6 Eylül 2024

[bisikletle]Türkiye: Batı Anadolu Arkeolojisi’nin izinde... (İstanbul-Güzelyalı-Görükle)

Anadolu'nun hem arkeolojik hem de tarihi olarak ne denli önemli bir coğrafi bölge olduğu artık kanıtlanmıştır. Bunun yanı sıra bazı eski halkların kökenlerindeki sırlar henüz bilinmemesine karşın; Hatti, Akad, Asur, Luvi ve Hitit uygarlıklarının kalıntıları, halklarının günlük yaşamları ve alım satım etkinlikleri ile ilgili pek çok araştırma bulunmakta.


Hititlerin düşüşünden sonra Anadolu'nun Batı yakasında İyonyalılar, Lidyalılar ve Frigyalılar gibi uygarlıklar sahneye çıktı. O dönemde onlar için tek kaygı olarak İran'daki Pers Krallığı görünüyordu. Lidyalıları yıkan Persler döneminde Anadolu'da liman kentleri gelişti ve zenginleşti. Zaman zaman isyanlar olsa da bunlar çok büyük korku oluşturmadı.

Sonrasında Makedonya kralı Büyük İskender sahne aldı. İskender, Ahameniş hükümdarı III. Darius'a karşı kazandığı zaferlerle Anadolu ve İran'ın kontrolünü ele geçirdi. Ölümünden sonra elde ettiği topraklar, güvendiği generallerinden birçokları ve ayakta kalmayı başaran Galya, Pergamon, Pontus ve Mısır'daki diğer güçlü hükümdarlar arasında bölüşüldü. Büyük İskender'in payından en fazla dilimi alan Selevkos İmparatorluğu Romalıların iştahını kabarttı. Romalılar bölgeyi parça parça ele geçirdiler, yerel yönetimlere büyük yetkiler tanıdılar ve askeri güç sağlayarak bölgeyi güçlendirdiler.


Antik Çağ'ın en güçlü imparatorluklarından biri olan Roma İmparatorluğu giderek gücünü ve birliğini kaybetti. 395 senesinde Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldı. Başkenti Roma olan Batı Roma İmparatorluğu 476'da yıkıldı. I. Konstantin tarafından Konstantinopolis'te kurulan Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu ise Türklerin İstanbul'u ele geçirdiği 1453 yılına kadar varlığını sürdürdü.


İşte, Asia Minor olarak da adlandırılan Anadolu’nun tarihine doğru kültürel ve sosyal bir yolculuk; Batı Anadolu Arkeolojisi’nin izinde...


















4 Eylül 2024, Çarşamba / İstanbul (deniz otobüsü) Güzelyalı – Görükle, 35 km (1. gün)


Gün geldi, tur başlıyor. Geceden bisikleti hazırladım. Çantalar 32, ben 86, bir de bisiklet etti mi 145 kilo. Gerçi 160’a daha var ama taşıma sınırına yaklaştık. Yolda da 1-2 kilo eklenir. Süper : )) Bugün Kadıköy’den saat 10’da İDO ile Mudanya-Güzelyalı yapıp, oradan Uludağ Üniversitesi Konuk Evi’ne, 40 km gibi. Aynı yere 3. gidişim olacak.


Evden çıkışım 8 buçuk. Firu beni yolcu ediyor. Bisiklet kamyon gibi, hem ağırlık hem görünüm olarak. Alışmak için biraz pedal basmak gerekiyor. Bostancı Köprüsü’ne gidiyorum. Oradan metroyla Kadıköy yapaca’m. Hep pazarları çıktığımdan bu kadar trafiğe pek alışık değilim. Kavşaklardan geçebilmek için beklemek gerekiyor. Halbuki pazarları bomboş ortalık, pat diye geçebiliyorsun. Bostancı Köprüsü’nde metroya asansörle inmek bile bir mesele. Tuhaf bir boyutu var. Ne dik ne enine sığıyor bisiklet. Gidonu kırman lazım. Perona indiğimde metro geliyordu. Son vagona yetişene kadar hareket etti bile. Bir de çok dolu. Tam pik (*) saatine denk geldim. 5 dk sonra yenisi geldi. Ancak zar zor sokabildim velespiti. Nedense 4 vagonlu. Yarım saat sonra Kadıköy’de indiğimde saat 09.45 olmuştu bile. Hemen İDO iskelesine pedalladım. Neyse ki bu sefer güvenlikçi söktürmedi çantaları, kesici bir şey var mı diye sorup geçmeme izin verdi. Önceki gidişimde çantaları sök, x-ray cihazından geçir, gene tak falan deli etmişti. Hatta tartışmıştım bile adamla.


(*) Pik saat; İngilizceden aldığımız “peak hour” = yoğun saat.


