Sabah evden çıkışım 9.15, Değirmendere’ye gidece’m. Paşamandıra tarafları, yani Beykoz ve devamı şeklinde. Hava kapalı, pek de sevmem böylesini. Soğuk olsun ama güneş olsun. Bir umut gibi süzülsün gri gökyüzünden, içime dokunsun…
Güneş insanı mutlu eder çünkü güneş ışığı beynimizde serotonin adlı mutluluk hormonunun salgılanmasını artırır. Serotonin, ruh halimizi iyileştirir, kendimizi daha dengede ve pozitif hissetmemizi sağlar.
Yolum şu şekilde sürmekte: K.Çamlıca-Altunizade-Burhaniye ve Beylerbeyi’ne indiğimde sıcaklığı 17,8 °C olarak gösteriyor Garmin… Biraz trafikli bir gün sanki. Peş peşe geçen araçlar, üstelikte hızlılar, sanki tabakhaneye bir şey yetiştiriyorlar! Arada güneş hafif bir çıkıyor ama hemen kayboluyor. Havanın serin olacağını biliyordum, o nedenle uzun kollu 't-shirt' ve 'windstopper' yelek üstümde. Ama gene de ısınamadım, şu güneş bir çıksa da ısıtsa şeklinde Beykoz’a pedallamaktayım. Yalılar aradan çekilince, kuzeyden esen rüzgar hem kuvvetli hem de üşütüyor. Acaba Değirmendere yerine Elmalı-Görele mi yapsam? Kafa karışıklığı içindeyim. Tepem de koyu gri şeklinde. Acaba macaba derken hafiften ince damlalar… Hoppala! Bir kere daha bu yolda yağmura yakalanmıştım (bkz. Evdeki Hesap Çarşıya Uymadı!), gene mi?
Tamamen fikir değiştiriyorum. Nedense sıkıldım, dön diyorum. Ama aynı yoldan değil, geç karşıya, oradan. 28 km sonra geldiğim Beykoz’da önce vapur iskelesine yanaşıyor, en yakın seferin 11.50’de olduğu çıkıyor. Neredeyse 1 saat sonra. Git bir de motorlara bak, onlar da 11.30’da. Yuh, en az 40 dakika. Çaresizce, bankların birine oturup beklemedeyim. Etrafı kesiyorum; kıyıda dolanan bir martı. Hem bakınıyor, hem de önüne çıkanı gagasıyla bir yokluyor, beğenmeyince bırakıyor devam ediyor aranmaya.
İstanbul martıları ne bulurlarsa yerler; ancak doğal olarak balık ve deniz ürünleriyle beslenmeleri gerekirken, simit, ekmek ve çöp atıkları gibi insan kaynaklı yiyeceklerle ve sokak hayvanları için bırakılan mamalarla da hayatta kalmayı öğrenmişlerdir.
Bu motorlara ilk biniyorum, Yeniköy’e geçiyorlar, Beyden 1 ve 3 gibi numaralanmışlar. 2 basamaklı merdiveni atlatıp bisikleti içeri sokuyor, sabitleyip yanındaki banka ilişiyorum. Çalışan uyarıyor: “Cama değmesin!” -“Basmıyor ki.” -“Genelde dışar’da tutuyorlar.”
15 dakikalık bir yolculuk sonrası başladım Yeniköy’den Beşiktaş’a doğru dönmeye. Yön değiştiğinden rüzgar da arkadan esmekte, hissedilmiyor. Hava da 21 derece oldu burada. Eskiden sıkça geçtiğim bu yolda ne çok maceralarımız olmuştu. Bisiklete binişin ilk yılları, Hasan’la arabaların arasından slalom yapardık, sıkışık trafiğin içinde. 16-17 sene geriye sarmak lazım makarayı. Hem gençtik hem de hevesli. Hey gidi günler derler ya…
İstinye’ye yaklaşmaktayım. Karşı yönden ara sıra eski arabalar gelmekte; beyaz renkte 60’ların Mercedes Coupe’si (230 SL), Amerikan arabaları-Ford Mustang, Chevrolet Impala, tosbağa denilen kırmızı bir VW, eski siyah Citroën… Acaba nostaljik bir tur mu var?
Evet, "Seçkin Beyefendiler Sürüşü" (The Distinguished Gentleman's Drive-DGD) etkinliği 28 Eylül 2025 tarihinde İstanbul'da gerçekleştirildi. Yaklaşık 60 klasik otomobil, erkek sağlığı ve prostat kanseri farkındalığı amacıyla İstanbul Tüpraş Stadyumu önünden hareket etti. Katılımcılar dönemin ruhunu yansıtan kıyafetlerle şıklık ve dayanışmayı bir arada sundu.
Emirgan ve Rumelihisarı feci kalabalık; araç kapan valeler, dönme çabasında acemiler, park etmeye çalışanlar, arabasını kapının önüne havalı bir şekilde koyanlar… bir kaostur sürmekte!
