Ne zamandır düşünüyordum Yalova taraflarına tekrar gitmeyi. Hem çevrenin güzelliği hem de yolların keyfi (bolca tırmanılır : )) İki üç gün öncesinden eski gezi notlarıma bir göz atıp rotamı belirledim, gemi saatlerini çıkardım, bir ön hazırlık yaptım yani. Eskihisar’dan geçmeyi düşünüyorum, herhalde dönüşü de oradan yaparım.
Az çok geceden eşyaları ortaya çıkarmış, sandviçimi de yapmış, tek suları doldurmak kalmıştı. 2’nci bir matara artık taşıyorum, yedek niyetine. Hazırlanıp evden çıkışım 8.13. Hava az bulutlu ve rüzgarlı. Bostancı Marmaray istasyonuna gidiyorum, Gebze’den Eskihisar feribot iskelesine ulaşmak için. 8.55’de gelen trenle hareket ediyor, 1 saatlik yolculuk sonrası Gebze’ye ulaşıp, önceki gelişlerimde öğrendiğim kestirme bir bağlantıdan feribot iniş yoluna geçiyorum. Dimdik, iskeleye doğru uçuruyor beni. Asfaltın durumu da iyi, ancak nedense iniş tarafında güvenlik şeridi var ama çıkışta yok. Hayret doğrusu! Bize orada da gerekli bu alan, esasen.
Acaba bu 65+ kartı geçiyor mudur feribotta? İlkin Negmar’ın gişesine yanaşıyorum. Geçmez, yolcu 50 lira olduğunu öğrenip İDO’ya yöneliyorum. O da geçmez diyor ama İstKart ile 35 lira geçiş demesiyle kartta yüklü bulunan parayla ödeyip hızla, harekete hazırlanmakta olan arabalıya yetişiyor, bisikleti burunda bir yere sabitleyip merdivenlerin birine oturuyorum.
Yola çıktık, püfür püfür esmekte, gölgedeyim, üşüdüm, güneş altına kayıyorum. Bugün öylesine kavurucu bir hava yok. Böyle solumda dikkatimi çeken 2 karavan var, arka arkaya sıralanmışlar, çekicileri de bu VW marka pick-up’lardan, Amarok. Güçlü-kaslı bir görünümü var. Kocaman geniş dişli lastikler, çift kabin. Fiyatı da pek uygun, 2,5 milyondan başlıyormuş : ))
Çok uzun sürmeyecek bu yolculuk, 35 dakika demişlerdi. Etrafı izliyorum. Gemide dolanıp duranlar, bebesini kucaklamış gezdiren dedeler ve geminin demirlerine yaslanmış, denizi izleyen 2 hatun, sanki kardeş gibiler. Her 2’si de herhalde aynı doktora gidip dudakları şişirmişler. Yani aynı dudaktan 2’sinde de var. Anlaşılan 2 al 1 öde kampanyası vardı : ))
10.43, Topçular’a vardık ve 12.50 km.de başladım buradan pedallamaya, Tavşanlı’ya doğru. Hava 30 derece. Yalova-Karamürsel yolu bu, çift gidiş geliş, vızır vızır araç akmakta. Pek bir sevimsiz, güvenlik şeridi olsa da. 2 km gittikten sonra Tavşanlı geliyor. Buranın belediyelik olduğunu bilmiyordum. Önceki gelişimden hatırlıyordum, pazar günü burada pazar kurulduğunu. Nitekim doğru ama girmiyorum, dolaşmayı sevsem de. Ve 10 m rakımdan başlıyoruz tırmanmaya. Idare eder cinsten dik bir asfalt. Ara sıra yolda yürüyenlerle selamlaşmalar. Karşıdan gelen bir 3Teker. Bunlar elektrikli, böyle küçük yerlerde çok kullanışlı. Hep görüyorum, uzun turlarda da. Hatta çarşaflı kadınların, genç kızların da kullandığını.
Rampa iyi dik, bir yandan pedallıyor bir yandan da hafızamı tazelemeye çalışmaktayım. En son ne zaman geçmiştim bu yoldan, hatırlamıyorum ama çok olmuştur. Notlarıma bir göz atmam lazım. Güzel evler yapılmış tepelere. Aslında iskeleye bu denli yakın olması büyük avantaj. Hafta sonu kolayca gel İstanbul’dan, kırsalın keyfini yaşa. (...) Çıkılıyor da çıkılıyor... Sağımdaki tarlada dindik duran günebakanlar, güneşi takip eden ayçiçekleri kurumuş biçilmeyi bekliyorlar.
