Maça takıldığımdan geç yattım. Ama eşyaların çoğunu geceden toplamıştım. Yatak pencere önünde, pencere açık. Sokakta parlak bir lamba ÖE’ye doğrultulmuş. Yani odanın içini de aydınlatıyor. Işık yakmama gerek yoktu. Sabah 5 gibi kıpırdanmaya başlıyorum, biraz sağ sol yapıp fazla gecikmeden kalktım. Hava aydınlanmaya başlamış ama henüz odayı aydınlatmıyor. Malum WC oda dışında. Kimse daha kalkmadığından git-gellerle oradaki işi hallediyorum. Barsaklar halen yumuşak. Bu antibiyotik mahvetti.
Bisikleti kapı içinde yükleyip çıkıyorum. Bir foto alırken İdris Bey de camdan güle güle diyor. 6,17 ÖE’den ayrılış saatim. Dün yürüdüğüm yolu, saat kulesine doğru sürüyorum. Kavşaktan sola sapıp kilit taşlı yoldan ilçe dışına doğru pedallamaktayım. Hava açık, serin.
Bugün Bismil’e gidiyorum. Benim belirlediğim yoldan olsaydı 75 kilometre idi. Ama bana önerilen kestirme yoldan herhalde daha az olacaktır. Bunu vardığımızda göreceğiz. Ama nereden sapılacak? İkinci benzinci demişlerdi. İlki sağ ikincisi solda olacaktı. İlkine girip soruyorum. İleriden diye tarif ediyor. Matarayı da benzincide bulduğum Munzur suyuyla doldurdum. Sert bir su. İyi bir su, seviyorum içmeyi.
Sapılacak yer karşıda ama geçiş için bölünmüş yolda açıklık bırakmamışlar. Mecburen kaldırım taşlarının üzerinden hoplatıp geçebildim. Hiçbir yazı yok, nereye gider, nereden gelir? Gelen araç doğruluyor. Yaşaşsııın, basıyorum pedallara kuvvetlice. Çok güzel bir yol. Sıfır eğim, tarlaların ortasından gitmekte. Asfalt da şahane, yeni dökülmüş sanki. Geldiğim pek çok yoldan daha iyi. Güneş yatık, ışığı halen kızılımsı. Gölgem sağımdaki sarı otların üzerine düşmüş, benimle beraber geliyor. Neydi Red Kit’in sloganı? Gölgesinden hızlı silah çeken kovboy... J Bense biraz foto ve video çekmekteyim. Kimsecikler yok etrafta. Güzel bir duygu. Sonsuza dek uzanan çayırlar, tarlalar. Hepsi biçilmiş, kurumuş olduğundan etraf sapsarı... Ara ara bir yerlerde böcekler çırlıyor. Uzaklarda kalabalık bir sürü, küçük baş bunlar. Dikkatlice kesiyorum, köpekleri var mı? Yok herhalde ki ses de çıkmıyor oradan.
İşte bu oldu mu şimdi? Çöplük!!! Solumda. Etrafa atılmış, strafor köpükten üretilmiş, Amerikan servis mi diyorlar, tabaklar L Çevre Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de ancak 26 milyon kişinin atıkları doğru bir şekilde müdahale görüyor. Geri kalan neredeyse 50 milyonluk nüfusun atıkları ya plansız şekilde bir yerde biriktiriliyor, ya da çevre standartlarına hiç uygun olmayan yerlerde depolanmaya devam ediyor. Halihazırda kontrol edilebilen atık miktarı arasında yapılan çalışmalara göre kişi başı üretilen çöp miktarı günlük 1,2 kg’dır. Ülkenin geri kalanının da aynı miktarda atık ürettiğini düşünürsek karşımıza çıkacak günlük rakam yaklaşık 90 bin ton olacaktır. Bir de bunu dünya genelinde düşünün: Dünya Bankası 2050 yılı için 3,4 milyar ton çöp bekliyor! LLL
Geçtiğim tüm köy isimleri iki dilde; üstte Kürtçe altta Türkçesi. [e] 21,5 km/07.25/%20 harcandı. 792 m R. Çok güzel bir yol. Umarım böyle sürer.
Yol uzun süre sıfır eğimle gitti. 25’inci kilometredeyim, şimdi geldiğim bölümde asfaltın kalitesi bir sınıf düşüyor. Daraldı, yamalar başladı, dalgalandı. Kabalaştı! Çizgiler yok artık. Doğru yol bu olsa ama gene de arkadan yaklaşmakta olan araca danışayım. Durması için el ediyorum. Evet yol bu ancak daha da kestirmesi varmış. Nereden, nasıl? – “Düz devam et ve ilk gelen yoldan sağa sap. İki köy geçeceksin, devam et.” deniliyor. Teşekkürler, umarım kaybolmam.
