19 Ağustos 2020

Teftiş Turları; Sazlıbosna

Bu haftaki teftişimi(zi) Sazlıbosna’ya yaptım. Arnavutköy ilçesinin eski köyü, şimdi mahallesi. Son yıllar Kanal projesiyle adını sıkça duymuşunuzdur. En son 8 yıl önce gelmişim. Gezi notlarına baktığımda o zaman bile çevredeki değişiklikler dikkatimi çekmiş. Bakalım bugün ne durumda?

Sabah erkenden (7.30) çıkıp Bostancı tren istasyonundan Kazlıçeşme’ye Marmaray’la geldim. Tren sabahları dolu olmuyor, son vagonda sıkıntısız sürdü yarım saatlik yolculuk. Tren sonrası tramvayla Topkapı’dan T4 ile Mescid-i Selam’a gitmek için Merkez Efendi semtinden 1453 Müzesi yakınına kadar, daha önce defalarca sürdüğümüz yolu kullanarak ulaşmak zor olmadı. Geniş bir yeşil alan var burada, hem sulanıyor hem bakımı yapılıyordu. Bazı bölgeleri de şerit çekerek kapatıyorlar. Niye diye sormadığımdan bilemiyorum nedenini.

Zeytinburnu Belediye sınırlarında dikkatimi çeken “Şeridi Paylaş” yazılarıydı. Daha önce de söylemişimdir, Zeytinburnu bisiklet konusuna önem veren bir belediyeye sahip. Önceki dönemin başkanı Murat Aydın bu konuda oldukça çaba gösterdi. Hatta kendisi şimdi Beykoz’a başkan, orada da pazar günleri bisiklet etkinlikleri düzenliyor. Bu nedenle kendisini buradan kutlamak isterim. Diğer başkanların da örnek almasını dilerim.

35-40 dakikalık bir tramvay yolculuğuyla geldiğim Mescid-i Selam durağında inip Arnavutköy ilçesine doğru pedal basıyorum. Saatler 10'u gösteriyor. 2 buçuk saatte buraya gelerek yolun bir bölümünü kolay geçmiş oldum. Daha önce geçtiğimizden zamanımı bu bölgeye harcamak istemedim. Amacım Sazlıbosna ve Şahintepe’yi yeniden görmek, sonraki turlar için rota belirlemek.

Yeni havaalanı nedeniyle buralara yollar yapıldı ve halen de yapılmakta. Daha bitmemiş kavşaklardan geçiyorum. Benimle birlikte akan kalabalık da bir trafik var. Yalnız mevcut yolun durumu iyi değil. Güvenlik şeridi dalgalı, gidilemiyor. Çizgi kenarından sürmekteyim. Araçlar hızlı.

Geldim Arnavutköy’e. Google Maps yardımıyla yolun dışından geçtiğini görüp ilçeye hiç girmiyorum. Eskiden içinden geçerdik. Biraz karışık bir ilçeydi. Göçlerle oluşmuş. 

Arnavutköy (Arnautköi) adı, Osmanlı arşivlerinde ve zamanın haritalarında 19. yüzyılın ortalarından itibaren geçmektedir. Eski dönemlerde bu bölgede yaşayan Arnavut bir köylünün, Arnavutköy’ün isim babası olduğu düşünülmektedir. Şöyle ki; bölge en eski dönemlerinden bu yana Edirne’ye ve dolayısıyla Avrupa’ya gidiş güzergâhı üzerinde yer almıştır. Yol üzerinde oluşu ve burada bir Arnavut’un yaşamasından dolayı, bu güzergâhtan geçenler zamanla bu mevkiye “Arnavut’un Köyü” ismini takmışlardır. Bu isim zaman içinde önce “Arnavutköyü”ne daha sonra da “Arnavutköy”e dönüşmüştür.

Arnavutköy ve çevresinin nüfusunda son yüzyıl içinde üç büyük değişim yaşanmıştır. Bunlardan ilki Balkan Savaşları sırasında Bulgaristan, Kosova ve Makedonya’dan yapılan göçlerdir. Nitekim Terkos, Tayakadın ve İmrahor köylerine Balkan Harbi'nden itibaren Demirhisar, Toyran, Selanik, Tikveş ve Priştine'den gelen muhacirler ve mülteciler yerleştirilmiştir.

Bölgenin nüfus yapısındaki ikinci büyük değişim, 1923 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Nüfus Mübadelesi Antlaşması sonunda ortaya çıkmıştır. Mübadele ile birlikte Yunanistan’ın Drama İlindeki Türkler Arnavutköy ve etrafındaki köylere yerleştirilmiştir. Mübadele sonrasında Arnavutköy’deki hane sayısı 350’ye ulaşmıştır.

