondan sonra başlıyor yol tırmanmaya. Dün gittiğim Şelale Restorandan sonra dikleşiyor. Desteğim sayesinde %9-10 hatta 13-14’leri tırmanıyorum. Normal yetmediğinde High konuma alıyorum.

Sabah erken olduğundan güzel bir serinlik var. Hava açık, bulut yok. Batı yönündeyim. Bir pusetli motor geçti ki gürültüsünden vaz geçtim egzoz kokusu havayı bozuverdi.[e] 3,1 km/07.28/%20 harcandı. 1359 metreye geldim. Devam tırmanmaya. Yükseldikçe hava güzelleşiyor, tertemiz oluyor. Derin derin içime çekiyorum. Fazla, hatta hiç trafik yok. Uzaklarda evler var, gittikçe aşağımda kalıyorlar. Muhteşem bir manzara içine girdim. Hiç bu kadar güzel olacağını buraların düşünmemiştim.

Tırman tırman ve nihayetinde 1616 metreye geldim. [e] 7 km/07.49/%40 harcandı. Çok güzel bir yere çıktım. Bulutlarla aynı seviyedeyim. Etraf ağaçlarla dolu, meyve ağaçları bunlar.Sanırım burası zirve. Etrafı izlemekteyim. Birazdan iniş gelecek, yeleğimi giyeyim. Bir kamyon geliyor karşıdan. Yanımdan geçerlerken selamlaşıyoruz. İnsan biraz daha durup bu yüksekliğin, bu havanın keyfini çıkartmak istiyor ancak hareket etmek de apayrı bir arzu.

Ve iniş başlıyor. Öff mü öff, ne keyif ne keyif. Her çıkışın bir inişi vardır değil mi? Tamamen inmeden bir video çekeyim. Sağa yanaşıyor 360 derece dönerek güzel videolar çekiyorum. Şu gelen araçtan bir yol tarifi alayım gene de. Petrol’den sola sapmam lazımmış. Sağdan da gidilirmiş ama orası kayak merkezine çıkıp iniyormuş. Yani daha dik bir tırmanış. Teşekkür, yeteri kadar tırmandım.

10 kilometre iniş geride kaldı, Boyalı köyü geçildi, sola sapıp devam ediyorum. 1393 metreye indim. Saat 9.15 ve 12,3 kilometre gelmişim, daha 50 kaldığını söylüyor levha. Şimdi mısır tarlaları başladı solumda, sağım biçilmiş. Bu bölgede de öyle çok ceviz ağacı var ki. Tepede yeleği giymiştim ama burası sıcak.

1217 metre gösteriyor Garmin. Yolum genelde iniş, arada çıkışlar oluyor ama sert değil. Fakat bir tırmanışım daha olacak, Bikeroll’e göre. Ve Beşenli köyünden sonra bu tırmanış başlıyor. [e] 20 km/08.34/%60 harcandı. Yol dalgalı, hoppala zıppala durumları. İlk tırmanış daha keyifliydi, burası sıkıntılı.Ama yapılacak bir şey yok, zıplamaya devam. 

Güzelce bunu da atlatıp bir lokantamsı yere geldim. Fakat yokuş çıkarken duramadım, bir Sedir ağaçları gördüm ki bu ne endam, abide sanki. Muhteşem güzellikteler. Bölge Sedir ormanı. Kokusu mis gibi etrafa yayılmış vaziyette.