10 dk.lık bir gecikmeyle geliyor İDO. Kıç tarafına bisikleti dayayıp bagaj lastiğiyle sabitliyor, el freni tertibatını da kuruyorum. Bu arada el freni lastiklerinin de yenilerini aldım. Eski çürükler nihayet bitti. Kazık yemişim o zaman, sürekli kopuyordu. İçerisi boş, rastgele oturduğum koltuk tesadüf koltuk numaram, 37. Ama Yenikapı’dan doluyor gemi. Gerçi benim sıra 3 koltuklu, gelen olmuyor. Sadece bir Özbek hanım İstanbul’u camdan izlemek için yer istiyor. 12.45 gibi varıyoruz. Armutlu’ya da uğrayarak geldik. Boşalması falan, 13 gibi başlıyorum Güzelyalı’dan. Google’u da açıp, vatandaştan bilgi de alıp, hafızada kalanları da devreye sokarak.


İlerledikçe hafıza canlanıyor. Ama bir noktada Google düz olarak gösteriyor ama hafıza sağdan otoyola çık diyor. Çünkü son gelişimde öyle yapmıştım. Biraz otoyolun kenarından tırmanıp ilk ayrımdan geri döndürüyor yönlendirme, çıktığım bölümü inerek başlangıç noktama. Google haklı çıkıyor. Ben yolu uzatmışım meğer. Bazen işe yarıyor bu gugul. Ve ona sadık kalarak devam ediyorum. Biraz içerlerden döndürüp beni bildiğim-hatırladığım Yörükali yoluna getiriyor. Çok güzel buraları. Gürültü ve kalabalıktan da kurtuldum. Hatırladığım, Yörükali’ye tırmanılıyordu. Aynen oluyor. Hamlamışım, bazı bölümlerde %12’yi görüyor, “high” desteğe ihtiyaç duyuyorum.


Sıkı bir tırmanışla geldiğim köyde (Yörükali) suyumu tazelemek için girdiğim meydanda çeşme meşme yok. Sanki vardı diye kalmış kafamda. Neyse, tırmanış devam ediyor. Zeytinyağı fabrikası geçilip yol düzelince de sağım solum incir ve zeytin ağaçlarıyla kaplı bir bölge oluyor. Siyah siyah incirler dallarında. Dur ye diyor içimdeki ses ama bisikleti dayayacak yer olmadığından, izleyerek devam ediyorum. Kaba asfalt bir yol, tek şerit olarak sürmekte. Artık mülayim. Hatta bazı yerlerde pedal çevirmeye bile gerek olmuyor.


Bir yol ayırımında sağ mı sol mı diye kafam karışıyor. İlk gelişimde sağdan gitmiştim ama ikinci gelişimde soldan. Sol daha kısa idi. Ama Balabancık için de nedense sağ gösterilmiş. Gugul gene imdada yetişip sol diyor. Ve ona uyup devam ediyorum. Çok güzel buraları, tam bisikletlik. Keyifle ilerliyorum. Ülkü köy geliyor. Girişteki vatandaştan aldığım tarifle, köy içinden gidip gelecek olan fırından sağ yapmalıymışım, Dedeköy için.


Ülkü köy içinden geçerken Seç diye bir markete yanaşıp su takviyesi alıyorum. 5 lira küçük şişe. Nedense çok geldi. Sanki BİM ve A101 gibi yerlerde daha ucuzu oluyor, 2 buçuk liraya. Şikayet ediyorum kasiyere, ne pahalısınız diye. 50 kuruşa su içerdik değil mi? Hey gidi günler. Memleketi iflas ettirdi, halen utanmadan insanların karşısına çıkıyor.


Dedeköy’ü gösteren köşeden sapmamla hızla bir yokuşu iniyorum. Ağırlıktan dolayı çabuk hızlanıyor velespit. Ve ardından kısa bir yokuşu çıkıp Dedeköy’deyim. Batarya da bitti. Tek çentik eksik başlamıştım. 21,9 km.de 2’nciye geçiyorum. Hatırlıyorum buralarını ama gene de vatandaştan teyit alıp devam etmekteyim. Köy çıkışında anayoldan sağ denilmişti, artık hafıza buraları kesin hatırlamakta. Bir müddet sonra da Balabancık geliyor. Saat 14.17, hava 33,9 °C, ortalamam 16,7 km/s ve 60 m rakımdayım.


Mola verdiğim kahvenin bahçesinde 2 çayla dinleniyor ve Bozüyük’teki oteli arıyorum. Unuttum söylemeyi, İstanbul’da yoldayken İnönü Belediyesinden bir bey aradı (Zeki Bey) ve misafirhanenin kalınamayacak durumda olduğunu; değil kalmak, içine bile girilmez dedi. Hoppala oldum. Tüm rotayı orada kalaca’m diye çizmiştim. Şimdi değişiklik yapmam gerekiyor. Bu da Bozüyük’te kalıp Kütahya’ya gitmek şeklinde olacak. İnönü’yü görmek, oradaki müzeyi ziyaret etmek istemiştim. Bu durumda bir tarihler Kütahya-Bozüyük olarak pedalladığım yolu tersinden yapacağım. Bozüyük’te o zaman ÖE’de kalmıştım. Bu sefer otel olacak herhalde. 50 lira daha ucuz Şahin Otel (750-).


