Yağacak mı yağmayacak mı diye hafta başından başladık takibe. Sonunda geç
yağacağı belli olunca fazla da uzağa gitmeden Heybeliada’da karar kıldık. Bu
ikinci gidişimiz olacaktı. Geçen sene kasım sonunda güzelce turlamıştık (bkz. Heybeliada).
Prens adalarından sadece ikisini bugüne kadar pedalladık, Büyükada ve
Heybeli. Sırada diğerleri var.
8.30’da Eminönü’nden kalkan vapura Serhan, Kamil ve iki arkadaşı Doğukan
ve Osman binmişlerdi. Kadıköy’den de biz; Esin, İhsan ve Sevinç (ilk defa pedallayacaktık).
Sonra bir baktık ki adada İnci de bizi bekliyor, olduk mu 9.
Ada kahvelerinde çay pahalı, bardağı 2 lira. Fazla içemiyorsun. Ama
turlamaya başlamadan birer götürdük. İhsan önde biz arkada başladık tırmanmaya.
Ada dedin mi tırmanacağını bileceksin.
Bugün 18 Mart, Türklerin hayatını değiştiren, Kurtuluş Savaşı'na
damgasını vuran, dünya tarihinin en önemli savaşlarından biri olan 18 Mart
Çanakkale Zaferi’nin 103’üncü yıldönümü. Biraz hafızamızı tazelemek için 18
Mart öncesi dünya olaylarını gözden geçirelim. 1914 yılında Saraybosna’da çakan bir
kıvılcım, kısa sürede bütün dünyayı kan ve ateşe boğmuştu. Çıkarları ve
yararları birbirine zıt düşen Avrupa Devletleri iki bloğa ayrılmış, bir yanda
İngiltere ve Fransa ile ona katılanlara “İtilaf Devletleri” denilmiş, diğer
yanda bir araya gelen Almanya, Avusturya ve Osmanlı devletlerinden oluşan gruba
da “İttifak Devletleri” ismi verilmiş, ve bu iki tarafa, savaşın gelişmesine
paralel olarak daha bir çok devletler katılmak suretiyle başlayan savaş, dünyanın
dört bucağına yayılmış, bu nedenle de savaşın ismine “Birinci Dünya Harbi”
denilmiştir. Dört yıl süren bu büyük savaşta toplam 658 adet tümen savaş
alanlarına sürülmüş, 65 milyon kişi silah altına alınmıştır. Toplam kayıp
yaklaşık 9-10 milyona varmış, milyonlarca halk göçebe durumuna düşürülmüştür.
Birinci
Dünya Savaşı başladığı zaman Osmanlı Hükümeti ardı ardına girdiği, her birinde
zararla, toprak kaybı ve yenilgilerle çıktığı savaşların yorgunluğunu henüz
gidermek ve ordusunu yeniden organize etmekle meşguldü. Bu iş için de
Almanya’dan bir askeri yardım heyeti çağrılmıştı. Savaşa katılmak istemeyen
Osmanlı Hükümeti tarafsız kalmaya karar vermişti. Ne var ki İstanbul’daki Alman
Sefareti ile Alman Askeri Misyonu, Türkleri kendi saflarında savaşa sokmak için
var güçleriyle çalışıyorlardı. Sonrasını bilirsiniz, İngilizlerden kaçan iki
Alman kruvazörü, Goben ve Breslau’a, zamanın tam bir diktatörü sayılan Enver
Paşa tarafından, kabine arkadaşlarına bile danışmaya gerek görmeden,
Çanakkale’den geçmelerine izin verilir. Ve Osmanlı donanmasına Yavuz ve Midilli
isimleriyle katılan bu iki geminin daha sonra Karadeniz’de Odesa’yı ve Rus
liman ve gemilerini bombalamasıyla Osmanlı da savaşa dahil olur.
