1 Eylül 2019

[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde (Muş-Kulp)

31 Ağustos 2019, Cumartesi / Muş - Kulp, 95 km (27. gün)

Erkenden uyandım, belki yola çıkacağım diye böyle oluyor. Uyuya kalmamak için olsa. Neyse döndüm kapattım gene gözlerimi, biraz sonra baktım saate, 5’i geçmiş bile, ben döner dururken J

Hava tam aydınlanmamış. Oda da direkt ışığı doğrudan almıyor. Pencereden bakıyorum, gök kapalı gibi. Dün yağan yağmurdan sonra serinlik var havada.

Kahvaltı cumartesi nedeniyle 8’deymiş. 7’de olsaydı da bana geç oluyor. Erkenden çıkmak daha işime geliyor. Ama dünden kahvaltıdan aldığım iki yumurta ve üç üçgen peynirim var. Bir de iki minik meyveli yoğurt. Hepsini sırayla indiriyorum. Bu arada da eşyaları yerleştiriyor, tıraş oluyor, pişik kremleri..., yani anlayacağınız makyajımı tamamlayıp, asansörle çantaları indirip, bisikleti saklandığı odadan çıkartıp..., sırayla çantaları takarken ne göreyim; sağ ön çantanın bagajı üst noktadan, kelepçeden kopmuş. Haydaaa... bu ne zaman oldu? Herhalde böyle geldim, fark etmedim. Başka izahı yok. Ne edersin, tam da çıkmaya hazırlanırken. Dün fark etseydim belki burada bir yerde tamirine bakabilirdim. Yapabileceğim tek şey var; plastik kelepçeyle tutturmak... Oldu gibi. Ama bir yerde doğru dürüst halletmem gerek. 

Taktım hepsini güzelce, başlangıç fotosunu da çekip İstasyon Caddesinden saldım velespiti gidiyorum, saat 7.15. Sulamışlar yolları, ıslak. Sıçrayıp duruyor sular, çamurlu da. Soldan gidiyorum, kuru bölümden. Geldim dört yol ağzına, sola, Bingöl yönüne döndüm. Hafif bir eğimle gidiyoruz. Rahatça yol alıyorum. Alıyorum da git git nerede bu Kulp sapağı? Geldim dünkü minibüs durağına, Çiftlik’e. Bu kadar uzak olamaz, bir yanlışlık var! Açıyorum Google haritayı ve ne göreyim; öyle geride kalmış ki sapak, nasıl uyudum anlayamadım! Hadi dönersin, bas bas git git. Neredeyse 10 kilometre fazladan yapmış oldum, yarım saatim de harcandı. Kocaman levhayı da dikmişler. Nasıl görememişim anlayamadım!

Kulp yolundayım. 80 kilometrelik bir mesafe. Düz başlıyor sonra 25’inci kilometreden itibaren tırmanıyorsun, şöyle 2 binlere çıkıyorsun. Bu turun uzun etaplarından olacak.

Yol kaymak, bölünmüş, güvenlik şeridi var. Rahatça gidiliyor. Sabah sabah karşı yönden at arabaları geçiyor. Buralarda halen kullanılıyor. Ama içimden hep bir acıma duygusu geçer, hayvanları görünce. Bunları kullanan fakir insanlar, ne kadar özen göster(ebil)irler hayvanlara? Bazen öyle bir yüklüyorlar ki?

Türkler göçebe Orta Asya halkları soyundan gelirler ve tarih sahnesinde at yetiştirici özellikleriyle yer alırlar. Çinliler Türklerden bahsederken,
'Hayatları atlarına bağlıdır' derler. Eski Türkçe metinlerde ve Çin ve Arap kaynaklarında, Türklerin antik çağlarda at yetiştiriciliği ile uğraştıkları ve yetiştirdikleri atları komşu ülkelere satarak geçimlerini kazandıkları anlatılmaktadır. Kâşgarlı Mahmud, Dîvânü Lügati't-Türk'de "At Türk'ün kanadıdır" dediğianlatılmakta. İbn İyâs ise arabanın Osmanlı Türkçesi'nden Arapçaya geçtiğini, deve, at, öküz gibi hayvanlar tarafından çekilen tahtadan yapılmış tekerlekli bir vasıta olduğunu yazmakta. Diğer önemli bir konu da araba kelimesinin Türkçeden diğer dillere geçmiş olması. Mesela, Ruslar "arba" demişler. Osmanlılarda ise araba, özellikle Lale Devri'nde İstanbul'da çok süslü arabaların yapılması ve yaygın bir şekilde kullanılması ile ortaya çıkmış ve önem kazanmış, Fransız asilzadeleri taklit edilerek zarif binek arabaları yapılmıştır... denilmekte. 19. yüzyılın son çeyreğinde de Avrupa'dan ithal, iki yanı açık, üstü arkadan körüklü iki kişilik faytonlar; onların dört kişilik, karşılıklı iki kanepeli ve ön ile arkadan iki körüklü, üstü kapanan tipi olanlar, landonlar ve her yanı ahşap yapım, kapalı, yan pencereleri camlı, kutu biçiminde dik, iki kişilik atlı arabalar olan kupalar sosyal hayata girmiş.