Çaylar 5 lira. 10 lira ödeyip 15 dk sonra tekrar yoldayım, 14.43. Bundan sonrasını gayet iyi hatırlıyorum. TEM yolunun üzerinden geçip İrfaniye mezarlığının kenarından Görükle diye devam edeceğim. Düz buraları, ufak tefek çıkışlar var arada. Ay çiçekleri kurumuş, biçilmeyi bekliyor. Solda bir biçer döver tamir edilmekte. Kaputu açık, adam içinde çalışıyor, adeta ev gibi. Yaklaşıyorum Görüklü’ye. Solda “paintball” oyun sahası. Sanki hurdalık gibi, ne varsa çıkma serpmişler sahaya. Bir park, ismi akıllara hayret; Motormeşeler Parkı. Ne sebeple verilmiş bulamadım. Son geçişimde düğün vardı burada. Bugünse sakin.


Görüklü’de gene gugul yardım ediyor. Sanki gene daha kestirme bir yerden götürmekte. Ve üniversite girişine varıp hafif hatırlayarak geldiğim kavşakta eskiden sağdan gitmiştim, şimdi düz diyor gugul. Ve o zaman olmayan, yeni açılmış bu yola girip, gugula uyarak, konuk evine ulaşıyorum, öncekinden daha kısa olarak. 36 km tutuyor bugünkü yolum. Kısaydı ama öğle güneşinde kavruldum.


Eskiden öğrenci yurdu olan mekan şimdi konukevi olarak tadilat görmüş. 800 lira karttan çekiliyor, bisiklet içeride bir köşeye alınıyor, 113 nolu oda tek yataklı, öne bakıyor, arkaya bakan 103 ile değiştiriyorum. Ağaçlık daha keyifli. Hem de sabah güneşi buradan doğuyormuş.


Odalar güzel olmuş ama küçük. Tek yataklı. Çift yataklılar doluymuş (gerçi sonra Aynur Hanım’dan öğrendiğime göre, aynı odaya 2 yatak koymuşlar, yani iyicene dar olmuş).


Önceki gelişlerimden tanıdığım Aynur Hanım’a uğruyor, güzelce sohbet ediyoruz. Tunceli Pülümürlü olduğunu öğreniyorum. Oraya aslında gitmek vardı bu sene ama akraba ziyaretinden dolayı tura eylülde başlayınca orasını başka bir sefere bırakıp bu turu yapmaktayım.


Pülümür’den çıkan bir tuzdan söz ediyor. Yer altından gelen su buharlaşarak geriye kalan tuz, doğal kaynak tuzu deniliyormuş. Bana küçük bir paket hediye ediyor ama 500 gr.lık bir ağırlık daha taşımak istemiyorum. İstanbul’a gittiğimde dayısından satın alırım diye teşekkür ederek bırakıyorum.


Odada yayılmaca, şarja takmaca, duş alıp yemeğe gitmece. Yakındaki otobüs durağında araç beklemekteyim. Bir bey ile sohbet ediyorum. 65 yaş nasıl oluyor burada görece’z. Ama gelen otobüs (34G) misafir olarak bana biniş izni vermiyor, kredi kartı ile 22,5 lira çekiliyor ve Görüklü köye gidiyorum. Onlar köy diyorlar ama üniversiteden dolayı yok yok. Ortalık genç kaynıyor, her şey de onların zevkine göre.


Talk pudrası arıyorum. Sandaletlerin içine sıkmayınca ayak kayınca tahriş ediyor. Kayamıyor-sürtünüyor falan. Birinde bebe pudrası yok, yandaki dükkanda 137 lira. Kutu da büyük. Kağıt torbalarda olurdu eskiden, doldurmak için ama bugünlerde yok herhalde. Eczaneye gidiyorum,108 lira, kutu gene büyük ama yapacak bir şey yok. Aksi durumda ayaklar iki gün sonra yara bere olacak. Bunu akıl edemedim, İstanbul’da çözmeliydim. Kapağı antika, açmak için çok uğraştık, sonra çözdük. Üzerinde bir bant yapışıkmış.