Üçüncü büyük değişim ise Arnavutköy’ün belde olmasından sonraki süreçte yaşanmıştır. Yıllar itibariyle Türkiye genelindeki iç göçten Arnavutköy de etkilenmiş ve giderek büyük bir merkez haline gelmiştir.

Arnavutköy sonrası biraz olsun çevreyi hatırlamaya başlıyorum. İlçe çıkışındaki -çirkin bir mimarisi olan- 4 minareli cami halen duruyor. Ama şimdi daha içerlek kalmış, yolun dıştan gitmesiyle. Geldiğim kavşaktan düz devam ederseniz Çilingir’e gidebilir, Karaburun ve Saray-Vize tarafına devam edebilirsiniz. Benim yolum sola sapıyor. Bir yerleşimden geçip bir süre pedal basıp sonra Hacımaşlı sapağı geliyor. Burası içerlek, mandıraların olduğu küçük bir köy. Bir vakitler geldiğimizde nefis manda yoğurdu ikram etmişlerdi. Bilirsiniz inek yoğurduna göre daha yağlıdır. Hacımaşlı sonrası yol sizi Şamlar’a da indirir.

Sazlıbosna’ya giden yol değişmemiş. Sadece köyün dışına doğru evler çoğalmış. Ama meydan, kahve ve İsa Beyin lokantası aynı yerde. Ancak lokanta emlakçı olmuş.

Kahveye yerleşiyor ve yanımdaki bardakla kendime bir çay alıyor (1,5 TL) beraberimdeki sandviçlerden birini götürüyorum. Burada bir değişiklik yok. Gene bahçenin üzeri asmayla kaplı. Güzel bir serinlik ve gölge veriyor. Masalar biraz ayrık dizili, mesafe meselesi olsa. Maske kimse pek takmıyor. Herhalde birbirlerini tanıdıklarından güveniyorlar.

Buranın tarihine kısaca bakacak olursak: Rus zulmünden kaçarak İstanbul'a gelen Tatarlar, Osmanlı yönetimindeki bu bölgeye yerleşirler. Osmanlı imparatorluğu tarafından bugünkü Sazlıbosna Köyü'ne yerleşmeleri sağlanan Tatarlar bir daha bu bölgeden ayrılmamışlar. Bundan 154 yıl önce yerleşilen köy, bugün bin 500 kişilik nüfusu, köye üç yüz metre mesafedeki Sazlıdere Barajı, leylekleri ve gün doğdu tarlalarıyla Arnavutköy'ün şirin bir mahallesi konumunda.
Sultanlar Yürüyüş Yolu

Süleymaniye Camisi’nden başlayıp Kapıkule’ye kadar süren ve devamında Yunanistan-Bulgaristan-Romanya-Sırbistan-Hırvatistan-Macaristan-Slovakya ve Avusturya’da sonlanan, Kanuni Sultan Süleyman'ın ordusunun "Sultanlar Yürüyüş Yolu" olarak tescil edilmiş 2100 km’lik trekking parkuru Sazlıbosna’dan geçiyor. Yol 2009 yılında Sedat Çakır tarafından tasarımlanıp 2010 yılında Türkiye ayağı -yaklaşık 400 km- uluslararası standartlara uygun olarak işaretlenmiş. Ne var ki Kanal diye tutturan iktidar bölgenin topografyasını değiştirip bir doğal felakete zemin hazırlamakta. Bölgeyi imara açmak, tarım ve hayvancılığı yok edecek, üretim yapılamayacak, köylünün geçim kaynağı elinden alınacak, buraları terk etmek zorunda kalacaklar... Bu işe başladılar bile: İstanbul Arnavutköy'e bağlı Sazlıbosna Köyü'nde verimli topraklar imara açılınca yaklaşık 250 hane köyü terk etti. Bu köy, Kanal İstanbul Projesi'ne en yakın köylerden biri.

Bu arazi bir süre önce Maliye Hazinesi'ne sonra TOKİ'ye devredildi. Son gelinen noktadaysa Kanal İstanbul planlarında da imara açılıp konut-ticaret alanı ilan edildi. 

Fikret Albay tanıştırmıştı bizi, her gelişimizde uğrar sohbet ederdik; Şükran Bey. En son rahatsızdı, nasıl acaba diye karşı masadakilere soruyorum. Tesadüf bu ya, masadaki beylerden birisinin amcası çıkıyor. Ancak tatsız haberi kendisinden alıyorum; 2 yıl önce vefat etmiş. Üzüldüm, hoş bir insandı. Fikret Albay’ın gemisinde askerdi. Dostlukları sürmekteydi. 2008 yılında birlikte yaptığımız Edirne turunda buradan geçerken tanıştırmıştı. Işıklar içinde uyusun.

