Keşif turlarımızın bir yenisini Pirinççi’ye yaptık. Fi tarihinde bir kere Firuzan’la geçmiştik. O zaman durumu pek içler acısıydı. Çevre, yerleşim vs... Bakalım geçen zaman içinde bir değişiklik olmuş mu, burasını rotalarımıza ekleyebilir miyiz?
İnternette çok fazla bilgiye ulaşamadım. Bir kaynakta aslında gerçek adının Birinci Köy olduğu, geçmişinin 300 yıla gittiği, 4 bin kadar nüfuslu, ama günlük 10 binin üzerinde insanın girip çıktığı, tarım, hayvancılık ve seracılıkla uğraşıldığı, yol boyunca bulunan 4-5 tezgahta tarım yapan her aileden 2 kişinin durduğu, ürünlerin bir kısmı pazarda-bir kısmı markete verilerek satıldığını okudum.
İhsan’la Marmaray’da buluşup Kazlıçeşme’de iniyor, Topkapı’ya pedallayıp tramvayla Mescdi-i Selam'a gidiyoruz. Bugün Merkezefendi yakınlarında -herhalde gene bir sınav olmalı ki- kalabalık vardı, yol da tıkanmıştı bu nedenle. Bir parkın içinden geçip, bir yay çizerek dolanıp köftecilerin olduğu bölgeye ulaştık.
Geçenlerde bir haberde, dini inanışların/cennet-cehennem varlığının ülkelere göre farklılık gösterdiğini okumuştum. Yaklaşık 100 ülkede yapılan araştırmada, Avrupa ülkelerinde cehenneme inanan ülke olarak Türkiye birinci, %9,4 ile Danimarka en az inanan ülke olarak son sırada yer aldığı, bir başka araştırma ise en çok büyüye inanan ülkenin de Türkiye olduğunu bildiriyor... Gene de iyiyiz ama. Bizi kıskanmaları için bir neden daha!
Tramvayda bir sürprizle karşılaşıyoruz. Camlara ince ince damlalar düşmekte; yağmur! Halbuki göstermiyordu hiçbir tahmin. Ne’dcez? Bu kadar geldik, devam diyor İhsan ve Sultangazi yönüne pedallıyor, Pirinççi diye sağdan ayrılıyoruz. Düz giden yol sanayi içinden geçtikten sonra yokuş aşağı, yağış da ince ince başımızdan aşağı iniyor. Hafif de olsa ıslanıyoruz, yerler ıslak olduğundan temkinli sürmek zorundayız. Yani mecburen frenlemek durumu. Halbuki keyifli bir yokuş, saldın mı Pirinççi’ye kadar inersin : )) Bölge yeşil. Nedense buralara ulaş(a)mamış siteler villalar.
Gelirken, Sultangazi tarafında Habibler Cemevi diye bir yönlendirme görmüştüm. Cem Vakfı başkanı İzzettin Doğan'ın iddiasına göre 2022 yılı itibari ile 25-30 milyon arası Alevi vardır. Buna rağmen Konda Araştırma'ya göre kendini Alevi olarak tanımlayanların nüfusa oranı %5 civarındadır. Bu da neyi gösterir; kendilerini gizlemek zorundalar. Evlerinin işaretlendiği, ibadethanelerine saldırıldığını okuduğumuzda hiç de sebepsiz olmadıkları anlaşılıyor.
Aleviliğin ne olduğu, nasıl başladığı, nasıl oluşturulduğu bilim dünyasında bir tartışma konusudur. Kimine göre Alevilik İslâm halifesi Hz. Ali ile başlarken, kimine göre bir Orta Asya Türk inancı olan Şamanizm’in Anadolu yorumudur. Kimine göre ise Zerdüştlüğün Anadolu’da yaşayan halidir. Kimilerine göre ise Alevilik Hititlerden bu tarafa varlığını sürdüren Anadolu coğrafyasının kadim bir inancıdır. Bu tartışmalar bir taraftan sürüp giderken diğer taraftan da Aleviliğin İslâm ve Kur’an ilişkisi sorgulanmaktadır. Aleviler ibadet, inanç esasları bakımından kendi özgünlüklerini savunup bunu İslâm’ın bir gereği olarak algılamakta ve şu an yaşanan İslâm’ı değiştirilmiş, dönüştürülmüş bir Emevi İslâm’ı olarak görmektedirler.
