29 Ekim 2018

29’a 1 Kala

İki gündür yazdan kalma bir mevsim yaşamaktayız. Hani diyorlar ya “Pastırma Yazı”. Kutuplardan gelen alçak bir soğuk hava kütlesinin hareketsizleşerek sıcak bir yüksek basınç merkezi oluşturması sonucu ortaya çıkar. Bu merkezin özelliği, istikrarlı bir katmanlaşma yaratan önemli sıcaklık değişimleridir. Sonuçta havanın dikey hareketi engellenir ve alçaklarda yoğunlaşan duman, toz vb havanın puslu olmasına yol açar şeklinde açıklanmış. Peki neden bu isim, pastırmayla ilgisi ne? Pastırmanın bu dönemde hazırlanması sebebi ile verilmiştir. Gece ve gündüz arası sıcaklıkların birbirine yakın ve sıcak olması sebebi ile; pastırmanın en ideal şekilde kuruması bu dönemde olur. Ehh bu da güzel. Gerçi biz pastırma yemiyoruz ama meraklısına duyurmuş olayım. Amerikalıların Pastırma Yazına  “Indian Summer” dediklerini biliyorum. Ancak buradaki “Indian” kelimesi 19. yy’da İngiltere’ye ulaşırken Hindistan’daki İngiliz Raj’ının en parlak devri sırasında yanlış bir algı sonucu Hindistan’daki Hintlilerin/Indians olarak anlaşılması neticesinde ele alınmış. Ne var ki Kızılderililerin (Indians) bu deyimi 18. yy ortalarında kullanmakta oldukları bilinmekte.

Gelelim bizim günümüze. Bu güzel havada ne edelim diye düşünürken,  geçenlerde Serhan tarafından ortaya atılan “Riva’ya kıyıdan yeni bir yol buldum” şeklindeki lafı beni bir hayli heyecanlandırdı. Haritadan da baktım, gerçekten Anadolu Feneri’nden Riva’ya bir yol görünmekte. Bunun keşfini yapmak üzere sabah 10 buçuk gibi evden hareket ettik. 1 saat 45 dakika sonra Akbaba’daydık (Beylerbeyi çevresi polis kaynıyordu, ne hikmetse?!). Kısa bir kahvaltı yapmak üzere yanımızdaki kumanyayı çıkarttık ama kahvaltımız yandaki bahçede bir köpeğin bir kedi yavrusunu silkelemesi ve telef etmesiyle kesildi. Zavallıcığı bu şekilde bırakmaya razı olamadı elbette Firuzan ve çözüm arayışıyla 2 saate yakın bir zamanı Akbaba’da geçirdik. Orası burası, belediye dahi arandı. Nurhan Hanım Hızır gibi yetişti ve yavruyu veterinere götürmek üzere aldı. Bu sebeple ben de Hayvan Sever İnsanların ne de güzel organize olduklarına, dayanışma içinde bulunduklarına şahit oldum. Duygulandım ve hayran kaldım.

Akbaba sonrası muhteşem bir tırmanışla, ama sağlam, %12 ile başlayan 15’leri 16’ları gösteren 2 kilometrelik bir yokuşu çıkıp Anadolu Feneri’ne hiç pedal çevirmeden ulaştık. Etraf çok keyifli, süper bir yol. İstanbul’da pek bulunmaz bir rota.

A. Feneri’nden aldığım bilgiler doğrultusunda kendimizi yer çekimine teslim edip güzelce kıvrılan bir yoldan denize ulaşıp askeriyenin kapattığı, bu nedenle girilemeyen o yeni Riva yolunu mecburen pas geçerek (ki bunu çok daha sonra anladık) Kaynarca’ya ulaştık. Aslında bu yolu daha önce defalarca pedallamıştık. Ama aradan geçen zaman sonucu, sanki yeni bir yeri görüyormuşuz, veya hafızamızı canlandırıyoruz gibi bir durumun heyecanıyla Riva otoyoluna indik. Ama Kaynarca sonrası gelen 2’nci rampa birinciden de çetindi. Öyle böyle değil, %15 sağlam.

Başka bir ifadeyle Akbaba’dan Dereseki yokuşunu tırmanıp indiğimiz noktaya ulaştık :)) Koca bir yay çizerek ama son derece keyifli bir coğrafya içinden geçerek.

Paşamandıra’da bir çiftliğe sahiplendirilen köpeği görebilir miyiz diye kapısına kadar gittik ama maa-t-teessüf durumları. İn-cin top oynuyordu. Buraya kadar gelmişken ekmek almadan geçmek olmazdı. 6 liradan bir taneyi çantaya yerleştirdik. Hani bu altında yaprakların yapışık olduğu muhteşem ekmekler var ya, bu bölgeye has.

Değirmendere’den başladık gene tırmanmaya. Bu üçüncüsü. Gene öyle böyle değil durumlar. Ama bu tırmanışlar acıktırıyor. Yanımızdaki son iki sandviçi kenarda bir yerde mideye indirdik. Elimizde son iki elma kaldı.

Hafızamızı canlandıra canlandıra geldik Beykoz Köpek Barınağı’na. Tadilat yapıyoruz diye kapatılmış, tüm köpekler salınmış. Aslında Firu köpeklerin kafesler içinde yaşamasındansa doğada olmalarının çok daha doğru olduğunu söylüyor, buna ben de katılıyorum. Siz bir odada yaşamınızı sürdürmeyi ister miydiniz?

