11 Ağustos 2019

[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde (Tuzluca-Iğdır)

10 Ağustos 2019, Cumartesi / Tuzluca - Iğdır, 48 km (6. gün)

Oda sıcaktı. Akşam kapıyı aralık bırakarak yattım, biraz esinti oldu böylecene. Erken uyandım, fazla da oyalanmadan havanın serinliğinde gideyim istiyorum. WC oda dışında olduğundan git gelle işlerimi halledip, toparlanıp yükleme sonrası 7’yi az geçe ÖE’nin önünde hazırım. Bir sabah fotosu, bir de yakındaki çeşmeden mataraları doldurup selenin üzerine oturduğumda tam tamına 7.22’yi gösteriyordu telefon.

Hava güzel bir serinlikte. Başta giymemiştim ama sonra üzerime ince yeleği geçirdim. Hareket edince rüzgar serin esiyor. Bugün yolum Iğdır’a, 40 kilometre gibi. Yani çok yakın. Dün de gidebilirdim ama Tuzluca’da Firu ile kalmıştık, biraz anıları tazelemek istedim. Sanki aynı odaydı.

Hafif bir çıkış ilçe içinden ve ardından güzel bir yumuşak kayışla başladım. Eski notlarıma bir göz attığımda 8’inci kilometrede bir rampadan söz etmişim. Onu bekleyerek ilerliyorum. Asfalt dünkünün devamı, kaymak, duble yol, güvenlik şeritli. İran Azeri yazan bir otobüs geçti bana doğru. Buralarda Azeriler çokça. Sınırlar olmasa, veya geçiş vizesiz olsa da herkes gidip gelebilse rahatça. Coğrafya aynı kalıyor, dil değişiyor sadece. Ve uzakta rampayı görüyorum. Kıvrılarak çıkmakta. Yolun hafif trafiği var. 

Cicevat köprüsü sonrası (altından da nehir akıyor) başladık tırmanmaya. Öyle yıkıcı değil ama, %5-6 ile. Sabah enerjim de yerinde, 1,5 kilometrelik rampayı öflemeden tamamlıyorum. Tepe noktasında solda bir lokanta ve antenler var. Önünde TIR’lar park vaziyetinde. Belki de gecelediler burada. İki tane İran plakalı tanker de duruyordu. Petrol taşıdıklarını söyledi araç bekleyen vatandaş.

Tepenin ardından muhteşem bir yoldan yağ gibi kayıyor velespit, %-2 ile. Ohh mis gibi. Asfalt da kaymak olunca nefis. Etrafı seyrede seyrede gidiyorum. Fotolar videolar çekiliyor. Iğdır Şehir Ormanı geçiliyor. Girişi ücretsizmiş, belirtilmiş kocaman. Piknik Alanı da var burada. Macera Parkı falan, bir yığın şeyler... Arada hafif çıkışlar oluyor ama yol dümdüz. Rüzgar solumdan esmekte. Doğu yönüne gidiyorum. Dün akşam Murat Ustanın (Kağızman’dan) kayısılarını yedim. Minik, ama ne lezzet ki. Armutlar da olmuştu, hatta fazla bile olmuş. Bal gibiydiler. Şimdi üç tane elması var yanımda. Onları tadacağım.
Iğdır

Sağımda bir su birikintisi, bir bataklık. Kenarında bir leylek dolaşıyor. Sanırım kahvaltılık aramakta. Sulama kanalları var, akıp giden. Bu coğrafya oldukça verimli. Mikroklima denilmekte. Çevresine göre farklı iklim özellikleri gösteren dar alanlar. Bu alanlar, bir vadi veya çukur sahada iklim şartlarının yerel ölçüde değişmesiyle oluşmakta. Aras Vadisi'nin ortasında bulunan Iğdır, iklim ve coğrafi konumuyla zengin tarımsal üretime sahip. Verimli toprakları ve sahip olduğu mikroklima iklimi dolayısıyla ‘Doğu'nun Çukurovası’ olarak anılmakta. Başta kayısı, domates, elma, şeftali, karpuz, ceviz, kiraz, dut, erik, mısır ve pamuk olmak üzere birçok ürün yetiştiriliyor.