Durum böyle iken mevcut iktidarın TBMM’ne sunduğu torba yasaya STK’larının tepkisi sürüyor: "Torba yasası değil, Cumhurbaşkanı Kararnamesi değil, eşit yurttaşlık istiyoruz" deniliyor.
Pirinççi hiç değişmemiş. Gene kırık dökük evler, çukurda kalmış bir köy görünümünde. İçimizi ısıtmak için ilk gelen kahveye yanaşıyor, çay (2,5) eşliğinde ısınmaya çalışıyoruz. Hava soğuk, yağmur da ıslatıyor, kuvvetli yağmasa da. Dam altına girdiğimiz mekandaki hanıma, buranın insanı nereli diye sorduğumuzda Drama yanıtını alıyoruz. Yani Yunanistan göçmeni. Burada Drama ismiyle kasap-ızgara salonu, hatta soyadı bile var. Haberlerde ‘Drama ve Turan Ailesi’nden Dillere Destan Nişan Töreni’ne de rastladım.
Pirinççi aslında, Kağıthane Deresi'yle birleşerek Haliç'i meydana getiren Alibey Deresi (Mağlova Deresi diye de anılır) üzerinde. O nedenle de Alibey Barajı’nın sonunda, yani suyunun azaldığı-bittiği yerde. Bundan dolayı da buradan tırmanarak çıkılıyor. Ancak yol yapılmış. O zamanki darlıkta değil, zorlamıyor. Keyifle çıkıp karşımıza Kemerburgaz Kent Ormanı geliyor. Sapıyor, kapısından giriş izni alıyor ve son derece düzenli bir ormanda, parke taşların üzerinde ilerliyoruz. Yağan yağmur da bu arada kesildi, ohh be...
Ormanla ilgili yazılanlara bir göz atacak olursak: Yaklaşık 725 araç kapasitesine sahip bu yerde Açık Otoparklar, Futbol ve Basketbol Sahası, El Sanatları Satış Birimi, Organik Ürünler Pazarı, Midilli Ahırı, Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvan Ahırları, Seyir Kulesi, Piknik Alanları, Kır Lokantaları, Kır Kahveleri, İbadethane, Fauna Tanıtım Alanları ve 6300 m uzunluğunda Yürüyüş, Koşu ve Bisiklet Parkuru bulunmaktadır... denilmiş. Mihrimah Kapısı (bizim girdiğimiz), Mağlova Kapısı ve Mimar Sinan Kapısı olarak üç girişi var. Yürüyenler arasında oryantasyon yarışmasına dahil pek çok genç görüyoruz, ellerinde haritalarıyla. Yön bulma konusunda kendilerinden yardım alıp devam ediyoruz pedallamaya.
Duyamadım, ne mi eksik? Bence sağa sola daha çok genel yerleşimi gösteren haritalar konulmalı, hatta girişte birer tane verilmeli ki yön bulma daha kolay olsun. Etraf temiz, çöp kutuları var ama daha fazla konulsa bir sakıncası olmaz. Bugün ortalık boş, havadan olsa, ama bu kadar masaya gelenler olursa durum nasıl olur bilemiyorum? Araçlara kapalı, siz geçebilirsiniz denildi. Ama bizim uyanıklar kenardan bir boşluk bulup ortalıkta dolanmaktalar. Kesinlikle araç dolanmamalı. Elektrikli toplu taşıyıcılarla gelenler piknik alanlarına dağıtılmalı. Öyle masanın kenarına kadar gel-park et nerede görülmüş? Ancak bizim gibi geri ülkelerde.
Bunca zamandır İstanbul’dayım, burasını bilmiyordum. Gerçi 2019’da açılmış, gene de 3 yıl geçmiş. İyi oldu keşfettiğimiz. Bir başka sefer her köşesine gideriz. Bugün sadece göl kenarına kadar gidiyoruz, ancak sular çekildiğinden ortada cılız bir dere akmakta.