Ve dedikleri gibi yapıyorum. Git git sonrası gelen sapaktan saptım. Karatepe ve Tilkilik demiş yolun başında. Hepsinin bir de Kürtçe isimleri var. Şimdi yönüm batıya doğru döndü. Biraz düz gittikten sonra iniş geliyor. Bir ev ama hayat belirtileri görmüyorum ki sorayım. Ama budur herhalde doğru yol.
Hızla indim. Uzaklarda birileri traktör çevresinde yükleme gibi işler yapmaktalar. Seslensen duymazlar, boşuna nefes tüketme! Bir dere akmakta, üzerinden geçen minik köprü. Suda ördekler koloni halinde yüzmekteler. Güzel bir yer burası. ... Dereye indiğim gibi sonrası da çıkış. Karşıdan gelen İki araç, durmaları için el ediyorum ama paşazadeler oralı olmayıp devam ediyorlar. Tiplerine ettiğimin demem lazım. ... Tırmanıp geldiğim köy Tilkilik. Bahçesinde işle meşgul adama yolu doğrulattırıyorum. Sıkıntı yok, doğru yoldayım. Asfaltı bırakma deniliyor. 32,8 km/07.59. Köy içinden geçmekteyim. Eski adı Tirke. Köyde kadınlar başlarına, şöyle incecik bir tülbent koymuşlar. Saçları gözüküyor. Yani eskiden beri bildiğimiz baş örtü. Köy içinde her yerde hindiler dolaşmakta. Beni gördüklerinde gulu gulu ses çıkartmaktalar. Bu hindi merakı nereden geliyor acaba? Ne de çok hindi var etrafta, ördek de, veya kaz. Çok da iyi ayırt edemem ikisini birbirinden. Ördek ve kaz birbiriyle akraba iki canlıdır. Birbirlerine fiziksel olarak benzemelerinin yanı sıra, benzer habitatlarda yaşar ve benzer karakteristik özellikler gösterirler. Bütün bu benzerliklerin sebebi hem kazın hem ördeğin aynı Anatidae (Ördekgiller) familyasından olmasıdır. Birçok yönden benzemelerine rağmen yine de ikiz sayılmazlar ve birbirlerinden kolaylıkla ayırt edilebilirler. *- Kazların boynu ördeğe göre daha uzundur. *- Kazların ayaklarında ördeklere kıyasla daha fazla perde ve şerit vardır. *- Kazlar renk açısından ördeklere kıyasla daha az renklidir.
Tilkilik sonrası %10-11’lik kısa tırmanışlar geliyor. %7 ile sürüyorum. Saat 8. Herhalde bir 30 kilometre daha vardır, sanırım. 700 metre rakımda devam ediyor yolum. Ama önümde tırmanışlar gözüküyor. Havada minik, bayağı minik kırlangıçlar uçuşmakta.
Bu bölgede yol inişli çıkışlı, deve sırt denilen. Asfalt da pek iyi değil. Yani yolun başıyla ilgisi yok. Ama olsun, sıkıntı vermiyor fazla, çevrenin güzelliği ve otoyoldan uzak olmanın keyfi. Gürültüsüz gidiyorum. Ancak geçen araçlar çoğaldı. Minibüsler var. [e] 37 km/08.10/%40 harcandı. 692 m R. Misket köyünden geçmekteyim. Burada da hindiler var. Toplu vaziyette. Herhalde iyi bir getirisi var hindi işinin. Yılbaşında bir hindi adeti vardır, nereden çıkmış ki? Bunun Hristiyanlıkla hiç bir ilgisi olmadığı yazılı. Esası Amerikalıların Şükran Gününde yenilmesi. Hikayesi ise şöyle: 1620'lerde Avrupa'dan yerleşim için ilk kez gemiyle ABD'ye gelen insanlara Kızılderililer yardım ederler. Onlara hindi avlamasını ve mısır ekmesini öğretirler. Kızılderililerin yardımı ile yeni hayatlarına başlayan İngilizler hayatlarını düzene sokup bu topraklarda yaşamayı öğrendikten sonra ilk geldikleri gün kendilerine yardımcı olan Kızılderililere şükranlarını sunmak için hindi pişirerek büyük bir ziyafet verirler. O günden sonra her hasat sonrasında hindi yeme geleneği sürer. Ama ilk olarak 1863 yılında Amerika'nın o dönemdeki Başkanı Abraham