Böyle yokuş çıkarken aklıma haftanın lafı geliyor; Kırılan topuk. Ne iş değil mi, 23 yıl sonra kırıldı! Dilimizde topukla ilgili ne de çok söz vardır: Topuklamak, Topuktan düşmek, Topuk kapmak, Topuk vurmak… bazıları. Hatta atasözlerinde bile geçer: “Erkeğin silahı kılıç, kadının silahı topuk.” / “Topuğunu yere vurmazsa ses çıkmaz.” Günlük kulanımda da duyarız: Topuğu tutmamak, Topuğu taşa değmek, Topuktan vurmak… Bir de topuk dikeni yok mudur? Topuk ağrısına yol açan kemiksi bir çıkıntı olup, tedavi edilmezse günlük yaşamı etkileyebilir, yürümenizi zorlaştırabilir. Yani alt tarafı bir topuk deyip geçme : ))
Şöyle güzel 1 km.lik bir tırmanış sonrası 16. km.de ilk tepe geliyor. 131 m rakımdayım. Durup biraz nefesleniyor, etrafı izliyorum. (…) Ve ardından gelen iniş, otoyolun üzerinden geçip tekrar başlayan tırmanış. %9’la çıkıyorum, 139, 142…, rakım yükseliyor. Saat 11.06 oldu, hava da 31,5 derece, yönüm güneybatı, Ahmediye’ye doğru gidiyorum. 168 m rakımda Yukarı Tavşanlı geliyor. Burasını hatırladım, kahvesinde oturmuştuk Firuzan’la. O zamanlar harita uygulamaları yoktu telefonlarda. Kağıda çıktı alıp yolumuzu öyle bulurduk. Notlarıma göz atıp tarihini buldum, 2009 Ekim sonu. Eskilerin ifadesiyle “Teşrîn-i Evvel’in âhirinde” : )) Aslında kahveye tekrar oturup eski fotoları göstermek isterdim, ama şimdi oyalanmak yerine yön tarifi alıp devam ediyorum. Bir iniş geliyor, -3’le. Ama sevinme, itibar etme bu inişlere, çünkü devamlı çıkacaksın. Burhaniye’ye varmak istiyorsan 600-650’leri bulman lazım.
Nadiren geçen araç dışında sessizlik hakim. Muhteşem bir coğrafya, yeşilin bolluğu, vadiler, tepeler, ağaçlar, çeşmeler (hemen yanı başı çöpler), uzaklarda görünen çiftlikler… Kardeşler Mahallesi den’miş, geçtiğim yerin adı, bir foto almaya hazırlanırken sağda yatan köpek bir fırlasın. Hav hav peşimde, ama bereket fazla ısrarcı değil, ancak gene de koşturuyor beni.
231 metredeyim. Peş peşe geçen 2 jandarma aracı. 1 km kadar kaldı Ahmediye’ye. Çıkıyorum devamlı. 272… 274…, ha gayret. Soldan Geyikdere’ye gidiliyor. Ben düz devam ediyorum. Hafif bir inişle köy mezarlığı geçilip Ahmediye 260 metrelerde. Köy konağı da geçiliyor, sağdan Denizçalı’ya (2 km), düz Örencik (4 km), gitmek istediğim köy.
Durduğumda yürüyerek gelen genç adamla selamlaşıp, iki yanında tuttuğu bir kız bir oğlan çocuğu neden eldiven takıyorsun diye soruyor (ne dikkat değil mi, eldivenleri merak etmiş). Açıklıyorum nedenini küçük Oğuz’a. Var mı bisikletin? Evet diyor. O zaman çabuk büyü de beraber binelim diye şakalaşıyorum.
Burası, Bulgaristan'dan göç eden Türkler tarafından 1880 sonrasında, ilk olarak "Mecidiye" adıyla kurulmuş, sonra adı Ahmediye olarak değişmiş. Hayvancılık, meyve-sebze üretimi ve arıcılık geçim kaynakları. Özellikler kirazının meşhur olduğu söyleniyor.