Yarım saat oyalanıp iki çay içtikten sonra köyden ayrılıyor, Sazlıdere Barajını geçen köprüden Hadımköy yönüne devam ediyorum. Köprünün üstünde balık tutanlar var, bir de olta satıcıları. Trakya’nın çayırları ovaları uzun uzadıya gidiyor. Kiminde ayçiçeği ekili. Kararmışlar bile. Hasat zamanı gelmiş.

Bugün hava ara sıra kapanıyor, iyi de geliyor. Ancak feci rüzgar var. Devirecek, benden hızlı esiyor. Zaman zaman kapanmak zorunda kalıyorum bisikletin üzerine.

Barajın batı kıyısında da balık tutanlar görmekteyim. Sorduğum bir vatandaş bisikletle gidilebileceğini söylüyor. Gelecek sefer bu yolu denemek isterim. Hiç geçmedim. Doğu kıyısından Şamlar’a kadar sürdük, taşlı da olsa kenardan gidilirdi. Buralara gelip -umarım bu Kanal işi olmaz- bir kez daha görmek lazım.

Sıkı bir rampa sonrası anayoldan sola sapmamla baraj gölüne paralel tepelerde sürmekteyim. Yol bir müddet sonra bozuldu, toprak-çakıl oldu. Gelen damperliler öylesine bir toz kaldırıyorlar ki göz gözü görmüyor. Bereket rüzgar gölden doğru estiğinden kenarda beklenince toz üzerinden geçmeden uzaklaşıyor.

Şahintepe gitmek istediğim yer. Ama buraları/bölge yarı bitmiş bir sanayi kesimi. Kimi binalar tamamlanmamış, kimi sürmekte, kimine taşınılmış. Yolların bazıları asfalt bazıları değil. Uzunca bir toprak yolun sağı solu moloz atıklarıyla dolu. O zamanlar da böyleydi buraları. Hatta Mad Max film setine benzetmiştik. Kıyamet sonrası bir görünüm. Değişen pek bir şey olmamış.

Korona/Pandemi; yaşamımız değişti ve bundan sonra da değişmiş olarak bakalım nasıl sürecek? Şu an halen kriz dönemindeyiz. Dünyada ve ülkede ölümler sürmekte. 2’nci, 3’üncü... dalga dalga gelecek(miş) deniliyor. Sağlık ve Toplum Özel Sayısı’nda okuduğum “İlk Pandemi Corona Değil” başlıklı yazıdan bir paragraf paylaşmak istiyorum.

Bil bakalım kim bu güçlü yaratık, 
Tufandan önce yaşamış,
Etsiz ve kansız,
Kemiksiz ve damarsız, 
Kafasız ve bacaksız,
Ne daha yaşlıdır ne de daha genç, 
Başlangıçta olduğundan. 

• Suları temizler, atmosferi besler ölülerle ilgilenirler. 
• İyi bir neden olmadıkça birbirlerini öldürmezler. 
• Yeteri kadar yiyecek olduğunda her yirmi dakikada bir bölünürler.
• Ortama uyum yetenekleri ile çok uzun yaşarlar (25 milyon yıl).
• Yeryüzünden 32 kilometre yükseklikte, pasifik okyanusunun 11 kilometre derinliklerinde yaşayabilirler. 
• Yaşam mekanları: termal sular, çöl toprakları, klimalar, tuvaletler, hastaneler, insanlar da iyi birer ev sahibidir. 

İnsanların derisine, burnuna, ağzına, bağırsaklarına, cinsel organlarına, uzun zaman önce yerleşmişlerdir ve bunlarla huzur içinde yaşarlar. Gezegenimizin en meşgul yaratıcıları ve yok edicileridirler. 

Harvard’lı Lyhn Margulis günümüzde bu güçlü yaratıkların bir iki bitki özü ve yılan zehiri dışında yaşamın tüm moleküllerini birleştirip parçalayabileceğini ileri sürüyor.

Tarih boyunca ekolojik felaketlere tanık olan türlerin %99’u fosil kayıtlarına yerleşirken bakteriler yok olmaya karşı antibiyotiklere karşı yaptıkları gibi inatla direnmişlerdir. Toprakta yaşayanları beslenmek için bir araya geldiklerinde üretken bir gövde oluştururlar. Hayvan ve bitki ölülerini kurtçuklar için yiyeceğe, çiftçiler için verimli toprağa dönüştürüp doğaya geri kazandırırlar. Havadaki nitrojen gazını oranlayarak ağaçlara ve diğer canlılara yaşam kaynağı olarak aktarırlar. Başka hiçbir canlı bunu yapamaz. Keçilerin ve ineklerin midelerinde yarı çiğnenmiş otu şekerlere dönüştürürler. Sütü ekşitir, peyniri olgunlaştırır, şarabı mayalarlar. Yosunların ve bazı mikroorganizmaların yardımıyla sudaki doğal insan ve hayvan atıklarını temizlerler. 