Lincoln Şükran Günü´nün ulusal bir bayram olmasını meclise önerir. Resmi olarak bu öneri bazı sebeplerden dolayı meclise taşınmaz ama Amerika´nın çoğu bölgesinde bu gelenek sürdürülür. Lincoln döneminde ele alınamayan bu öneri 78 yıl sonra yani 1841 yılında o dönemin Amerikan başkanı Franklin Roosevelt tarafından tekrar meclise taşınarak karara bağlanır ve bu tarihten itibaren her yılın Kasım ayının son perşembesi ´Şükran Günü´ olarak ulusal bayram ilan edilir... Sonradan Avrupa'da Noel’e sirayet etmiş ve bizlere kadar ulaşmış. Nereden nereye? Peki hindiye neden İngilizler ‘Turkey’ demiş? Bunu da başka bir zaman anlatayım J
Yol üzerinde karıncalar var. Görüyorum, malzeme taşıyorlar. Ne çalışkan bir canlı türü değil mi? Nasıl oluyor da karıncalar kendi ağırlıklarından kat kat fazlasını taşıyabiliyorlar? Sebebi, çok “hafif” canlılar olmalarıdır. Bu sayede kas güçlerinin büyük kısmını yükleri taşımak için kullanabilirler. Büyük canlılarda, örneğin insanlarda, vücut ağırlığı fazla olduğundan kaslar vücudun iskelet sistemini de desteklemek zorundadır. Karıncaların topluluk durumunda yaşadıklarını, erkek, dişi ve işçi olmak üzere üç çeşit olduklarını bilir miydiniz?
42,8’inci kilometrede Belli köyü geçiliyor. Saat 8 buçuk. 679 metre rakımdayım. Artık sürekli in-çık durumları. ... [e] 46,7 km/08.40/%60 harcandı. 738 m R. Yol yamalı asfalt olarak devam etmekte. Sıkıcı değil ama. Hava da güzel. Sıcak olmadı. Sağım solum sonsuza dek pamuk ekili. Bazı kozalar patlamış bile. Pamuk herhalde para eden ürün olsa burada. Ve uzaklarda giden gelen araçları görmemle anayola yaklaştığımı anlıyorum. Geldim sayılır. Tren yolundan geçerek bölünmüş yola iniyorum (53. km). Haliyle asfalt kaymak, güvenlik şeridi var. Tırtıllı modelden. Sağımda giden tren yolu benim Kurtalan’dan bineceğim trene ait. Demek buralardan gene geçeceğim. Şimdi Google’dan baktım Bismil’e 7,7 km diyor. Yani yarım saat gibi.
Erken çıktım erken vardım. 10 kilometre kadar da kısaldı, sağdaki bakkalımsı yerde bir mola verebilirim. Zaten Bismil yazısı da hemen yanında. Foto çektikten sonra taburelere oturup soda+buzlu çay karışımıyla rahatlıyorum. Sahibi bey de yanıma oturup, tanışma faslı sonrası haliyle kayyım haksızlığı, hapistekiler, ne olacak sonumuz gibi memleket meselelerini konuşmaktayız. Yanılmıyorsam İdris arkadaşın adı. Bilinçli, durumdan haberdar. Üç çocuklu bir Kürt vatandaşımız. Geçim mücadelesi vermekte. Bir karpuz kesiyor, beğenmiyor yenisini kesiyor. Bal gibi, dörtte birini götürüyorum. Dursam daha da yiyeceğim ama şişerim, kalkayım diye ayrılıyorum yanından (09.55). İçecekleri almak istemiyor ama olur mu, o benim seçimimdi diye kabul etmiyorum.
Bismil, söylentiye göre Mezopotamya yöresinden gelen Basmil kabilesince kurulmuştur. Yörede 250-400 yıllık mezar taşları ile karşılaşılmıştır. Malazgirt Savaşı'ndan (1071) sonra Türk boylarından Bismil Oymağı buraya gelerek yerleşmiştir. Osmanlı döneminde gelişme görülmeyen küçük bir yerleşim yeri konumundaki Bismil'i Şemseddin Sami Kamüsü'l Âlâm'da “Diyarbakır vilayeti, merkez sancağına bağlı Dicle'nin kuzey kıyısındaki küçük bir kasaba olarak” tanımlamıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra 1936 yılında Diyarbakır'a bağlı ilçe konumuna getirilmiştir.