Ahmediye sonrası gelen kocaman bir elektrik trafo inşaatı (TEİAŞ). Ama öyle böyle değil. Gaz İzoleli Sistem Trafo Merkezi diye yazmışlar girişine. Nedir ki bu gaz işi, hiç duymamıştım. YZ derhal açıklamalar yapıyor. Diyor ki: Gaz İzoleli Sistem Trafo Merkezi, yüksek gerilim elektrik sistemlerinde kullanılan, kükürt hekzaflorür gazı (SF6) ile yalıtılmış, kapalı ve kompakt yapıda yüksek güvenlikli ve düşük bakım gerektiren trafo merkezidir. Bu sayede özellikle yerleşim alanlarına yakın ve alan kısıtı olan bölgeler için ideal çözümdür.
Ve trafoyla birlikte yolun durumu da değişti, bozuldu, gri, çakıllı, dalga dalga olmuş stabilize bir yola dönüştü. Alçalıyoruz. Yer yer parça parça kalmış asfalt bölümleri kollayarak, dikkatli bir şekilde 191 m.ye inmiş oldum. Karşımda İlyas Köyü Göleti yazısı. Haliyle girişi -olmazsa olmaz- çöplüğe dönmüş. Bölgedeki en büyük göletlerden biri. Karasa (Örencik) Deresi üzerinde kurulu. Bir tarihte yavru sazanlar bırakılmış, şimdi avlamaya geliyordur ahali. Bu çöpü görmüyorlar mı?!
Gölet sonrası gene tırmanıyoruz ve uzak olmayan, Samanlı Dağları’nın (*) güney eteklerinde bulunan Örencik de geliyor, 280 m rakımda. Burada bir mola vereyim diye sağda gödüğüm muhtarlık önündeki kahveye oturuyor, çay (10-) eşliğinde köylülerle sohbet ediyorum. Çaycı da konuşkan biri. Nerelisinle başlıyoruz. Genelde İstanbullu olmak olamıyor, illa bir yerden gelmen lazım. Ben de evveliyatının Selanik olduğunu söylüyorum. Muhacir diyor o zaman. Yok o zaman orası Osmanlı toprağı idi. Muhacir, genelde zorunlu sebeplerle yer değiştiren, Osmanlı'ya göç eden Müslüman göçmenleri anlatan bir terim, bir durumdur diyorum. Peki siz? Kafkasyalıyız diyor. Diğer masadan da karışan oluyor. Ve anlaşılıyor ki bu mesele hep 93 Harbi’ne dayanıyor (**). Bu harbin, Osmanlı tarihindeki önemli demografik kırılmalardan biri olduğu, göçlerin Osmanlı'nın coğrafi ve sosyal yapısını derinden etkilediği anlatılır tarih kitaplarında.
(*) Yalova ve çevresinde en belirgin dağ silsilesi, güneyinde yer alan Samanlı Dağları’dır. Bu dağlar, Marmara Bölgesi'nde İzmit Körfezi, İznik Gölü ve Gemlik Körfezi arasında uzanır.
(**) Bu göçmenler 93 Harbi (1877-78 Türk-Rus Savaşı) sonrasında Rus Çarlığı ile yapılan anlaşmalar sonucu yurtlarını terk ederek buraya yerleşmişlerdir.
Yolum Sermayecik’e devam edecek. Örencik çıkışı dik bir rampadan iniyor iniyor 190 metrelere ve 210 metreden gene sıkıca tırmanıyoruz. Bu bölümde yolun durumu pek iyi değil. Yer yer kopmuş, kalmış asfalt bölümler, toprak karışımı kısımlar, daha dar bir yol. Ancak şikayetçi değilim, çünkü etraf daha da vahşileşiyor, güzelleşiyor, tam havasına giriyor. Bu güzelliği bilen, böyle hızla kondurulmuş 2 dam diyebilirim, solumda yeşilliklerin içinde beliriverdi. Adamlar buraya ev yapmışlar, süper durum. Daha doğrusu biri bitmiş diğeri sadece dam durumunda. Bir iki foto alıp yanlarından geçip devam yükselmeye. Maalesef gene kendini bilmez doğa düşmanları yolun kenarına molozu boşaltmışlar. Öyle böyle değil, uzunca bir bölümü pislemişler.