Batı yönüne doğru pedallamaktayım. Güneş arkamda ama hava serin. Gerçi daha iyi. Terletmiyor. Ancak üzerimde ince yelek var ve fermuarı çektim. Sağımda tren yolu gidiyor, tek şeritlik bir ray. Bu yol aynı zamanda Diyarbakır yolu. Herhalde bu tren de Tatvan’dan kalkıp Muş-Diyarbakır şeklinde Ankara’ya gidiyor.

Üniversitelerin yerleşkelerinde cami görülmeye başlandı. Kocaman cami. Önünden geçtiğim Alparslan Üniversitesinde de var. Bitlis’teki üniversitede de görmüştüm. Bir dönemin Diyanet İşleri Başkanı “gençleri manevi yönden geliştirmek istediklerini” söylüyordu. Keşke her üniversiteye camiyle birlikte, yurt, laboratuvar, lojman, teknopark, kütüphane, spor tesisleri ve en önemlisi akademik özgürlük de isteseydi... İbadet her yerde yapılabilir ama bilim öyle mi? Laboratuvar ve donanım yoksa nerede bilim üretilecek? Bilim olmadan bir ülkenin kalkınması mümkün mü?

Saat 8.23 ve 24,6 kilometre ve 1295 metredeyim. Yol duble, güvenlik şeridi çok da temiz olmadığı için yoldan gidiyorum. Şimdilik düz, sıfır eğim. Arada bir çıkıyor %2-3 oluyor. 26’ncı kilometrede tek şeride düşüyoruz. Bir köyün içinden geçmekteyim. Trafiği yok ama yolun, belki de cumartesi olduğundan. 29,8 km’de gelen Kızılağaç sapağını geçtim. Saat 8.37 olmuş. 1320 metredeyim. Hafif hafif çıkıyoruz. Yol tek şerit devam ediyor. Buralarda tütün ekili, sağda solda. [e] 30 km/08.38/%20 harcandı. 1322 m R. Normal’le gidiyorum. Güvenlik şeridi düzeldi, genişledi, burada temiz, gidiliyor. İlk defa gördüğüm, belli aralıklarla/kilometrelerle iki paralel sarı çizgi çekilmiş. Ne ifade ediyorsa?! Yolda kar direkleri görülüyor. Kışın bu yolun kardan trafiğe kapandığını, kar kalınlığının 3-4 metreyi bulduğunu okumuştum.

Uzaklarda, tepelerde, ve de yakınlarda otlaklar var. Otlaklara yayılmış hayvanlar. Büyükbaş daha fazla görülüyor. Koyun keçi de arada. Uzaktan gelen köpek havlamaları. Beni fark etmiş olmalılar. Herhalde sürüleri kolluyorlar. Hava bulutlu, serin. Gelen geçen araçlar tek tük de olsa daha çok bana doğru oluyor. Hafif çıkıyor hafif iniyoruz. 34. km/08.47/1305 m R. Ve tırmanacağım yokuş göründü. Şöyle 1 kilometre kadar ilerimde. 

Asfalt kabalaştı, yol daraldı, köy yoluna döndü. Delik, yama gibi unsurlar eklendi. %7 ile çıkıyorum. %10-11’leri de gösteriyor Garmin... Hafif düzelir gibi... Ama şimdi gene var tırmanış, görülüyor. [e] 37,5 km/09.04/%40 harcandı. 1466 m R. Hava serin, hele de esince rüzgar. Terleyince de yeleği çıkart(a)madım. Hatta çekili fermuar boğazıma kadar.

