5 Ağustos 2018

[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (Adıyaman II)

3 Ağustos 2018, Cuma / Adıyaman II (27. gün)

Adıyaman sıcak. Mecburen, sevmesem de klimayı açtım. Ancak gecenin bir saatinde üzerime vurmasından rahatsız olup kapattım.

Bugün Adıyaman’da ikinci günüm. Tembellik yapma hakkım var. Oyalanıyorum, ama fazla ısınmadan bisikleti götürüp fren balatalarını değiştirtmek istiyorum. Arslan Kardeşler Shimano bayii. Dün uğramış görüşmüştüm. Arıyorum ancak iki cep telefonu da mesaja düşüyor. Aradan zaman geçip tekrar deniyorum, aynı durum. Saat da 10 oldu. Artık gideyim, başka çarem yok. Boş bisiklet öyle komik geliyor ki. Üzerimde kıyafet de yok. Tedirgin vaziyette fazla uzak olmayan tamirciye sürüyorum. Neyse yerlerindeler, telefonlar bozulmuş, tesadüf bana denk gelmiş. Kazım Bey Usta, yeğeni Can ve oğlu Enes yeni birer fren balatası takıp bisikleti yola hazır ediyorlar. Ohh içim rahatladı. Nemrut inişi öyle çok frenledim ki aşınmış gitmiş. Bisiklet, bayii, teknik servis gibi konular üzerinde çay eşliğinde sohbet sonrası 70 lirayı ödeyip ayrılıyorum yanlarından.

ÖE’nin karşısında Akgün Zahire diye bir dükkan dikkatimi çekiyor. Ne var ne yok diye girdiğimde güleryüzlü, ilgili bir bey karşılıyor, Muzaffer Bey ve yardımcısı Mehmet Bey. Bakliyat, makarna, çay, yağ gibi malzemeler satılmakta. Tanışma faslı başlıyor. Cuma sonrası beni yemeğe davet ediyor Muzaffer Bey. Kavun-karpuz-peynir-közlenmiş biber yiyeceğiz diyor. Vejetaryen olduğumu da öğrendiğinden tam sana göre diye de ekliyor. Hem de yer sofrasında. Güzel teklif, naz yapmaya da gerek yok. Kabul. Saat 13.10 da bekleniyorum.

Dükkandan çıkıp dolaşmaktayım Adıyaman sokaklarında. Dün yürürken gördüğüm çarşının olduğu bölge burası. Bir han, yıkık ama kalabalık bir insan topluluğu oturmuş gruplar halinde sohbetteler, çaylar içiliyor, sigaralar sarılıyor. Ben de kendime bir semer tabure bulup çay ısmarlıyorum. Çayın tadı nefis. Harika bir lezzet, çok iyi demlenmiş. Nedir bu dediğimde kaçak çay diyor çaycı. Anlaşıldı, Çaykur değil.

Yakınımdaki bey ile başlayan sohbet eğitim, iş, çoluk çocuk gibi konular üzerinden sürmekte. Etrafı izlemek, davranışları takip etmek, kılık kıyafet hal tavır çok ilgimi çekiyor. Adamlar şalvarlı, üzerine gömlek giyilmiş ve kafalarda sekiz köşeli kasket. Çok şık duruyor. “8 köşenin her köşesinde farklı bir mana vardır. Bunlar, vatanseverlik, yiğitlik, mertlik, cömertlik, delikanlılık, alçakgönüllülük, dürüstlük, misafirperverliktir.” diyor komşum. 

Yemek vakti geldiğinden ayrılıyorum handan. Bu arada adının Tuz Han olduğunu öğrendim. Burası Adıyaman ticaretinin bir dönem merkezi konumundaymış. Daha sonraları hayvan pazarı olarak kullanılmış. Yöredeki sivil mimari özelliklerini taşıyan tarihi han düzgün kesme taş malzemesi ile yapılan payendeleri birbirine bağlayan yuvarlak kemerler ve iç mekanda kâgir malzeme ile örülmüş dükkanlardan oluşmakta, 19’uncu yy.dan kalma. Bugün durumu pek parlak değil. Restore edilmeyi bekliyor. Yanda da Oturakçılar Çarşısı var. Bakırcılar ve pamukçuların da olduğu çarşıda, yöreye özgü halılar, kilimler, çanta, heybe gibi eşyalar satılmakta. Ama en çok da tütüncüler bulunuyor burada. Sokak aralarından yürüyerek, yol üzerinde Yeni Nesil Adıyaman Çiğköfte Kenan Usta’dan alınan çiğ köfteler (Muzaffer Bey çok met etmişti) ile varıyorum zahireciye.