Pedallayarak geldiğim yol ayırımında sol Fevziye - sağ Sermayecik olarak gösterilmiş (işte burada yanıldığımı sonra anlıyorum). Nedense sola sapıyorum (dikkat etmedim herhalde oklara). Kırmızı bir levhada Çavuşköy (***) yazıyor. Biraz gittikten sonra arabalar, kalabalık bir insan grubu mezarlığın yakınında beliriyor. Nedir-değildir, bilemiyorum. Cenaze mi yoksa kır toplantısı mı anlayamadım. Mezguaşe’nin Yeri diye solda bir mekan var, bir kısım kalabalığın oturduğu. Burası da bölgedeki Çerkes köylerinden biriymiş, sonra okuduklarımdan öğrendim. Ve Mezguaşe'nin Yeri bir restoran işletmesi olup yöresel lezzetler sunarmış, hınkal, çi börek gibisinden.
(***) Ama haritada Tevfikiye denilmiş. Tevfikiye Köyü, Yalova'nın Altınova ilçesine bağlı olan yerleşimin eski adıdır. 1911 yılından bu yana kayıtlarda yer alan köy, daha sonra Çavuşköy olarak adlandırılmıştır.
Köy sonrası gelen müthiş bir iniş. %10 yazıyordu yol kenarındaki levhada. Frenleye frenleye inmekteyim. Bırak’sam havalanaca’m. Ancak durum biraz tuhafıma gidiyor. Bayağı çıkacaksın demişlerdi Örencik’te ama ben devamlı iniyorum. Bu ne iş? Ve Fevziye yazısını görmemle anlıyorum ki yanlış yoldayım. Çünkü Fevziye yoktu rotamda. Haydaaa… Şimdi bu deli yokuşu geri mi çıkaca’n Sermayecik için? Yok canım diyor ve yolumu Fevziye üzerinden yeniden çiziyorum.
Fevziye daha büyük göründü. Sağda bir mekan, Kafkas Cafe Restaurant, önünde dizili bisikletler de var. Anlaşılan bir grup gelmiş. Örencik’te de söylemişlerdi, bisikletliler şu yöne gitti diye. Belki de onlardır. Ancak ben biraz yolu şaşırmanın verdiği moral bozukluğu ve kızgınlığı ile durmuyor devam ediyorum. Ama okuduklarım, burasının bölgedeki Çerkes kültürünün önemli merkezlerinden biri olduğunu söylemekte.
Fevziye Köyü 1879 yılında Hacı İshak Efendi'nin liderliğinde kurulmuştur. Fevziye adı, Hacı İshak Efendi'nin annesi Fevziye Hanım'ın anısına verilmiştir. Hacı İshak Efendi, Saray Baş İmamlığı görevinden istifa ederek göçmenlerin liderliğini üstlenmiştir.
1901 yılından itibaren düzenlenen geleneksel Fevziye Yağlı Güreşleri köyün sosyal ve kültürel hayatında önemli bir yere sahiptir ve çevre köylerle birlikte yaygınlaşmıştır. Bu güreşler köyün geleneksel spor kültürünü yaşatan önemli bir etkinliktir.
1908 yılında yapılan Hacı Muratlar Mescidi, köyün tarihi eserlerinden biridir ve restore edilerek ibadete açılmıştır.
