Geçen hafta yağacak diye ertelediğimiz Reşadiye Keşif Turu’nu bu hafta yaptık. Bunca zamandır İstanbul ve Çevresi’ni pedallamaktayız, nedense oraya gitmedik. Eksik kalmasın dedik -iyi ki de yapmışız- ve çok keyifli bir rota (şehir içi kısmı hariç!) çıktı ortaya. Şöyle 85 km’lik bir daire.
Saat 8’i az geçe başladık pedallamaya. Hava kapalı ve serin. Üzerimde ince yelek var. Hatta bir müddet sonra kollukları da takıyorum. Firu ise montu giymiş. Neredeyse kışlık görünümde. Her zamanki rotamız: Küçükçamlıca-Nakkaştepe-Beylerbeyi-Beykoz-Akbaba... Burada mola+kahvaltı. Bardağımız 2,5 liraya doluyor, artık yanımızdakini kullanıyoruz. Parktaki piknik masalarındayız. Az uzağımızda bir film ekibi çekimde. Dizilerden biridir. Çaycı ne olduğunu bil(e)miyor, devamlı buralarda çekim yapıyorlar zaten diyor.
Unutmadan, gelmeden Çubuklu tarafında arkadaşımız Genç Osman’a rastladık. Sağlık nedeniyle bir müddet bisiklete binemeyecek olması hepimizi üzmüştü. Ama en kısa zamanda kendisini tekrar 2teker üzerinde göreceğiz, eminim.
Geçen ay Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, sosyal medyada bir açıklama yapmıştı: “Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikayeleri anlatıldı. Artık kendi hikayemizi yazma zamanıdır” demişti. Bu açıklama kimi yazarlar tarafından ele alınıp irdelendi. Prof. Emre Kongar, bu konuda arka arkaya dört yazı yayımladı. Bu yazılarda, gerçek modernleşme hikayemizin Cumhuriyet olduğunu belirtiyordu. 10 Eylül tarihli Cumhuriyet gazetesinden bu alıntı meseleyi çok iyi açıklıyor: Kongar, 1453’te Fatih’in İstanbul’u fethederken dönemin ileri teknolojisinden yararlandığını belirtti ve işgalde top kullandığına işaret etti. Ancak, Fatih’ten 124 yıl sonra, Takiyüd-din Efendi’nin kurduğu rasathanenin, 1577’de Şeyhülislam Ahmet Şemsettin Efendi’nin müdahalesi ve “dünyanın gözetilmesinin uğursuzluk getireceğini” söylemesi üzerine padişah tarafından yıktırıldığını belirtti.
Fatih’ten 186 yıl sonra 1639 yılında bir Yahudi dönmesi olan Bünyamin’in getirdiği matbaanın bir yıl sonra 1640’ta Padişah Deli İbrahim tarafından kapatıldığını da belirtti.
19. yüzyılda, Fransa’da pozitif ilimler eğitimi için gönderilen Tahsin Hoca’nın dönüşte İstanbul Darülfünunu’na Baş Hoca (Rektör) olarak atandığını, “oksijen olmadan canlıların yaşayamayacağını göstermek” amacıyla içine konulduğu fanusun havası boşaltıldığında bir kuşun nasıl öldüğünü deneysel olarak gösterince, Tahsin Hoca’nın “zındık” denilerek görevden alındığını ve o günün üniversitesinin de kapatıldığını yazdı.
Prof. Kongar, bu örneklemelerle Sayın Kalın’a dolaylı olarak ve incelikle Osmanlı’da durum böyle, peki siz “nasıl bir hikaye” düşünüyorsunuz sorusunu soruyordu...
Dereseki yokuşunu tırmandık, Riva yolunda keyifle kaymaktayız. Yanımızdan 6-7 motorlu bir grup geçti. Hepsi de ‘Gold Wing’. Hani şu Honda’nın dev motosikleti, 1800 cc hacimli (arabadan fazla), koltukları ısıtmalı, geri vitesi bile olduğu anlatılan...
Çok çok ince yağmur damlaları düşmekte. Yağmayacağı tahmin edilmişti ama yukarıdakinin ne yapacağı belli mi olur? Yağdırır da kaldırır da J
Paşamandıra’dan geçtiğimize çok seviniyorum. Hazırlıklıyız, yumurta ve yapraklı ekmek alacağız. Yanımızdaki kaplara 12 ad. sığıyor, 2 de ekmek, hepsi 32 lira tutuyor (ekmek 8-, yumurta 1,30).