Hafiften tekrar başlayan yağış artık dönmemize işaret ediyor. Mağlova Kapısı’ndan çıkıp Kemerburgaz Kahve Dünyası Fabrika’da bir mola veriyor, yanımızdaki sandviçleri birer kahve ile midye indirip Cendere yolundayız. Güneş de bu arada yüzünü göstermeye başladı. Ohh be...
Tarihte Bugün’de çok komik bir şey okudum: 1961, 27 Kasım; İstanbul polisi bacağında Moskova yazılı kağıt bulunan kargayı nezarete aldı. Bak sen şu işe diyor ve günün en sıkıntılı kısmı geliyor. Yol ıslanmış, çamurlu, hatta dökülen çimento artığından dolayı gri, berbat bir durumda. Gelen geçenin sıçrattığı üzerimizde. Kılık-kıyafet-bisiklet, batmamış yerimiz kalmadı... Battı balık durumları devam ediyoruz, mecburen! Haklı olarak İhsan, Sarıyer’den keşke dönseydik diyor.
Vadiİstanbul’a yaklaştıkça etraf fosforlu ceketleriyle polis kaynamakta, fokur fokur ortalık. Ne var, kim geliyor, sultan mı dedirten bir durum! Karşı yönden gelen peş peşe dizili otobüsler tıka basa insan dolu. Kim bunlar, ne için taşınıyor? Yol kenarında park etmiş yığınla araç, mini/midi/oto-büsler. Büyük hazırlık var! Nef stadında bir numara olmalı.
Bundan sonrası bilindik: Kağıthane-Dolmabahçe Tüneli, Beşiktaş-Kadıköy vapuru ve Ayrılıkçeşmesi’nde evli evine köylü köyüne diye ayrılıyoruz.
Günü sonlandırmadan bir etkinlikten söz edeceğim: Burning Man. Her yıl Ağustos-Eylül aylarında Nevada'nın Black Rock Çölü'nde geçici olarak kurulan Black Rock City'de gerçekleştirilen, genellikle festival olarak bilinse de organizatörleri, Burning Man'in festival olmadığı, etkinliği bir "toplum ve sanat deneyi" olarak tanımlamaktalar. Olay ilk kez 1986 yılında Larry Harvey ve arkadaşları tarafından organize edilmiş. O zamandan beri her yıl ağustos ayının son pazar günüyle eylül ayının ilk pazartesi günü arasında düzenlenmekte. Adını, etkinlik sonunda yakılan adam figüründen alan, 70-80 bin katılımcı arasına girebilmek için rezervasyon gerektiren -ilk yıllarda beleş olup sonraları ücrete dönüşmüş- biletlerin 225 dolardan başlayıp, kaçırma korkusuyla 1500-2500 dolara kadar çıktığını okuyorum. Araç girişi bile 140 dolar. Videosuna baktığımda bana Mad Max film setini hatırlatıyor. Bilirsiniz konusunu: Nükleer savaşın ardından dünya, çöllerin yaygınlaştığı ve susuzluk probleminin arttığı bir yer haline gelmiş, aynı nedenle uygarlık çöküşe doğru sürüklenmiştir… Oyuncuların kılık kıyafetleri çok benzer şekilde Burning Man’de de var. Farklı kültürlere ait çağrışım yapan...
Keşif Turları; Pirinççi: Dudullu-Bostancı-(tren) Kazlıçeşme-Topkapı-(tramvay) Mescid-i Selam-Pirinççi-Kemerburgaz Kent Ormanı-Kemerburgaz-Kağıthane-(tünel) Dolmabahçe-Beşiktaş-(gemi) Kadıköy-Dudullu
Tur tarihi: 27 Kasım 2022
Alınan yol: 74,90 km
Ortalama hız: 18 km/s
En yüksek hız: 56,1 km/s
Bisiklete biniş süresi 4 sa 9 dk, dışarıda geçen süre 7 sa 45 dk
En yüksek sıcaklık 21 ˚C, en düşük 6 ˚C, ortalama 10,3 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 1009 m, kaybı (iniş) 1008,9 m
En düşük yükselti 0 m, en yüksek 210,6 m
Garmin yol bilgiler Keşif turları; Pirinççi
Relive yol bilgiler Keşif turları; Pirinççi