25 Ekim 2019

Keşif Turları; Halkalı-2

Bölgeye nisan ayında ilkini yaptığımız turun bazı noktalarını netleştirmek için Halkalı-2 olarak tekrar pedalladık. Özellikle Bahçeşehir tarafında bazı yollar vardı, tam olarak belirleyemediğimiz. 

Başlangıç noktamız Halkalı’dan bir durak önce Mustafa Kemal istasyonu. Bostancı’dan tam 20 durak sonra geliyor. Bu arada Bostancı her iki yöne eşit uzaklıkta, yani hattın orta noktası. İki durak arası ortalama 3 dakika üzerinden hesaplarsak 63 dakika, yani 1 saatlik bir mesafede. Bu durumda biraz da gecikme toleransı eklersek 8’i az geçe trenine binmem gerekiyordu. Ama evden erken çıkınca bir öncekine yetişiyorum, 7.53 idi sanırım saati. Son vagona girdiğimde benden önce gelmiş bir bisikletçi daha var, bir hanım. Selamlaştık. Bisiklet dostluğu böyle oluyor. Yolda da genellikle birbirimize selam veririz. Ehh, doğru değil mi? Şu İstanbul’un keşmekeş trafiğinde bisiklete binme cesareti gösteren insanlar olarak bir dayanışma olması.

Sabah gene sis vardı. Hele de erken çıkınca gizemli bir ortam oluyor, uzağı görememek. Şehir içinde artık gündüz de ışıklar açık sürüyorum. Uyarsın karşıdan geleni.

Haluk ve bugün birlikte ilk pedal basacağımız Osman da bir sonraki trendeler. Bense Ayrılıkçeşmesi’ne geldim bile. Ne ilginç isim değil mi? Acaba neyin ayrılığı? Eskiden Trakya ve İstanbul’dan hacca gidecek olanlar burada toplanırlar ve hep birlikte yola çıkarlarmış. Hacı adayları yakınları ile burada vedalaşıp yola çıktıklarından semte Ayrılıkçeşmesi adı verilmiştir.

Osman artık İstanbul’da. Sanırım daha sık birlikte olacağız. Turun rotasını Halkalı-1 gezi notlarında ayrıntılı anlatmıştım. Bugün sadece ufak değişiklikler ve muhabbetler var. Küçükçekmece Gölü kıyısından başlıyoruz pedallamaya, üçlü olarak. Trafiğe kapalı olduğundan yan yana sürmek mümkün. Bu da sohbet imkanı veriyor. Uzundur Osman’ı görmediğimden arada geçen zamanı kapatmaya çalışıyoruz. Ankara-emeklilik-İstanbul’a taşınma-sonrasına ilişkin projeler... Tarihi köprünün üzerinden geçerek, yan yoldan Avcılar yönüne doğru devam ediyoruz. Ama kısa bir süre sonra E5 üzerine çıkmak zorunda kaldık. Trafik olduğundan peş peşeyiz. Araçlar vızır vızır...
Navarin Baskını

Trende gelirken, o bir saat boyunca Tarihte Bugün’e bakmıştım; 1827’de Navarin baskını olmuş. Tarih dersinde hepimiz gördük, eminim. Şöyle ki: Osmanlı ve Mısır donanması Mora isyanını bastırdıktan sonra Navarin’de demirli. Yunan isyanını destekleyen Büyük Britanya, Fransa Krallığı ve Rus İmparatorluğu bu durumdan rahatsız, Yunanistan'a bağımsızlık verilmesini isterler. Sultan II. Mahmut bu isteği ret eder. Bunun üzerine kurdukları birleşik filo ile Navarin Limanı kuşatılır. Gayelerinin savaş olmadığını ileri sürerler. Girmelerine izin verilir. Limana giren müttefik gemileri, savaş için bahane aramaya başlarlar. Ateş gemisinin başka yere alınmasını isterler. Kabul edilmeyince, Mısır gemilerinden kendilerine ateş açıldığını ileri sürerek savaşı başlatırlar. Bunun sonucu: 
  • Osmanlı-Mısır donanmasından 60 kadar gemi dört saat içinde yok oldu. 6000 kadar Türk ve Mısırlı asker öldü ve 4000 kadarı da yaralandı.
  • Osmanlı donanmasız kaldı. Yetişmiş denizcilerin büyük kısmı yok oldu.
  • Yunanlılar bağımsızlık yolunda büyük adım attı.
  • Donanmanın Rusya tarafından tazmin edilmesinin istenmesi 1828-1829 Osmanlı Rus Savaşı’na sebep oldu.
  • Mısır donanmasının yanması Mısır Sorunu‘nun ortaya çıkmasında etken oldu.
Böylesine acı bir olay. Ancak Navarin sadece bu baskınla değil, 19 Ağustos 1821 günü sabaha karşı Yunan birlikleri tarafından basılarak 3 bin Türkün katledişiyle de anılıyor. Avrupa kaynaklarında ise Navarin Katliamı hakkında bilgiler onlarca yıl sonra yayınlanmıştır.
4Teker