Yol bazen hafifliyor, sanki düzmüş sanıyorsun ama gene de %4-5 var. Etrafta kuleler görmekteyim. Tip itibariyle bunlar korucu olsa. Biraz daha küçük ve teferruatsızlar. [e] 42,5 km/09.28/%60 harcandı. 1714 m R. Coğrafya çok güzel ama. Güzel ne demek “muhteşem”. Gelen geçen de yok, tek başımayım sanki. Göremediğim, bölgenin sakinleri varsa bilemiyorum J Sağımda, kovanlar yerleştirilmiş. Arıcılık yapılmakta. Bu dağlık bölgede tarım pek zayıf. Hayvancılık en yaygın geçim yolu. Ama bayağı kalabalık sürüler vardı geçtiğim yerlerde. Kimi yola yakın kimi uzaklarda. [e] 46 km/09.46/%80 harcandı.1863 m R. Tek çentik kaldı bataryada. Halen Muş vilayeti sınırlarındayım.

Neredeyse zirveye yaklaştım gibi. Şu yol kenarı bariyerlerinden faydalanayım da bataryayı değiştireyim. Demirlere yaslayınca çantaları açmak kolay oluyor. 46,7 kilometre, saat 9.50. 1884 metredeyim. İkinciyi taktım. Sağda altta bir baraj göleti. Bu kıraç coğrafyada küçük de olsa mavilik hoş görünüyor.

Ağır ağır da olsa çıkıyorum. Bu tırmanışlar düşünmek için vesile oluyor. Hem kendini, hem yaşamı-ülkeyi-dünyayı ve arkadaşlarını-ilişkilerini... tümünü gözden geçirme fırsatı veriyor. ... Böyle düşüne düşüne çıkarken önümden minik bir tırtıl geçti karşıdan karşıya. 1900 metreye geldim, az kaldı 2 bine. Muş Güneyi Dağlarını aşmaktayım. Buranın en yüksek noktası 2646 metre ile Çavuş Dağı. 

Yol rahat çıkıldı. Asfalt olması iyi tabii. Sıkıntı olmuyor, tırmanılıyor sonunda. 1935 metre, solda bir minik tesis. Mola verebilirim. Velespiti bir gölgelik yere dayayıp, az önce yolda konuştuğum insanların masasına oturuyorum. Çay söylenmiş, büyük bardakta geliyor. Yanımdaki bisküvileri yerken tanışıyoruz. Üç kişiler, biri Muş ÖE’den (beni de orada görmüş), diğer ikisi kardeş. Karşımdaki, abi olan öğretmen Muş’ta, Tandoğan Lisesinde, Gündüz Bey. Diyarbakır’a gitmekteler. Kahvaltılık simit, domates serili masalarında. Bana da buyur ediyorlar. Domatesin tadı bir harika. Bahçeden diyor Gündüz Bey. Çay meselesini öğreniyorum. Muşlular kaçak çay sevmezlermiş. Diyarbakırlılar severmiş. Yani ben de severim diyorum. Siirt’te içtiğimi buralarda içemedim. Buranın insanı bonkör, hemen ısmarlıyorlar. Misafirsin diye sana ödetmiyorlar. Biliyorum bu durumu ama kullanmak da istemiyorum, ancak kaçırdım bu sefer, onlar ödemiş oldular. Teşekkür ederim. Onlar arabalarına, ben bisikletime... Vedalaşıyoruz (10.33).

Zirve biraz düz devam ediyor. Uzağımda çadırlar var kurulu. Solumda kazlar, keçiler, kuzular, tavuklar... Adamlar buraya yerleşmişler. Herhalde kışın gidiyorlardır. Eminim burası uzun süre kar altındadır... Ve 1941 metreden dimdik iniyorum. Askeri kontrol noktası geldi hemen. Ben kenardan pas sıvışıyorum. Bir kere Erciş’e giderken çevirdiler, yoksa geç diyorlar.

Kontrol noktası sonrası yol bozuldu. Delik deşik, yamalı mamalı bir yol. Burası Diyarbakır ili oldu artık. Muşlular yollarını güzel yapmışlar. Salamıyorum velespiti, frenleyerek, bir sağdan bir soldan, neresi düzgün oradan inmekteyim. Genelde yolun solu daha iyi durumda. Karşıdan arada araç gelince hemen kaçıyorum sağa.