Bismil giriş yolu çok fena. Ne çizgi var ne kalite..., hızla geçiyorlar yanımdan. Pek bir sevimsiz. Biraz sanayi önünden giden, daha da beter ama hiç olmasa trafiği az olan yoldan ilerleyip, şehir merkezi diye sağdan sapıyorum. Ortası ağaçlı bir bulvar, sağlı sollu dükkanlarla dolu. Nerede bu ÖE? Biraz ileri-geri yapıp ağaçların arasında saklanmış binayı buluyorum. Ön kapıdan girip arkaya dolan, park et ve Ekrem Beyi sor. Dışarıda. Genç biri, Ahmet isimli, bana paylaşımlı bir oda gösteriyor. İki kişi kalmakta üçüncü olarak beni alacak. Hoppala, şaşırdın mı? Tek kalacağım. Altta tek yataklı dar bir oda öneriliyor, 35 liraya. Daha neler?! Yok efendim 3 yataklı oda tutarsam hepsinin parasını vermem lazımmış da..., 75 lira istiyor yani. Yersen durumlarındalar. Gelen başka bir bey de şartlar bizde böyle deyince biraz iştahım kaçıyor ÖE’ye. “Yok mu otel?” Dolay Otel varmış. İnternetten bulup fiyatını öğreniyorum, 60 TL. “Tamam geliyorum.” Fazla da uzak değil. İki sokak ötede. Telefonda görüştüğüm Kenan Bey bana 106’yı gösteriyor. Duble yataklı, kliması da varmış. Öğretim üyeliğime fiyatı da 50 yapıyor J Velespit çamaşırhaneye, ben duş altına. Öncesinde pike isteyip yastık kılıflarını değiştirttim. Sigara içilen yerde mi kurutuyorlar ne? Koku vardı!
Biraz kestirmece ve 3 gibi karın doyurmaca. Hemen yakındaki iki lokantada etsiz bir şey yok. Kapkara yemekler, kavurmalar falan var. Hepsinde bir de döner. Yürüyerek-arayarak bulvarın diğer ucunda Çiftlik Et Lokantası’nda bulgur, pilav ve cacık ısmarlıyorum, onlardan acılı ezme, çoban salata ve ayran geliyor. 15 lirayla kalkıyorum sofradan.
Bulvar boyunca yürüyüp, ara sokaklara dalıp-dolanıp-banklarda oturup-etrafı kesip vakit geçirmekteyim. Fazlasıyla ekmek ve pide fırını var, dikkat çekiyor. Mezopotamya... Bu kelimeyi çok okuyorum dükkanların isimlerinde. Burası Silvan’dan büyük. Sanırım Diyarbakır’a yaklaştıkça ilçeler büyüyor. Buradakilerin en büyük merakı “nerelisin?”.
Anlatılana göre: Eskiden festivaller düzenlenir ve bu festivallerde yerli halk çeşitli tiyatro oyunlarını sergiler, mehter takımı marşlar çalar, çeşitli yarışmalar düzenlenirdi. Bu yarışmaların en önemlisi At Yarışları idi. Şimdiki Cumhuriyet İlköğretim Okulunun arkasında kalan yer, Koşu Yolu olarak kullanılmakta idi. Bu festivaller süresince panayırlarda ip cambazları ve sihirbazlar hünerlerini sergilerdi. En önemli festivallerden biri "En İyi Merkep Yetiştirme Festivali" idi. Bismil'in o zamanki sembolü olan iri beyaz eşekler çok meşhur olup, yerel dilde bunlara Şamam Eşeği adı verilirdi. Günümüzde bu eşeklerin nesli tükenmiş olup, zamanın en iyi taşıma ve ulaşım araçları idi... Yani bugün artık festivaller yapılmıyor mu? Üzülmemek elde değil.
Bismil’in kuruluşu yeni olmakla beraber son yıllarda yapılan arkeolojik kazılar neticesinde tarihinin çok eskilere dayandığı anlaşılmış. İlçenin merkezinde eski kalıntılara rastlanmamakla beraber ilçe yakınlarında bulunan bazı köylerde çok eski yerleşim ve ören yerleri var. İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Veli Sevin'in başkanlığındaki kazı çalışmaları höyükler üzerinde yoğunlaşmıştır. Burada yapılan kazılar sonucunda 1989 yılında dünyanın harikalarından sayılan ve 6 metre kalınlığında ve adı tarihte Tuşpa olarak geçen büyük bir Asur Sarayının kalıntıları bulunmuştur. Ayrıca bu kazılarda Huriler, Asurlular, Romalılar ve Helenistik Çağa ait çeşitli sikkeler, bronz heykeller, cam eşyalar ve çok sayıda tarihi eserler bulunmuştur. Bulunan bu eserler Diyarbakır Müzesinde sergilenmektedir. Ancak daha önce İngiliz Seyyah Taylor'un bulmuş olduğu ve 1865 yılında British Museum'a götürdüğü dikilitaşlar ülkemize getirtilememiştir. Asurlar stratejik önemi bulunan buradaki sarayı, Diyarbakır'a bağlamak için Üçtepe ile Anbar beldesi arasında bulunan Dicle nehri üzerine bir köprü yaptırmışlardır. Bu köprünün İpek Yolunun güneyle bağlantısını sağladığı bilinmektedir. Kalıntıları Dicle'nin suları altında kalmıştır.