Üstelik Pazar günleri de tatil yapmazlar. Bütün bu işlerde bakterilere dost olarak protozoalar, mantarlar, virüsler yardımcı olur. Virüsler serbestçe dolaşan genetik malzeme parçacıklarıdır. İlkel genetik taşıyıcılardır. Tarih boyunca ekolojik felaketlere tanık olan türlerin %99’u fosil kayıtlarına yerleşirken, bakteriler yok olmaya karşı antibiyotiklere karşı yaptıkları gibi inatla direnmişlerdir. Hayatta kalabilmelerinin sırrı genetik birlikleri sayesinde sorun çözebilme yetenekleridir. Örneğin, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalan stafilokokların gen havuzundan aldığı yardım gibi. 

İnsanlar ile bakterilerin uyum içinde yaşamaları tarım devrimi ile sona erdi. Toprağın sürülmesi, sığır ve koyun sürülerinin ehlileştirilmesi ile her tür virüs, mantar, bakteri insanların bahçelerinde, evlerinde, köylerinde ortak bir hastalık pazarı oluşturdular. Köpek ile kızamık davet edildi. İnek beraberinde difteri ile tüberküloz getirdi. Rinovirüsler bir atın sırtında geldi. Antraks topraktan fırladı. 

İnsanlar metropol yaşamı ile de çöp yığınlarını yarattılar. Suya pislik karıştırdılar. Havayı kirlettiler. Üst organizmaların yemeklerinin bir parçası olarak lepra, kolera, dizanteri dahil olmak üzere inanılmaz sayıda bağırsak hastalığı edindiler. 

Toprağın sürekli olarak sürülmesi ve ormanların yok edilmesi parazitleri davet etti. Vahşi toprakların yok edilmesi, fareleri, sıçanları, keneleri, pireleri ve sivrisinekleri insanlara daha yakın yaşamaya zorladı. Bu leş yiyiciler beraberlerinde tifo, veba, tularemi, tifüs ve sıtma gibi sürprizlerle geldiler. 
SSYV (Yazının devamını okumak isterseniz)

Google haritada bazı noktalar işaretlemiştim, yönümü bulmam için. Ama baktığımda konumum kafamı karıştırıyor. Şahintepe’ye nasıl gideceğim? İn cin top oynuyor derler ya, ortalıkta insan yok. Arada geçen araba olur da hızlı değilse durdurup soruyorum. Deliklikaya’ya gelmişim. Böylelikle yoluma devam ediyor, geniş boş caddelerden iniyor-çıkıyor, önümde şayet giden bir araç varsa onu takip ediyor ve daha yerleşik, eskilerin değimiyle ‘meskûn’ yerlere geliyorum. Siteler, marketler başladı. Sanırım Şahintepesi’ni kaçırdım. Yol sorduğum, pek de buralı olmayan insanlardan anladığım kadarıyla orası gelecek sefere kalıyor.

Yokuş aşağı sürerek Bahçeşehir’e inmiş oldum. Her yer konut konut, site site, villa villa... İstanbul ne olmuş, şaşılası bir durum. Dört yana büyüyor, amip gibi çoğalıyor. Ve durdurmak için de hiç bir çaba sarf edilmiyor.

Yavaş yavaş geldiğim noktayı tanımaya başlıyorum. Vali R. Yazıcıoğlu Caddesi, daha önce bir kaç defa geçmiştik. ... Bu şekilde Altınşehir ve devamında Halkalı tren istasyonuna gelmiş oldum (Bir parantez açayım. Hep mola verdiğimiz BP’nin sahibi Nizamettin Bey ile e-bisi konusunda uzunca sohbet ettik. Mimar Sinan’da oturuyorum ve sahile bisikletle gitmek istiyorum” diyor. - “Faydasını görürsünüz”). Bir saatlik bir yolculuk sonrası -tren artık tıka basa değil- İdealtepe’de inip -daha önce Süreyyapaşa Plajı’ndan denemiştim- Başıbyük üzerinden Dudullu’ya ulaşıyorum. Bostancı yerine bu noktaları kullanmamın iki nedeni: 1- Bostancı yolu daha sıkışık ve kalabalık. 2- Farklı güzergahlar deneme isteğim J