Avcılar sahil parkı bu saatte sakin, daha dolmamış. Bisikletli, koşan, dolanan, bebesini oynatan... sabahın insanları var. Uzunca-büyükçe bir alan. Dört tekerli bisikletimsi! (bi=iki demek olduğundan) araçlar var, park etmiş vaziyette, müşteri bekleyen. Yan yana oturan iki kişi pedal çevirerek aracı hareket ettiriyor, birinde direksiyon var.

Sahilden kısa dik bir rampayla çıkıp Osman Ağa Cami karşısındaki çayevine gene yerleşiyoruz. Çaya altı ay içinde zam gelmiş, 1,5 olmuş. %20 yani. Yan masadaki bey, adı Mustafa, doğma büyüme buralı olduğunu, şimdi Hadımköy tarafında oturduğunu anlatıyor. O da bisiklet kullandığından bizim yaptıklarımızı takdir ediyor. Ancak eski günlerin bambaşka olduğunu, çevrenin çok değiştiğinden yakınıyor.

Fevzi Çakmak Caddesinden hafif tırmanıyoruz. İşlek bir cadde, rasgele park eden, duran araçlar bolca. Kollaman lazım. Hava ısındı sandım, çıkarttım kollukları çay içerken, ama hareket edince serin geldi gene. Caddeyi bitirip uzunca bir yoldan -Haramidere Ambarlı Yolu olur-, dolum tesislerinin üstünden devam. Ve Kumcular Yoluna ters giriş yaparak. Başka türlü olmuyor, yolun ortası bariyerle kapalı. U dönüşü için çok yol dolanmak gerekiyor.

Bu rotanın ilk sıkı yokuşunu iki kademede çıktık. %12-15 gibiyi de görerek. Yakuplu-Beylikdüzü buraları. Hürriyet Bulvarı boyunca inerek, burada sağlı sollu kafe, market, lokanta... bolca, yolun sonundan mecburen sağa dönüp uzunca bir yokuştan, yeni bitmiş-bitmemiş siteler, uydu kentler... artık adına ne derseniz, bir yığın yapıların yakınından geçerek denize doğru yaklaşmaktayız.

Galibi Vakfı; daha önce de buradan bir kere geçmiştim. Dikkatimi çekmişti, kocaman Allah yazıyordu tepesinde. Girip bakmıştım içine. 1994 yılında Ankara’da kurulmuş, yardım amaçlı bir vakıf olduğu söyleniyor. Bir tarikat. Bilindiği üzere tarik'in kelime anlamı yol, tarikat ise yollar demektir.

Vikipedi’de şöyle anlatılmış: Galibi Tarikatı (Galibilik), Kadiri ve Rufai tarikatlarının birleşiminden doğan Muhammedi Tasavvufun bir koludur. Peygamberinin getirdiği ahkamdan ayrılmadan, zamanın Haramiyeti belli olan dışındaki medeniyet ve teknolojisini Tasavvufi bir anlayış içerisinde dinin vazgeçilmezi kabul eden Galip Hasan Kuşçuoğlu'nun dini anlayış ve dünyayı görüşüne göre 21. yüzyılda sistemleştirdiği, meşrepte Aleviliği benimseyen, mezhep olarak ise Hanefi, Muhammedi bir tarikat.
Daha fazla bilgiyi buradan edinebilirsiniz.