Kutsal kitaplarda Sedir ağacı, büyüklüğün, kuvvetin, şan ve şerefin, kraliyetin, maneviyatın, şiddetin, takdirin, zenginliğin, yayılış kudretinin sembolü olarak kabul edilmiştir. Ağacın cins adı olan Cedrus’un kökeni Arapçada “güç ve kuvvet” anlamına gelen “kedroum” ya da “kedre” ile kozalaklı ağaç anlamındaki “kedros” sözcükleridir. Günümüzde kullanılan “kudret” kelimesinin de aynı kökten geldiği görülmektedir. Anadolu’da halen kullanılan “Dağların kadısı katrandır” sözüyle Sedir ağacı kudretli, yargılayıcı ve takdir edici konumdaki erkeksi bir güçle özdeşleştirilmektedir. Hititler döneminden beri Sedir ağacı erkek tanrılarla özdeşleşir. Sedir ağacının kudretli erkek tanrılarla özdeşleşmesinin nedeni çok açıktır: Toros Sediri 1000 yıl kadar yaşayabilir, 40 metre boya 2 metre çapa ulaşabilir. Anadolu’da anıt ormanlar da oluşturan anıt ağaçlardan biridir. 1200-2000 metre yüksekliklerde yetişir. Dağlar, Anadolu’da en eski çağlardan beri baş tanrılara özgülenen alanlardır. Bu dağların en üst kesimlerinde yaşayan görkemli Sedir ağaçları simetrik ve estetik görünümleriyle devasa boyutlara ulaşıp 1000 yıl yaşayabiliyorlarsa onlarda mutlaka tanrısal bir güç olmalıdır diye düşünmüş olmalıdır Anadolu insanı.

Çay da varmış lokantada. Lokanta dediğim etçi. Çayımı yudumlarken sahibiyle tanışıyorum. Bölgeye Bertiz denilmekte. Doğusu Beşenli Çağlayancerit, Kuzeyi Elbistan ilçe sınırı Çohum (Kuru) çayı, Batısı Ceyhan Nehri, Güneyi Ahir Dağının tepesindeki su akımı arasında kalan Kahramanmaraş'a bağlı bir bölge. 2 dağ arasında 30 kadar köy varmış, çoğu da akrabaymış. Bertiz tarımsal faaliyetleri ile tanınan bir yöre. İlk akla gelen üzüm, buna bağlı şıra ürünleri. Ancak son yıllarda bu halkaya Kalaycı Aşısı denilen ceviz, elma ve kiraz eklenmiş. Hayvancılık ve arıcılık da yapılmakta. Güzel şeyler öğreniyorum. İstanbul’da oturarak ne çok şeyden eksik kalıyoruz. Ülkenin her yerinde bir güzellik var. Sonradan iki kişi daha dahil oluyor. Gözleri görmeyen bey, adını hatırlayamıyorum, bana oldukça geniş bilgiler veriyor. Burada cevizler taneyle satılmakta. Maraş18 olarak patentli. Üzüm bol, dolayısıyla pekmez, cevizli sucuk. Bir de tarhanası meşhur. Ve Maraş Otu denilen, açık yeşil bir toz, sigara kağıdına minik paket edilip dişle dudak arasına yerleştirilen, uyuşturucu olmasa da keyif veren, bir ölçüde de alışkanlık yapan tütün.
Maraş Otu

Yurdumuzun Güneydoğu Bölgesinde özellikle Kahramanmaraş ve Gaziantep çevresinde kullanılan maraş otu, “Deli Tütün” (Nicotiana rustica L) denen bir tütün çeşidinin yapraklarının toz haline getirilerek meşe, ceviz veya asma çubuğundan elde edilen kül ile yarı yarıya karıştırılmasından elde edilmektedir. 

Yarım saatimi yanlarında geçirdikten sonra, suyumu da tazelemiş olarak ayrılıyorum (09.30). [e] 33,6 km/10.02/%80 harcandı. 955 metredeyim ve şimdi bir tırmanış başlıyor. Neyse çok uzun sürmüyor ve bayır aşağı inmeden (34,6 km/10.08) ikinci bataryayı takıp 1020 metreden bırakıyorum kendimi yer çekimine. Döne döne, beni geçen traktörü geçerek inmekteyim. 

