3 Haziran 2009

El Trio Chile

Nedense çok istemişimdir hep Şile’ye gitmeyi. Herhalde eski yolu hayal ederek buradan bisikletle çok keyifli geçilir diye düşündüm. Nitekim de öyle oldu. Mevsim de çok iyiydi, ekip de çok uyumluydu.

Firuzan ve Sarkis’le Cumartesi (23.05.09) için anlaştık. Sabahtan erken çıkacaktık. 7:15 ‘de Beşiktaş’ta Sarkis’le, 7:50’de de Firuzan’la Kalamış’ta buluşmak üzere sözleştik. Geceden bölgenin haritasını Google’dan kopyaladım, eşyalarımı hazırladım ve sabah 6:15’de kalkmak üzere saatimi kurup yattım. Sabah kendime 2 sandviç hazırladım (aslında 3 hazırlamalıymışım) ve bir simitle kahvaltımı yapıp Beşiktaş iskelesine indim. Sarkis gelmişti bile. Gelen gemiye özenle bisikletlerimizi yerleştirdik. Artık yeni gemilere daha sık rastlıyorduk. Aslında eskilere alıştığımızdan mı, bunlara bisikletleri yerleştirmek için yer düşünülmemiş. Sanki ortada bırakıyorsunuz gibi bir duygu oluşuyor bende hep. Saşılacak şey, yeni bir gemi tasarlarken bir yer düşünülmemiş olması!! Neyse diyelim (hep dediğimiz gibi) ve gezimize dönelim. Karşıya geçtik (tabii çayımızı da içerek) ve hemen buluşma noktasına doğru hızla ve kuvvetle pedallarımızı döndürmeye başladık. Sabahın erken olmasına rağmen sokaklarda hareket başlamıştı. Fenerbahçe’ye doğru ilerlerken ışıklarda yan yoldan bir bisikletlinin ok gibi fırladığını gördük. Evet bu Firuzan’dı ama bizi görmemişti. Hadi dedik yetişelim-peşine takıldık ve kendimizi belli edip aynen inmeden pedallamaya devam ettik. Aslında kıyıdaki bisiklet yolundan gitmeyi düşünuyorduk ama öyle güzel bir tempo tutturmuştuk ki, simdi koşan-yürüyen kalabalığın arasından geçerek tempomuzu düşürmek istemeyip araba yolundan devam ettik. 

