16 Ağustos 2019

[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde (Erciş-Adilcevaz)

15 Ağustos 2019, Perşembe / Erciş - Adilcevaz, 70 km (11. gün)

Sabaha sabah pencereden giren bu sesler nedir böyle? Biraz yatakta dönüp kesilmeyen sesi merak ediyorum. Balkona çıkıp da ne göreyim? Arka bahçedeki ağaçların üstleri tamamen karga dolu, ama öyle böyle değil. Binlerce karga otelin arka tarafına uçarak gelip buradaki ağaçlara konuyorlar. Bu kadar çok kargayı hayatımda görmedim. Simsiyah ağaçların üstleri. Ne oluyor? Büyük Karga Toplantısı mı var?

Zooloji uzmanları tarafından kedi, köpek ve papağan gibi hayvanları geride bırakarak dünyanın en zeki 6. hayvanı seçilen kargada aletleri kullanma yeteneği mevcuttur. Bilimsel bir deneyde önüne konulan içi yem dolu şişeye fiziksel yapısı itibariyle giremeyen karga, şişenin yan tarafına konulan telin ucunu kıvırmış ve tüpün içindeki yemi rahatça almıştır. İnsanlar arasında kargalar hakkında çok sayıda ortaya atılan söylentilerden birisi de kargaların 100 yıl ila 250 yıl hatta bazı iddialara göre 350 yıl yaşadıkları yönündeki söylentilerdir.

Günümüzde kargaların bu kadar uzun yaşadığına dair söylentilerin temeli, özellikle Antik Yunan ve Roma döneminde kargaların “uzun ömrün” sembolü olmasından kaynaklanmaktadır. Yunan didaktik şiirinin önemli ozanlarından biri olan Hesiodos (MÖ 8. yy – 7. yy) bir eserinde karganın ömrünün insan ömründen dokuz kat daha uzun olduğunu ileri sürmüştür. Tarihte insanlar tarafından istihbarat amacıyla da kullanıldığı bilinen kargalardaki en ilginç özellik ise gördüğü her farklı insan yüzünü birbirinden ayırt etmesi ve tanıyabilmesidir. Ayrıca pek çok ülke mitinde “Ölümsüzlük” ve “Savaş ve Ölüm Tanrısı” gibi sıfatlarla tanımlanan kargalardan, genellikle eski inançlarda korkulduğu görülmektedir. Bilimsel açıdan bakıldığında, tarihte en yaşlı karganın 59 yaşında öldüğü belgelenmiştir. Bunun haricinde genellikle 20 ile 30 yaşları arasında öldükleri görülmektedir.

Hazırlanıp resepsiyona çantaları bırakıyor, kahvaltının hazır olmasıyla fazla yüklenmeden midemi dolduruyorum. Kavun karpuz bulunmasına sevindim. Turda en çok özlediğim şey meyve.

Otelden ayrılmam 7’yi çeyrek geçe. Hemen anayola bağlanıp Adilcevaz yönüne sapıyorum. Bugün 66 kilometre bir yolum var, öyle kırıcı değil, göl kenarından. Sabah hava serin, üzerimde ince yelek. Yolun durumu dünkünden, yani duble ve kaba asfalt. 1639 metre rakımdayım. Erciş’te olsun Iğdır’da olsun herkes “single speed” kullanıyor J

Çelebibağı köyüne geldim. Soldan Selçuklu Mezarları diyor levha. Bir de sulak alan var orada, Kuş Barınağı. İkisini göreyim diye ayrılıyorum anayoldan ve dalıyorum köyün içine. Bu yollar çok daha güzel. Sakin, telaşsız. Bir tek merkeze giden minibüsler geçmekte. Bayram bitti, mesai başladı bugün.

Duvar dibinde araç bekleyenlere mezarları soruyor, yol tarifi alıp, toprak yoldan, zincirli iki köpeğin havlamaları arasından ileride gözüken mezarlara doğru pedallıyorum.

Geldim, park ettim, tırmandım... Amma velâkin bu mezarlara yalnız Selçukludan çok köyün insanları gömülmüş. Hatta bazı mezarlar eskilere benzetilerek yapılmış, malzeme ve form itibariyle. Biraz hayal kırıklığı oluyor. Levha da sanki müthiş bir şey varmışçasına dikilmiş. Burayı göstersen ne olur göstermesen ne olur durumları! Bunların en güzelleri Ahlat’ta.

Her yıl göçmen kuşların uğrak noktası olan Çelebibağı, Kasımbağı, Gölağzı ve Tekevler Mahallelerinin sahillerinde yaklaşık 200 çeşit kuş türü bulunmaktadır. Bu kuş türlerinden en önemlisi flamingodur. İlkbaharın kendini hissettirmesiyle birlikte akın eden bu kuşlar, yaklaşık 4-5 ay Çelebibağı ve Kasımbağı sahillerinde barınmaktadır. Ayrıca bölgede akbalıkçıl, gribalıkçıl, turna, angıt, kuğu gibi diğer önemli kuş türleri de bulunmaktadır.