Sedir ormanı çok keyifli görünüyor, dağlara kadar. Muhteşem ağaçlar. Ve de ceviz her yerde. Solumda bir baraj, DSİ yazan duvarı dev gibi duruyor. Yol boyunca “Benim Bahçem” diye tezgahlar var, domates, kavun, kabak ve kuru soğan satılmakta. Daha çok bana doğru gelen bir trafik. Saat 10.40 ve 45,2 kilometredeyim. 20 kadar bir şey kaldı Maraş’a. 760 metre rakımda hafif çıkıp iniyorum. Asfalt aşınmış, yer yer altından zift çıkmış. “Benim Bahçem”, biraz geç idrak ediyor kafam. Dur birinde küçük bir kavun al ye. Aklım başıma gelip durduğum yer de güneş altında ve satıcı başka yerde soğanla meşgul. Belki bir tane daha gelir diye ayrılıyorum ama maalesef.

Peynirdere’den geçmekteyim. Saat 10.50. Hava sıcak artık. Yeleği çıkartayım bir yerde. [e] 49,8 km/10.59/%20 harcandı-2. 862 metredeyim. Tırmanılan bir yere geldim. Peynirdere Maraş’ın mahallesi. 15 kilometre kaldı, şimdi iniyoruz. Çay içtiğim yerdeki adam söylemişti, buranın tarhanası çok meşhur diye. Şimdi tarhana ve firik satıldığına dair bir dükkan önünden geçtim.

Peynirdere sonrası asfalt düzeldi, trafik arttı. Bana doğru gelenler de çoğaldı. Maraş’ın dış mahalleri başlıyor, yüksek apartmanlarla. Dulkadiroğlu ilçesi burası. Vezir Hoca Bulvarı üzerindeyim. Gittikçe doluyor etraf. Farklı bir yere geldim. Mahallede bir sokak ki biraz dar, ağaçlı ve dükkanlarla dolu. Ters yönden giriyorum. Birden solumda Arapça yazan bir lokanta görünce Suriyelilerin yerine geldiğimi anlıyorum. Dur ya, burada bir şeyler yerim. Park edip ful var mı diye sorduğumda var demezler mi. Kendimi heyecandan alamıyor bir de humus ısmarlıyorum. Birazdan tüm sevdiğim yemekler önümde. Yanına da ayran. Sahiplerine bisikletle gittiğimi fotoğrafları göstererek anlatmaktayım. Onlar da seviniyor. Ancak içerisi çok sıcak. Kafamdan terler akmakta. Dışarıda da yerleri yoktu. 

Karnımı 8 liraya nefis doyurdum. Mahalleden ayrılırken burnuma keskin bir  kahve kokusu geliyor. Durmamak elde değil. Nerede bu, peşindeyim. Solda, önünde de Suriyeliler. Hemen oraya da yanaşıp başlıyorum anlatmaya-göstermeye. Yarı Türkçe, yarı Osmanlıca. Şam’dan gelmişler. Kahveler içiliyor, fotolar çekiliyor, sarılınıyor, kucaklaşılıyor... Sanki 40 yıllık dostlarımı görmüş gibiyim. Harika oldu bu.

Ve Maraş’ın merkezine doğru iniyor bu yol. Demirciler Çarşısı, Kapalıçarşı... Trafik polisinden ÖE’nin yerini öğrenip Maraş’ın ana caddelerinin birindeyim. Arada böyle kalabalık yollar değişik oluyor. Unutmuşum İstanbul’u. Orada slalom yapardık. Burada haliyle bu yükle dikkatliyim. Bir kavşaktan sola sonra sağ ve küçük bir sokak arasından geçip ÖE sağımda karşıma çıkıyor. Yerimi ayırtmıştım. 101 nolu oda iki gün için evim olacak. 120 lira karttan çekiliyor, bisiklet içeride bir yere park ediliyor. Oda tek kişilik. Eşyalar mecburen yerde. Biraz zahmetli olacak. Duş ve uzanmaca. Ohh mis gibi. Hafif kestirmece.