Hem pedallıyor hem de konuşuyorduk. Firuzan’ı Trakya gezisinden sonra ilk görüyordum ve yaşadıklarını çok merak ediyordum. Baktım arkada Sarkis’e birşeyler anlatıyor, aman bekleyin ben de dinlemek istiyorum diye ilk molamıza saklamasını istedim. Merak işte :)) Bu tempoyla 9’da Pendik’deki “Melemenci”ye vardık bile (8:50 / 28,5.km). İlk olarak bir başlangıç fotosu çektirdik (hemen) ve bu grubu da “El Trio Chile“ olarak takdis ettik. Çayların siparişini verdik, bir de peynirli menemeni paylaşmak üzere ekledik (sade menemen 3,5 TL, peynirlisini unuttum) ve Firuzan’ı dinlemeye koyulduk. Benim arka göbekteki arızadan dolayı terk etmek zorunda kaldığım turun 2. gününde Çorlu’da magandalar, aile var-bu kılıkta geçemessiniz diyerek taciz etmişler, neredeyse darp etmeye kalkışmışlar arkadaşları. Evet bu halen oluyor, bisikletliye mayosundan dolayı rahatsızlık duyuluyor. Öfkelenerek hikayenin gerisini dinledim ve orada olsaydım kendimi tutabilirmiydim, nasıl hareket ederdim diye düşündüm :((
Zaman sohbetle çabuk geçti ve menemen de miğdeye inince artık harekete geçme zamanının geldiğine karar verip tekrar pedalları döndürmeye başladık (9:45). Kaynarca’dan TEM bağlantı yoluna sapıp (son zamanlarda çok kullandık bu yolu) F1’e doğru ilerlemeye başladık (10:15 / 41.km). Biraz trafik geçse de yanınızdan, güvenlik şeridi yeterince bisiklet yolu çıkartıyor. Firuzan gene yaylı ayakkabılarını giymişti ve yetişmek mümkün değildi. Önlerde, ilerilerde küçük bir leke olarak sürdü hep bisikletini tur boyunca (zaten fotoğraflardan da anlarsınız, hep arkadan çekebildim), ben de peşlerinden (Sarkis’in de aşağı kalır yanı yok) dilim dışarıda yetişmeye çalıştım.
Hava ilginçti, ne soğuk ne de sıcak, yeleğimi uzun süre çıkarmadım. Ama artık ısınmaya başlamıştı. Yolumuz bizi, Ballıca ayırımından (10:25 / 45.km) geçerek, Shell benzincisinde verdiğimiz 10 dk. molada tazelenip (10:45 / 46.km) ve üçlünün bir fotosunu daha çekip (uyuyan köpek önünde), Göçbeyli’ye getirdi (11:15 / 55.km). Daha önce bir kaç kere gelmiştim, çayhaneye yerleştik (daha doğrusu bizimkiler önden geldiklerinden yerleşmekteydiler-ben yanlarına vardım). Küçük değişiklikler olmuş çayhanede. Açık mekan daralmıştı, biz de sandalyeleri alıp dışarıda kenarda bir yere yerleştik. Soda ve ayranı karıştırıp içtik. Yol tarifini aldık. Başlangıçta Darlık barajı kenarından (Teke) gitmek vardı ama uzar, rampa var gibi laflarla Sarkis vaz geçelim dedi. Ben de gelecek sefere sözü alarak kabul ettim ve Bıçkıdere yönünden devam ettik (11:40).
Buraları artık köy yolları, sağınız solunuz yeşillik, tarla, köy evleri falan. Yol asfalt (2.sınıf da olsa), yani rahat ve keyifli bir yol. İnerek çıkarak, kuş sesleri ve tek tük arabanın geçtiği yoldan ilerledik ve bir su istasyonuna (Taşdelen) geldik. Sarkis daha önce, bu yol toprak iken burada mola vermiş. Hadi dedik hem su alır hem de görürüz diye girdik. Bizi karşılayan beyle sohbet ettik ve yolun devamıyla ilgili bilgi alarak veda ettik (12:25 / 62,5.km). 


Yolumuzun üzerinde bir dereye geldik (bu su Ömerli barajına akıyormuş) ve etrafında piknik yapan bir ailenin çocuklarıyla sohbet ettik (13:00 / 69.km). Ayaklarımı suya sokarak biraz serinledim, çok iyi geldi. Firuzan küçüklerle hoş bir diyalog kurdu. Sonra devam ederek tepede bir noktada, çeşmenin yanında (1971 Jandarma Mustafa Emin Hayratı) bir mola daha verdik (13:20 / 70.km). Burada da Sarkis güzelce saçını başını ıslatarak serinlemeye çalıştı. Gerçekten çok sıcaklaşmıştı hava. Ağaç altında biraz dinlendik.