Havanın durumu biraz olsun piknikçileri azaltmış. Yoksa buraları araç kaynardı. Ama gene de gelen geçen oluyor. Bölge çok güzel. Riva kıyısına kurulu piknik mekanları/lokantalar/işletmelerin çoğu çocuklar için de oyun alanları oluşturmuşlar. Firu’nun dikkatini çekmiş, işletmeler hep şahıs isimleriyle: Ekrem’in Aile Yeri, Cemalin Yeri, Çetin Baba Restoran, Sadık Baba’nın Yeri... şeklinde. Biraz da kır düğünü yapılan yerler görülüyor buralarda. Hatta bazılarında kutlamalar var, damat-gelin fotoları çekiliyor. Çevredeki villalar oldukça büyük arazilere sahipler. Kimi oldukça bakımlı, çok keyifli görünmekte. Şimdi Cam Ocağı’nı geçtik. Normal zamanda burada pazarları hep bir etkinlik olur, önü araç dolardı. Bugün mağaza hariç kapısı kapalı.
Öğümce geçildi, Cumhuriyet köyüne doğru yol alıyoruz. Buraları halen yeşil. Çok güzel yerler. Yolun evsafı şahane, rampa yok, keyifle pedallamaktayız. Sağımızda dev bir ‘Taktikal Paint Ball’ alanı geçilmekte. Kale bile yapmışlar. Oldukça eski bir kuruluşmuş, 1999’da başlamışlar bu işe Parkorman’da. Hiç oynadınız mı? Ben hayır. Çocukluğumda ‘Komen, eller yukarı’ diye bir Kovboy-Kızılderili oyunu oynardık, mantar ya da su tabancalarımızla. Düşünüyorum da o zamanki oyunları: saklambaç (bir de kukalısı vardı), körebe, uzun eşek, birdir bir, yakar top... Hayatımız mahallede-sokakta geçiyordu -okula gitmediğimizde tabii- J.
Şöyle bir yazı okumuştum; kurucusunun ismiyle anılan hiç bir devlet/imparatorluk olmadığı! Osmanlıcılık hevesleri ve üzerinden yürütülen siyaset... İtalyanların yeniden Roma İmparatorluğunu istemeleri ne kadar sizi güldürüyorsa bu da aynısı. ... Atatürk, yaptığı dev devrimlerle Türk ulusunu çağdaş uygarlığın ötesine geçirmeye çalışmıştır. Cumhuriyet bir Türk Rönesans’ıdır. Atatürk’ün tekkeleri, zaviyeleri kapatırken 1925 yılında söylediği “Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, meczuplar ülkesi olamaz” sözü boşuna değildir. Arap hayranlığı, ümmet kavramı, Osmanlı hayranlığı sizi ancak geriye götürür. Bu düşüncelerle emperyalist ülkelerin oyuncağı olursunuz.
Benim için Eylül’ün Yıldızı Uşşaki şeyhi Fatih Nurullah. Bu kişi sayesinde tarikatı da tanımış olduk: Uşşaki tarikatı Halveti Tarikatı'nın bir kolu. Merkezleri İstanbul Kasımpaşa'da. Uşşaki tarikatı 'İpek Yolu' olarak da anılıyor. Bunun sebebi tarikatın önemli isimlerinden olan İbrahim İpek Çorumi'nin etkisi. Fatih Nurullah da Uşşaki tarikatını ondan devraldı.