Gürpınar’dayız artık. Uzunca bir sahil. Balık hali de burada. Kokusu yayılmış. Hiç de sevmem balık kokusunu. Bir de karşısına kahvaltı sofrası açmışlar. Kim ister bu kokunun karşısında oturmak? İlerliyoruz, etrafta kahvaltı edenler, piknik yapanlar dolu. Saat de öğlene yaklaşıyor. Ama bir güzel yanı buranın; hoparlörden sıkça mangal yapmanın yasak olduğu anons ediliyor olması. Süper. Maltepe Pendik arasındaki sahilin durumu içler acısı. Yanık et kokusu ve dumanından geçilmiyor. Bir de koltuğunu yatağını halısını getirip yayılanlar var.

Beylikdüzü: MÖ 7. yy’da ilk yerleşimin başladığı Beylikdüzü’nün kurucularının Helenler olduğu varsayılır. MÖ 2. yy’da Bizans egemenliğine giren Büyükçekmece’nin gözde beldelerinden biri olan Beylikdüzü, İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’na bağlanmıştır. Bir sayfiye ve tarım köyü olan Beylikdüzü, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde orduların konaklama yeri olduğundan, bölgede yoğun bir yerleşim olmamıştır.  

Beylikdüzü’nün eski ismi bahçe anlamına gelen “Gardan”dır. Bu bölge tarihte üzerinde pek çok medeniyeti barındırsa da yakın zamana baktığımızda ilçede özellikle 1924 yılına değin Rumların izleri görülmektedir. Mübadele ile gelip buraya yerleşen Türkler ilk başta yoğun olarak, tarım, hayvancılık ve balıkçılık faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Bölgeden Rumların çoğunun ayrılması üzerine köye yeni bir isim verilmeye karar verilmiş, bunun üzerine köyün doğal iklimine çok kolay ayak uyduran kavak ağaçlarının yoğunluğu nedeniyle köye “Kavaklı” adı verilmiştir. 1924 yılında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yeni idari teşkilatlanması kapsamında Çatalca vilayet olmuştur. Bu vilayet (Çatalca), Silivri ve Büyükçekmece kazalarından meydana gelmiştir. Bu vilayete bağlı Büyükçekmece kazasının nahiyesi olmayıp 19 köyü bulunmaktadır. Günümüz Beylikdüzü ilçesini oluşturan Anarşa (Gürpınar), Gardan (Kavaklı), Tırakatya (Yakuplu) ve Karvan da bu köyler arasında yer alır.

1987’de Gürpınar, 1993’de de Kavaklı ve Yakuplu belediye olmuştur. Kavaklı Belediyesinin ismi 2002’de Beylikdüzü Belediyesi olarak değiştirilmiştir. “Kavaklı” adının “Beylikdüzü” olarak değiştirilmesinin nedeni ise, Beylikdüzü’nün Osmanlı döneminde, Osmanlı Beylerinin avcılık yaptığı, dinlendiği düzlük bir alan olduğu için dönemin yöneticileri tarafından hem Osmanlı Beylerinin hem de bölgenin coğrafi yapısını çağrıştıran Beylikdüzü adı verilmiştir. 2008’de Beylikdüzü ilçe olunca Yakuplu, Gürpınar Belediyelerinin tüzel kişilikleri kaldırılarak Beylikdüzü Belediyesine dahil olmuşlardır.

Yemen Kahvesi’nde kısa bir mola veriyor, birer kahve içiyoruz. Güneş artık tepemizde, ısıtıyor. Etraf kalabalıklaştı. Gürpınar’ın sahili keyifli. Ama yola devam etmeliyiz. E5’in üzerinden geçen yaya köprüsünü kullanarak Büyükçekmece’ye geçiyoruz. Kültür Parkı; içinde heykeller var: Sinan, Karacaoğlan... Ve Mimar Sinan’a ait olan 1567 tarihli Sultan Süleyman Köprüsü üzerindeyiz. 28 gözlü, 636 metre uzunluğunda, 7 metre genişliğinde bu muhteşem eseri Kanuni, 1566 yılında Zigetvar'da ölünce görememiş. Oğlu II. Selim zamanında tamamlanmış. 

Bisikletleri gören iki genç hemen etrafımızı sarıyor, Furkan ve Bedirhan. Birlikte çektirdiğimiz foto sonrası 450 yıllık taşların üzerinden dikkatlice sürerek karşı kıyıya geçiyoruz. Bundan sonrası Ahmediye’ye kadar göle paralel giden otoyoldur. Aynı zamanda Çatalca yoludur. Ahmediye sonrası turun en güzel yolu başlar. Bahşayiş - Hezarfen Havaalanı şeklinde, kıyıda balık tutanlar, piknik yapmaya gelmiş öğrenciler falan filan...