Ceylan Üretme Çiftliği yanından geçerek Polonezköy yoluna bağlanıp kalabalık bir yoldan inip ardından dördüncü rampayı da çıkarak Çavuşbaşı ayrımına gelmiş olduk. Bu rampa da hatırı sayılır cinsten. Üstelik araç trafiği de bolca. Yani %12’leri çıkarken yanından vızır vızır geçmelerine illet olmamak elde değil.

Köşe başında elmalarımızı yerken üzücü haberi alıyor; kedinin belinin kırılmasıyla kalmayıp diyaframının da yırtıldığından uyutulması gerektiğini öğreniyoruz. Yaşam bazen uzun bazen kısa oluyor. Elimizden ne kadarı gelebiliyor? Bu büyük evren içinde her birimiz okyanustaki bir damladan da küçüğüz. Pek de bir önemimiz yok. Adaptasyon-Seleksiyon, biyoloji dersinde böyle okutmuşlardı. Kimi eleniyor kimi sürdürüyor...

Çavuşbaşı-Dudullu-Ümraniye diye ilerliyoruz. Buraları bisikletle ilk geçtiğimiz yerler. Arabayla öncelerinde kaktüs aramaları sırasında dolanmıştık. Beşinci rampayı da tırmanıp Hekimbaşı’nda açlığımızı susuzluğumuzu çiğköfte ve ayran ile yatıştırıp devam ediyoruz.

Bundan sonrası Ümraniye-Çakmak vs şeklinde eve ulaşmak olarak sürüyor. 94 km gibi bir yol, 5 sıkı rampa..., [e] olmasaydı çok sıkıntılı olurdu. Sanmıyorum arkadaşların bu rotayı yapmak isteyeceklerini. Her kafadan bir itiraz çıkması mümkün (abi buradan gidek, nerden çıktı şimdi bu rampa...). Aslında kendi başına daha rahatsın her zaman. Dırdırsız...

Kapatmadan, neden 29’a 1 Kala? Yarın Cumhuriyetimizin 95’inci yıldönümü de ondan. 

24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalanmış, yeni Türk Devleti’nin bağımsızlığı kabul edilmişti. İkinci dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasından 2 ay sonra 13 Ekim 1923’de Ankara Türkiye Devleti’nin Hükümet Merkezi oldu. 

Artık, mevcut rejimin isminin de bütün açıklığı ile konulması, yeni devletin başkanının seçilmesi gerekiyordu. O güne kadar Devlet Başkanlığı görevi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak Atatürk tarafından yürütülmüştü. Diğer taraftan bazı yabancı ülkeler de Lozan Antlaşması’nı onay için Türkiye’deki yeni devlet rejiminin daha açık şekilde belirlenmesini istiyorlardı. Bu sıralarda, 27 Ekim 1923’te İcra Vekilleri Heyeti’nin istifası ve Meclis’in güvenini kazanacak bir kabine listesinin oluşturulamaması da bu soruna ivedi bir çözüm gerektirdi. İşte, iç ve dış şartların doğurduğu bu gelişmeler sonucu 29 Ekim 1923 akşamı cumhuriyet ilân edildi. Bu suretle yeni devletin yönetim biçimi bütün açıklığı ile ismini almış oluyordu.

Cumhuriyetin ilânı ile "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir" kuralı, artık devlet yönetiminde, en belirgin şekliyle yerini alıyor; demokrasiye giden yol daha aydınlık olarak çiziliyordu.

Atatürk, cumhuriyeti ilân ederken demokrasinin bütün kurallarının zamanı geldikçe uygulanması görüşünde idi. Türk milletinin, siyasal haklarını dilediği gibi kullanması, memlekette çoğulcu demokrasinin işlerlik kazanması, onun baş amacı idi. Nitekim çok partili döneme geçme ile ilgili Atatürk döneminde yapılan iki büyük deneme, bu hususu göstermektedir; ancak çağdaşlaşmayı amaçlayan büyük devrimlerin yapıldığı bu dönemde, muhalefet partileri iyi niyetlerine rağmen kendilerine katılan gerici çevrelerin, cumhuriyet rejimini devirmek isteyen fırsatçıların da gizli faaliyet odakları haline geldi. Bu suretle şartların henüz müsait olmadığı bir dönemde, çok partili rejim, ister istemez bir süre daha ileriye bırakıldı.

Bu bakımdan Atatürk dönemini ve bu döneme egemen olan tek parti rejimini, Türkiye’yi çoğulcu demokrasiye ulaştırma yolunda gelecek için engelleri ortadan kaldırmayı amaçlayan, bu nedenle halkın siyasal ve sosyal eğitime önem veren bir zaman aralığı olarak yorumlamak gerekir.

Bir de bugüne bakın hele!!!










29’a 1 Kala: Dudullu-Beykoz-Anadolufeneri-Kaynarca-Paşamandıra-Polonezköy-Çavuşbaşı-Hekimbaşı-Dudullu

Tur tarihi: 28 Ekim 2018
Kat edilen mesafe: 93,70 km.
Ortalama hız: 17,3 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 5 sa. 24 dk., dışarıda geçen süre 7 sa. 34 dk.
En yüksek sıcaklık 26 ˚C, en düşük 18 ˚C, ortalama 21,5 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1623 m, kaybı (iniş) 1606 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 226 m.

Garmin yol bilgileri 29’a 1 Kala

Relive yol bilgileri 29’a 1 Kala