Dört buçuk gibi piyasaya çıkıyorum. Kapalıçarşı etrafında Suriye lokantası varmış. Hem onu bulur hem gezerim. Ancak foto makinesini unuttuğumdan geri dönüyor ve müdür yardımcısı Mustafa Beye misafir oluyorum. Bir çay eşliğinde bisiklet, Maraş, Suriyeliler, yurt dışında yayaya olan saygı, ceviz, pestil, firik ve daha pek çok konuda sohbet ediyoruz odasında.

Kocaman ana caddesinde geniş bir kaldırım, büyük markalar, bankalar falan var. Buranın meşhur dondurmacısı Yaşar Usta da bu cadde üzerinde, önü kalabalık. Mustafa Bey Küçük Ev diye bir lokantayı önermişti. Girip yemeklere bir göz attım. Zeytinyağlılar bana uyar. Sıcaklar hep etli. Ama temiz bir yere benziyordu. Ana cadde üzerinde ilerlemeye devam, yöresel kıyafetleri ile “Buz gibi mayam” diye seslenen seyyar satıcıdan meyankökü şerbeti içiyorum. Paçacılar her tarafta. Yani pantolon tamircileri değil bunlar :))  Maraş tarhanası tadıyorum. Firik diyorlar, tarhananın tam olarak kurumadan önceki hali, yaprak gibi ince. Çerez gibi yeniliyor. Kekik, çörekotu da var içinde. Çok lezzetli, tavsiye olunur.

Şehrin “Eski Maraş” olarak adlandırılan bölgesinde yer alan Kapalıçarşı’nın içinden geçmekteyim. Baharatların, gıda maddelerinin, bolca hediyelik eşya ve giyim kuşamın satıldığı iki ana caddesi var. Çarşı 1500'lü yıllarda Dulkadirli Beyi Alaüddevle tarafından inşa ettirilmiş. Belli bölgelerden yapılan geçişlerle çevresinde bulunan Saraçhane, Bakırcılar, Semerciler, Mazmanlar, Kuyumcular, Kazazlar ve Demirciler çarşıları ile bütünleşiyor. Bu çarşıların etrafında toplanmış çok sayıda atölye ve iş yeri bulunmakta. 

Çıkışta, hemen yakınındaki Taş Medrese’yi geziyorum. Avluya açılan bir kapıdan giriliyor. Avlunun etrafında medrese, mescit ve türbe bulunuyor. Bu şekliyle bir külliye niteliğinde olan yapı düzgün kesme taştan inşa edilmiş. Kapalıçarşı gibi burası da aynı yıllarda Dulkadirli Beyi Alaüddevle tarafından yaptırıldığı tahmin edilmekte. 1947 yılından itibaren Kahramanmaraş müzesi bugünkü yerine taşınana kadar uzun yıllar burada faaliyet göstermiş. Mekan çok şirin, Türkiye’nin en küçük camileri arasında yer alıyormuş. Ve 50 metre kadar uzağında olan Ulu Cami’ye devam ediyorum. 1442-1454 yılları arasında Dulkadiroğlu Beyliği Hükümdarı Süleyman Bey tarafından yaptırılan camiyi daha sonra oğlu Alaüddevle Bey, 1496 yılında yenilercesine tamir ettirmiş. (Kimi kaynak 1501 demekte.) Ana mekan dikdörtgen şeklinde. Dikkat çekici bir ahşap tavanı var. Minaresi çok güzel. Tek şerefeli, üstü çifte şemsiye çatıyla örtülü, küçük de bir külah kondurulmuş.

Buradan çıkıp merak ve heyecanla Suriyeliler mahallesini buluyorum. Daha çok dükkanları var, bir de “fastfood” tarzı yerler. Ama bir kahvecide “espresso”yu 1,5 liraya içmek çok hoşuma gidiyor. Aynen Suriye’deki gibi. Zaten dükkanlar, yazılar ve insanlardan kendini Suriye’de sanıyorsun.