Şehzade Lokantasına gene gidip, burasını sevmiştim, iki gelişimde de yedim, az az yoğurtlu kızartma, mantar, bulgur pilavı, onlardan da ikram turşu, bir de su, 109 liraya mideyi rahatlatıyorum. Ve ardından kahve için Migros’tan alınan bitter fıstıklı çikolata, o da olmuş 36 lira. Yani hiç bir şey yerinde durmuyor, zam zam zam…


Yürüyorum, böyle boylu boyunca giden bir ana caddede. 1001 çeşit satanların birinde 20 liraya uyduruk marka pudra görmeyeyim mi? Vay be, fena yedim kazığı. Bir aralığın içinde karşıma çıkan Endonezya lokantası, ilginç. Bir vakitler açıkmış ama şimdi kapanmış. İstanbul’da da bir tane var. İki kere gitmiştim yemeğe. Uzak Doğu mutfağı genel anlamda birbirine benziyor. En azından benim yediklerim.


Gloria Jean’s Coffees’de filtre kahve, orta boy alıp (70-) açıkta oturarak dinleniyorum, gelen geçenleri keserek. Her taraf genç, lokantalar falan gece 02’ye kadar açık o nedenle. Zaman geçiyor, hava hafiften kararmakta, 7 buçuk oldu bile. Minibüs durağında yakaladığım araca binip, üniversiteden geçiyor mu soruma evet demesiyle dönüşe geçiyorum. Gene kartla ödeyerek, bu sefer 24 çekiliyor. Yani keşke 65 yaş kartını çıkartsaydım Görüklü’de sabah gelirken. Ama araç Konuk Evi’nden geçmeyip uzağından giderek metro durağında sonlanıyor. Aynen son gelişimde olduğu gibi, başka bir araca binmek zorunda kalıyorum. Otobüs de 19,5 alıyor. Yani bir gün içinde sadece 3 araca 66 lira ödedim. Bu insanlar nasıl yaşıyorlar burada ki? Şoför de pek bilmiyor Konukevi’ni ama yolcu genç bir hanımın yardımıyla doğru durağı buluyorum. Bu arada ilginç bir bilgi ediniyorum. Bu metro Kestel’e kadar gidermiş. Acaba Bursa trafiğinden kurtulmak için yarın bununla Kestel’e gidip oradan mı pedallasam?


Odada yazı-foto-ses aktarmalarını yapmaktayım, Görüklü’de Makbul’den aldığım kuruyemişleri yiyerek. İnternet yok ne yazık ki odada. Konaklamaya kahvaltı eklemişler, eskiden yoktu, sabah 7 buçuktaymış. Buraya ilişkin bilgileri önceki gelişimde yazdığımdan tekrar etmiyor, buradan okuyabilirsiniz > [bisikletle]Türkiye: Friglerin İzinde



Uludağ Ü. Nilüfer Hatun Konukevi 0224 2940702 (dahili 12)




















İstanbul – Güzelyalı - Görükle

Tur tarihi: 4 Eylül 2024

Alınan yol: 35,50 km
Ortalama hız: 16,8 km/s

En yüksek hız: 52,3 km/s
Bisiklete biniş süresi 2 s 6 dk, dışarıda geçen süre 6 s 40 dk

En yüksek sıcaklık 36 ˚C, en düşük 25 ˚C, ortalama 32,1˚C
Yükselti kazancı 
(çıkış) 522 m, kaybı (iniş) 466 m
En düşük yükselti 0 m, en yüksek 218 m

 

Garmin yol bilgileri İstanbul-Güzelyalı-Görükle


Relive yol bilgileri İstanbul-Güzelyalı-Görükle


Evden çıkışım 08.29. Firu beni yolcu ediyor. Bisiklet

 kamyon gibi, hem ağırlık hem görünüm olarak. Alışmak

 için biraz pedal basmak gerekiyor. 



Zeytinyağı fabrikası geçilip yol düzelince de sağım solum incir

 ve zeytin ağaçlarıyla kaplı bir bölge oluyor. Siyah siyah incirler

 dallarında. Dur ye diyor içimdeki ses ama bisikleti dayayacak

 yer olmadığından, izleyerek devam ediyorum. 




Kaba asfalt bir yol, tek şerit olarak sürmekte. Artık mülayim. Hatta

 bazı yerlerde pedal çevirmeye bile gerek olmuyor.




Çok güzel buraları, tam bisikletlik. Keyifle ilerliyorum.



Köy çıkışında anayoldan sağ denilmişti, artık hafıza buraları

 kesin hatırlamakta. Bir müddet sonra da Balabancık geliyor. 



Görükle’de bisiklet yolu da var, ancak üzerinde

 park etmiş araç oluyor genelde!


Ama bu işareti sevdim, Uludağ Üni. içinde.


Şehzade Lokantası


Yürüyorum Görükle’de, böyle boylu boyunca giden bir ana caddede.


Gloria Jean’s Coffees’de filtre kahve, orta boy alıp açıkta 

oturarak dinleniyorum, gelen geçenleri keserek.


Görükle by Night





















2. gün (devamı) Görükle–İnegöl