Yol üzerinde minik bir tezgahta amcam bal satmakta. Belki 3-5 kazanırım düşüncesinde. Domateslerini de koymuş bir sandığa. Bölgede sanayi var mı, sanmıyorum! Yatırım var mı, sanmıyorum! Nasıl ihmal edilmiş. Hep dinledik duyduk, ancak gözünle görünce daha fena oluyorsun. Yıllardır bu insanlar böyle yaşamaktalar. Göç haliyle kaçınılmaz. Neden İstanbul’a Türkiye’nin dört yanından geldiler? İşleri güçleri olsaydı gelirler miydi? Sen, kazancın yerindeyse evini terk eder misin? Bu kadar plansız programsız bir devlet yönetimi herhalde bize özgüdür. 

Yolun durumu biraz düzeliyor, en azından frenleri daha az kullanıyorum. Dağlar kocaman, yol ise arasından gitmekte. Solumda bir çay, birlikte akıyoruz yokuş aşağı. Tepeden beri iniyorum gene. Ufak düzlükler ve çıkışları saymazsak. 10 kilometre gelmişimdir gene. Yan rüzgar vardı inişin dik yerinde. Bisikletin üzerine kapanmam gerekti. Bayağı sarsıyordu. Hiç düşürülmedim rüzgar tarafından, istemem de.

Burası bir düzlük, 1400 metreye inmiş oldum. Evler var, birbirlerinden uzaktalar. İlkel durumda görünüyorlar. Naylonla kaplanmış üstleri. Önlerinde, yakınlarında bahçeleri var. Ekip biçiyorlar, yiyecekleri anlaşılan. En yakın merkez nerede acaba? Erzak nereden temin ederler? Kışın da mı buradalar? Kar altında değil mi burası, yoksa? İleride, önümde, kalabalık bir sürü geçmekte yolu, keçi koyun. Yanlarında üç dev çoban köpeği, sakinler. Bakmıyorlar bana bile. Ben de ağırdan pedallıyorum, pek de yakınlarına gelmeyeyim.

İne ine 1125 metreye geldim. Saat 11.42. 74,9 kilometre oldu. Bu gidişle 90’ı aşacağız. Solumda bir HES. Kulp Çayının üzerine kurulmuş. Önünde durup yeleği çıkartıyorum. Artık fazla geliyor. Beni gören bekçi odasından çıka geliyor. Kısa bir muhabbet. Kimin burası? Pek isim vermek istemiyor nedense. “Buralı iyi insanlar” diyor.

Bu noktadan sonra yolun durumu daha da düzeliyor. Şimdi daha rahat inmekteyim, dönemeçleri keserek falan. Ama peş peşe öyle dönemeçler geliyor ki, yavaşlamadan dönemiyorsun. Dokuz tane saydım. Bir yılan. Buraya zaten Dokuz Viraj Mevkii deniliyormuş, okumuştum. Bir hafta önce 5 kişinin yaralandığı bir trafik kazası meydana gelmiş. Yıllar önce bu yol, yani Muş-Kulp yolu güvenlik nedeniyle kapalıydı. Uzun zaman aldı açılması. Bugün böyle rahat geçiyor olmak çok önemli bir şey. Bu konuda canlarını ortaya koyarak mücadele edenlere ne kadar teşekkür etsek azdır.

Sürüler var otlayan, başı boş inekler, yatmış geviş getirenler, minikler beni görünce kaçışıyorlar. Yol güzel, bu rota. Tırmanışı da güzeldi, ondan sonra inişi de. Bozuk kısımlar hariç. Bulutlar gitti, artık güneş tepede. Hava ısındı. Böyle dağların arasından süzülen bir yoldayım. Tıngır mıngır, bazen hızlanıyor bazen yavaşlıyorum. Kulp Çayı şimdi sağımdan akıyor. [e] 77 km/11.48/%20 harcandı-2. 1090 m R. Geldim üç yol ayırımına. Kulp-Diyarbakır için sağ denmiş. Gerçi denileni ben göremedim, sorunca gösterdiler. Kavşakta bir bakkalımsı satış noktası da oluşmuş. Duran bir iki araç var önünde.