Cumhuriyet köyüne kadar daha önce pedallamıştık. Şimdi yolumuz soldan Reşadiye olarak ayrılıyor. Bir müddet daha bayırsız süren rotamız artık tırmanmaya başlıyor. Yolun durumu ama şahane. Sağda solda köpekler ve kulübeler var. Anlaşılan besleme yapılıyor buralarda da. Alemdağ ormanlarından geçmekteyiz. Arada çıkılan rampalar hiç de yabana atılacak gibi değil, %14 bile var. Kafa radyomda Fleetwood Mac çalıyor. The Cain; 1977 tarihli Rumours albümünden. Grup 1967’de, geçtiğimiz temmuzda 73 yaşında ölen Peter Green ve Mick Fleetwood tarafından kurulur. İki döneminden söz ederler. İlki 75’lere kadar sürer. Sonra Christine McVie, Stevie Nicks ve Lindsey Buckingham’ın katıldığı dönem gelir. Video bu dönemden. İki sarışının arka vokali, muhteşem gitar solosu, hırslı davul ve derin bir bas eşliğinde... Tam da bana göre, rampayı tırmanırken J
%25 yağmur ihtimali kendini gene gösteriyor. Damlalar bu sefer daha fazla. Orman yolunda ilerliyoruz. Villalar geçiliyor -kapılarından güzel oldukları belli- ve geldik Reşadiye sapağına, bu turun hedefine. Yoldan ayrılman lazım, içerlek. Ne edelim? İlk geliyoruz, neymiş bir görelim diye dalıyoruz. 300-400 m sonra cami ve devamında köy kahvesi geliyor. Bisikletleri park edip bardaklarımızı burada 3 liradan dolduruyor, yanımızdaki son sandviçi de mideye indiriyoruz. Ama yağmur da uzaktan geldi-geliyor ve daha çayımızı bile bitiremeden inmeye başlıyor. Yağmurluk almamış olmam fena. Firu’nun durumu gene iyi. Artık yapacak bir şeyim yok. Battı balık... J
İstanbul’un yeni ilçelerinden Çekmeköy’ün mahalleleri-köyleri burası. Nereden nereye, Laz Köyü’nden Reşadiye’ye. ... Reşadiye Köyü’nün hem kuruluşu, hem de isminin menşei çok açık belgelere dayanmaktaymış. Çünkü Reşadiye’nin kuruluşu bölgedeki diğer köylere göre oldukça geç bir dönemde olmuş. Şöyle bir tarihçesini okuduğumuzda: Köy adını, dönemin Osmanlı Sultanı Mehmet Reşad’dan alıyordu. Tarihimizde 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Hopa ve civarı Ruslar tarafından işgale uğramıştı. İşgalle birlikte Müslüman köylerinde Rusların zulüm, tehdit ve baskıları da arttı. Bunlara dayanamayacak duruma gelen pek çok insan evini, mallarını, köylerini terk edip İstanbul’a hicret etti. Kısa bir süre İstanbul’un çeşitli yerlerinde ikamet ettirildiler. Daha sonra Alemdağ bölgesinde bulunan Hazine-i Hassa çiftliklerinde iki ayrı mahalleye geçici olarak yerleştirildiler. Bunlara Hopa muhacirleri, Gürcü muhacirler, Laz muhacirler ve Batum muhacirleri denildi.
Köyün resmi olmayan ilk ismi Laz Köyü idi. Bunların geldiği dönemde Sultan II. Abdülhamid tahtta olduğu için köye önce Hamidiye ismi verilmek istenmiş ve yapılan girişimler sonucu Şura-yı Devlet kararıyla 26 Şubat 1889 tarihinde Hamidiye Köyü olarak karar çıkmıştı. Ancak bunun için padişah iradesi alınamadığından resmiyet kazanamadı. II. Abdülhamid’den sonra Osmanlı tahtına geçen Sultan Mehmed Reşad döneminde buradaki muhacirlerin girişimleri sonucu, 30 Aralık 1911 tarihli padişah iradesiyle köyün adı Reşadiye oldu.
Köyün resmi olmayan ilk ismi Laz Köyü idi. Bunların geldiği dönemde Sultan II. Abdülhamid tahtta olduğu için köye önce Hamidiye ismi verilmek istenmiş ve yapılan girişimler sonucu Şura-yı Devlet kararıyla 26 Şubat 1889 tarihinde Hamidiye Köyü olarak karar çıkmıştı. Ancak bunun için padişah iradesi alınamadığından resmiyet kazanamadı. II. Abdülhamid’den sonra Osmanlı tahtına geçen Sultan Mehmed Reşad döneminde buradaki muhacirlerin girişimleri sonucu, 30 Aralık 1911 tarihli padişah iradesiyle köyün adı Reşadiye oldu.