Yaşar Pastanesi’nde 8 liraya yenilen Maraş dondurması eşliğinde gelen geçeni inceleme faslındayım. Maraş kalabalık. Çok düzgün giyimli insanlar, kadınlar olduğu gibi kara çarşaflısı da dolaşmakta. Hepsinden var anlaşılan burada da. Dondurmaya diyecek tek laf var, çok lezzetli. Gerçek Dondurma’nın serüveni, kara eklenen pekmez, bal ve meyve özleriyle yapılan Karşambaç’la başlayan, dondurmanın da 300 yıllık serüvenidir. Bu serüvende, dondurmanın adı bir şehirle birleşir. Kahramanmaraş sadece adını vermekle kalmaz dondurmaya, kıvamı ve özel rayihası ile, benzersiz Maraş Dondurması’nın tadındaki sırrı da verir. Ahir Dağı’nın bulutlara yakın yaylalarında yeşeren keven, kekik ve yabani orkide çiçekleriyle beslenen keçilerin sütü ve bu orkidelerin yumrularından incelikle toplanan salep!

Maraş Dondurması, 70’lerin sonuna kadar, teknik bilgi ve modern ekipmanlardan yoksun, küçük ölçekli işletmelerde geleneksel yöntemlerle, malzemelerin elle işlenmesiyle yapılıyordu. 1965 yılında Maraş’ta açılan buz fabrikası o yıllarda şehir için devrim niteliğindedir. Bu sayede yaz kış dondurma yapılabilecek, dondurma tutkunları bu eşsiz lezzeti tatmak için yaz aylarını beklemek zorunda kalmayacaktır.

Şehirde Aras Garajı yanında küçük bir dükkanda dondurma üreten ve satan 2. kuşak baba Yaşar Kanbur, dükkanı büyütür. Aynı yıl dükkana ilk ‘deep freeze’ getirilir. Böylece dondurma gece gündüz soğukta muhafaza edilir ve bu da satışları artırır. Önce kolla çalıştırılan makine ortaya çıkar, ardından motorlu makine kullanılır. 1970’te dondurmacı dükkânına otomatik makineler gelir. 1980’de Trabzon Caddesi’nde Yaşar Pastanesi açılır. Sonra da Mado olurlar. Hikayeleri böyle. 

Dondurmadan karnım tok olmasına rağmen Küçük Ev’de gördüğüm yemekleri tatmaktan alıkoyamıyorum kendimi. Biraz daha şehir içinde dolandıktan sonra Küçük Ev’de yenilen patlıcan-biber dolması, yanına gelen puf gibi pide-lavaşa hayır diyemiyor, acı biberle götürüyorum. 15 lira tutuyor.

ÖE’ye dönmeden biraz daha ana caddede yürüyeyim bari. Nefis bir rüzgar esmekte Maraş’ta. Püfür püfür serinletiyor. Cep telefonu titremekte, arayan var. Muğla’dan adaşım Mustafa. Önümüzdeki günlerdeki yolumu konuşuyoruz. Sandım Adana’da diye ama Muğla’daymış. Adana onun memleketi ve ben de Adana’nın ilçelerinde olacağım önümüzdeki günlerde.
Şerefe/Zum Wohl/Cheers/
A la votre/Kassutta/Salute/
Na zdorovje/Sköl/Salud/
Noroc/Kesak...