Bahşayış’ta verdiğimiz molada ben kalan sandviçleri yerken Haluk ve Osman da ekmek arası köfte (10-) götürüyorlar. Çaylar 1,25.

Alkent 2000’e kadar sakin geçen yol artık şehir trafiğine bulaşmaya başlıyor. Dev siteler kurulmakta. Bitmiş binalar ama daha taşınılmamış. Bu kadar insan bugün nerede oturuyorlar da gelip buraları dolduracaklar? Sanki İstanbul’u kapısında bekleyenler var, açılsın da dalalım şeklinde.

Bahçeşehir’de Şelale Park’ın içinde/yakınlarında geçen gelişimizde biraz yolu şaşırmıştık. Bu sefer navigasyonu açıp sürüyoruz. Ve öncekiyle karşılaştırdığımızda çok da aykırı gelmediğimizi fark ediyorum. Altınşehir, Başakşehir... şeklinde devam. Artık trafiğin tam içindeyiz. Egzoz kokusu burnumuzu yakmakta. Temiz havadan çıkıp gelince daha da belirgin oldu.

Halkalı: Bizans döneminde burada bulunan eski bir Rum köyü vardı. 16. yy’da bu köy civarında kurulan Halka Has Bahçeleri dolayısıyla yöreye Halkalı adı verilmiştir...

Halkalı’da tren bizi beklemekte. Son vagona konuşlanıp, velespitleri de sabitleyip 1 saatlik yolculuğa hazırız. Şimdilik boş içerisi ama öyle bir dolacak ki!

Bostancı’da Osman’la indik. Haluk’un bir durağı daha var. Bostancı Yokuşu sonrası Osman’dan ayrılıp evin yolunu tutmaktayım... 

Bu gibi insanlara ne çok ihtiyacımız var. WA üzerinden gelen bir yazıyı paylaşmak istiyorum.

Prof. Dr. Niyazi Kahveci; İlköğretim ve Ortaokul eğitimini Büyük Esma Sultan İlköğretim ile Fatih İmam Hatip Lisesinde tamamlamış.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun. Haseki Eğitim Merkezi’nde ihtisas, İngiltere Manchester Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde Sosyal Bilimler eğitimi almış ve master ile doktorasını yapmış. Kur’an-ı Kerim’i Arapçadan İngilizceye çeviren ve bugüne kadar bir çok kitabın altına imzasını atan bir İlahiyatçı ve Sosyal bilimci... Son kitabı “Çağımız ve Türkiye”.

Bir söyleşisinden satır başları...

* Bu ülkede en çok satılan ve en çok satın alınan ama hiç kullanılmayan tek şey dindir.
Bunu satın alan halk problemlidir, halkın zihinsel yapısı problemlidir. Bu problemlerin faturasını ödüyoruz.
Bu kafa bir adamı büyütüyor sonrada gidip kendini ona öldürtüyor.
Bu kafa hastalıklı bir kafadır, bu kafa anakronik bir kafadır, bu kafa şizofrenik bir kafadır.
On bin yıl önceki kafayla bu gün yaşamaya çalışan bir kafadır bu.

* Kiralık kapitalle kapitalizm, kiralık felsefe ile bağımsızlık olmaz.
En zor iş çağdışı insan malzemesi ile çağdaş işler yapmaya kalkmaktır.
Otuz yıl sonra ya teknolojik insan olacaksın ya da gereksiz insan.

* Batıdaki dini mezhepler teolojiktir ve zihinseldir, bizdekiler ise siyasaldır, teolojisi arkadan gelir, meşrulaştırmak için.

* Sünnilik ve Şiilik.
Sünnilikte düşünmenin d’si yoktur, adı üstünde teamülcü, uygulamacı.
Elin oğlu Allahtan teknolojik imkanlarını satıyor da biz de sahip oluyoruz.
Yarın satmasa ne yapacaksın? 150 milyar dolar ihracat var tamam ama 300 milyar dolar da ithalatın varsa siz 2 liraya mal ettiğinizi 1 liraya satarak geçiniyorsunuz demektir.
Yeraltı kaynaklarını sattık, yer üstündekileri de sattık, şimdi havayı betonla doldurarak geçiniyoruz. Bunu dert eden kimse yok.