İtilaf
devletlerinin savaşı kısa sürede bitirebilmesi, Rusya’nın da güçlü bir şekilde
Doğu Avrupa Cephesi’nde Almanlar’a karşı savaşmasıyla mümkündür. Ancak batının
yardımı olmaksızın Rusya bu gücü gösterememekte idi. Bu durumda Rusya’daki ham
maddelerin batıya ve batının mamul maddelerinin Rusya’ya ulaştırması için
çareler aranmaktadır. Bu da ancak boğazların geçişe açılması, İstanbul’un
alınmasıyla mümkündür. İngiliz Harp Kabinesi, Churchill’in baskısıyla Çanakkale
Cephesi’nin açılmasına karar verir. Bu karardan Fransızlar da memnun kalırlar. Ancak
İstanbul’u tek başına İngilizlerin ele geçirmesini istemezler. Bu nedenle
kendilerinin de bir filo ile bu harekata katılacaklarını bildirirler. Ruslar
ise bu yeni cephenin Çanakkale Boğazı’ndan açılmasından hiç memnun değildirler.
Çünkü İngiliz ve Fransızlar’ın kendilerinden önce İstanbul’a girmeleri,
Çarlığın bütün Ortadoğu politikalarına ve sıcak denizlere inme siyasetlerine
ters düşmekte. Ruslar bu maksatla Karadeniz kıyılarında hemen bir kuvvet teşkil
ederek İstanbul Boğazı’na çıkma hazırlığına girişirler.
18 Mart’tan
önce İtilaf Devletleri, 3 Kasım 1914 günü keşif taarruzu olarak, Rumeli ve
Anadolu kıyılarındaki giriş tabyalarını ateş tufanına boğarlar. İtilaf
Devletleri 15 Ocak 1915 tarihinde yaptıkları 4 aşamalı taarruz planına göre Boğaz
bir ay içinde geçilmiş olacaktı. Buna göre birinci aşamada dış savunma
tabyaları imha edilerek ortadan kaldırılacak; ikinci aşamada orta savunma
tabyaları ve üçüncü aşamada iç savunma tabyaları yok edilecek; 4’üncü ve son
aşmada ise Boğazda arta kalan mayınlar temizlenecek, Boğaz emniyet altına
alınarak Marmara Denizi’ne çıkılacak ve İstanbul’a girilecekti.
19 Şubat
günü birinci aşamaya geçilir. Saldırıya tam 9 zırhlı ve kruvazör katılır.
Bunlardan 6’sı İngiliz 3’ü Fransızlara aittir. Ancak bozulan hava şartları, üç
zırhlının açılan top ateşiyle hasar alması düşmanın geri çekilmesine neden olur
ve Midilli yakınlarında havanın değişmesi beklenir. 20 ve 25 Şubat 1915 günleri
güzel havayı kaçırmak istemeyen İngiliz ve Fransızlar saldırılarını
tekrarlarlar. Bu saldırılardan elbette Osmanlı tabyaları, topları ciddi hasar
alırlar. Yoğun bir ateş altındadırlar. Karşılarında sayıca her yönüyle daha
güçlü bir düşman vardır. Boğaz girişindeki tabyaların susturuluşundan sonra 26
Şubat’ta planın ikinci aşamasına geçilir. Kesintisiz 8 saat süren ateşiyle
Osmanlı’nın orta savunma bölgesi önemi tahribata uğrar.
Sıra artık,
planın üçüncü aşamasını uygulamaya gelmiştir. Bu aşamada mayınlar temizlenecek,
iç savunma bölgesindeki tabyalar tahrip edilecek ve Marmara’ya çıkılacaktır. Bu
amaçla İtilaf donanması, toplayabildiği bütün gücüyle Boğaz’a yüklenecek ve
düşündüğü son darbeyi 18 Mart‘ta indirmeyi deneyecektir.
Rusya,
Karadeniz Boğazı’na 40 bin kişilik bir kuvvetle çıkmayı önermiştir. Çünkü daha
önce Londra’daki patronların hakemliğinde yapılan “Osmanlının bölüşülme planında”
İstanbul ve yöresi Ruslara bağışlanmıştır. Gerçi o zaman öyle gerekiyordu ama
şimdi durum daha başkaydı. İstanbul ve Çanakkale Boğazları Hindistan yolunun
güvenliği için İngiltere’nin kontrolünde bulunmalıydı. Diğer yandan da Rusya’nın,
şimdi kendi canının derdine düştüğünden ses çıkaracak hali de kalmamıştı.
Ayrıca İstanbul ve Boğazların Ruslara hediye edilmesi, Fransa’nın Ortadoğu
hegemonyasına ters düşmekteydi. Şu sırada ortaya güzel bir fırsat çıkmıştı ve voleleri
iyi kullanmakta usta olan İngiliz politikacıları için bulunmaz bir şanstı.