Öyle veya böyle Beşiktaş’a vasıl oluyorum. İlk motoru kaçırıyor, bekleyene biniyorum. Bisikleti burunda sabitlerken yolda geçtiğim kadın bisikletçi de biniyor ve burunun diğer tarafına park ediyor velespitini. Gidip bir el freni lastiği vereyim diye yanına varıyor, konu bisiklet olunca sohbet de kolay başlıyor. Poyraz’a gitmiş, Sarıyer’e geçmiş şimdi Çerkezköy’e devam edecek. Orada oturmakta. “Nasıl gideceksiniz?” -“Üsküdar’dan metroyla” -“Ne güzel, aynı metroya binece’z yani.” Bisikletin donanımı uzun yol yaptığını gösteriyor. Önde ve arkada çanta taşıyıcılıları var. Konuşkan bir hanım. Dert yanıyor Beykoz tarafındaki otobüs sürücülerinden: “Öyle yakın geçiyorlar ki, bazen yol kenarına kaçmak zorunda kalıyorum.” Haklı, bu durumdan ben de şikayetçiyim. Hele de bazen diziliyorlar, sanki tren geçer gibi oluyor, bir-iki-üç-dört… araç peş peşe. (...) Ve geldik Üsküdar’a. Metroya iterek gidiyor, sohbete devam ediyoruz. “Tanıştık sizinle galiba daha önce.” -“Öyle mi, nerede?” -“Yalova’da”. Çıkartamıyorum. Acaba karıştırıyor mu beni birisiyle? Ama öyle güzel tarif ediyor ki bende de jeton düşüyor. Doğru ya, yıllar önce o taraflarda bir turda tanışmıştık, hatta yolun son bölümünü de birlikte pedallamıştık, Ada Hanım ve Necef Beyle (bkz. İznik Gölü’ne bisikletle... II). Metroda sohbetimiz ineceğim durağa kadar sürmekte. Firuzan’ı soruyor, anlatıyorum bıraktığını. Üzülüyor binmediğine. Ve İmam Hatip durağına gelmemizle; belki bir gün gene rastlaşırız diye vedalaşıyoruz.
Ev buradan çok uzak sayılmaz. Hele bisikletle hiç sayılmaz. Üstelik son bölüm de yokuş aşağı. Aklıma geliyor da; Berk Çiftlik’e acaba süzme yoğurt geldi mi? Günlerdir arayıp sorduk, neyse ki bugün mevcutmuş. Eve fazla uzak olmayan mağazaya ulaşıp yoğurtla birlikte füme peynir, kefir ve siyez buğdayı (*) ekmeği de alıyorum. Alış veriş sırasında satıcı ile başlayan sohbette, biraz aksanlı konuşmasından nerelisiniz diye sorunca Suriyeli olduğu çıkıyor. Hemen Suriye maceramızı anlatıyorum: 2010, savaş öncesi 3 hafta pedallamıştık (bkz. Suriye: Kilis-Halep). Muhteşem yerler görmüş, insanlar tanımış, çok sevmiştik. Kısa zamanda samimi oluyor, laf lafı açıyor, oğlunun İTÜ İnşaat Bölümüne başladığını, 12 yıldır Türkiye’de yaşadığını, aslen Şam’dan geldiğini anlatıyor. “Döner miyim dönmez miyim bilemiyorum, oğlanın okulu bir bitsin.” Telefonlar alınıp veriliyor, ödeme yapılıyor (474-) ve evin yolunu tutuyorum.
(*) Siyez buğdayı, yaklaşık 12.000 yıllık geçmişiyle genetiği bozulmamış en eski buğday türlerinden biri olarak kabul edilir. Bu atalık tohum, modern buğdaylara göre benzersiz besin değerleri ve sağlık faydaları sunması nedeniyle büyük bir öneme sahiptir.
Tarihte Bugün’ü okumayı çok severim. Bazıları geçmişten bazıları günümüzden, pek çok şeyi hatırlatır.
1954 - Türk Migros İstanbul'da hizmete başladı. Şirket, İsviçre Migros Kooperatifler Birliği (**) ve o dönemin İstanbul Belediyesi'nin (İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay'ın girişimiyle) ortaklığı ile İstanbul'da kurulmuştur. Başlangıçtaki temel amaç, İstanbullu tüketicilere hijyenik koşullarda, aracısız ve uygun fiyatlarla gıda ve temel ihtiyaç maddelerini sunmaktı.
Migros, ilk yıllarında ağırlıklı olarak seyyar kamyonlarla hizmet vererek İstanbul'un farklı semtlerine tanzim satış (doğrudan üreticiden tüketiciye satış) yaparak büyük bir yenilik getirmiş ve modern marketçiliğin temellerini atmıştır.
(**) 25 Ağustos 1925 tarihinde Zürih şehrinde faaliyete geçmiştir. "Migros" adı, yarı toptancı anlamına gelir; "Mi" ve "gros" kelimelerinin yan yana getirilmesinden meydana getirilmiştir.
Seyyar kamyonları çok iyi hatırlıyorum. Gelirken farklı bir korna çalar, duyulunca sokağa çıkılır, park edeceği yerde beklenirdi.
Neye niyet neye kısmet; Beykoz-Yeniköy: Dudullu-Altunizade-Beylerbeyi-Beykoz-(gemi) Yeniköy-Beşiktaş-(gemi) Üsküdar-(metro) İmam Hatip-Dudullu
Tur tarihi: 28 Eylül 2025
Alınan yol:47,17 km
Ortalama hız: 17,8 km/s
En yüksek hız: 46,8 km/s
Bisiklete biniş süresi 2 s 39 dk, dışarıda geçen süre 5 s 10 dk
En yüksek sıcaklık 26 ˚C, en düşük 18 ˚C, ortalama 20,1 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 401 m, kaybı (iniş) 513 m
En düşük yükselti 3,2 m, en yüksek 152 m
Garmin yol bilgiler Neye niyet neye kısmet; Beykoz-Yeniköy
Relive yol bilgiler Neye niyet neye kısmet; Beykoz-Yeniköy
İlginizi çekebilir Neye niyet neye kısmet; Tuzla, Imagine/Düşle, İki Yol Bisikletçisi ile Ömerli