Yer sofrasında Muzaffer Bey, Hüseyin Bey ve Mehmet Bey ile karnımızı doyuruyoruz. Dolmalık biber ama acı, kabuklarını soyup pide ile mideye indiriyorum. Kavun tatlı, karpuz sulu. Çok lezzetli bir öğle yemeği oluyor. Kahvaltı da etmemiştim, iyi denk düştü bu teklif :))

Muzaffer Beyin dükkan boş kalmıyor. Bir müşteri çıkıyor diğeri giriyor. Ben de İstanbul’a biraz bakliyat seçip kargolatıyorum. Parasını almak istemiyor. Şiddetle reddediyorum. Olacak iş mi? Zar zor 50 lirayı kabul ediyor ki gene de tamamı değil. MNG Kargo ile gidecek. Firu beni herhalde evden kovacak, nerede muhafaza edeceğiz hepsini diyordu.

Hava sıcak ama ben dolaşmaktayım. Ulu Cami sonrası Kale’ye çıkmadan önce camide kafamı, bileklerimi, yüzümü iyicene ıslatıyorum soğuk suyla. Off ne de iyi geliyor. Adıyaman Ulu Cami, elde olan belgelere göre; Dulkadiroğullarından Alaü'd-devle tarafından inşa ettirilmiş. Cami, orijinal mimarisinde değil, 1873 yılında yıkılarak yeniden inşa edilmiş. Yapılışı sırasında kesme taş kullanılan cami kareye yakın dikdörtgen planlı. 

Kale denilen yerde kale yok, zamanında mı varmış bilemiyorum ancak oturacak yerler var. Banklar, masalar, kafeteryalar, çocuk oyun parkı vs. Bir kısa tur atıp birine yerleştim. Soda 3 lira. Turistik demek burası. Kamelyada dinlenirken uykum geliyor. Çoraplar da fazla sıcak tutmakta. Çıkartıyorum hepsini ve banka uzanıyorum. Bulutları izleyerek biraz yorgunluğumu atmaya çalışırken bir yandan da acaba Kırşehir’den Ankara’ya devam mı etsem düşüncelerindeyim. Hangi yolu seçsem? Belki Cihat-Güzide bayramda oradalardır falan gibi planlar da yapmaktayım. Şimdiden de onları evlerine bağlamak istemiyorum. Biraz yaklaşayım önce. Bu hayaller içinde dolanırken “Yatmayın, aile yeri.” uyarısıyla karşılaşıp toparlanmak zorunda kalıyorum. Daha fazla durulmaz, su dahil 4 lira ödeyerek kiliseyi bulmak üzere tekrar dolaşmaya geçiyorum. 

Adıyaman’ın ortasındaki yığma tepe üzerindeki bu kaleyi VII. yüzyıl ortalarında Bizans saldırılarına karşı koymak amacıyla Emevi komutanı Mansur İbn-i Cavana yaptırmıştır. Kaleye komutan Hısn-ı Mansur ismi verilmiştir. Bu kale sonradan Adıyaman kentinin oluşmasına neden olmuştur. VIII. yüzyılın sonlarına doğru da Harun-ür Reşit tarafından onarılmıştır. Günümüze oldukça harap ve yıkık bir durumda gelebilmiştir. 

Tesadüf mü desem, birden Suriyeliler mahallesindeyim. Bir bakkal, Şam Market. Konserve ful var. Karşısında lokanta, ama falafel yok. 30 metre ileride diyor ancak orası da kapalı. Mara mahallesindeyim, peki kilise nerede? Suriyelilerden biri yerini biliyor, gösteriyor. Mor Petrus Kilisesi. Önünde sivil polis aracı nöbet tutmakta. Giriş için bastığım zili açan beyden gezme izni alıp, bugün halen ibadet için kullanılmakta olan mekanda Süryanilerin kısa tarihini dinliyorum. Hristiyanlığın mezheplere ayrılışı ve Süryanilerin buradaki pozisyonu. Adıyaman tarihinde Süryaniler önemli bir yere sahipler. Buranın eski adı Süryanicede Hesno d'Mansur. Adıyaman merkezinde hem nüfus açısından hem de sahip oldukları eserler açısından zengin olmalarına rağmen günümüze kadar ulaştırabildikleri yapı olarak buradaki Mor Petrus ve Mor Pavlus Süryani Kadim Kilisesi ile Süryani Kadim Mezarlığı kalmış. Bu alan, ilk kez 1701 yılında Metropolitlik kurulmak amacıyla atılan Meryemana kilisesinin temelleri. O tarihten itibaren bu kilise Adıyaman’da bulunan Süryanilere hizmet vermiş. Bugünkü kilise ise 1883 yılında Meryemana kilisesinin yıkılması sonucu başka bir isimle kurulmuş. Mor Petrus Kilisesi 1905 ve 1953’te restore edilmiş. En son restorasyonu ise 2001 yılında iç ve dış, Metropolitlik İdari Binası inşaatı, çevre düzenlemesi ve mezarlık bakım-onarım işleriyle tamamlanmış.