Kuş Barınağına gitmiyor, köyün içinden devam ederek tekrar anayola bağlanmak üzere geri dönüyorum. Dün de gördüm bugün de var, bayağı karalahana ekili buralarda. Böyle değişik bir yeşili var, mor yeşil arası bir renk. Büyükçe bir alan sulanıyor şu anda. Kazlar var veya ördek bunlar. Ördek olsa herhalde. Fakat çöplük ortalık. Her taraf pislik dolu. Ördekler de onun içinden bir şeyler ayıklıyorlar.

Tekrar anayoldayım, Tatvan-Bitlis yolu bu aynı zamanda. TIR trafiği de oldukça. Göl solumda artık, rengi ve büyüklüğü ile göz doyuruyor. Çıktık çıktık,  %7’den şöyle 500 metre bir tırmanış geçildi. 1681 metreye geldik. Rampanın başında da Erciş bitti. [e] 20,7 km/08.37/%20 harcandı. Hava ısındı, yeleği çıkartıyorum. Burası sıcak bölge. Hareket edince rüzgar güzel serinletiyor ama durunca yanıyor ortalık.

Hafif tepeleri çıkıyor iniyor bu yol. Ama dümdüz. Sıkıcı, Eco yerine Normal’le gidiyorum. Göl solumda, Süphan sağımda tüm heybetiyle bana bakıyor (4058 m). Tepesinde kar var bazı yerlerinde. Dağın 3700 metrede bulunan ilk kraterine kolaylıkla tırmanıldığı söylendi. Tepeden kuş bakışı Van Gölü muhteşemmiş. Bunu yaşamak isterdim doğrusu.

Süphan Dağı

Alanın Tanımı: Süphan Dağı ÖDA’sı, Van Gölü’nün 10 km kuzeyinde yer alan büyük volkanik bir dağdır. Koni şeklindeki dağ, kuzeydoğudaki Ağrı Dağı ve güneybatıda ki Nemrut Dağı arasından yükselmiştir. Ağrı Dağı’ndan sonra Türkiye’nin ikinci en yüksek volkanik dağıdır. Yaklaşık 12 kilometre uzunluğundaki dağın çevresinde daha geniş bir alan kaplayan lav örtüsü uzanır. Dağın eteklerinde Aygır ve Süte gölleri bulunur. ÖDA’da dağcılık faaliyetleri yapılır.

Habitatlar: Dağın kurak yamaçlarında dağ bozkırları geniş alanlar kaplar. Süphan Dağı’nın en yüksek bölümleri yıl boyunca büyük ölçüde karla kaplıdır. Süphan Dağı’nda orman bitki örtüsü son derece azdır. Dağın güney yamaçlarında seyrek çalı toplulukları göze çarpar.

Türler: Süphan Dağı bitki türleri açısından zengindir. ÖDA ülkemize endemik birçok bitki türünü bünyesinde barındırmaktadır. Etekli Çivitotu (Isatis undulata), Van Dermesi (Marrubium vanense), Has Çarşakotu (Paracaryum leptophyllum), Salvia odontochlamys ve Verbascum coronopifolium alanda bulunan ve nesli tehlike altında olan türlerin en önemlileridir. Süphan kertenkelesi (Eremias suphani) Türkiye’ye endemik ve dar yayılışlı bir tür olup adını bu ÖDA’dan alır. Alan başta yırtıcılar olmak üzere kuş türleri için de bölgesel ölçekte önem taşımaktadır. Sakallı akbaba (Gypaetus barbatus) alanda üreyen öncelikli kuş türlerinden biridir.

Alan Kullanımı: Alandaki temel insan faaliyeti hayvancılıktır. Halk geçimini çoğunluğu küçükbaş olan hayvanların yaylalarda otlatılması ile sağlamaktadır. Az miktardaki tarım alanlarında hayvan yemi üretimi ve ihtiyacı karşılama amaçlı üretim yapılmaktadır.

Süphan Dağı dağ sporları için oldukça popüler bir merkezdir. Bunun yanında Aygır Gölü piknik alanı olarak bölge halkı tarafından kullanılmaktadır.

Tehditler: İklim şartları nedeniyle kısa bir gelişme dönemine sahip alanın bitki örtüsü aşırı otlatma baskısı altındadır.

Dağın doğu eteklerinde bulunan radyo-link istasyon yolu bozkır bitki örtüsünü kısmen de olsa tahrip etmiştir. Tarım alanlarının genişlemesi bozkır ekosistemini etkileyen diğer bir tehdittir. Reçine içeriğinden dolayı tezek tutuşturulmasında kullanılan Geven (Astragalus sp.) ve Çoban Yastığı (Acantholimon sp.) gibi bitkilerin yoğun yumak oluşturan türleri alandan sökülmektedir.