Ve gelelim şampanyanın 1’inci ve 2’nci Dünya Savaşları’ndaki durumuna: Yıl 1914, Birinci Dünya Savaşı çıkar ve yine Champagne bölgesi yıkımdan nasibini alır. Alman ordularının Fransız ve İngiliz birliklerine saldırması sonucu iki taraftan yarım milyon asker ölür ve o topraklar yine kanla sulanmış olur. Reims yine yerle bir olmuştur. Şampanyanın önemli müşterisi Ruslar olduğu için 1917 Ekim Devrimi ile şampanya üreticileri bundan kötü etkilenir. Amerika’nın 1920’de başlayıp 1933’e kadar süren alkol yasağı (Prohibition dönemi) ve Avrupa’nın ekonomik durumunun kötüleşmesi nedeniyle şampanya üreticilerinin içinde bulunduğu bu ekonomik buhran iyice derinleşmiştir. Bu sırada Hitler Almanya’da başa gelmiştir ve Fransa için yine savaş dolu yıllar başlamak üzeredir. 1939’da 2. Dünya Savaşı patlak verir; 100 milyon askerin katıldığı dünyanın en büyük savaşı başlamıştır. Fransa Almanlar tarafından istila edilir ve Champagne bölgesi bir kez daha büyük bir darbe yemiştir. Naziler şarap üretimi ve ticaretini kontrol etmek için Berlin’den görevliler gönderirler. Alman ordusu şampanyaların çoğuna el koyar. Şampanya üreticileri çok kötü durumda kalırlar. En ufak direnişte ya da itiraz ettiklerinde cezalandırılırlar. Şampanya üreticisi ünlü Bollinger ailesi de itirazları yüzünden cezalandırılır, ailenin mahzenine ve tüm mal varlığına el konur. 1944’te müttefik kuvvetleri Normandiya Çıkarmasıyla Alman cephesini yarar ve Alman orduları geri çekilir. Müttefik hava kuvvetlerinin Champagne bölgesini bombalaması sonucu o topraklar yine zarar görür. Bu bombardımanda Bollinger’ye ait şaraphane kullanılmayacak hale gelir. Neyse ki Almanlar ünlü şampanya evlerinin mahzenlerine yerleştirdikleri patlayıcıları ateşleyemeden bölgeyi terk etmek zorunda kalırlar. Ama bölgeye yerleşen müttefik kuvvetleri de kendilerine şampanya rezervi oluştururlar. 20 Nisan 1945’te Hitler‘in son doğum gününde şampanya servisi yapılmasından dolayı Mareşal Hermann Göring‘in “Savaşı kaybettiğimizi o gün anladım.” dediği rivayet edilir. İkinci Dünya Savaşından sonra Champagne altın çağını yaşamaya başlar. Winston Churchill savaşta başarılı olmuş ve Napoléon’un sözünü tekrarlayarak şöyle demiştir: “Zafer kazandığında şampanyayı hak edersin, mağlup olduğunda zaten şampanyaya ihtiyacın olur.“ Böylesi hüzünlü, trajik ve dram yüklü bir tarihten sonra günümüze geldiğimizde, her yıl yaklaşık 300 milyon şişe şampanya üretildiğini görüyoruz. Şerefe / Zum Wohl / Cheers / A la votre / Kassutta /Salute / Na zdorovje / Sköl / Salud / Noroc / Kesak...















Çağlayancedit - Kahramanmaraş 
Tur tarihi: 6 Ağustos 2018
Kat edilen mesafe: 63,14 km.
Ortalama hız: 17,6 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 3 sa 34 dk., dışarıda geçen süre 5 sa 53 dk. 
En yüksek sıcaklık  40 ˚C, en düşük  21 ˚C, ortalama 29,5 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1261 m, kaybı (iniş) 1806 m.
En düşük irtifa 541 m, en yüksek 1657 m.

Garmin yol bilgileri Çağlayancerit-Kahramanmaraş

Relive yol bilgileri Çağlayancerit-Kahramanmaraş

        

Kahramanmaraş ÖE 0344 2255580-81
Kahramanmaraş DSİ 0344 2360080/205-211

Sanki hiç tırmanmamışım gibi heyecan yaptım. Sabah
 erken uyandım ve hazırlandım. 7.05 ÖE’den ayrılışım.


Benzinciye kadar düz ondan sonra başlıyor yol tırmanmaya.

Devam tırmanmaya. Yükseldikçe hava güzelleşiyor, tertemiz
 oluyor. Derin derin içime çekiyorum. Fazla, hatta hiç trafik yok. 