Rotayı İlyasköy-Çukurköy-Kılıç şekline getirip Taşköprü’ye dönmek en iyisi. Gene Gebze’den trene binmek üzere. Kenarda oturan gence yolu soruyor, Karadere’ye doğru gidip yol ayırımdan sola sapmam gerektiğini söylüyor, İlyasköy için. Ve devam eden iniş. Yolun bazı bölümleri bozuk, bazı yerler asfalt bazı yerlerde toprak çıkmış ortaya. Yol boyunca arada çiftlikler geçiliyor. Havası tertemiz buraların. (…) Gene tırmanmaya başladık, %7 ile, 11’i de görüyorum. Ve 2,5 km sonra geldiğim ayırımda sola İlyasköy olarak sapıyor, yol artık tamamen stabilize şeklinde devam etmekte. Dalgalı bölümlerden kaçarak kenarlarda kalmış düzümsü yerlerden geçerek tırmanmaya devam. 1,5 km sonra nereye geldiğimi göreyim? Ahmediye’den Örencik’e çıkarken gördüğüm İlyasköy ayırımına. Yani bir daire çizerek dönüp dolaşıp aynı noktaya ulaşmayı başarmış oldum. Yani yani…!!! Hiç sevmedim bu işi ama yapılacak bir şey yok : ((
Sağdan İlyasköy olarak sapıp tırmanmaya devam, 248 m rakım sonrası köye (*4) iniyorum, 235 metreye. Saat 13.13, hava 35,4 °C. Namaz saati, köyün camisinden ezan okunuyor. Kahvede oturanlar ayaklandı. Hepsi kaybolmadan yolumu soruyorum birine: “Çukurköy’e nereden?”. Zaten levhası varmış, fark edemedim, gösteriyor. Evlerin arasından geçip az düz süren yoluma %10 yazan bir iniş geliyor. Hızla irtifa kaybetmekteyim, düştük 174’e, başla gene tırmanmaya, çık çık 243’e, tekrar in 164’e, gene tırman… Deve sırtı mı burası, in-çık durumları baydı.
(*4) İlyasköy; kayıtlara göre köyün adı, 16. yüzyılın başlarında İstanbul Beyazıt Camii'nin yapımı sırasında kereste deposu olarak kullanıldığı dönemden gelmektedir. Bu dönemde depodaki işleri takip eden İlyas adlı bir ustanın isminden dolayı köyün "İlyas" olarak anıldığı söylenir.
MÖ 500 yıllarına ait olduğu düşünülen bir stelin varlığı, yerleşimin çok daha eski tarihlere dayandığını gösterir. Köy meydanında, özellikle Bizans dönemine ait mermer buluntular ve Osmanlı döneminden kalma mezar taşları bulunmaktadır. Yaklaşık 600 yıllık olduğu belirtilen bir cami de köyün önemli tarihi yapılarındandır.
Çukurköy artık fazla uzakta olmasa. Vardığım tepede (237 m) sağdan Kılıç’a gidildiği gösterilmiş. Gelen araca soruyorum yolun durumunu. Mıcırlıymış. Hiç çekilmez. Bu nedenle Dereköy üzerinden devam edeceğim Kılıç’a. Saat 13.27, 42. km.deyim (Garmin 40 diyor. Uydu ile tekerlek arasında fark oluyor). Bataryayı yeniliyorum bu noktada. Hazır durmuşken de yanımdaki hıyarın tekini afiyetle... Ne mi yaptım? Yedim : )) Hava 30,7 °C, ortalamam bu turda düşük, 15,2 km/s ile sürmekte.
Devam inmeye ve tırmanmaya. Geldim Çukurköy’e, 220 m rakım denmiş girişinde. Adında çukur var ama fena rampalı bir yer burası. Son tırmanışta %18-19’u gördüm. High destek ile ancak çıkabildim. Böylesine dik bir yokuş hatırlamıyorum. Bereket hava çok sıcak değil, 29-30 derecelerde. Yoksa çekilmezdi bu rampaları tırmanmak.
Kısaca köyü tanıyalım girmeden. Bugünkü nüfusu esas olarak Bulgaristan'dan gelen göçmenlerden oluşmakta. Ancak geçmişi çok eskilere, Bizans dönemine kadar gittiği, 1911 yılı kayıtlarından köyün, "Çukur Müslim" ve "Çukur Gayrimüslim" olarak ikiye ayrıldığı, bu da köyde farklı dini ve etnik grupların yaşadığını öğreniyoruz. Ekonomik faaliyetlerinin başında tarım, sebzecilik, meyvecilik ve kesme çiçek üretimi gelmekte.