Göl kıyısına plajlar kurulmuş, ‘Aile ve Kadın Plajı’ denilmiş. Yani tek erkek istenmiyor burada. Ataerkil bu toplum bilir ki erkek karısına kızına asılır-bakar..., görsün istemez. Kendini bildiğinden başkasını da kendi gibi sanır-düşünür.

[e] 38 km/09.28/%40 harcandı. 1637 metredeyim. Ağaç yok yolda, güneş tepede. Yol düz, arada çıkıp iniyor. Benzinci arıyor gözüm. Hatta marketi olsa da soğuk bir şey içsem. Ama yok. Çıktığımdan beri de görmedim benzinci... Nihayetinde bir tane geliyor, 7Kıta. Benzinciye girip soruyorum: “Market?” – “Yok, ama gel çay iç” diyorlar. Fena fikir değil, kabul ediyor, park edip yanlarına varıyorum. İki arkadaş, biri istasyon sahibinin oğlu, adı Aydın. Diğeri Mahmut muydu? Bir cemaatle Üsküdar İstanbul’a da gelmiş. Oradan başlıyoruz konuşmaya. Nurcu olduklarını anlıyorum. Konu bir yerden evrim teorisine-maymun soyuna geliyor; yaradılış, Adem Havva, dinler-kitaplar-doğru/yanlış gibi konularla sürmekte. İkisi haliyle pozitif bilim yerine dini kitabı kabul etmekteler. Maymundan geldiğimizi şiddetle ret ediyorlar. Diyeceğim “sende bariz bir maymun tipi var” ama alınacak diye susuyorum J Bir müddet sonra adres sormaya gelen birini fırsat bilip ayrıldım yanlarından. 

Devam pedallamaya. Bu mola iyi geldi, enerji kazandım. Solumda beliren minik göle Sodalı Göl veya Arin Gölü de denilmekte. Etrafını dönen bir yol da görünüyordu haritada. 3 de köy bulunuyor kıyısında. İsterdim girmek ama nedense bir an varayım, sıcağa kalmayayım... Göl, Van gölünün 5 metre kadar daha yüksek olduğu zamandan kalmış. Süphan Dağında yer alan sodyum kaynakları derelerle göle taşındığından dolayı suyu sodalı. Dışa akışı yok, yani kapalı havza. Balık yaşamadığı gibi bitki örtüsü sadece dere ağızlarında küçük öbekler halinde. Ama kuşlar açısından son derece önemli bir alan. Özellikle göç dönemlerinde.

[e] 53 km/10.59/%60 harcandı. 1700 metre rakımdayım. Asfalt düzeldi, kaymak oldu. Güvenlik şeridi genişledi. Umarım bu şekilde gider yol. Bir benzinci daha geliyor onda da yok meşrubat ama ileride market olduğunu öğreniyorum. Adilcevaz’a da az kaldı bu arada.

Soldaki markete geçip Ice tea (2,5) ardından limonlu soda (1,5) içerken çektiğim videoyu da dostlara yolluyorum. Burası herhalde bölgedeki tek market. Arka masada oturan bir aile var, kavun yemekteler. Aslında canım da çekmedi değil. Davet etseler ne iyi olurdu J

Yola devam. Bozkırlar Deniz Ay Aile Plajı geçiliyor. Burada, özellikle Edremit’ten söz ediliyor. Plajlarıyla doğunun Marmaris’i oldu deniliyor. Bu iyi bir haber değil mi? Plaj demek, mayo demek, çıplaklık demek. Yoksa kadınlar haşemayla mı giriyorlar dersiniz? 

Sıfır eğimle sürüyor yol. Bataryada ise iki çentik kaldı. Bakalım götürecek mi beni Adilcevaz’a? Saat 11.59/63,7 km’deyim. Soda içtiğim yerde, yolda aklıma bir değişiklik geldi; Tatvan, üç güne çıkarttım oradaki kalışımı. Bir gün de Van’a gidip geleyim. Ahlat’ta kalmıyorum, bir günüm artıyordu. Feribot 3,5 saatte gidiyormuş. Bisikleti Tatvan’da bırakır, belki feribotla gider otobüsle dönerim. 

Yol boyunca tezgahlar kavun-karpuz-domates dolu. Şimdi birinde kabak gördüm, yemeklik. Ama onlar da bayağı, bacağım kadar kalın. Bir şey daha var dikkat çekici. Bu kadar zamandan sonra para değerini halen milyar olarak ifade etmeleri. Altı sıfırı atamamışlar, halen yerleş(e)memiş.