Böyle sürüyor işte yolum. Köyler geçildi, hava alanı sapağı geçildi..., yol kenarında seyyar satıcılar başladı. Bolca domates var hepsinde. Bir de bostan. Yani kavun karpuz. Yabancı plakalı araçlar bolca geçmekte. Bunlar herhalde Nahcivan veya İran yolcuları.

İki saat sonra 34’üncü kilometrede Iğdır yazısı önünde çekilen foto ile giriş yapıyorum vilayete. Bir 5 kilometre kadar daha içeriye yol var. Erken geldim, Soykırım Anıtını da göreyim diye devam ediyorum, yani şehir merkezine sapmıyorum. 

Geçen gelişimizde girişteki DSİ’de kalmıştık. Bir hayli uzakmış merkeze, şimdi daha iyi görmüş oldum. Ancak tadilattaymış. Bu sefer de aradım-sordum, belki ÖE’de yer olmaz diye.

9’u 10 geçe Iğdır’ın merkezindeyim. Anıt Müze’nin Aralık yolunda olduğunu söylüyor, adres sorduğum kişi. Karıştırmayayım diye genç bir bisikletçinin bana rehberlik teklifine çok seviniyorum. O önde ben peşinde sokak aralarından gidiyoruz. Lise 1’e geçmiş. Tam adını anlayamadım ama Şirvan gibi bir şey dedi. “Aslen patenciyim” diyor, “bisiklete bugün biniyorum sadece.” - “Atlama zıplama yapıyor musun?” Yüzü gülerek “evet” diyor. 

Beni oldukça yakınına kadar getiriyor. Ona bir şeyler ısmarlamak isterdim ama işim var diyerek basıp gitti. Bisikleti girişte duvara dayayıp müzeye giriyorum. Ücretsiz. Bir salonun duvarında ASALA örgütünün öldürdüğü Türk diplomatlar sıralanmış. Aralarında aile dostumuz Zeki Beyin eşi Necla Kuneralp da var. O günlerde, olay duyulduğunda annem babam nasıl üzülmüşlerdi, tekrar hatırlıyorum. Diğer odalarda Ermeni çetelerinin katlettikleri, açılan toplu mezarlar, ele geçirilen silahlar..., çokça resimler. Dış devletler tarafından gaza getirilen bu çeteler fazlasıyla katliam yapmışlar. İnsanın yüreği dayanamıyor resimlere baktıkça. Bu nasıl bir vahşet, bu nasıl bir nefret?

ÖE’nin yolunu tutuyor, Iğdır içlerine doğru sürüyorum. Bolca bisikletli var burada. Yani belki bir de Konya’da böyle çoktur. Genci yaşlısı binmekte. Hem de öyle vitesli alüminyum kadro değil. Çelik ve “single speed” J

[e] 49,8 km/10.19/%20 harcandı. Ve geldim ÖE’ye. Bu ÖE ilgi ve empati konusunda 5 yıldızlık. Daha yanaşır yanaşmaz kapıdaki bey beni içerideki minik bahçeye aldı. Sonra çay yolladı. Dinlenip nefeslenirken Hatip Beyi arayıp varışımı bildirdim. Rahatladıktan sonra buluşacağız. Bizin önceki gelişimizden tanıdıklarımız, dostlarımız Hatip Bey.

Oda konusunda klimalı/klimasız - standart/süit gibi seçenekler arasından ‘klimasız standart’ta karar kıldım. Klima zaten kullanmamaya bakıyorum. Standart da bir kat daha fazla tırmanmaktan kurtarıyor beni J

Bisikleti içeriye alma hususunu da hiç sorun etmiyorlar, merdiven altına yerleştiriyorum. Oda 3 yataklı, WC temiz, fiyatı 60- TL. Çamaşırları da 12 dakikalık bir programda yıkamama izin veriyorlar. Daha ne olsun kardeş?