Çay üzerindeki köprüden geçiyor, bozuk bir yola giriyor, Kulp yazısı önünde fotomu çekiyor ve Kulp’u arıyorum. ÖE nerede? Sağdan çık deniliyor. [e] 96,7 km/12.38/%40 harcandı-2. 945 m R. Çık dedi ya, merkeze öyle bir rampa var ki sormayın, %17’yi görüyorum. High ile ancak S çizerek çıkabildim. Bu ne yaaa?! İlçe tepelerde, kışın bu rampa çıkılır mı? 

ÖE için bana fatbike’ı olan bir genç rehberlik ediyor. Park edip girmeye hazırlanırken mahallenin gençleri hemen bisikletin yakınında toplanıyorlar. Beğeniyorlar velespiti, beni de yeni öğretmen sanıyorlar. Hangi ders, hangi okul soruluyor. Biri beden öğretmenliğini yakıştırıyor. Ehh haklı da, bisikletle din öğretmeni gelir miydi J

Nihal Hanım, telefonda konuştuğum kişi mutfakta menemen hazırlamakla meşgul. Kokusu burnumu okşuyor, “bana da bana da” diyorum. “Tamam, elimdeki işi bitireyim, size de yaparım.” – “Acelem yok, yerleşeyim gelirim.” ... Bir çay ve Uludağ gazozu ile kayıt sıramı beklemekteyim. 30 lira konaklama, yanıma kimseyi vermeyecek, farkını almıyor J

Bisiklet kapı girişine, ben 203’e. Haliyle vasat bir ÖE, ilçeye özgü. Gerçi bazen çok sürpriz ÖE’ler de çıkıyor. Burası değil ama daha berbatını gördüm. Özellikle tuvaletin havalandırma durumu. Olmayınca rutubet kokusu rahatsız edici oluyor L

Neyse, kollardaki bandajlar nedeniyle, ıslanmasın diye -‘Yahudi yıkanışı’ derdik, nedense böyle cimriliği anlatmak için olsa, ırkçı bir laf- yıkanıp biraz uzanıp 3’ü geçe iniyorum Nihal Hanımın yanına. Kızarmış patates+menemen+soda ile sabahki çay+Uludağ için 28 lira bayılıyorum. Konaklama ücreti kadar oldu. Buradaki ÖE diğerlerine göre pahalı, soda 2- (1,5 Bitlis), Uludağ 4-, menemen 15- (tek yumurtalı), patates 6- L Ama lezzetliydi, tazeydi. 

Kulp: Volkanik ve sarp bir arazi üzerine kurulmuştur. Eski adı "Baş Kale" anlamına gelen "Pasur"dur (*). Kulp adını ise bölgeye egemen olan Kulpo adlı bir derebeyinden aldığı sanılmaktadır. MÖ 606 yılında Asur egemenliği son bulunca Kulp ve yöresi önce Med'lerin daha sonra da Persler'in eline geçmiştir. Bir süre Ermeni hakimiyeti de bölgede hüküm sürmüştür. MS 226'da Roma egemenliğine giren Kulp, 639 yılında Diyarbakır ile birlikte Araplar'ın eline geçmiştir. İlçe ve çevresinde Kafrum Kalesi, Kanikan köyü mağaraları, Cıkse ve Keleyi Ulya Kaleleri, Kulp Çayı üzerindeki bugüne kadar çözülmemiş çivi yazılı Büyükkaya ile Badıkan mıntıkasındaki İmam-ı Gazali türbesi görülebilecek yerler arasındadır.

(*) Halbuki Vikipedi sayfasında ise ... Kulp ilçesinde kırmızı renkli 'terra rosa' olarak da bilinen toprak türü ve ilçenin dağ eteğinin üzerinde olması sebebiyle Peya Sor (Pasûr) ismiyle anılır… denilmekte.

Kulp içinde dolaşmaktayım. Küçük bir ilçe, bir bölümü de aşağıdaymış. Ama kaymakamlık-belediye burada. Burası merkez. Şöyle biraz yürüyor, bir otelin varlığından haberdar oluyorum ama girip fiyat almıyorum. Pek bir salaş göründü gözüme. Minik bir dondurma ile ağzımı tatlandırıyor, sonra banklardan birine oturup, karşımdaki çaycıda ‘kaçak çay’ lafını okuyunca ısmarlıyor, üç bardak içiyorum. Lezzeti bambaşka. 