Girişte solda gürül gürül akan bir çeşme. Hemen yanaşıp suyumu tazeliyorum. Buz gibi, nefis. Köy içinden geçerek devam eden yolum artık irtifa kaybederek sürmekte. 114 m.ye inip 155’e çıkıp Dereköye’e ulaştım. Saat 13.49. 44 km geride kalmış. Şurada bir kahve var, bir çay molası vereyim. Artık en ucuz çay 10 lira. Geçenlerde bir ekran resmi yollamıştı arkadaşım, 10 TL’nin alım gücünü gösteriyordu: 2010’da 1 günlük market alışverişi, 2015’de 2 l zeytinyağı, 2020’de yarım kilo tavuk göğsü, 2022’de 1 kg domates, 2025’de 2 sakız. Altına da “Ülkede Hırsız Var…!” yazmışlar. Gerçekten ne hale geldik? AKP 2002'de iktidara geldiğinde dolar kuru yaklaşık 1,5 TL civarındaydı. Büyük bir başarıyla 23 yıl içinde bunu 40 TL’ye çıkarabildiler.
Evet, Dereköy’ün adı çevresinden akan dere yataklarından gelmekte. Yaklaşık 500 yıllık bir geçmişi olduğu ve önceki köy gibi burası da Bulgaristan'dan göç edenlerin kurduğu bir yerleşim. Şeftali ve elmasıyla ünlü olup köyün üst kısmında mesire alanları ve su kaynakları bulunmakta.
Fazla kalmıyor, 10 dk sonra tekrar hareket ediyorum. Hava 31,2 °C. Köy içinden giden yol, böyle kilitli taş cinsinden döşeli, mezarlığa kadar sürdü, sonra asfalta dönüştü. 3 km uzaktaki Kılıç’a doğru gidiyorum. Bundan böyle genel anlamda iniş. Laledere sapağı geçiliyor, 82 metreye kadar inip ardından hafif çıkılıp Kılıç geliyor. Artık gelen köyler biraz daha gelişmiş görünümde. Mesela burada köfte salonu bile var. Durma devam et diyorum ve 112 m.den Taşköprü’ye doğru alçalıyoruz, denize doğru gitmekteyim. Otoyol gözüktü uzaklarda, altından geçeceğim. Buralarda araç trafiği de arttıyor. Otoyoldan çıkıp gelenler bana doğru hızlılar. 1 km sonra ulaştığım TEM gişeleri ve yolun durumu hiç de hoş değil artık. Dalga-tümsek-çukur-yamukluk-eğrilik… na arasan var. 1 km daha gidip, sağdan Kabaklı’ya sapılan ayrım, oradan gelmekte olan araç burnunu çıkarıyor. Duracak mı devam mı edecek? Bazıları vardır bisikleti kale (*5) almaz. Adamı tedirgin eder bu tıp sürücüler. Ben de tam fotograf çekme hazırlığındayım, elimde kamera, gidon çantası açık, araba dikkatimi dağıtıyor. Yolda tümsek varmış, görmüyor, zıplatıyor bisikleti ve çantanın içinden ses kayıt cihazı dışarıya fırlıyor. Aman mamam derken karşıdan bir damperli kaptırmış gelmesin. Acele U dönüşü atıyorum ama kamyon da uzun uzun kornaya basıyor, uyarıyor. Çekil diyor! Bense endişe içinde yerdeki cihazı gösterme çabasındayım… Gördü mü yoksa tesadüf mu ortaladı, kurtardık aleti ezilmekten. Öfff, nasıl rahatladım bilseniz. Sabahtan beri konuştum alete, günün notları hepsi orada. Aletin gitmesi ayrı, notların uçması ayrı bir dert. Bu çantadan uçan ses cihazı olayı bir kere daha başıma gelmişti, Karapınar-Ereğli yolunda. Gene arkadan TIR geliyordu, gene kurtulmuştu ezilmekten. Bu alet 9 canlı : ))
(*5) Ne cins kelimedir bu da. Aslında ‘a’ uzun okunur. Böyle yazmak lazım o zaman “kâle”. Ama Tükçede uzatma işaretleri kaldırılınca kale de kâle de aynı yazılıyor ancak apayrı anlamdalar. İlki askeri amaçlı bir yer, diğeri, benim kullandığım şekliyle, önem vermemek/hesaba katmamak anlamında. Bir de futbol kalesi vardır değil mi?
Taşköprü’ye yaklaşmaktayım. Artık sağda solda küçük sanayi tesisleri belirdi; çimento, palet, soğuk hava deposu vs. Burası da Bulgaristan’dan göç edenlerce kurulmuş, 1902’de. Adını da mevcut köprüden almış. 3 gözlü olup 23 m uzunluğunda. Nerede acaba? Kılıç Deresi’nin üzerindeymiş ama haritada yerini bulamadım.