Adilcevaz için sağdan giriliyor. Saptığım noktada Bediüzzaman’ın Talebesi Bekir Ağa’nın Kabri diye bir ok görüyorum. Bu bölge anlaşılan Nurcu.

Nurculuk; Bitlis’in Hizan ilçesi Nurs köyünde doğan (1878-1960), Osmanlı’nın son dönem çalkantılarını yaşayan, Cumhuriyet ile birlikte İslamî bilgilere, ama daha ziyade geleneksel kaynaklardaki mitolojik ilahi figürlerin gelişine ait çalışmalarına ağırlık veren, tarikat ve cemaat faaliyetleri içine bilahare siyaseti de sokan Mirza oğlu Said-i Kürdî’nin kurduğu ve onun etrafında oluşan harekettir. Kürdî lakabı daha sonraları doğduğu köye atfen “Nursi” şeklinde değiştirilmiştir.

Said Nursi’ye zamanın dehası ve biricik şahsiyeti anlamına gelen “Bediüzzaman” lakabını ilim ehli dedikleri, ama kimler olduğunu bilemediğimiz bir zümrenin verdiği iddia edilir. 
Nurculukta, Risale-i Nur Külliyatına dâhil kitapları devamlı surette okumak ve Nurculuğun genel esaslarına/düsturlarına uymak olmazsa olmaz gerekliliktir.

Uzunca anlatılmış burada, ilgilenenler için: A’dan Z’ye Said Nursi ve Nurculuk

[e] 68,6 km/12.17/%80 harcandı. 1674 m R. Aygır Gölüne 5 km diyor, sağdan. Bugün havada bulut var, sen bunu unut J Unutamam, güneş arada bulutun arkasına saklanınca biraz gölge iyi geliyor. Nasıl nankörüz değil mi? Güneş olunca bulut, yağmur olunca güneş; işimize geleni hep, daha rahat olanı istiyoruz.

Çevizlibağ Otel’ini bulmam lazım. Bir süre daha giriyorum ilçe içlerine. Google yardımıyla bu iş kolay oluyor, yani otele ulaşmak. Ayrılmıştı yerim. 60 lira, O.K şeklinde. Resepsiyondaki Akif Bey dost ve samimi. Bisiklet içeride bir kenara alındı. Akif Beyin küçük oğlu beni odaya (No 308) yerleştirdi, askı-yastık kılıfı-havlu getirdi. Ben de 3 lira bahşiş verdim, dondurma alsın diye J

Koridorda bir telaş, “n’oluyor yaaa...?” Karşı odadaki müşterinin kapısı bir şekilde yarı açılma koluna takılmış. İçeride kimse yokken nasıl olduğu anlaşılamıyor. Adam şaşkın, kurcalayıp duruyor. Odasına giremiyor, mandalla içten kitlenmiş! Uğraş uğraş ancak kolu kanırtarak, eğerek bükerek kurtarabiliyorlar. Yani bunları size anlatıyorum ki ne durumda olduğumuzu bilesiniz diye... J

Adilcevaz; kentin adı Arapça Zatülcevz sözcüğünden türemiştir. Bu isim ilk olarak MS 890 dolaylarında burada kurulan bir Arap/İslam beyliğinin adı olarak görülür. Kentin daha eski olan esas adı Artske veya Artsike'dir. Bu isim muhtemelen Urartu dilindedir. 

Adilcevaz'ın tarihi oldukça eskiye inmektedir. Bölgede öncelikle Urartular yerleşmiş, daha sonra Asurlular, Persler (MÖ 700), Makedonyalılar (MÖ 330) buraya egemen olmuşlardır. MS 700 yıllarında Arap akınları buraya yoğunlaşmış, sonraki yıllarda bölge Araplar ile Bizanslılar arasında sürekli savaşlara sahne olmuş ve her iki toplum arasında zaman zaman el değiştirmiştir. Malazgirt Savaşından (1071) sonra da yörede Türkmenlerin egemenliği başlamıştır. Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran Savaşı'ndan (1514) sonra da Osmanlı topraklarına katılmıştır.1514 yılında Osmanlı hakimiyetine giren Adilcevaz bu tarihten sonra ekonomik ve kültürel açıdan gerileyerek önemsiz bir kasaba niteliğini kazanmıştır. Kent 1916-1918 yılları arasında Rusların askeri işgali altında kalmıştır.

Duş sonrası ayakları uzatmaca. En güzeli internetin odaya geliyor olması. Harika bu, müzik dinleyebilirim. En çok eksikliğini hissettiğim şey. İngilizce söyleyeceğim: “No they can’t take away our music.” Stuart A. Staples dinliyorum son günlerde... Kim ulan bu? Anlatayım: Staples'ın ilk grubu Asphalt Ribbons idi ama müzik dünyası onu Tindersticks ile tanıdı. Bilindiği gibi, tam bir 'grup müziği' yapıyordu Tindersticks ve müzik dünyasındaki yeri benzersizdi. Tindersticks’in müziği bol katmanlı, ruhu çok derinlikli, rock sahnesine ‘soul’ ve ‘jazz’ tınısı katan, bağımsız sinemayla yaşayan, kafasına göre üreten bir tarzdı. Bariton sesi yüzünden İngilizcede 'crooner' diye anılan Stuart A. Staples işte bu grubun solisti idi. A’nadım.