Firuzan telefonla arıyor, iki köpek daha Almanya yolcusuymuş, güzel haber. Ben de barsak durumumu anlatıyor, dirsekleri söylüyorum. Aç artık diyor hava alsın. Ben de bunun üzerine Devlet Hastanesinde Acile gitmek üzere Köseler minibüsüne biniyorum. 2 liraya beni 7 kilometre dıştaki hastaneye bırakıyor. Şoför sağlık elemanı, atama bekliyor. İzmir ve İstanbul’da da uzunca kalmış. Sağı solu biliyor.
Acilde bandaj söküldü, sağdaki kapatıldı ama beceriksiz adam bandı az kesmiş doğru dürüst yapışmadı. Dert oldu. Açılıp duruyor. Bunlar nerede yetişiyor? Tarlada!
Dönüşte Flamingo Pastanesinde okuduğum yazıya istinaden kesme dondurma ısmarlıyorum. Porsiyon kaça? – 7,5. – Yarım porsiyon olur mu? – Olur. Ver. Lezzetli dondurma, keçi sütünden. Ama bu yarım mı? Gözüme fazla gözüktü. - Biraz fazla verdim. Demek bonkörlüğü tuttu. Ödemede sıra. Kaç para? – 7,5. Nasıl? Tam 7,5 demedin mi? Yarım ne olur? Anlamamişem diyor. Yani ne edeyim, yarım istedim tam verdin, benim derdim mi? 5 lira ver o zaman.
İçilen bir çay sonrası acaba eczaneye yetişir yara bandıyla şunu iyicene yapıştırsam düşüncesindeyim ama kapanmışlar. A101’den alınan meyveli yoğurt-soda-meyve suyu ile otele dönmekteyim.
Dün aktardığım; Uluç Gürkan’ın “Ermeni Katliamı Suçlaması Yargılama ve Karar” adlı kitabında “Ermeni Soykırım” iddialarının Tarihi gerçekliği ve Hukuki geçerliliği olmadığı tezinin devamını okuyalım:
Yargılama
İstanbul’u işgal eden İngilizler baskı ile savaş suçlarının incelenmesi ve yargılanması iddiasıyla 1919’da Osmanlı Divan-ı Harp Mahkemelerini kurdurur. Bu mahkemelerde yargılanmaları için İngilizler, 23 Ocak 1919’da 173 kişilik bir listeyi tutuklanmaları için Osmanlı hükümetine verir. Daha sonra 3 ayrı liste daha verilir. 7 Mayıs 1919 tarihine kadar 112 kişi tutuklanarak Bekir Ağa Bölüğüne konur. Kanıt yoktur, sadece İngilizlerin verdiği listeler vardır.
Bu mahkemeler adaletsizdir; Savunma hakkı kısıtlıdır. Temyiz yolu kapalıdır.
Bu mahkemenin kararları, mahkemeyi kurduran İngilizleri de rahatsız eder.
Bu konuda Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Beyin Osmanlı Divan-ı Harp’teki sözde yargılanıp idamı bu konuda dönüm noktası olur.
Mahkeme Başkanı Hayret Paşa “Mahkeme heyetinin adaletle karar vereceğini” söyler. Fakat Sadrazam Damat Ferit Paşa Kemal Beyin idam edilmesi konusunda mahkemeye baskı yapar. Baskılar sonucu Hayret Paşa görevden ayrılır, yerine Nemrut Mustafa Paşa atanır. Savunma hakkı tanınmadan yapılan yargılama sonunda idam kararı verilir ve 10 Nisan 1919’da Kemal Bey idam edilir.