Ve yağmurun altında Reşadiye geride bırakılıyor, Alemdağ geçiliyor..., artık şehir trafiğindeyiz. Yolları evde çalışmıştım. İlk geçiyoruz, bazı nirengi noktaları işaretledim ki kaybolmayalım, Alemdağ Kışlası, Çekmeköy Devlet Hastanesi, İstinye Üniversite Köprüsü... Neyse ki yağmur azaldı ve kesildi. Geldik Çekmeköy’e. Feci bir trafik var, araçlar durmuş. Aralarından geçmekte zorlandığımız noktalarda kaldırımı kullanıyoruz. Burası da başka bir İstanbul. Önceleri Ümraniye’ye bağlı iken 2009’da ilçe olmuş. Karman çorman. Göçlerle oluştuğundan kimliksiz diyebiliriz. Adres sorduğumuz bir vatandaşın yönlendirmesi, Firuzan’ın da biliyorum yolu demesiyle kendimizi Şile otobanında buluyoruz. Acayip hızlı-gürültü bir trafik akmakta. Burası değildi benim evde planladığım. Bu yola çıkmamak için rota belirlemiştim. Kaçıyoruz bu karmaşadan, bir pazarın içinden –çok da güzel acı biberleri olan- geçip adres sorduğumuz noktaya geri dönmüş olduk, bir daire çizerek. Şimdi otobanın altından geçip –burası İstinye Üniversite Köprüsü- pedal pedal belirlediğim rotada ilerlemekteyiz. Google’ı açtım, nirengi noktalarına sırayla ulaşıp artık bildiğim yola giriyoruz. Bundan sonrası kolay.
Zaman nasıl bir şey değil mi? Nehir gibi hızla akarak, hepimizi sürüklediği gibi arkasında iz bırakmakta. Einstein’in zaman akışının yavaşladığı ve hızlandığı yerlerin varlığını fark ettiği biliniyor. Görecelilik teorisi, ışığın hızını evrensel hız sınırı olarak belirleyip mesafe ve zamanın mutlak olmadığını, kişinin hareketi ile etkilendiğini göstermiştir. 90’ların süper modeli Linda Evangelista; ne çok beğenirdim kendisini. Fotoğrafları hayranlık uyandırırdı bende... Bir gün zamanda yolculuk olabilecek mi? Ne dersiniz?
İMES’teyiz. Aslı Börek’de –artık bir klasiğimiz oldu- birer çay eşliğinde su böreğini paylaşıyor, biraz nefeslenip bisikleti onlara emanet ederek Metro’dan alış veriş ediyor ve tekrar başlayan yağmurda evin yolunu tutuyoruz. Garaja girdiğimizde Km-Saati 87’yi gösteriyordu.
Süper yeni bir tur çıktı. Eminim bunu daha çok pedallarız.
Keşif Turları; Reşadiye: Dudullu-Beylerbeyi-Beykoz-Akbaba-Paşamandıra-Cumhuriyet-Reşadiye-Çekmeköy-Dudullu
Tur tarihi: 20 Eylül 2020
Kat edilen mesafe: 84,66 km.
Ortalama hız: 14,0 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 6 sa. 02 dk., dışarıda geçen süre 7 sa. 08 dk.
En yüksek sıcaklık 23 ˚C, en düşük 19 ˚C, ortalama 21,4 ˚C
Ortalama hız: 14,0 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 6 sa. 02 dk., dışarıda geçen süre 7 sa. 08 dk.
En yüksek sıcaklık 23 ˚C, en düşük 19 ˚C, ortalama 21,4 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1254 m, kaybı (iniş) 1213 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 235 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 235 m.
Garmin yol bilgileri Keşif Turları; Reşadiye
Relive yol bilgileri Keşif Turları; Reşadiye
Hava kapalı ve serin. |
Her zamanki rotamız: Küçükçamlıca-Nakkaştepe- Beylerbeyi-Beykoz-Akbaba... |
Beykoz'un bu ağaçlı yolu bir harika. |
Akbaba |
Otostopçu |
Kır düğünü yapılan yerler de var. |
Köprünün bağlantı yolları, viyadükler vs. her yerde tepemizden geçmekte. |
Yollarda güvenlik şeridi olması çok iyi. Ama her yerde yok! |
Bu uyarı işaretlerini İstanbul'un diğer bölgelerine de koysalar! |
Yağmura da yakalandık. |
Pazarları gezmek en sevdiğimiz işlerden. |