Bıçkıdere’ye girmeden sağa saparak (önceden dişli küçültemediğimden aniden çıkan yokuşta zor duruma düştüm) Oruçoğlu’na girdik (13:35 / 72.km). İSKİ boru döşüyordu ve yollar kazılmıştı, toz toprak içinde bir kahveye yerleştik. Köylülerle sohbet ettik ve yöreyle ilgili bilgiler aldık. 1800’lerin sonuna doğru Artvin’den Rus harbinden kaçanlar buraya yerleşmis. Bugün daha çok yaşlıların (emeklilerin) oturduğu, eskilerde ormancılıkla geçinen bu köy insanı hoş sohbet ve konuksever. Çayları, sodaları bize ısmarlamak istedilerse de bizler ödemekte ısrar ettik (çay 30 Krş, soda 50 Krş).
Ehh yolcu yoluna diyerek müsade isteyip tekrar Ulupelit’e doğru pedal basmaya başladık. Yolumuz üzerindeki ormancıların yanından geçerek.
Ulupelit’te evlerin bahçelerinden güller sarkıyordu, dayanamadık ve altlarında resimler çektik. Cok güzel köylerdi. Sessizliği ara sıra öten horozlar bozuyordu.
Daha sonra müthiş bir yoldan, ağaçların örttüğü yeşil bir tünelden Kalealtı’na geldik (14:50 / 82.km). Bu köyü de geçtikten sonra önümüze Erenler çıktı. Merak ettiğimizden içeriye saptık. Ancak köy meydanı herhalde ileride, başka taraftaydı ki, biz biraz transit geçer gibi olduk (15:25 / 90,5.km). Yolda kızgın boğaların yanından temkinli bir geçişle gene yolumuza çıktık ve Korucu’ya aynı keyifli yoldan vardık. Yol boyunca sağlı sollu piknik alanları vardı.
Burada oturduğumuz bir çay bahçesinde (aslında bahçe değil de kenarda bir yeşillik) köyün yaşlılarıyla (1925, 27, 29, 35 doğumlu) hem sohbet hem de bir hatıra resmi çektirerek onların güzel anılarını dinleyip, yanımızdaki sandviçleri yiyerek biraz dinlendik. (15:50)
Daha sonra Ahmetli’den geçip (burası artık alışılmış köy değildi, güzel villalarla dolu), yeni yol kavşağını aşıp Kumbaba’ya geldik. Buradan bir rampayla (uzunca) çıkarak kendimizi bir diyaliz merkezinin bahçesindeki banklarda dinlendirerek, hiç görmediğim sokaklardan Şile’nin fenerine ulaştık (16:45). Saate baktım tam 100 km’yi gösteriyordu. Tepeden denize bakmak çok keyifliydi. Fenerin altındaki bahçede bir kalabalık eğleniyordu, düğün veya benzeri bir kutlama vardı. Biz kendimize daha sakin bir mekan seçelim istedik ve Sarkis’in balık ihtiyacını karşılamak için İskandil lokantasına (Balıbey Mah. Fener Cd.11) yerleştik. Ama fiyatlar biraz havalardaydı, baktık en ucuz ne var diye. Salata ve sigara böreği (3’er lira). Börek yoktu sadece bir salatayı ekmekle miğdemize indirdik (Sarkis bir Paçanga böreğini ekledi menüsüne, o da 2 lira). Herhalde sahibi bisikletçilere artık müşteri gözüyle bakmayacaktır :) Bu yemeğin, son anda Sarkis tarafından ısmarlandığını öğrendiğimde ahh keşke daha fazla yeseydik diye fırsatın kaçmasına ne kadar üzüldüm desem azdır :) Önümüzde arkamızda içki ve sigara dumanı benim burada fazla kalmama engel oldu ve çok güzel manzaralı bu lokantadan ayrılıp bir tepedeki, topların yanında bir hatıra resmini, genç küçük bir oğlana çektirip geze geze sahile indik. 


Şile Feneri, Osmanlı döneminde Fransızlara ait Fenerler İdaresi tarafından 1858-1859 yıllarında inşa ettirilmiştir.Türkiye’nin en büyük feneridir. Sekizgen kaide üzerinde yükselen 75 basamaklı kule 19 m yüksekliğindedir. Deniz seviyesinden 60 m yükseğe inşa edilen bina 110 cm kalınlığında taş örme duvarlıdır. Gündüz iyi görülebilmesi için siyah ve beyaz enlemesine bantlar çizelerek boyanmıştır. Fenerin çalışma karakteristiği 15 sn’de 1 çakar olup menzili 21 deniz milidir. Optik sisteminde odak uzaklığı 925 mm olan 8 adet diyoptrik lens panel kullanılmaktadır. İlk dönemlerde 3 fitilli gaz lambası ile çalışırken, günümüzde aydınlatma 1000 w gücünde sabit elektrik lambası ile yapılmakta, kurmalı devir makinesi ile döndürülen optik paneller çakar ışığı sağlamaktadır. Bugün müzeye çevrilen Şile Feneri'nin 150 yıllık bir geçmişi vardır.

Mendireğin ucuna kadar gittik ve kendimize, çay içebileceğimiz, kesemize uygun bir yer bulup yanımızdaki bisküviyle boş kalan yerleri doldurduk (miğdedeki tabi). Bir köpek yatıyordu, tek gözü mavi, diğeri siyah. Çok ilginçti, hani kedilerde vardı da, demek köpekte de oluyormuş.