11 Nisan günü yapılan cenaze törenlerinde olaylar ve tepkiler olur. Bu olaylar üzerine tutuklular “güvenlik gerekçesiyle” İstanbul’dan İngiliz sömürgesi Malta adasına sürülür. Önce 22 kişi ve daha sonra tutuklanan 78 kişi Malta’ya gönderilir. İleri gelen tutuklulardan 12 kişi Limni adasında 115 gün tutulur, 21 Eylül 1919’da onlar da Malta’ya gönderilir.
Osmanlı Divan-ı Harp yargılamaları ve kararlarından giderek daha fazla rahatsız olmaya başlayan İngilizler çareyi yargılamayı kendileri yapmakta ararlar. Bu mahkemeleri “maskaralık, sonuçlarına itibar edilemez” olarak niteleyen İngiliz İstanbul Yüksek Komiseri Amiral Arthur Calthorpe 2 Haziran 2019’da Londra’ya gönderdiği telgrafta, savaş suçlularının İngiltere tarafından yargılanmasını ister. “İngiliz savaş esirlerine kötü muameleden ve Ermeni katliamından sorumlu olanlar” Malta’da yargılanacaktır.
Bu arada İngilizler, savaş suçlarını yargılamak için Kahire ve Batum’da mahkeme kurmuştur. Ancak Türk askerlerini yargılamak için delil bulmakta zorlukla karşılaşırlar ve yargılamalardan bir sonuç alamazlar.
İngiliz Yüksek Komiserliğinin teklifi ile Malta yargılaması devreye girmiştir. Malta’ya 145 Türk tutuklu götürülmüştür. İngiliz Kraliyet Başsavcılığı Sevr Anlaşmasının 230-236. maddeleri gereğince geniş kapsamlı bir soruşturma başlatmıştır. Ermeni katliamı delili bulmak umuduyla Osmanlı arşiv belgeleri çuvallarla Londra’ya taşınmış, ayrıca Amerikan ulusal arşivinde incelemeler yapılmıştır.
1919–1921 yıllar arasında yapılan İngiliz Kraliyet Başsavcılığı soruşturması sonunda hiçbir Türk hakkında Ermeni katliamı suçlamasıyla dava açılamayacağı, bu konuda kanıt ve tanık bulunmadığı, eğer uluslararası bir mahkeme kurulacaksa burada ancak 8 Türk hakkında İngiliz esirlere kötü muamele yaptıkları iddiası ile dava açılabileceği belirtilmiştir.
İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın 29 Temmuz 1921 günlü bu hükmü, günümüz hukukunda “takipsizlik, kovuşturmaya yer olmadığı” kararı anlamındadır ve Ermeni soykırımı iddialarının hukuki ve tarihi hiçbir gerçekliği olmadığı kanıtlamaktadır.
Malta yargılamasında, Talat Paşa bulunmamaktadır. Çünkü Talat Paşa; İngiliz Başsavcının takipsizlik kararı verdiği 29 Temmuz 1921 tarihinden 4 ay önce 15 Mart 1921’de Almanya’da katledilmişti. İngiliz ajan Aubrey Herbert Şubat 1921’de 3 gün süreyle Talat Paşa ile görüşmüştü. 1924’de yayınlanan “Ben kendim” adlı kitabında bu görüşmeden bahsetmiş, fakat Talat Paşa’yı suçlayıcı hiçbir ifadeye yer vermemiştir.
Talat Paşa ile arkadaşlarının Ermeni katliamı konusunda hiçbir kastlarının olmadığı, 1915 Osmanlı Divan-ı Harp Mahkemeleri’nin kararlarıyla da kanıtlanmıştır. Savaş devam ederken kurulan bu mahkemelerde Osmanlı Devleti, tehcir sırasında yaşanan olaylar nedeniyle, 528’i güvenlik, 170’i kamu görevlisi ve 975’i halktan olmak üzere 1673 kişi tutuklu olarak yargılamıştır. 67’i ölüm, 524’i hapis, 68’i kürek ve 711’i pranga, sürgün, para cezası olmak üzere toplam 1370 kişi cezalandırılmıştır.
Savaş koşullarında yapılan bu yargılama Osmanlı Devleti’nin katliam kastı olmadığı açıkça ortaya koymaktadır.
Uluslararası Yargı
Uluslararası yargı organlarının kararları da Ermeni soykırımı iddialarını çürütmektedir:
1. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Avrupa Adalet Divanı (AAD), İngiltere Kraliyet Başsavcılığı (Malta Süreci) ve Fransa Anayasa Komisyonu konu hakkında inceleme yapmış Osmanlı Devletini suçlayan bir karar verememiştir.