Karın doyurmak ve de birkaç yer görmek için yapılan sorti. ÖE’nin lokantası varmış, Egemen Cafe Restaurant. Bahçesinde boş bir masa bulup siparişimi beklerken etrafı da gözlemekteyim. Herhalde böyle imkanı olan tek yer burası. Masalarda çokça oturanlar var. Yan masadaki adamın siparişiyle benimki karışıyor. Tepsileri değiştirirken yerine gelen adam merak edip sebebini soruyor. “Sinek vardı” diyorum (halbuki yok). Sinekliyi sana verdim gibi anlıyor ve büyük bir tepkiyle çorbayı geri yolluyor. Suratını görmeliydiniz ama, son derece kızgın bir bakışla garsonu tepeledi. Çocuk da neye uğradığına şaşırarak alıp geri götürdü. Şaka şaka dedimse de bana bile sert bir bakış attı. Korktum! Mercimek çorbası+menemen ardından sade’ye 20 lira ödeyip ayrılıyorum ÖE’den.

Ardından hemen yakındaki, göl kenarındaki Tuğrulbey Camisine gidiyorum. Anadolu’nun ilk kubbeli cami örneklerinden sayılıyor. 16. yy’da Zal Paşa tarafından yenilendiği tahmin edilen caminin üzerinde on iki küçük kubbe var. Dikdörtgen planlı ibadet mekanının ortasındaki sütunlar birbirlerine ve duvarlara kemerlerle bağlı olup üzerleri taş pandantifli küçük dokuz kubbe ile örtülmüş. İbadet mekanının doğu ve batı cephelerinde iki sıra halinde, alttakiler sivri kemerli, üsttekiler alttakilerden bir fazla olarak yine sivri kemerli pencereler bulunmakta. Bolca fotoğraflayıp, biraz üstündeki, eski kale harabeleri içinde yer alan Ulucami’ye doğru devam ediyorum. Buralarda halen süren restorasyon çalışmaları var. Uzunca bir merdivenden çıkıp cami önünde oturan, restorasyon ekibinden olduğunu tahmin ettiğim insanlara hangi ismin doğru olduğunu sordum. Tuğrulbey Cami için Zalpaşa Cami diye de söz ediliyor çünkü. Doğrusunun Tuğrulbey olduğunu, Zalpaşa’nın ise  otelden gelirken yanından geçtiğim cami olduğu söyleniyor.

Ulucami’nin 14. yy’da yapıldığı tahmin edilmekte, Selçuklular tarafından. Bir dönem, Karakoyunlular zamanında Hatuniye Medresesi olarak da kullanılmış. Osmanlı döneminde doğu kısmına yapılan ek ile tekrar ibadete açılmış. Dikdörtgen planlı olup kesme taş kullanılarak inşa edilmiş caminin üzeri beşik tonozla örtülü, düz. Doğu cephesinin kuzey ucunda bir minare kaidesi bulunmakta. 

Camilerden sonra çarşısına çıkıyor, ana cadde boyunca yürümekteyim. Bolca kahve ve önlerindeki taburede oturanlar var. Sırtımı dayamak istiyorum, böyle tabure üzerine tünemek değil. Nedense pek de yok ama bulduğum bir kahveye yerleşip iki çay eşliğinde etrafı kesiyorum.

Şok’dan alınan sütlü kakao, A101’den alınan meyveli yoğurt ile odaya dönüş yolundayım. Adilcevaz’ın ortasından bir su akıyor, göle doğru tabii. Çok büyük değil ama. Bu herhalde ilçe merkezinden geçen, dere çayı dedikleri Çalağan olmalı. Bu çayın üzerinde, ilçenin üst kısmında bir hidroelektrik santralı kurulmuş. Ayrıca ilçenin hem içme suyu ihtiyacını, hem de ilçe içerisindeki bahçelerin sulama suyu ihtiyacını karşıladığı belirtiliyor.

Yürürken Müjdat arıyor, güzelce sohbet ediyoruz. Gezilerde arkadaşların telefonlarına çok seviniyorum, bunu defalarca söylemişimdir. Arayın beni J. Genelde yabancılarla konuşuyorum bu turlarda. Tek olduğumdan. Eski biriyle yapılan konuşmalar farklı oluyor. 