Tırman tırman ve nihayetinde 1616 m’ye geldim. Çok güzel bir
 yere çıktım. Bulutlarla aynı seviyedeyim. Etraf ağaçlarla dolu. 

Sedir ağaçları, bu ne endam, abide sanki. Muhteşem
 güzellikteler. Bölge Sedir ormanı. Kokusu mis gibi
 etrafa yayılmış vaziyette.




Sedir ormanı çok keyifli görünüyor, dağlara kadar. Muhteşem
 ağaçlar. Ve de ceviz her yerde. 




Solumda bir baraj, DSİ yazan duvarı dev gibi duruyor. 



Yol boyunca “Benim Bahçem” diye tezgahlar var, domates,
 kavun, kabak ve kuru soğan satılmakta. 





Dulkadiroğlu ilçesi, Kahramanmaraş

Suriye Lokantası




Ful var mı diye sorduğumda var demezler mi. Kendimi 
heyecandan alamıyor bir de humus ısmarlıyorum. Birazdan 
tüm sevdiğim yemekler önümde.
Suriyeliler ile.

Suriyeliler ile.

Kahramanmaraş



Kahramanmaraş ÖE



Küçük Ev diye bir lokanta. Girip yemeklere bir göz
 attıyorum. Zeytinyağlılar bana uyar. Sıcaklar hep etli.

Böylesi İstanbul’da bile yok.

Buranın meşhur dondurmacısı Yaşar Usta, önü kalabalık.


Şehrin “Eski Maraş” olarak adlandırılan bölgesinde yer 
alan Kapalıçarşı’nın içinden geçmekteyim. Baharatların, gıda 
maddelerinin, bolca hediyelik eşya ve giyim kuşamın
 satıldığı iki ana caddesi var. 

Çarşı 1500'lü yıllarda Dulkadirli Beyi 
Alaüddevle tarafından inşa ettirilmiş. 


Belli bölgelerden yapılan geçişlerle çevresinde bulunan
 Saraçhane, Bakırcılar, Semerciler, Mazmanlar, Kuyumcular, 
Kazazlar ve Demirciler çarşıları ile bütünleşiyor. Bu çarşıların
 etrafında toplanmış çok sayıda atölye ve iş yeri bulunmakta. 


Ulu Cami


Kahramanmaraş Kalesi

Taş Medrese

Taş Medrese Avlusu


Ulu Cami İçi












Suriye Mahallesi

Bir kahvecide “espresso”yu 1,5 liraya içmek çok
 hoşuma gidiyor. Aynen Suriye’deki gibi.





Yaşar Pastanesi’nde 8 liraya yenilen Maraş
dondurması eşliğinde gelen geçeni inceleme
faslındayım. Maraş kalabalık. 

Dondurmadan karnım tok olmasına rağmen Küçük Ev’de
 gördüğüm yemekleri tatmaktan alıkoyamıyorum kendimi.



























































31. gün (devamı) Kahramanmaraş II – 29. gün (öncesi) Gölbaşı-Çağlayancerit




[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı

Erzurum-Aşkale = 52,86 km

Aşkale-Bayburt = 77,09 km 

Bayburt-Kelkit = 83,50 km

Kelkit-Erzincan = 72,25 km 

Erzincan-Kemah = 53,05 km 

Kemah-İliç = 66,35 km

İliç-Divriği = 77 km

Divriği-Arapgir = 82,06 km

Arapgir-Keban = 43,15 km 

Keban-Elazığ = 49,81 km

Elazığ-Kale = 58,10 km 

Kale-Pütürge = 64,11 km



Nemrut-Kahta = 46,72 km

Kahta-Adıyaman = 34,64 km

Adıyaman-Gölbaşı = 66,34 km 





Kadirli-Kozan = 35,91 km

Kozan-Feke = 46,82 km

Feke-Saimbeyli = 33,29 km 


Tufanbeyli-Tomarza = 74,90 km

Tomarza-Develi = 30,76 km

Develi-Talas = 44,33 km

Talas-Kayseri = 14,68 km