Zaten Avrupa cephesinde Alman baskısına dayanamayan Rusya’nın imdat diye
bağırmaktan sesi kısılmak üzereydi. Bir taşla iki, hatta üç kuşun vurulacağı
çok iyi bir fırsat çıkmıştı. Bu kaçırılmamalıydı. Boğazlar aşılmalı, İstanbul’a
girilmeli ve Osmanlı İmparatorluğu’na böylece diz çöktürüldükten sonra
Rusya’nın istediği yardım malzemelerini bu yoldan göndererek, bir yandan
dostluk görevi yerine getirilirken diğer yandan da Alman cephelerinin
doğusundan ve batısından taarruza geçilerek onun da işi bitirilmeliydi. Buraya
kadar mükemmel.
18 Mart
saldırısına kadar hava, hemen hemen devamlı olarak bozuk gitmiş, İtilaf
donanmasına kıyılarımıza sokulma olanağını vermemişti. Türk ordusu bu fırsattan
çok iyi yararlanmış, yıkılan tabyalarını onarmış, toplarının bakımlarını yapmış
ve yeni takviyeler getirmeyi başarmıştı. Bu dönem içerisinde İtilaf Devletleri
donanmanın tek başına Boğaz’ı düşüremeyeceğini anlamaya başlamış ve deniz
harekatına paralel olarak karadan da müdahale edecek şekilde kara kuvvetlerini
Limni adasına yığmaya başlamıştı. Bu defa iş sıkı tutulmaktaydı.
18 Mart
sabahı sayıları 18’e ulaşan kara siluetler Boğaz’a yaklaşmaktaydı. Bu
siluetlerin arasında adını taşıdığı kraliçe gibi haşmet ve güvenle ilerleyen
Queen Elizabeth zırhlısı da vardı.
Korkunç bir
savaş başladı. Türk topçuları Boğazı cehenneme çeviriyor, düşman zırhlıları da
kıyı şeridindeki Türk tabyalarını hallaç pamuğu gibi atıyorlardı. Ne var ki
İtilaf gemileri tek tek isabet almaktaydılar. 18 Mart düşmanın büyük hasar
almasına neden olan gündür. 6 saat içerisinde üç büyük zırhlısını kaybeden ve bundan
daha fazlasının da Türk topçusunun hedefini şaşmayan mermileri altında ağır
yaralar aldığını gören İngiliz komutan, bu hezimet karşısında bütün
moralini kaybetmiş, çekilme emrini vermekten başka çaresi kalmamıştı. Bu ölüm
kalım savaşında Türk tabyalarında da önemli hasarlar meydana gelmiş, muhabere
hatlarımız parçalanmış, daha da kötüsü akşama doğru bütün müstahkem mevkii
komutanlığının elinde sadece 30 atımlık mermi stoku kalmıştı.
Harp
tarihine bakıldığında askeri zaferlerin daima taarruz yoluyla kazanıldığı
görülür. Çanakkale Savaşları ise savunan orduların taarruz edenleri yenilgiye
uğratmış olduğu, hemen hemen tek örnektir.
18 Mart
Zaferi, düşman donanmalarının 1915 yılı başlarında İstanbul’a girmelerini ve
İmparatorluğun daha o yıl içinde çökertilmesini önleyen çok büyük ve tarihi bir
zaferin ilk raundu olmuştur. Çanakkale’nin kara savaşlarında kazanılan zafer
ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun 30 Ekim 1918 Mondros ateşkesine kadar ayakta
kalmasını sağlayan ve Birinci Dünya Savaşı’nın en az iki yıl daha uzamasına
neden olarak dünya tarihini etkileyen ikinci raundunu teşkil etmiştir.
Eğer
Çanakkale’deki zaferler kazanılmasaydı, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti
İstanbul, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen birinci yılı sonunda İtilaf Devletleri’nce
işgal edilmiş, böylece Rus Çarlığı, müttefiklerinin yardımlarına en kısa yoldan
kavuşmuş olacaktı. Ve Almanya’nın yenilgisi daha da çabuklaşarak Rusya’da 1917
Bolşevik ihtilali muhtemelen gerçekleşmeyecekti.
18 Mart’ın
ve onu izleyen Çanakkale Kara Savaşları’nın zaferleri, ulusal tarihimizi ve
dünya tarihini etkileyen önemi ve rolü bu noktalarda toplanmaktadır. Bu
zaferler, büyük Türk ulusuna Atatürk gibi dahi bir lider hediye etmiştir.