* Şeyhlik kavramı beş bin yıl önceki totemizm kavramının insana dönüşmüş halidir.
Bu toplumda bir tane filozof yok. Hiçbir olguyu okuyamıyoruz.

* Biyolojik olarak aklı bozuk insanların evliyadır diye peşinden koşup “benim halim ne olacak?” diye soranlar var.

* Batılıları sömürgeci diye eleştiriyoruz. Ama hiç biri kendi insanını sömürmüyor.
Biz dışarıda değil içeride sömürgeciyiz. Kendi insanımızı sömürüyoruz. (Buna ekonomik ensest ilişki deniyor). En büyük vatan hainliği budur.

* Adam İlahiyat Profesörü olmuş yaptığı iş VİP Cenaze namazı, VİP Umre.
Hala Farabi’yi aşamadı. 4000 sene önceki Sümerlerin kafasına sahip.

* Bilimin, tarihin ve sosyal bilimlerin bir felsefesi vardır. O nedenle bir Felsefe Üniversitesi açılmalıdır. Buna Teoloji Felsefesi dahildir.

* Kuran’ın bütünsel bir çalışmasını yapmadığımız sürece yani Kuran’ın hedefi nedir, karakteri nedir sorusuna cevap bulamazsak 1500 sene öncesinde kalırız.

* Aklınızın mevcut çapını genişletmeden mevcudun dışına çıkamazsınız.
Türkçe de akıl nedir nasıl çalışır diye bir kitap yok. Oysa batıda binlerce var.
Şunu kafamıza sokalım 21. yüzyılda dinsel düşünme dönemi diye bir şey yoktur bitmiştir. Çağımız akılcı ve bilimsel düşünme dönemidir.
Bu çağda ve bundan sonra dindar olunabilir, ama ancak akılcı ve bilimsel düşünce ile dindar olunabilir.
Atatürk dini çok iyi anlamıştır, ruhunu ve özünü anlamıştır, hazreti peygamberin anladığı gibi anlamıştır.












Keşif Turları; Halkalı-2: Dudullu-Bostancı-(tren) Mustafa Kemal-K. Çekmece-Avcılar-Yakuplu-Gürpınar-B. Çekmece-Bahşayış-Karaağaç-Hadımköy-Esenyurt-Bahçeşehir-Altınşehir-Halkalı-(tren) Bostancı-Dudullu

Tur tarihi: 20 Ekim 2019
Kat edilen mesafe: 90,28 km
Ortalama hız: 16,1 km/sa
Bisiklete biniş süresi 5 sa 35 dk, dışarıda geçen süre 10 sa 47 dk
En yüksek sıcaklık 28 ˚C, en düşük 14 ˚C, ortalama 22,2 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1458 m, kaybı (iniş) 1470 m
En düşük irtifa 0 m, en yüksek 185 m

Garmin yol bilgileri Keşif Turları; Halkalı-2

Relive yol bilgileri Keşif Turları; Halkalı-2

        

Mustafa Bey ile, Avcılar




Balık hali de burada. Kokusu yayılmış

Gürpınar’dayız artık. Uzunca bir sahil



Gürpınar’ın sahili keyifli



Kültür Parkı; içinde heykeller var: Sinan, Karacaoğlan...


Mimar Sinan’a ait olan 1567 tarihli Sultan Süleyman Köprüsü


450 yıllık taşların üzerinden dikkatlice
 sürerek karşı kıyıya geçiyoruz



Bundan sonrası Ahmediye’ye kadar göle paralel giden otoyoldur...


... Aynı zamanda Çatalca yoludur



Ahmediye sonrası turun en güzel yolu başlar... 


Bahşayiş - Hezarfen Havaalanı şeklinde... 



... Kıyıda balık tutanlar, piknik 
yapmaya gelmiş öğrenciler falan filan




Bu kadar insan bugün nerede oturuyorlar
da gelip buraları dolduracaklar? 

Sanki İstanbul’un kapısında bekleyenler
 var, açılsın da dalalım şeklinde



















































Foto katkıları için Osman’a, WA için Ali’ye teşekkürler.