Munzur suyu; suların en güzeli, en serti. Biliyorsunuz yumuşak suda iş yok, sert su tercih edin. Munzur suyunun pH’ı 8,45. Fransız sertlik derecesine göre sular ortalama şöyle sınıflandırılıyor:
  • 0-7 arasında olanlar çok yumuşak-çok tatlı,
  • 7-14 arasında olanlar, yumuşak-tatlı, 
  • 14-22 arasında olanlar sertçe-orta tatlı,
  • 22-32 arası olanlar sert-acı,
  • 32-54 arası olanlar çok sert-çok acı sulardır.

Dr. İsmail Mert’ten öğrendiğimize göre: pH bir çözeltinin asitik veya bazlık derecesini gösteren bir ölçü birimidir. Suyun pH değeri, hidrojen iyonlarının yoğunluğunu gösterir.

Sulu çözeltilere hidrojen iyonu verebilen maddelere “asitli maddeler, hidroksil iyonu verebilen maddelere de “bazik maddeler” denilir. Diğer bir ifade ile de hidrojen iyonu verebilen maddeler “asit”, hidroksil iyonu alabilen maddeler “baz” olarak adlandırılır.

Sulardaki pH yoğunluğu 1’den 14’e kadar rakamlarla ölçülür. pH 7’de hidrojen ve hidroksil iyon düzeyi eşit, su nötrdür.

Hidrojen iyonları artarsa suyun pH değeri düşer ve su asidik olur. Tam tersi, hidrojen iyonları arttığında pH değeri yükselir ve su alkali hale gelir. İşte bunun için sudaki pH 7’nin aşağısı ise su asidik, üzeri bazik sudur.

Türk standardına göre içme sularındaki pH değeri 4,5-9,5 arasında olmalıdır.

Düşük pH’lı sular korozif oldukları ve bu özellikleri ile birtakım metalleri çözebildikleri için içilmemesi gereken sulardır. Yüksek pH’lı sular özellikle mide rahatsızlığı olanlara ve diyet yapanlara tavsiye edilmektedir. Mide sorunu olanlarda asidite arttıkça, rahatsızlıklar artar.

Vücut, doğal olarak kanın pH’ının sürekli 7,35-7,45 aralığında kalmasına çalışır. Vücutta tüm metabolik işlemler dengeli bir pH’a bağlı olduğundan, “bazik” olan, yani pH’sı 7’den büyük olan suların tüketilmesi sağlığa yararlı sayılır. Diyetle alınan gıdalarda asitlik artar, vücuttaki pH dengesi bozulur. İçilen suyun pH’sı ortalama 7,5 ve üzeri ise bu su vücuttaki pH’yı dengeleyebilmektedir... 
denilmekte.
Milliyet

Yarın için meyve (armut-elma-şeftali) ve Munzur suyu alıp daha fazla gezilecek yer olmadığından, ilçenin altına da gidemeyeceğimden ÖE’ye dönmekteyim.

ÖE’nin bahçesinde bir sodayla yazılarımı yazıyorum. Hava karardı, serinledi. Müzik yayını var ÖE’de. Türkçe sözlü pop müziği. Olmasa daha iyi olurdu ama yapılacak bir şey yok. Odaya çıkmadan biraz daha internette dolanıyorum...