Teftiş Turları; Sazlıbosna: Dudullu-Bostancı-(tren) Kazlıçeşme-Topkapı-(tramvay) Mescid-i Selam-Arnavutköy-Sazlıbosna-Deliklikaya-Bahçeşehir-Altınşehir-Halkalı-(tren) İdealtepe-Dudullu 

Tur tarihi: 16 Ağustos 2020
Kat edilen mesafe: 73,67 km.
Ortalama hız: 17,8 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 7 dk., dışarıda geçen süre 8 sa. 25 dk.
En yüksek sıcaklık 35 ˚C, en düşük 22 ˚C, ortalama 29,3 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1064 m, kaybı (iniş) 1076 m.
En düşük irtifa 2 m., en yüksek 237 m.

Garmin yol bilgileri Teftiş Turları; Sazlıbosna

Relive yol bilgileri Teftiş Turları; Sazlıbosna



Sabah erkenden çıkıp Bostancı tren istasyonundan
 Kazlıçeşme’ye Marmaray’la geldim.


Zeytinburnu bisiklet konusuna önem veren bir belediyeye sahip.

35-40 dk’lık bir tramvay yolculuğuyla...

... geldiğim Mescid-i Selam durağında inip
 Arnavutköy'e doğru yola çıkıyorum.


Yeni havaalanı nedeniyle buralara yollar
 yapıldı ve halen de yapılmakta. 


Mevcut yolun durumu iyi değil. Güvenlik şeridi dalgalı,
 gidilemiyor. Çizgi kenarından sürmekteyim. 

Benimle birlikte akan kalabalık da bir trafik var. Araçlar hızlı.



Benim yolum sola sapıyor. Bir yerleşimden geçip...


... bir süre pedal basıp sonra Hacımaşlı sapağı geliyor.




İsa Beyin lokantası aynı yerde. Ancak lokanta emlakçı olmuş.

Şükran Bey, en son rahatsızdı, nasıl acaba diye karşı
 masadakilere soruyorum. Tesadüf bu ya, masadaki
 beylerden birisinin amcası çıkıyor. 

Yarım saat oyalanıp iki çay içtikten sonra
 Sazlıbosna’dan ayrılıyorum.


Sazlıbosna otobüs son durağı

 Sazlıdere Barajını geçen köprüden Hadımköy
 yönüne devam ediyorum.


Bugün hava ara sıra kapanıyor, iyi de geliyor. Ancak
 feci rüzgar var. Devirecek, benden hızlı esiyor. Zaman
 zaman kapanmak zorunda kalıyorum bisikletin üzerine.

Trakya’nın çayırları ovaları uzun uzadıya gidiyor. Kiminde
 ayçiçeği ekili. Kararmışlar bile. Hasat zamanı gelmiş.

Sıkı bir rampa sonrası...

... anayoldan sola sapmamla baraja gölüne
 paralel tepelerde sürmekteyim. 



Yol bir müddet sonra bozuldu, toprak-çakıl oldu. 

Gelen damperliler öylesine bir toz 
kaldırıyorlar ki, göz gözü görmüyor. 

Uzunca bir toprak yolun sağı solu moloz atıklarıyla dolu.


Buraları/bölge yarı bitmiş bir sanayi kesimi. Kimi
 binalar tamamlanmamış, kimi sürmekte, kimine
 taşınılmış. Yolların bazıları asfalt bazıları değil.



Deliklikaya’ya gelmişim. Böylelikle yoluma devam ediyor,
 geniş boş caddelerden iniyor-çıkıyor, önümde şayet
 giden bir araç varsa onu takip ediyor...

... ve daha yerleşik, eskilerin değimiyle ‘meskûn’ yerlere geliyorum.


Siteler, marketler başladı. Sanırım Şahintepesi’ni kaçırdım. 


Küçük camilerin mimarisi daha günümüze
 uyuyor, Sinan taklidi değiller hiç olmazsa.

Her yer bina bina, site site ile dolmuş.


Bir çekim merkezi olarak İstanbul’un sürekli
 ön planda olması kenti yaşanmaz kılıyor.

Son yıllarda gündeme gelen büyük, çılgın
 kamu projeleri bu nüfusu katlayacak. 

Bu kamu projelerinin hayata geçirilmesi durumunda
 projelerin uygulandığı alanlar nasıl etkilenecek? 

Bu çılgınlıklar sonucunda artan nüfusu kaldıracak
 şehir nasıl bir İstanbul olacak?

Ortaya çıkacak bu yeni İstanbul’u gerçekten istiyor muyuz?