Otelde kahvaltı 7 buçuktaymış ben erken yiyebilmem için geceden bir miktar alabileceğim. O saatte ben çoktan yolda olurum. Odada işimi halledip otel önünde oturanların yanına ilişip Nezir Bey ve Şemsettin Bey ile tanıştım. Çaylar eşliğinde sohbetteyiz; Çeşme (İzmir)-emlak-fötr-Batman-siyaset-Ermeniler-Kürtler-TC’nin durumu... Herkes fikrini söylemekte. Kimi iktidar yanlısı, kimi karşı. Hep olduğu gibi.

Saatler ilerledikçe hava da serinliyor. Yarın yola çıkacağımdan çok da geçe kalmamak için ayrılırken sabah kahvaltı için zeytin peynir ekmek alıyor, odadaki dolaba koyuyorum. Işığı söndürmeden önce size Urartuların devamını anlatayım.

MÖ 845 yılında Asurlular tarafından yok edilen Urartular küllerinden yeniden doğarlar...

Urartuların İzindeArzaşkun (Erciş) tahrip edildikten sonra birlikleri tamamen dağılan Urartu kabileleri, bir müddet daha dağınık halde yaşadıktan sonra, Arzaşkun’u savunan kumandanlardan olan Sardur tarafından toparlanacaklar ve Tuşpa (Van) şehri kurularak (MÖ 840) Urartu Devleti yeniden tarih sahnesinde görülecektir. Aramu’nun nesli Asurlular tarafından yok edildiğinden, Urartu hanedan ailesi kumandan Sardur neslinden gelen hükümdarlar tarafından yönetilir. Asurlular tarafından yıkılarak harap bir hale getirilen Arzaşkun (Erciş) ise, uzun bir süre boyunca bu şekilde kalır.    
Urartu Devleti, MÖ 840-842 arası

I. Sardur Van Gölü batısında Tuşpa (Van) şehrini kurduktan sonra devletin başkentini de buraya taşımış, Tuşpa Urartu devletinin yıkılmasına kadar başkent olarak devam eder. Birinci Sardur’un oğulları İşpuini ve Menua zamanında Urartular, Asurluların zayıf düşmesinden faydalanarak, doğuda Urmiye Gölü, güneyde ise Musul çevresine kadar olan yerleri topraklarına katarlar. Menua dönemi aynı zamanda Urartu kültürünün geliştiği dönem olmakla beraber, meşhur “Urartu Yazıtları” bu zamanda yazılmaya başlanır. Halen Van Gölü suları altında bulunduğu düşünülen, Erciş merkezinin 10 km batısında, Kalecik mevkiinin güneyindeki “Kera” adıyla bilinen şehir, Kral Menua tarafından inşa ettirilen başlıca yerleşim yerleri arasında gelmektedir. Van ovasını sulayan, yaklaşık 50 kilometre uzunluğundaki Şamram kanalı da Menua döneminin başlıca eserlerindendir. Kral Menua’dan sonra yerine MÖ 786’da oğlu I. Argişti geçer. 22 yıl süren hükümdarlığı döneminde Urartular en parlak yıllarını yaşamış, devletin sınırları Kafkasya içlerine kadar uzanır. Erivan-Gökçegöl civarında yaşayan kabilelere karşı yaptığı savaşta ele geçirdiği elli bin esiri Urartu şehirlerine dağıtarak kuzeyden gelen Kimmer tehlikesini bertaraf eder. Ezeli düşmanları olan Asurluları da mağlup eden I. Argişti, Tuşpa (Van) kalesinde yaptırdığı kaya mezarına gömülüdür. Patnos yakınlarındaki Urartu yerleşiminin bulunduğu Aznavur Tepe’deki şehir kalıntıları da bu döneme aittir.
Urartu Devleti, MÖ 753-743 arası

I. Argişti’den sonra yerine geçen oğlu (MÖ 764) II. Sardur döneminde, Arzaşkun (Erciş) güneyinde bulunan ovada insan yerleşimleri ve tarımsal faaliyetler yeniden başlar. Erciş ilçe merkezinin doğusunda bulunan Karataşlar mevkiinde, İlan (yılan) taşı olarak bilinen yerdeki ana kaya üzerinde bulunan iki kitabe ve tamamlanmamış halde bulunan bir adet kitabe II. Sardur tarafından yaptırılır. Bu kitabelerde, Urartular tarafından tanrı olarak kabul edilen Haldi adına üzüm bağları yaptırıldığı anlatılır. II. Sardur döneminde Erciş’te askeri üslenme yapılmış, Deliçay-Balıkbendi mevkiindeki Kera şehri yakınında kale ve liman inşa edilerek, kış aylarında ulaşımın sağlanması ve kuzeyden gelecek saldırıların püskürtülmesi amacıyla, Tuşpa’dan Arzaşkun’a askeri sevkiyat yapılmıştır. Kuzey bölgelerinde Kimmerlere karşı kaleler yapıp savunma meselelerini kısmen halleden II. Sardur, batıya doğru ilerleyerek Malatya ve civarını Urartu topraklarına katar. Devletin en geniş sınırlarını kendi döneminde çizmiş olan Sardur, batı sınırlarında yaptığı bir savaş sırasında da hayatını kaybeder.
Urartu Devleti, MÖ 715-713 arası