Iğdır; Oğuz Han yirmi dört Oğuz boyundan yirmi birincisi sayılan İç Oğuzlar'ın Üçoklar koluna mensup idi. Kentin ismi Oğuz Han'ın altı oğlundan biri olan Deniz Han'ın en büyük oğlu olan İğdir Bey'den gelir. Iğdır'ın sözcük anlamı iyi, büyük, ulu, ünlü ve sahip'tir. Yöre halkı Iğdır adını İydir olarak telaffuz etmektedir.

Biraz dinlenip kendime geldiğimde Hatip Beyi arıyor, öğle yemeğine gitmek için beni almaya geliyor. Dokuz sene önce tanışmıştık. Arada yapılan telefon konuşmaları ama onlar da uzundur olmamıştı. Tekrar karşılaşmak güzel. Birlikte İranlılar Saray Lokantası’na doğru yürümekteyiz. Yolda köyünün yeni imamına da rastlıyor birlikte lokantaya gidiyoruz. Ben ezo gelin ve domates kebabı ile az bulgur alıyorum. Biraz da çoban salata ikram ediyorlar yanına.

Yemekte bolca din-şeriat-uygulanışa örnekleri gibi konular konuşuluyor. Konuşmadan anladığım Hatip Bey akepeli. Savunuyor. İmamın ilk tayini buraya. Soruyorum “özel bir talimat var mı ezanı bağırttırın” diye. Olmadığını söylüyor. “Ucuz ses düzeni yüksek volümü taşımadığından ses çatlıyor ve rahatsız edici boyuta geçiyor” demekteyim. Öyle değil mi, dibine kadar açmışlar sesi. Ezanın icrasına bilhassa önem verilen dönemlerde onun tekdüze tekrarlanan bir çağrı olmaması ve ruhunun zenginleştirilmesi amacıyla her vaktin ezanı ayrı bir makamda okunduğu anlatılır. Kabul ediyor. Çözümün ancak kaliteli hoparlör için para toplamak olduğunu, ona da kimse para vermiyormuş. O zaman diyanet alsın, MEB’den bile yüksek bütçesi var.

Çayımızı içebileceğimiz sokak arası bir kahvedeyiz. Hatip Bey akepeyi savunmayı sürdürüyor. Akrabası olan Haydar Bey de aramıza katılınca devam ediyoruz sohbete. Bazı şeyleri anlatamıyorsun, at gözlüğü takılınca. Ortalık kalabalık, arife ne de olsa. Hatip Beyin imam ile köye gitmek üzere ayrılmasıyla Haydar Bey ile kalıyoruz. Haydar Bey sol çizgideki düşüncelere daha yakın.

Iğdır kalabalık. Hele de bayram öncesi iyicene dolu. Sokaklarda kurulu tezgahlarda bayram alışverişinde vatandaş. İranlılar Baharatçısına bakıyor, haşlanmış bir mısırı, önce 5 isteyip homurdanınca 3’e alıyorum. Ağzım yana yana yiyerek dolaşmaktayım. Ateşte mi pişmiş bunlar? J Bıçaklar bileniyor, harıl harıl her tarafta. Yarınki katliamın hazırlığı yapılmakta L

Lunapark’a doğru Valiyolu’nda yürümekteyim. Çocuğunu kaybetmiş bir anne ağlayarak korku içinde sağa sola koşuşturmakta. Herhalde acıların en zoru olsa, evladını kaybetmek. Nasıl açıklarsın ki kendine? Etrafta gurbetçi Türkler, muhteşem arabalarıyla gelmişler. Hollanda plakalı bir Audi görüyorum ki orası için bile acayip bir SUV. Ne güzel, bayılıyorum bu gurbetçilere. Hele de akepeye oy vermeleri... Elin imkanlarından yararlan sonra gel burada çaka sat, ondan sonra milliyetçi duygularla coş... Madem bu kadar seviyorsun neden dönmüyorsun da hariçten gazel okuyorsun?

Yemen Kahvesi’nde içilen bir espresso ile sağı solu kesiyor, buranın genç profiline bakıyorum. Iğdır, doğu illerimizden. İstanbul’a karadan 1500+, havadan 1200+ kilometre uzakta. Haliyle çok farklı, ama bazı şeyler benzer. Günümüzde artık iletişim eskiye göre çok fazla arttı. Habere, bilgiye ulaşmak kolaylaştı. Bu da uzaktakinin de haberdar olmasına olanak sağlıyor. Giyim, trendler, diziler, youtube, twitter, instagram gibi sosyal medya şekillendiriyor insanları.