Hava
kapalı, soğuk sayılmaz. Arada birbirimizi kaybediyor sonra telefonlaşarak
buluşuyor, ada içinde turluyoruz. İn-çık durumları kimimizi yoruyor. Rampalar
%13. Paytonlar var, hızlı da gidiyorlar. Bazen ürkütücü de oluyorlar. Atları
dörtnal koşturmalarına ne gerek var ki? Müşteriye mi şov yapılıyor, yoksa
sıraya bir an dönmek için mi? Geminin kalkışına daha 3 saat var. Bir kısmımız
Değirmen denilen mesire yerinde (girişi ücretli) demlenirken kimimiz de İnönü
Evi’ni ziyaret ediyor. Mekan o günün mobilyaları ile döşeli. Duvarlarda fotoğraflar
ve tablolar bolca asılı. Bizi gezdiren hanım oldukça bilgili, bolca izahat
veriyor. Müze pazartesi dışında 10-17 saatleri arası ücretsiz gezilebiliyor.
Asıl adı Mavromatakis Köşkü olan bu ev İnönü
Vakfı’na bağlı müze olarak kullanılmaktadır. İsmet İnönü, bu konağı ilk olarak
1924 yılında yazlık ev olarak kiralamıştır. İnönü ailesi evi, 1934 yılında 9.500
lira karşılığında satın almıştır. Ev, kendilerine Atatürk tarafından hediye
edilen mobilyalarla döşenmiştir. İsmet Paşa, 1937 eylülünde eve yerleşmiş ve
aynı yıl burada, yeni başbakan Celal Bayar tarafından ziyaret edilmiştir. İsmet
Paşa, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı görevini yürüttüğü 1938-50 yılları
arasında, maiyetini oluşturan görevlilerin sayısından dolayı, Florya ve
Yalova’daki resmi yazlık konutlarda konaklamıştır; karısı Mevhibe Hanım ise
yazlarının çoğunu, çocukları Ömer, Erdal ve Özden’le birlikte Heybeli’deki evde
geçirmeyi tercih etmiştir. İsmet Paşa, muhalefet partisinin başkanlığını
yaptığı 1950-60 yılları arasında, yazlarının çoğunu, ailesiyle beraber Heybeliada’daki
bu evde geçirmiştir. Bu dönemde İsmet Paşa’nın sahilde yaptığı kısa gezintilere
kasaba halkı da eşlik eder, İsmet Paşa, kasabanın gençleriyle beraber iskeleden
denize çivileme atlardı. Başbakanlığının ikinci dönemi olan 1961-65 yılları
arasında da programının elverdiği zamanlarda ve görev yapmadığı yaz aylarında
yine Heybeliada’ya giderdi. İsmet İnönü’nün 25 Aralık 1973’te Ankara’da, seksen
dokuz yaşında ölmesinin ardından Heybeli’deki ev birkaç yıl kapalı kaldı. Fakat
daha sonra Mevhibe Hanım, yazlarını Heybeli’deki eve komşu bir evde geçiren
oğlu Erdal ve onun eşi Sevinç’le beraber, ara sıra bu eve dönmüştür. En sonunda
ise aile, evin, vakıf bünyesinde bir müze olarak korunmasında ve İsmet Paşa’nın
buraya ilk olarak yerleştiği 1937’deki haliyle, Atatürk’ün hediye ettiği
mobilyalarla kalmasında karar kılmıştır.
Dönüş
vapuru bir hayli kalabalık. Ancak merdivenlerde oturacak yer buluyoruz.
Konuşulmamış konuları da bu vesile ile tamamlayıp Kadıköy’de herkes evine doğru
dağılıyor.
Heybeliada; Yağmurdan Önce:
Dudullu-Kadıköy-(gemiyle) Heybeliada ve dönüş
Tur tarihi:
18 Mart 2018
Kat edilen
mesafe: 44,45 km.
Ortalama
hız: 12,2 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 3 sa. 37 dk., dışarıda geçen süre 9 sa. 29 dk.
En yüksek sıcaklık 22 ˚C, en düşük17 ˚C, ortalama 19,3 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 713 m, kaybı (iniş) 696 m.
En düşük irtifa 1 m., en yüksek 130 m.