Bayramda Fikret Albay’la görüştüğümüzde, mutlaka havalar uygun olursa, tatil bitmeden bir yerlere, kısa da olsa pedallayalım dedik. Cuma yapacaktık, ama evdeki hesap çarşıya uymayınca tatilin son günü, Pazar yapalım dedik (14.12.08) ve Rumelifeneri’nde karar kıldık. Sarkis de katılacaktı, Mete de. Benim 2 arkadaşım (Mustafa + Uğur) da katılmak isteyince 5 kişi olacaktık, ancak Mete gezi sabahı evdeki kanalizasyonun tıkanması sebebiyle gelemedi, maalesef tüm gününü kanal açmaya ayıracaktı, umarım çok zorlanmamışdır.
Buluşma yeri olarak, Yeni Levent girişini, saat olarak da 9:30 dedik. Biz Sarkis’le 9:05’de Şişli Atatürk Müzesi önünde buluştuk ve Y.Levent’e doğru pedal basmaya başladık. Bayramın güneşli güzel günlerinden biriydi gene, ve yollar daha dolmamıştı. Bu nedenle rahat ve keyifle pedallama fırsatımız oldu. Mecidiyeköy’de küçük bir poğacayla açlığımı biraz bastırmaya çalıştım. Sarkis toktu. Trafik pek olmadığından Zincirlikuyu üzerinden Y. Levent’e çok kısa bir sürede ulaştık, biraz erken gelmiştik, Fikret Albay daha yoktu.
Bisikletleri tellere dayayıp, Sarkis’le banklarda oturarak sohbet etmeye başladık. Geçen hafta yaptığı Marmara adası gezisini anlattı, çok keyifli geçmiş ve daha uygun bir mevsimde mutlaka daha geniş kapsamlı olarak tekrarlamayı istiyor. Bu sefer katılamamıştım, ama gelecek sefer mutlaka ben de beraber geleceğim dedim. Biz böyle konuşurken Fikret Albay’ın da geldiğini gördük ve onu karşılamak üzere banktan kalkıp yanına gittik. Galiba km saatinde bir sorun vardı, çalışmıyordu. Düzeltmeye çalıştıksa da beceremedik ve bu geziyi mesafe ölçmeden yapmak zorunda kaldı. Fikret Albay, uzun kısa tüm gezilerininin km’lerini not ediyor ve sene sonunda o yıl içinde yaptığı toplam km’yi not alıyor, böylecene genel bir toplam çıkartabiliyor ki çok anlamlı. Çünkü dikkat ettim, genelde kaç km yaptınız sorusu çok sıkça soruluyor.
Yola çıkmadan önce bir resim çektirip, saat 10’da İzzet Baysal Huzur evini geçince, Tarabya yokuşundan önce soldaki Kilyos yolunun başında, Mustafa ve Uğur ile buluşmak için hareketlendik. Onlar İstinye ve Çayırbaşı’ndan geliyorlardı buluşma noktasına. Tam saatinde noktaya vardık, arkadaşlar da gelmişlerdi. Kısa tanışma faslından sonra Bahçeköy’e doğru yola çıktık. Peş peşe gidiyorduk ve artık asfaltı da düzgünleşmiş olan bu güzel yoldan keyifle su kemerlerine vardık ve oradan devamla Belgrad ormanı girişine doğru yönelip, sağdaki otobüs durakları girişinden sapıp Bahçeköy’e girdik. Seçimlerin yaklaşmasından olsa belediye hummalı bir çalışma içinde köyde, heryer kazılmış - geçilmiyor. Biz de bu durumu bilmediğimizden, her zaman kullandığımız bu yolda, biraz sonra bisikletlerden inmek ve iterek devam etmek durumunda kaldık. Neyse oturacağımız kahveye vardık ve çaylarımızı ısmarladık. Dışardaki masalar kalkmıştı, ama biz kendimize göre bir oturma düzenini oracıkta kuruverdik.
Mustafa’nin getirdiği poğacaları, çaylarla güzelce miğdemize indirdik. Fikret Albay bize bisiklet üzerinde yaşadığı onca maceralarından söz ediyor, genç arkadaşlarımız da hayret ve büyük bir keyifle dinliyor ve meraklarını gideriyorlardı.
Altında oturduğumuz ağacın üzerindeki kuşların, fazlaca kısmet yağdırmalarına daha fazla dayanamayıp, son yudumları bitirip o mekandan kalktık. Rotamız Kilyos yönüydü ve Bahçeköy çıkışındaki hafif yokuşu sırayla tırmanmaya başladık, yol artık bir iniyor bir çıkıyordu. Çok keyiflidir bu yol, orman içinden gider ve Zekeriyaköy sapağından sonra da araba yoğunluğu düşer. Askeriyenin önünden geçip, 3 yol ayrımından sağa Sarıyer - Maden yönüne saptık.