İranlılar Saray Sofrası kapanmış, Valiyolu’ndaki dönercide bir ezo gelin içiyor, son kaşığında ağzıma bir et parçasının gelmesiyle bırakıp ayrılıyor, ÖE’ye dönüş yoluna geçiyorum. Valiyolu denilen bu cadde belli bir saatte trafiğe kapatılıyor, sokağa seyyar satıcılar yayılmakta. Güzel bir gezinti-kayıntı-buluşma yoluna dönüşüyor. Gençler özellikle, ama çoğu Iğdırlılar burada piyasa yapıyorlar.

Iğdır sıcak. Hava geceyle birlikte biraz serinledi. ÖE’ye marketten alınan bir büyük soda ve üzüm ile dönmekteyim. Merkezde olmam iyi, gir çık sorun olmuyor.

Odadayım, rahatım yerinde. Biraz tabletten internette sörf yapayım. Tarihte Bugün, ne olmuş acaba? Neler neler... maydanozlu köfteler. MÖ 612 Asur kralı Sinsarişkun’un öldürülmesinden başlamışlar... İlgimi çeken 1876’da Padişah V. Murat’ın akli dengesini yitirdiği gerekçesiyle tahttan indirilişi. Bakın ne kadar ilginç bir yaşam: Babası Sultan Abdülmecit, annesi Megrel (Gürcü) asıllı Şevkefza Kadın Efendi'dir. Önceki Osmanlı padişahı Abdülaziz'in yeğeni ve sonraki Osmanlı padişahı II. Abdülhamid'in ağabeyidir. Sultan Abdülaziz'in bir saray darbesi sonucu tahttan indirilişinden sonra onun yerine tahta geçmiş, 93 gün boyunca tahtta kaldıktan sonra akli dengesinin bozulduğu gerekçe gösterilerek 31 Ağustos 1876'da padişahlık makamından indirilmiştir. Burada 31 Ağustos denilmekte. Tarihte Bugün demek ki yanlış vermiş. Neyse biz gene devam edelim V. Murat’ı tanımaya. Babasının ilk erkek evladı olması dolayısıyla öğrenimi ve eğitimine büyük özen gösterilen V. Murad, döneminin en ünlü bilginlerinden Doğu kültürü ve fen alanında ders aldı. Önce Ethem Paşa'dan, sonra ise Kemal Paşa ile Gardet adlı bir Fransız'dan ders alarak 14 yaşında öğrenmeye başladığı Fransızcasını ilerletti. Mızıka-yı Hümâyun komutanı Guatelli Paşa ve Augusto Lombardi adlı bir diğer İtalyan’dan aldığı piyano dersleriyle musiki alanında ilerleme kaydetti ve kendi kendine birçok şarkı besteledi.
V. Murat

Sultan Abdülaziz ile beraber çıktığı Avrupa seyahati sırasında Avrupa'yı yakından görüp hayranlık duymuş, bu gezi sırasında İngiltere'de tanıştığı VII. Edward ile yakın bir dostluk kurmuştu. Amcasının tanıdığı serbestlik sayesinde, Kurbağalıdere'deki köşkünde (Şu anki Marmara Üniversitesi Göztepe Yerleşkesi) ailesi ve maiyeti ile birlikte rahat bir hayat yaşadı. Kendisini Avrupalı prenslerden farklı görmeyen ve alafranga yaşam biçimini seçen Murad Efendi, dairesinin ve köşklerinin konuklarla dolup taşmasını istediğinden, Jön Türkler, hürriyet perverler, yabancı ve İstanbullu aydınlar velîahtı ziyarete geliyor ve ağırlanıyorlardı. Veliaht Murad, bu dönemlerde meşrutî rejimi savunan Yeni Osmanlılar'la temas kurdu. Sık görüştüğü Şinasi, Namık Kemal ve Ziya beylerle meşrutiyet, demokrasi ve hürriyet konusunda fikir alışverişinde bulunuyordu.