Kiliseden çıkıp sokak aralarında oyun oynayan çocukların arasından yürümeye devam. Musalla Cami, tesadüf önünden geçmekteyim. Bir zamanların hapishanesi. Ne ilginç değil mi? İnsanları zapt etmek için olan mekan aslında dua etmek için yapılmış. Arapçada sıfat olarak cami “Toplayan, bir araya getiren, bir arada bulunduran.” demek olduğuna göre hapishane de ters düşmemiş. Tamamı taş bir yapı. Göz kamaştırıcı bir iç mekan. Adıyaman’ın en eski camilerinden. Selçuklu hükümdarı Alparslan’ın Anadolu’yu fethinden sonra yapıldığı tahmin ediliyor. 1890’daki depremde minaresinin yıkıldığı rivayet edilmekte. Biraz avlusunda dinlendikten sonra yürümeyi sürdürüyorum. Şok’dan alınan bir ayran. Sıcakta galiba en iyi çözüm. Ve devam. Oturakçılar Çarşısı ve etrafını dolanıyor, sonra gene Muzaffer Beyin zahire dükkanına varıp aldığım üzümleri mideye indirmece. Meyve istiyor bolca canım. Dükkan hiç boş durmuyor, gelen giden öyle çok ki. Alış verişler de öyle birer ikişer kilo değil, 5-10 kilo şeklinde. Akşam ezanıyla birlikte kapanan dükkandan ayrılıp girmediğim bir sokakta, ki burada alt grup tekstil ürünleri satılmakta, meyve suyu sıkan bir dükkanda içtiğim iki büyük bardak portakal suyu çok iyi geliyor. (Bardağı 5 lira.) Bolca vitamin alıyorum. Biraz daha, az da olsa serinlemiş havada dolaşarak suyumu da aldıktan sonra odada yol için eşyaları toplamaktayım.

Adıyaman ÖE



Kazım Bey Usta, yeğeni Can ve oğlu Enes ile; Arslan Kardeşler.



Oturakçılar Çarşısı

Bakırcılar ve pamukçuların da olduğu çarşıda, yöreye özgü
 halılar, kilimler, çanta, heybe gibi eşyalar satılmakta. 

Dün yürürken gördüğüm çarşının olduğu bölge
 burası. Bir han, yıkık ama kalabalık bir insan topluluğu oturmuş 
gruplar halinde sohbetteler, çaylar içiliyor, sigaralar sarılıyor.


Muzaffer Bey ve Hüseyin Bey


Ulu Cami 


Kaleden Ulu Cami

Kale denilen yerde kale yok, zamanında mı varmış
bilemiyorum ancak oturacak yerler var. 

Bulutları izleyerek biraz yorgunluğumu atmaya çalışırken
 bir yandan da acaba Kırşehir’den Ankara’ya
devam mı etsem düşüncelerindeyim. 

Mor Petrus Kilisesi İçi

Adıyaman ve Çevre İller Süryani Kadim Metropolitliği



Musalla Cami


Musalla Cami İçi



Oturakçılar Çarşısı ve etrafını 
dolanıyor, hurdacılarda boca foto çekiyorum.










Muzaffer Bey ve Mehmet Bey ile; Akgün Zahire.

Akgün Zahire


Adıyaman by Night


















28. gün (devamı) Adıyaman-Gölbaşı – 26. gün (öncesi) Kahta-Adıyaman




[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı

Erzurum-Aşkale = 52,86 km

Aşkale-Bayburt = 77,09 km 

Bayburt-Kelkit = 83,50 km

Kelkit-Erzincan = 72,25 km 

Erzincan-Kemah = 53,05 km 

Kemah-İliç = 66,35 km

İliç-Divriği = 77 km

Divriği-Arapgir = 82,06 km

Arapgir-Keban = 43,15 km 

Keban-Elazığ = 49,81 km

Elazığ-Kale = 58,10 km 

Kale-Pütürge = 64,11 km



Nemrut-Kahta = 46,72 km

Kahta-Adıyaman = 34,64 km

Adıyaman-Gölbaşı = 66,34 km 





Kadirli-Kozan = 35,91 km

Kozan-Feke = 46,82 km

Feke-Saimbeyli = 33,29 km 


Tufanbeyli-Tomarza = 74,90 km

Tomarza-Develi = 30,76 km

Develi-Talas = 44,33 km

Talas-Kayseri = 14,68 km