Sonra artık İstanbul’a dönmek için otobüs terminaline doğru yola çıktık. Pedalla dönmekten vazgeçmiştik ve kolayına kaçalım istedik. Saat de 8’e geliyordu terminali bulduğumuzda. Hani terminal denilen yer sadece bir otobüs durağı ve İstanbul’a küçük Halk otobüsleri kalkıyordu. Sonuncusu da yarım saat sonra. Ancak bu arabaya değil 3 bisiklet, bir tanesi zor sığardı. Haydi bakalım şimdi ne yapacağız diye düşünürken, Sarkis’ten kalalım, sabah gideriz fikri geldi. Firuzan ama ertesi gün yelkene gidecekti. Ben de öyle yarım yamalak kalıp (elektrikli dış fırçamı almamıştım, saç kurutucum yoktu, pijamasız da yatamam, mp3 çalarım da yanımda değildi, nasıl kalırım ki?), eğriti işleri pek de sevmediğimden, aman nasıl gideriz falan diye, Tevfik’ten gelmeden önce aldığım telefonları aradım, ama kişilere ulaşamadım. Neyse küçük yer, biraz aramadan sonra Salih beye ulaşabildik. Bu arada Firuzan’sa müthiş bir şeyi düşünmüş ve şirketinin kamyonetini organize etmişti. Araç Gebze’deydi ve bize doğru yola çıkmıştı bile (müthişsin F). Ehh Salih bey de bizi yemeğe davet etti, ama bizler bisküviyle doyduğumuzdan, belki de yük olmak istemediğimizden, ama bir çay ikramını geri çevirmedik ve aynı mendirekdeki kahveye geri döndük. Bisikletleri bu sefer birilerine emanet ederek. Ama işin güzel yanı şimdi geliyor, yolda Firuzan bir çilekçi kestirmiş gözüne. Geçerken yanından, durun-alalım falan demeden baktım üçü indiler arabadan ve koca bir torba çilekle döndüler. 2 kg çileği kahvede 3 kişi indirdik miğdeye. Bu kadar lezzetlisini yememiştim hiç. Kamyonetin geldiğini öğrenince terminale gidip bisikletleri (tekerleri sökerek) yerleştirdik. Vedalaşıp, haydi devam, İstanbul bir iki diye çıktık yola. Işık Üniversitesini az geçtik başladı damlalar düşmeye. Birazdan şiddetlenen damlalar bir sağanak yağmura dönüştü. Hayda, bu da nereden çıktı. Sabah defalarca yerli yabancı sitelere bakmış, hiçbir yağmur uyarısı görmemiştim. Al sana, bir de pedalla dönelim diyorduk. Hani bir cesaret, farlar da var gece gideriz falan konuşuldu bir ara. Şimdi acımaya başladım yaşanacak halimize. İşte arabada olmanın rahatlığıyla ve sohbetlerle İstanbul’a geldik. Saat 11’i geçmişti ve Kadıköy’den artık gemi yoktu, biz de bir yerlerde inip (neresi oluyor bilmiyorum) Sarkis’in rehberliğiyle Üsküdar’a gelip motorla Beşiktaş’a geçtik ve Akaretler’den çıkarak Nişantaşı’nda ayrılarak evlerimize vardık. Sonuçta herşey halolmuş, güzel bir gezide 114 km yol yapmıştık. Bunun için 7 saat pedal basmış ve 16,2 km ortalam hızla gitmiştik. Ben de 2600 kalori ve 241,5 gr yağ harcamıştım. Sabah 7, akşam 0:30, yanı 17 saatten fazla açık havada dolaşmanın yorgunluğuyla yıkanıp sızmışım. Derin bir uyku çektim.
Yol: Nışantaşı > Pendik (26,5 km) > Kaynarca > Göçbeyli (55 km) > Oruçoğlu (72 km) > Ulupelit > Kalealtı (82 km) > Erenler (90,5 km) > Korucu > Ahmetli > Kumbaba > Şile (100 km)

İlk fırsatta Şile’ye tekrar gidecek, bu sefer çadır veya tulumda uyumak üzere organize olacağız. Bekleriz :))

Not: Fotograf katkısı için Firuzan’a çok teşekkür ederim.

Kaynakça:

Bu bölgeye yapılmış diğer turlar: Kumbaba-Şile