Sultan V. Murad, tahttan indirilen Sultan Abdülaziz'in yerine 30 Mayıs 1876'da padişah oldu. "Talebe-i ulûm" veya "softalar ayaklanması" adı verilen gösteriler 10 Mayıs 1876'da başlamıştı. “Erkân-ı erbaa” adı verilen bu grup iktidar koltuğuna oturduktan sonra, Abdülaziz’in hal’i konusunda anlaşarak durumu veliahtta bildirdiler. Hal işinin 31 Mayıs'ta yapılması kararlaştırıldığı halde bazı gelişmeler yüzünden 29-30 Mayıs gecesine alındı. Cülus ve biat tarihinin kararlaştırılan günden bir gün önceye alındığı kendisine bildirilmediği için dairesine gelen askerler tarafından tutuklanacağı vehmine kapılarak depresyona girdi. Serasker Hüseyin Avni Paşa'nın arabasına binerken, Paşa arabadan inmeyerek büyük bir protokol rezaletine imza atmakla beraber, belinden çıkardığı silahı korku içindeki V. Murad'a uzatması korkusunu bir kat daha arttırmıştır. Rıhtımdan çatanaya bindirileceği sırada denizin fırtınadan dolayı kabarması üzerine korkuya kapılarak binmek istememiş, müdahale edilerek bindirilmiş, Sarayburnu'na geçilerek bir arabayla Beyazıt'taki Seraskerlik binasına (bugünkü İÜ Merkez Kampüsü) gidilerek orada biat törenine başlanmıştır. Sultan Abdülaziz'in Topkapı Sarayı'na nakledildiği haberi gelince, acele ile Dolmabahçe Sarayı'na gidilerek törene orada devam edilmiştir. Kısa süre içinde yaşadığı olayların etkisiyle artan korkusu yüzünden, törenin kısa kesilmesi kararlaştırılmış, toplu halde huzura alınan gayr-i müslim cemaat ruhanileri kendilerine mahsus kıyafetleriyle üzerine yürüyünce kaçmaya çalışmıştır. Seraskerlikte ve saraydaki tören sırasında geleneksel taht Topkapı Sarayı'ndan getirilememiş ve atalarının tahtına oturamamıştır. Padişahların törenle Cuma namazına gittikleri Cuma Selamlığı sırasında kendini sarayın havuzuna atmaya çalışması yüzünden bu törene bir daha cesaret edilememiş, daha da önemlisi saltanatının meşruiyetinin tasdiki anlamına gelen kılıç alayı yapılamamıştır. Birkaç gün sonra Sultan Abdülaziz'in ölüm haberinin gelmesi ve ardından Hüseyin Avni Paşa'nın Çerkez Hasan adlı genç subay tarafından öldürülmesi olayları üzerine kendini tamamen kaybederek yatağında, gözleri havaya dikilmiş halde hareketsiz kalakalmıştır. Hususi doktoru olan Dr. Kapolyon'un bir küvetin içine yatırarak elli sülük ile kan almak gibi son derece hatalı tedavi yöntemleriyle durumu daha da fenalaşmış ve adeta kendisinden ümit kesilmişti. Bu durumda kendisinden umdukları ümitlerin suya düştüğü kanaatine varan devlet adamlarının kararıyla 93 gün kaldığı Osmanlı tahtından 31 Ağustos 1876 tarihinde indirildi... Neler neler olmuş değil mi? Bitmedi, sonraki yaşamını da yarın okuyalım.



Iğdır ÖE 0476-2276715 















Tuzluca - Iğdır
Tur tarihi: 10 Ağustos 2019
Kat edilen mesafe: 48,61 km
Ortalama hız: 20,2 km/sa
Bisiklete biniş süresi 2 sa 24 dk, dışarıda geçen süre 2 sa 52 dk
En yüksek sıcaklık 35 ˚C, en düşük 23 ˚C, ortalama 26,6 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 151 m, kaybı (iniş) 383 m
En düşük irtifa 852 m, en yüksek 1120 m