I. Rusa MÖ 730’da Urartu Kralı olur. Oğlu II. Argişti, babasının intiharı üzerine MÖ 713’de hükümdarlığı eline geçirir. Asur Kralı III. Salmanasar tarafından yakılıp yıkılan ve 100 yılı aşkın bir zaman harabe halde kalan Arzaşkun’u yeniden canlandırmak isteyen II. Argişti, Erciş’te tekrar imar faaliyetlerine girişerek önceliği “Kışla-Şehir” türü yapılara verir. Çünkü babası I. Rusa, kuzeyden gelen Orta Asya kökenli Prototürk kavimlerden olan Kimmerler (Kumanlar) tarafından mağlup edilmiş, Urartu Devleti’nin kuzey şehirlerinden bazıları Kimmerlerin eline geçmişti. Kendisi de Kumanlara karşı yaptığı savaşta mağlup olan II. Argişti, başkenti Tuşpa (Van)’nın tehdit altında olması nedeniyle tedbir almaya mecbur kalmış ve bugünkü Erciş şehrinin güneybatısında bulunan Çelebibağı beldesinin güneyinde, Van Gölü’nün suları altında kalmış olan “Titumnia” (Erciş Kalesi) kentini kurmuştur. Titumnia (Erciş Kalesi)’ya bir de liman yapan II. Argişti, Deliçay-Ernis-Tuşpa ve Van Gölü sahilindeki yerleşim alanları arasında bağlantıyı sağlayarak askeri sevkiyatları kolaylaştırmıştır. Yukarı Deniz’in Yukarı Bölgesi’ni yeniden canlandıran II. Argişti, Zilan Çayı üzerinde, günümüzdeki Koçköprü barajı yakınlarında ve Meydan Dağı üzerinde bulunan Meydan Gölü’nün önüne bent inşa ederek baraja çevirmiş, kanallar vasıtasıyla Erciş Ovasındaki kendi kurdurduğu yerleşim yerleri ile ziraat alanlarına su ulaştırmıştır. Urartu Devleti’nin başkenti Tuşpa (Van) ile kuzey şehirleri arasında ulaşımı sağlamak için yaptığı karayolunu Erciş üzerinden geçiren II. Argişti günümüzün modern Erciş’in kurucusu sayılabilir.
Urartu Devleti, MÖ 680-610 arası

II. Argişti’den sonra hükümdar olan (MÖ 690) oğlu II. Rusa dönemi, Urartuların yükseliş döneminin de sonudur. II. Rusa da ataları gibi imar faaliyetlerine ağırlık vererek yeni şehirler ve askeri kaleler kurma yoluna gitmiştir. Adilcevaz’da bulunan “Kef Kalesi” II. Rusa tarafından yaptırılan önemli eserler arasındadır. II. Rusa’dan sonra kral olan oğlu Erimena zamanında Urartu Devleti duraklamaya başlayacak, IV. Sardur’un tahta geçtiği MÖ 600’lü yılların başından itibaren artmaya başlayan kuzeyden gelen Kuman akınlarına ve güneydeki Medlerin Kumanlarla yaptığı ittifaka dayanamayan Urartu Devleti tarih sahnesinden silinecektir.   

Urartular MÖ 7’nci yüzyıla kadar Yakındoğu’nun en büyük devletlerinden biri olarak yaşadılar. Yarın size Urartu Kültürünü aktaracağım. Bizi izlemeye devam edin... J


Adilcevaz Cevizlibağ Otel 0434-3113152

Adilcevaz ÖE 0434-3112598 















Erciş - Adilcevaz
Tur tarihi: 15 Ağustos 2019
Kat edilen mesafe: 70,31 km
Ortalama hız: 20,1 km/sa
Bisiklete biniş süresi 3 sa 30 dk, dışarıda geçen süre 5 sa 12 dk
En yüksek sıcaklık 35 ˚C, en düşük 23 ˚C, ortalama 28,8 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 356 m, kaybı (iniş) 378 m
En düşük irtifa 1648 m, en yüksek 1761 m

Garmin yol bilgileri Erciş-Adilcevaz

Relive yol bilgileri Erciş-Adilcevaz




Erciş’den ayrılışım 07.15

Sabah hava serin, üzerimde ince yelek




Yolun durumu dünkünden, yani duble ve kaba asfalt



Çelebibağı köyüne geldim. Soldan Selçuklu Mezarları diyor
 levha. Bir de sulak alan var orada, Kuş Barınağı. İkisini göreyim
 diye ayrılıyorum anayoldan ve dalıyorum köyün içine

Bu yollar çok daha güzel. Sakin, telaşsız. Bir tek
 merkeze giden minibüsler geçmekte


Bisikleti park edip tırmanıyorum... 