2. UAD 03 Şubat 2012’de verdiği karar ile “Yabancı ülke yerel mahkemesi, başka ülkelerdeki olaylarla ilgili hukuki karar veremez” denmektedir. Bu karar ile “Ermeniler 1915 olayları nedeniyle başka ülkede dava açamaz” olduğu anlaşılmaktadır.
Ermenilerin Referans Gösterdiği Kaynaklar
Ermeni soykırımını gündeme getirenler, 1916-1920 yılları arasında yayınlanmış dört kitabı referans almaktadır. Oysa bu kitaplar, İngiliz Kraliyet Başsavcılığı tarafından Ermeni katliamı konusunda hukuki delil niteliği taşımadığı için dikkate alınmamıştır:
- Tarihçi Arnold Toynbee tarafından yazılan İftiralarla dolu “Mavi kitap” hiçbir belgeye dayanmamaktadır. Bir savaş propagandası olarak yazılmıştır. Toynbee; İngiliz Hükümetinin istekleri doğrultusunda gerçek dışı tarih yazdığı için zamanla rahatsızlık duymuştur.
- Büyükelçi Morgenthau’nun öyküsü. 1918
- Din adamı Johannes Lepsius’un “Almanya ve Ermenistan 1914-18”. 1919
- Osmanlı Ermenisi Aram Andonian’ın “Naim Beyin anıları: Ermeni tehciri ve katliamları ile ilgili resmi Türk belgeleri”. 1920
Ermeni soykırım iddiaları; Ermeni Asala terör örgütünün 1973–1984 yılları arasında Türk diplomatlara karşı düzenlediği suikastların yapıldığı döneme kadar gündeme gelmemişti. O dönemde çoğunluğu diplomat ve yakınları olmak üzere 42 şehit verildi. En son 15 Temmuz 1983’de Fransa’nın Orly Havaalanında düzenlenen bombalı saldırıda 2 Türk, 4 Fransız, 1 Amerikalı ve 1 İsviçreli hayatını kaybetmişti. Bu olay üzerine Asala terör örgütü ve faaliyetleri bitirilmişti.
1993’te Samuel Hantington tarafından yazılan ve 1996 yılında kitap halinde yayınlanan; dinsel ve etnik farklılaşmayı körükleyen “Uygarlıklar çatışması” tezinden sonra, bazı ülkelerin parlamentoları arka arkaya “Ermeni soykırımını tanıma” kararı almışlardır.
Parlamentoların “Ermeni soykırımını tanıma” kararlarının tarihi gerçekliği ve hukuki geçerliliği yoktur. Bu kararların tamamı siyasidir.
Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi:
1948 BM Soykırım Sözleşmesi 3. ve 4. maddesine göre, suçun tüzel kişilere değil, gerçek kişilere ait olduğu ifade edilmektedir. Suçun bir ulusa atfedilmesi, olayın hukuksal ve tarihsel gerçekler açısından çarpıtılmasıdır.
Örnek olarak; Almanya’daki Yahudi soykırım suçunu Alman halkı yaptı diye suçlanmamış, Hitler ve soykırım suçu işleyen şahıslar yargılanmıştır. Ruanda, Sudan ve Bosna-Hersek katliamlarında sorumlu şahıslar yargılanmıştır.
Türk Milletinin Ermeni Soykırımı yaptığı şeklindeki yakıştırmalar BM Soykırım Sözleşmesine aykırıdır. Bu iddiaları dillendirmek; Uluslararası Hukuk açısından Türk Milletine karşı kin yaratmak amaçlı işlenen nefret suçudur. Yabancı parlamentoların Türkiye’ye karşı almış olduğu kararlar da Türkiye’ye karşı düşmanlığı körükleyen, ırkçı, nefret suçudur.
BM Soykırım Sözleşmesi 6. maddesi hukuki yargılamanın, “yerel mahkemeler veya uluslararası yargılamaya yetkilendirilmiş olan bir mahkeme” tarafından yapılabileceğini ifade etmektedir. Bu yetki yabancı mahkemelerin ve parlamentoların görevi değildir.
Konu elbette siyasi. Gün geçmiyor ki yabancı ülke parlamentoları “soykırım” iddialarını tanıyan kararlar almasınlar. Neden bu konuda Türkiye hareket etmiyor?
Kitabın tamamını okumak isterseniz Kaynak Yayınları’ndan edinebilirsiniz.