Biraz düz giden yol, sonra bayır aşağıya inmeye başladı ve biz sola, Koç Üniversitesi / R.Kavağı’na doğru döndük.
Kavağa inmedik, düz üniversitenin önündan giden ve sağında müthiş boğaz manzarası olan, zaman zaman ağaçların kapattığı bu güzelim orman yolundan kıvrıla kıvrıla Fener’e doğru yol aldık.
Yolumuzda, nereye gittiklerini anlayamadığımız atlarla karşılaştık. Çok da hoş oldu, sanki başka bir coğrafyada sandık kendimizi.
Ehh belediye Rumelifeneri’nde de çalışıyordu, İGDAŞ boru döşemiş, molozları daha kalkmamıştı. Fenerin yanına kadar varıp, sağındaki kartal yuvası gibi limana bakan kahvehaneye (Seyrü Sefa) konuşlandık.
İçeceklerin siparişi verildi (çaylar 1, meyveli çaylar 2,5 liraydı) ve sohbete bıraktığımız yerden devam edildi. Fikret Albay bize son 10 Kasım yolculuğunu, daha önceki Diyabet Haftası yolculuğunu ve daha pek çok macerasını anlatırken, ben de büyük zevk ve heyecanla dinlediğim bu hikayeler karşısında, acaba bende ne zaman birikecek böyle konular diye özlem duydum.
Rumelifeneri, İstanbul boğazının en kuzeyinde, Sarıyer ilçesine bağlı bir balıkçı köyüdür. Anadolufeneri ile karşılıklı olarak Karadeniz ile Boğaz’i birbirinden ayıran hattı oluştururlar.
Kırım savaşı sırasında, Fransız ve İngiliz gemilerinin Boğaz’ın ve Karadeniz’in girişlerini görebilmeleri için, yapılmasına karar verilen fener, Mayıs 15, 1856’da Fransızlar tarafından karşı sahildeki fenerle beraber, kule kısmı yapılarak, işletilmeye başlanmış. 1933’de Fransızlar’a verilen 100 senelik imtiyaz iptal edilmiş, ve tamamen bize geçmiştir. Denizden 58 m yüksekte olan kule, 30 m boyundadır. İlkin gazyağı, sonra asetilen ile çalışan lambası, günümüzde elektrik enerjisi ile ışığını 18 deniz mili uzağa gönderebilmektedir.
Fenerin ilginç de bir hikayesi var: ilk inşası sırasında, kulenin birkaç kez yıkılması üzerine, köyün yaşlıları, kule sahası içinde bir yatır olduğunu, kulenin bu yüzden yıkıldığını, Fransız yapım şirketine söyleyince, önce türbe yapılıp etrafi çevrilmiş, sonra da bugünkü fener kulesi yapılıp, bitirilmiş. Kule binası içinde bulunan, Saltuk Baba Türbesi ziyaret edilebiliyor.
Birazdan gürültülü bir motor sesiyle sohbetimiz kesildi, ve sıra sıra motorcuların gelişini izledik. Bize hiç benzemiyorlardı, gelmeleri gürül gürül dikkat çekiyordu. Herkes onlara bakıyor, kenara çekiliyordu. Onlar da herhalde bunu fark ediyorlar di ki, motorları yan yana park edip, müthiş bir gövde gösterisi yaptılar. Ta ki, birisinin motoru devrilince biraz karizmayı çizdirmiş olsalar da, gene limana doğru inerlerken dikkatler üzerlerindeydi.
Sohbetle zaman çabuk geçmişti. Karnımızın ziliyle kalkıp, köydeki küçük bir lokantada birşeyler yemek için hareketlendik. Kimimiz tost, kimimiz çorba, kimimiz ise döner ısmarladı ve aldığımız enerjiyle dönüşe hazırlandık.
Dönüşü Sarıyer üzerinden yapmaya karar verdik ve Maden’e inerek deniz kıyısına ulaştık. Havanın güzel olması sebebiyle trafik vardı, ama bizler aralardan fareler gibi sıyrılıp, yolumuza devam ettik. Uğur Çayırbaşı’nda ayrıldı, Fikret Albay ve Sarkis Haciosman yokuşuna vurdular, ben de adaşımla Beşiktaş yönüne doğru devam ettim. Mustafa İstinye’de benden ayrıldı ve ben de Bebek üzerinden Beşiktaş ve Akaretler’den Nişantaşı’na çıktım. Eve vardığımda saat 17:15’di.
8 saat açık hava, bunun 5 saati bisiklet üzerinde ve 75 km yol. 1521 cal ve 121 gr yağ yakmışım, hiç de fena değil.
10 günlük bayram tatili bitti ve yeni hafta başlayacak yarın. Herkese iyi bir hafta diliyorum.
Pedallarınız güçlü dönsün.
Not: Uğur’a, Fikret Albay’la ve adaşımla pedallarken çektiği resmim için çok teşekkür ederim.
Kaynak:
İlginizi çekebilir Karaburun Altılısı