Taşköprü’de yerel bir markete giriyor, soğuk soda olmayınca alınan kefir (27,50) ile devam ediyorum. Yalova-Karamürsel otoyoluna indim. Güvenlik şeridinden gidiyorum ancak vızı vızır trafik akıyor, sabahtan daha beter. İDO’ya kadar da bir 4 km yolum var. -1 ile gidiliyor, pedal çevirmiyorum neredeyse.
Sabah gemiden ayrılırken yüklemiştim İstKart’a para. Kolayca turnikeyi geçip beklemekte olan feribotun burnuna uzanıyor, bisikleti sabitleyecek yer bakınmaktayım. Ancak sancak tarafında uygun yer var, mecburen güneş altında kalacak seyir boyunca. 14.55 hareket saatimiz, 35 dakikalık yolculuk başlıyor. Aaaa… ne göreyim? Feribot 180 derece dönüyor ve burun kısmı kıç olunca benim velespit de gölgeye girmiş oldu. Süper, yarım saat pişmeyecek bu durumda. Kenarda bulduğum bir sandalyeye ilişiyor, dolananları izliyorum… Genelde bebeler kucaklarda hoplatılıyor zıplatılıyor dedeleri tarafından, gezdiriliyor.
15.30, feribottan ayrılıp sabah indiğim rampayı çıkmamak için Eskihisar sahiline pedallayıp buraları gezmeye geldiğimde kullandığım yolu tercih ediyorum, istasyona çıkmak için. Ve deli gibi tırmanmak yerine küçük bir rampayı çıkıp, asansörle ulaştığım yaya üst geçitinden istasyona az zahmetle vardım. Saatler 4’e yaklaşmakta. Şurada bir pazar kurulurdu, şöyle kısa bir tur atıyor, gözüme farklı bir şey ilişmiyor, bisikleti hayranlıkla seyreden pazarcılara, “Bu 40 bin kilometre yaptı” diyerek velespiti tanıtıyorum : ))
Bundan sonrası malum. Trenle Bostancı, metroyla İMES ve bırak velespiti bulsun evin yolunu.
Bugün Berlin’de yaşayan Macar asıllı bir sanatçıyı tanıtayım; David Szauder. Çalışmalarında analog girdileri kod tabanlı parametrelerle birleştirerek benzersiz eserler yarattı. Son yıllarda, özellikle yapay zekayı sanatına dahil ederek oldukça etkileyici ve dikkat çekici işlerde imzası var. Müziği Gerrit Stassyns’e ait olan Normalcy Redefined (Normallik Yeniden Tanımlandı) adlı çalışması…
Yalova’nın tepe köylerine bisikletle… II: Dudullu-Bostancı-(tren) Gebze-Eskihisar-(feribot) Topçular-Tavşanlı-Ahmediye-Örencik-Çavuşköy-Fevziye-İlyasköy-Çukurköy-Dereköy-Kılıç-Taşköprü-(feribot) Eskihisar-(tren) Bostancı-(metro) İMES-Dudullu
Tur tarihi: 17 Ağustos 2025
Alınan yol:65,53 km
Ortalama hız: 15,9 km/s
En yüksek hız: 50,7 km/s
Bisiklete biniş süresi 3 s 59 dk, dışarıda geçen süre 9 s 22 dk
En yüksek sıcaklık 37 ˚C, en düşük 24 ˚C, ortalama 31,2 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 1080 m, kaybı (iniş) 1214 m
En düşük yükselti 2 m, en yüksek 302,2 m
Garmin yol bilgiler Yalova’nın tepe köylerine bisikletle… II
Relive yol bilgiler Yalova’nın tepe köylerine bisikletle… II
Bölgeye yapılmış geziler Yalova’nın tepe köylerine bisikletle…, Dünya Otomobilsiz Yaşam Gününde Yalova’nın Tepe Köylerine Bir Gezi…, Yal-Ova 3
İlginizi çekebilir Günübirlik İstanbul-Mudanya, Yalova Keşif Turları: Armutlu, İki Yol Bisikletçisi ile Ömerli