Tarihte Bugün: 31 Ağustos 1997, Diana Spencer ve Dodi el-Fayed Fransa'nın başkenti Paris'te geçirdikleri meçhul trafik kazasında hayatlarını kaybettiler. Evet, çoğumuz bu trajik olaya üzülmüşüzdür. Kısaca bir hatırlayalım: Leydi Di; Protestan ve İngiltere Kilisesi'nin üyesi (yani Katolik Kilisesi'nden değil), aristokrat bir aileye mensup olup bu özellikleri ile İngiliz hanedanın gelecek planlarına uygun bir adaydır. Prens Charles ise otuz yaşında ve evlilik için artan bir baskı altındadır. Bu şartlarda, 29 Temmuz 1981’de Diana, Galler Prensi Charles'ın eşi olur. Yani gelecekte Birleşik Krallık tahtının Kraliçesi olacaktır... Ne var ki evliliğinde hiç mutlu değildir Diana. Charles kendisiyle ilgilenmemektedir, çünkü Camilla'ya (bugünkü eşi) aşıktır. Diana, her şeye rağmen evliliğini düzeltmek ister, ancak yürümez... BBC televizyonuna verdiği röportajda İngiliz kraliyet ailesinin ve kendi evliliğinin tüm kirli çamaşırlarını samimice ortaya dökmesi sonuncunda 1992’de evleri ayırırlar, 1996’da da boşanırlar. Boşanmadan sonra Pakistanlı kalp cerrahı Hasnat Khan'a aşık olur Diana. Fakat Hasnat'ın kültürü farklı olduğu için ilişki sürmez. Dodi Al Fayed'le görüşmeye başlar. Ağustos ayında Akdeniz'de Dodi'nin 'Jonikal' yatında kalırlar, ancak çok paparazzi kovaladığı için Paris'e dönmeye karar verilir. 31 Ağustos günü Dodi'nin apartmanına gitmek için otelden çıktıklarında paparazziler onları bekliyordu. Giderken şoför Henri Paul yolu şaşırır ve karanlık bir tünelde kaza yapar. Henri Paul ve Dodi Al Fayed olay yerinde ölürler. Kazadan Leydi Diana ve koruması Trevor Rees Jones yaralı kurtulur. Ancak Leydi Diana ağır yaralıdır ve doktorların 2 saat uğraşmasına rağmen kaldırıldığı hastanede 36 yaşında hayata gözlerini yumar.

Kazanın sorumlusu olarak aracı takip eden paparazziler olduğu öne sürülür. İddia odur ki paparazzileri atlatmak isteyen şoför hızlıca giderken kaza olmuştur. Ancak daha sonra otopsi raporlarında şoförün alkollü olduğu anlaşılır. Prensesi ve Al Fayed’i taşıyan limuzin, sürücüsünün alkollü olması sonucu kaza yapmıştır.Resmi makamlarca söylenen budur fakat muammalar sürmektedir. İngiliz hükümeti bu konuyu resmi sırlar kanunu kapsamına sokarak sansür uygulayacaktır.

Neden öldü(rüldü) senaryoları ise şu yöndedir: Prenses Diana, evlenmeyi düşündüğü Dodi Al Fayed aracılığıyla bağımsız bir finansal güç olarak tehlike arz etmeye başlamıştı. Bununla birlikte Bosna ve benzeri savaş bölgelerine yaptığı ziyaretler ile politik bir güç haline geliyor, başını İngiltere'nin çektiği yeni dünya düzenine aykırı bir kimlik oluşturuyordu. Diana aynı zamanda kara mayın yasaklanması konusunda en mücadele veren isimdi. Mayın üretiminde ise en çok para kazanan tüccarlar tesadüf odur ki İngiltere'deydi. Ama en önemlisi Diana monarşiye karşı adeta savaş açmıştı. Ölümüyle Diana’nın bu barışsever tutumu ve kraliyet ailesinin kirli çamaşırlarını ortaya dökmesinin önüne geçilmiş, ayrıca Prenses Diana’nın İngiltere'nin gelecekteki kralı olacak çocuğunu yetiştirmekten alıkonulmuş ve belki de en önemlisi İngiltere ile Ortadoğu, dolayısı ile Müslümanlar arasında kan bağı oluşturabilecek bir evlilik engellenmiş olup, bir taşla belki de kuş katliamı yapılmıştı.



Kulp ÖE 0412-8313494
















Muş - Kulp
Tur tarihi: 31 Ağustos 2019
Kat edilen mesafe: 95,50 km
Ortalama hız: 19,8 km/sa
Bisiklete biniş süresi 4 sa 49 dk, dışarıda geçen süre 5 sa 33 dk
En yüksek sıcaklık 39 ˚C, en düşük 18 ˚C, ortalama 26,7 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1690 m, kaybı (iniş) 2058 m
En düşük irtifa 797 m, en yüksek 2012 m

Garmin yol bilgileri Muş-Kulp

Relive yol bilgileri Muş-Kulp




Muş ÖE’den ayrılışım 07.15


Sola, Bingöl yönüne döndüm. Hafif bir eğimle gidiyoruz

Rahatça yol alıyorum. Alıyorum da git git nerede bu Kulp sapağı?