Silvan - Bismil
Tur tarihi: 2 Eylül 2019
Kat edilen mesafe: 60,58 km
Ortalama hız: 19,4 km/sa
Bisiklete biniş süresi 3 sa 7 dk, dışarıda geçen süre 4 sa 21 dk
En yüksek sıcaklık 35 ˚C, en düşük 26 ˚C, ortalama 28,7 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 482 m, kaybı (iniş) 775 m
En düşük irtifa 538 m, en yüksek 882 m
Kat edilen mesafe: 60,58 km
Ortalama hız: 19,4 km/sa
Bisiklete biniş süresi 3 sa 7 dk, dışarıda geçen süre 4 sa 21 dk
En yüksek sıcaklık 35 ˚C, en düşük 26 ˚C, ortalama 28,7 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 482 m, kaybı (iniş) 775 m
En düşük irtifa 538 m, en yüksek 882 m
Garmin yol bilgileri Silvan-Bismil
Relive yol bilgileri Silvan-Bismil
Silvan ÖE’den ayrılışım 06.17
|
Dün yürüdüğüm yolu, saat kulesine doğru sürüyorum |
Sabah gezintisine çıkmışlar
|
Basıyorum pedallara kuvvetlice
|
Çok güzel bir yol. Sıfır eğim, tarlaların ortasından
gitmekte. Asfalt da şahane, yeni dökülmüş
sanki. Geldiğim pek çok yoldan daha iyi
|
Güneş yatık, ışığı halen kızılımsı. Uzaklarda sürüler otluyor
|
İşte bu oldu mu şimdi? Çöplük!!! Solumda. Etrafa atılmış, strafor köpükten üretilmiş, Amerikan servis mi diyorlar, tabaklar |
Sapsarı bir dünyanın içindeyim
|
Dedikleri gibi yapıyorum. Git git sonrası gelen sapaktan
saptım. Karatepe ve Tilkilik demiş yolun başında. Hepsinin
bir de Kürtçe isimleri var
|
Suda ördekler koloni halinde yüzmekteler
|
Bir dere akmakta, üzerinden geçen minik köprü
|
Güzel bir yer burası
|
Köy içinde her yerde hindiler dolaşmakta. Beni gördüklerinde gulu gulu ses çıkartmaktalar. Bu hindi merakı nereden geliyor acaba? |
Uzaklarda giden gelen araçları görmemle anayola
yaklaştığımı anlıyorum. Geldim sayılır
|
Tren yolundan geçerek bölünmüş yola iniyorum. Haliyle
asfalt kaymak, güvenlik şeridi var
|
Erken çıktım erken vardım. Sağdaki bakkalımsı yerde bir
mola verebilirim. Zaten Bismil yazısı da hemen yanında
|
Şehir merkezi diye sağdan saptım. Ortası ağaçlı bir
bulvar, sağlı sollu dükkanlarla dolu. Nerede bu ÖE?
|
Burası da leylekleri kendine sembol seçmiş
|
Yürüyerek bulvar boyunca lokanta arıyorum
|
Çiftlik Et Lokantası
|
Aaaa... Migros; akrabamı görmüş gibi seviniyorum J
|
İşte Koç’un Özü burada. Gerisi teferruat... J
|
Bulvar boyunca yürüyüp, ara sokaklara dalıp-dolanıp-banklarda oturup-etrafı kesip vakit geçirmekteyim. Fazlasıyla ekmek ve pide fırını var, dikkat çekiyor |
4x4’lük laf...
|
Flamingo Pastanesi’ndeki kesme dondurmanın
lezzetine diyecek yok
|
30. gün (devamı) Bismil-Batman – 28. gün (öncesi) Kulp-Silvan
[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde
Kars-Kağızman = 49,25 km
Kağızman-Tuzluca = 60,63 km
Tuzluca-Iğdır = 48,61 km
Iğdır-Doğubayazıt = 57,78 km
Doğubayazıt-Çaldıran = 68,27 km
Çaldıran-Erciş = 72,05 km
Erciş-Adilcevaz = 70,31 km
Adilcevaz-Tatvan = 72,24 km
Tatvan-Hizan = 47,21 km
Hizan-Bahçesaray = 69,69 km
Bahçesaray-Çatak = 63,21 km
Çatak-Pervari = 73,58 km
Pervari-Şirvan = 71,65 km
Şirvan-Siirt = 27,49 km
Siirt-Baykan = 47,77 km
Baykan-Bitlis = 57,27 km
Bitlis-Muş = 76,67 km
Muş-Kulp = 95,50 km
Kulp-Silvan = 87,91 km
Silvan-Bismil = 60,58 km
Bismil-Batman = 53,42 km
Batman-Kurtalan = 60,31 km