Amma velâkin bu mezarlara yalnız Selçukludan çok
 köyün insanları gömülmüş. Hatta bazı mezarlar eskilere
 benzetilerek yapılmış, malzeme ve form itibariyle


Her taraf pislik dolu. Ördekler de onun
 içinden bir şeyler ayıklıyorlar

Kuş Barınağına gitmiyor, köyün içinden devam ederek
 tekrar anayola bağlanmak üzere geri dönüyorum


Dün de gördüm bugün de var, bayağı karalahana ekili
 buralarda. Böyle değişik bir yeşili var, mor yeşil arası bir renk


Tekrar anayoldayım, Tatvan-Bitlis yolu bu
 aynı zamanda. TIR trafiği de oldukça


Tarım makineleri, traktörler geçmekte

Tepelerde bir kepçe kayaları devirmekte


Hafif tepeleri çıkıyor iniyor bu yol. Ama dümdüz. Sıkıcı


Göl solumda, Süphan sağımda tüm heybetiyle bana
 bakıyor (4058 m). Tepesinde kar var bazı yerlerinde

Ağaç yok yolda, güneş tepede. Yol düz, arada
 çıkıp iniyor. Benzinci arıyor gözüm



Asfalt düzeldi, kaymak oldu. Güvenlik şeridi
 genişledi. Umarım bu şekilde gider yol


Göl kıyısına plajlar kurulmuş, ‘Aile ve Kadın Plajı’ denilmiş.
Yani tek erkek istenmiyor burada

Yol boyunca tezgahlar kavun-karpuz-domates dolu. Şimdi
 birinde kabak gördüm, yemeklik. Ama onlar da
 bayağı, bacağım kadar kalın

Urartu dilinde adı Artske veya Artsike idi 

Adilcevaz için sağdan giriliyor... 

Saptığım noktada Bediüzzaman’ın Talebesi Bekir Ağa’nın Kabri
 diye bir ok görüyorum. Bu bölge anlaşılan Nurcu

Bir süre daha giriyorum ilçe içlerine

Google yardımıyla bu iş kolay oluyor, yani otele ulaşmak

Çevizlibağ Otel




Çevizlibağ Otel

Adilcevaz Kalesi

Egemen Cafe Restaurant



Tuğrulbey Camisi

16. yy’da Zal Paşa tarafından yenilendiği tahmin edilen
 caminin üzerinde on iki küçük kubbe var


Tuğrulbey Camisi içi


Dikdörtgen planlı ibadet mekanının ortasındaki sütunlar
 birbirlerine ve duvarlara kemerlerle bağlı olup üzerleri taş
 pandantifli küçük dokuz kubbe ile örtülmüş

Tuğrulbey Camisi

Ulucami

14. yy’da yapıldığı tahmin edilmekte, Selçuklular tarafından


Ulucami içi

Dikdörtgen planlı olup kesme taş kullanılarak inşa
edilmiş caminin üzeri beşik tonozla örtülü, düz


Adilcevaz Kalesi


Camilerden sonra çarşısına çıkıyor, ana
 cadde boyunca yürümekteyim 

Adilcevaz Belediyesi

Bolca kahve ve önlerindeki taburede oturanlar var




Sırtımı dayamak istiyorum, tabure üzerine tünemek
 değil. Nedense pek de yok ama bulduğum bir kahveye yerleşip
  iki çay eşliğinde etrafı kesiyorum



Nezir Bey ve Şemsettin Bey ile

































12. gün (devamı) Adilcevaz-Tatvan – 10. gün (öncesi) Çaldıran-Erciş





[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde


Kars-Kağızman = 49,25 km

Kağızman-Tuzluca = 60,63 km

Tuzluca-Iğdır = 48,61 km


Çaldıran-Erciş = 72,05 km

Erciş-Adilcevaz = 70,31 km

Adilcevaz-Tatvan = 72,24 km

Tatvan-Hizan = 47,21 km

Hizan-Bahçesaray = 69,69 km

Bahçesaray-Çatak = 63,21 km

Çatak-Pervari = 73,58 km

Pervari-Şirvan = 71,65 km

Şirvan-Siirt = 27,49 km

Siirt-Baykan = 47,77 km

Baykan-Bitlis = 57,27 km

Bitlis-Muş = 76,67 km

Muş-Kulp = 95,50 km

Kulp-Silvan = 87,91 km

Silvan-Bismil = 60,58 km

Bismil-Batman = 53,42 km

Batman-Kurtalan = 60,31 km