Garmin yol bilgileri Tuzluca-Iğdır

Relive yol bilgileri Tuzluca-Iğdır



Tuzluca ÖE’den ayrılışım 07.22



Hava güzel bir serinlikte. Başta giymemiştim ama sonra
 üzerime ince yeleği geçirdim. Hareket edince rüzgar serin esiyor


Asfalt dünkünün devamı, kaymak, duble yol, güvenlik
 şeritli. Ve uzakta rampayı görüyorum. Kıvrılarak çıkmakta

Tepe noktasında solda bir lokanta ve antenler var. Önünde
 TIR’lar park vaziyetinde. İki tane İran plakalı tanker de duruyor.
 Petrol taşıdıklarını söyledi araç bekleyen vatandaş


Tepenin ardından muhteşem bir yoldan yağ gibi kayıyor velespit,
 mis gibi. Asfalt da kaymak olunca nefis. 
Etrafı seyrede seyrede gidiyorum

Arada hafif çıkışlar oluyor ama yol dümdüz. Rüzgar
 solumdan esmekte. Doğu yönüne gidiyorum

Sağımda bir su birikintisi, bir bataklık. Kenarında bir
 leylek dolaşıyor. Sanırım kahvaltılık aramakta


Sulama kanalları var, akıp giden. Bu coğrafya
oldukça verimli. Mikroklima denilmekte



Böyle sürüyor işte yolum. Köyler geçildi,
 hava alanı sapağı geçildi... 





Yol kenarında seyyar satıcılar başladı. Bolca
 domates var hepsinde. Bir de bostan


Doğunun Çukurova’sına geldim bile


Bir 5 km kadar daha içeriye yol var. Erken geldim, Soykırım Anıtını
 da göreyim diye devam ediyorum, yani şehir merkezine sapmıyorum




Anıt Müze’nin Aralık yolunda olduğunu söylüyor, adres
 sorduğum kişi. Karıştırmayayım diye genç bir bisikletçinin bana
 rehberlik teklifine çok seviniyorum

Soykırım Anıtı, Iğdır

Anıt Müze’nin içi

ASALA örgütünün öldürdüğü Türk diplomatlar 

Aralarında aile dostumuz Zeki Beyin eşi Necla Kuneralp da var


ÖE’nin yolunu tutuyor, Iğdır içlerine doğru sürüyorum

Bolca bisikletli var burada. Yani belki bir de
 Konya’da böyle çoktur. Genci yaşlısı binmekte

Iğdır ÖE





İranlılar Saray Lokantası

Haydar Bey ve Hatip Bey ile

Iğdır kalabalık. Hele de bayram öncesi iyicene dolu



Sokaklarda kurulu tezgahlarda bayram alışverişinde vatandaş








Lunapark’a doğru Valiyolu’nda yürümekteyim




Böyle kaldırımın ortasına kadar izin vermeleri anlaşılır gibi değil

Yemen Kahvesi’nde içilen bir espresso ile...

... sağı solu kesiyor, buranın genç profiline bakıyorum

Yayadan çok işletme kollanmış bir kaldırım





Valiyolu’ndaki dönercide bir ezo gelin içiyor, son kaşığında
 ağzıma bir et parçasının gelmesiyle bırakıp ayrılıyorum





































7. gün (devamı) Iğdır II – 5. gün (öncesi) Kağızman-Tuzluca 





[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde


Kars-Kağızman = 49,25 km

Kağızman-Tuzluca = 60,63 km

Tuzluca-Iğdır = 48,61 km


Çaldıran-Erciş = 72,05 km

Erciş-Adilcevaz = 70,31 km

Adilcevaz-Tatvan = 72,24 km

Tatvan-Hizan = 47,21 km

Hizan-Bahçesaray = 69,69 km

Bahçesaray-Çatak = 63,21 km

Çatak-Pervari = 73,58 km

Pervari-Şirvan = 71,65 km

Şirvan-Siirt = 27,49 km

Siirt-Baykan = 47,77 km

Baykan-Bitlis = 57,27 km

Bitlis-Muş = 76,67 km

Muş-Kulp = 95,50 km

Kulp-Silvan = 87,91 km

Silvan-Bismil = 60,58 km

Bismil-Batman = 53,42 km

Batman-Kurtalan = 60,31 km