Hadi dönersin, bas bas git git. Neredeyse 10 km fazladan yapmış
 oldum, ½ saatim de harcandı. Kocaman levhayı da dikmişler


Yol kaymak, bölünmüş, güvenlik şeridi var. Rahatça gidiliyor. Sabah
 sabah karşı yönden at arabaları geçiyor. Buralarda halen kullanılıyor

Batı yönüne doğru pedallamaktayım. Güneş arkamda ama hava
 serin. Gerçi daha iyi. Terletmiyor. Ancak üzerimde
 ince yelek var ve fermuarı çektim


Üniversitelerin yerleşkelerinde cami görülmeye başlandı. Kocaman
 cami. Önünden geçtiğim Alparslan Üniversitesinde de var




Yol duble, güvenlik şeridi çok da temiz olmadığı için
 yoldan gidiyorum. Şimdilik düz, sıfır eğim


Hafif hafif çıkıyoruz. Yol tek şerit devam ediyor


Coğrafya çok güzel ama. Güzel ne demek “muhteşem”

Gelen geçen de yok, tek başımayım sanki. Göremediğim,
 bölgenin sakinleri varsa bilemiyorum J

Solda bir minik tesis. Mola verebilirim. Velespiti bir gölgelik yere
 dayayıp, az önce yolda konuştuğum insanların masasına oturuyorum

Hayvancılık en yaygın geçim yolu. Ama bayağı kalabalık
 sürüler vardı geçtiğim yerlerde. Kimi yola yakın kimi uzaklarda


Uzağımda çadırlar var kurulu. Solumda kazlar, keçiler, kuzular,
 tavuklar... Adamlar buraya yerleşmişler. Herhalde kışın
 gidiyorlardır. Eminim burası uzun süre kar altındadır

Burası bir düzlük, 1400 m’ye inmiş oldum. Evler var, birbirlerinden
 uzaktalar. İlkel durumda görünüyorlar. Naylonla kaplanmış 
üstleri. Önlerinde, yakınlarında bahçeleri var



Bir HES. Kulp Çayının üzerine kurulmuş

Bu noktadan sonra yolun durumu daha da düzeliyor. Şimdi
 daha rahat inmekteyim, dönemeçleri keserek falan...

Ama peş peşe öyle dönemeçler geliyor ki, yavaşlamadan
 dönemiyorsun. 9 tane saydım. Bir yılan

Kimidir bu 2Tekerlekli?


Yol güzel, bu rota. Tırmanışı da güzeldi, ondan
 sonra inişi de. Bozuk kısımlar hariç


Bulutlar gitti, artık güneş tepede. Hava ısındı. Böyle dağların
 arasından süzülen bir yoldayım. Tıngır mıngır, bazen hızlanıyor
 bazen yavaşlıyorum. Kulp Çayı şimdi sağımdan akıyor




Çay üzerindeki köprüden geçiyor, bozuk bir yola giriyor, Kulp
 yazısı önünde fotomu çekiyor ve Kulp’u arıyorum. ÖE nerede? 

ÖE için bana fatbike’ı olan bir genç rehberlik ediyor

Kulp ÖE



Kulp ÖE kafeteryası

Kulp içinde dolaşmaktayım. Küçük bir ilçe, bir bölümü de
 aşağıdaymış. Ama kaymakamlık-belediye burada. Burası merkez



Aşağıdaki Kulp







Damat bey hazır

Minik bir dondurma ile ağzımı tatlandırıyor, sonra banklardan
 birine oturup, karşımdaki çaycıda ‘kaçak çay’ lafını okuyunca
 ısmarlıyor, üç bardak içiyorum. Lezzeti bambaşka





















28. gün (devamı) Kulp-Silvan – 26. gün (öncesi) Muş II






[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde


Kars-Kağızman = 49,25 km

Kağızman-Tuzluca = 60,63 km

Tuzluca-Iğdır = 48,61 km


Çaldıran-Erciş = 72,05 km

Erciş-Adilcevaz = 70,31 km

Adilcevaz-Tatvan = 72,24 km

Tatvan-Hizan = 47,21 km

Hizan-Bahçesaray = 69,69 km

Bahçesaray-Çatak = 63,21 km

Çatak-Pervari = 73,58 km

Pervari-Şirvan = 71,65 km

Şirvan-Siirt = 27,49 km

Siirt-Baykan = 47,77 km

Baykan-Bitlis = 57,27 km

Bitlis-Muş = 76,67 km

Muş-Kulp = 95,50 km

Kulp-Silvan = 87,91 km

Silvan-Bismil = 60,58 km

Bismil-Batman = 53,42 km

Batman-Kurtalan = 60,31 km