15 Nisan 2009

Ömerli Kuartet


Bir yerlere gidelim dedik Erim’le, ama çok da uzak değil, günübirlik bir yer olsun istedik. Aklımıza geçen sene gittiğimiz Ömerli Barajı geldi, çok keyifli bir güzergah, haydi dedik, havalar da güzel şu günlerde ve Cumartesi (11.04.09) için sözleştik. Önerimize Emre ve Sarkis’de katılınca dörtlü olduk ve böylecene bu gezinin adı “Ömerli Kuartet” oldu.

Sabah 7:45 gemisiyle Beşiktaş’tan Kadıköy’e geçmeyi ve Erim’le 8:15’de Kızıltoprak’ta Shell’in karşısında buluşmak üzere sözleştik.

İskeleye vardığımda Sarkis gelmiş bekliyordu bile, ama Emre’den eser yoktu. Mutlaka gelirdi, gelemeyecek olsaydı haber verirdi ama bu sefer durum farklıydı ve gemi kalkana kadar görünmedi. Sonradan anlaşıldı ki gemiyi kaçırmış ve bir sonrakiyle gelmek zorundaydı.


Bu durum Erim için de fırsat oldu, acele eve tekrar dönüp üzerine kalın birşeyler daha aldı. Biz de Sarkis’le beklerken daha açılmamış olan Velespit mağazasının vitrininden bisikletleri inceleyip, Trek’in yeni modeli, otomatik bisiklet üzerinde yorum yaptık. Gerçekten gereklimiydi böyle birşey, ne kadar işe yarardı gibisinden lafladık.

Neyse sonunda herkes bir araya geldi. Fotomuzu çekip...

... hep beraber peş peşe araba yolundan Pendik’e doğru hareket ettik. Hava çok güzeldi, gökyüzü masmavi, güneş pırıl pırıl parlıyordu. Sabahın serinliği daha geçmemişti, ama bizler içimizdeki dolu enerjinin gücüyle pedallara asılıp durduk (saat 9:07 Caddebostan).

Bazen yan yana gittik, sohbet ettik, keyiflendik, bazen peş peşe (9:27 Kartal 24.km).

Pendik’e vardığımızda, Sarkis’in bir önerisi "haydi Yalova’ya gidip Güneyköyü’ndeki Dağıstan sofrasında yemek yiyelim" lafı bir an için herkesi duraklattı. Gerçekten iyi bir fikirdi, ama baştan o hazırlığa girmediğim için biraz çelişkide kaldım. Baktım benden başka kimse karşı çıkmıyor, durun dedim - sefer kaçta var, bir soralım. Amacım gemi saatinin geç olmasını duymak ve arkadaşları vazgeçirmekti. Dediğim gibi de oldu ve bir sonraki gemiye 45 dk. vardı. Bunun üzerine gene eski programa döndük ve bir mola vermek için Pendik’deki Melemenci Burçak büfeye (Sibel’in yeri) yöneldik. Yeri tesbitte biraz hedefi şaşırsam da sonunda bulduk, ancak bu sefer çok sıcak bir karşılamayla selamlanmadık. Hatta dışarda yer olmayınca, masa çıkartmakta bile zorlandık ve işimizi kendimiz görerek oturacak bir yer açtık (10:30 Pendik 35,5.km).

Açıkçası biraz hayal kırıklığı yaratsa da bu durum, kısa zamanda kendi dünyamıza geri dönüp, bisiklet üzerine sohbetlere geçiverdik.

Sarkis’in bisikleti çok özel bir model. Pek çok tarafını - parçasını kendi isteği gibi yapmış ve özel eklemeler koymuş. Emre de ilk gördüğünden, konu bisikletin incelenmesiyle devam etti.

Bu arada çaylar ve yanımızdaki sandviç ve bisküvilerin miğdelere indirilmesi ve Sarkis’in de bir porsiyon menemeni (ekstra yumurtalı) götürmesiyle karınlarımızı doyurduk (bir hayli).

Erim de selesini ayarladı. Eh, artık yola devam etmenin zamanı gelmişti (11:26 Pendik ayrılış 38.km). Askeri tersanenin önünden Kaynarca’dan F1 yönüne, Sabiha Gökçen Havaalanı tabelasına doğru döndük. Otoyolun bağlantı yoluna çıkmıştık. Yandaki güvenlik şeridinin genişliği bu yolda ilerlemeyi çok rahat bir hale getiriyor. Ancak karşıdan esen kuvvetli rüzgarsa tam bir mücadele istiyordu. Çevredeki acaip sanayi binaları doğanın içine pek yakışmıyordu.
Hafif hafif rampalaşan yolda sağa F1 İstanbul Park - Akfırat / Orhanlı - Aydınlı sapağından döndük (12:09, 47.km)...

... ve daha dik bir rampayı da aşıp bayır aşağı giderek, rüzgara karşın bir türlü hızlanmayan bisikletlerimizle...

... ve 2. sele ayarını da yaptıktan sonra (12:25, 49.km)...

... alıcılarını bekleyen (herhalde bu dönemde zorlaşan) villaların önünden, Kurtdoğmuş - Ballıca ayırıma kadar geldik (12:44, 52.km).

Buradan sola saptık ve dar ama nefis bir köy yoluna girdik.

Tabii asfalt da birazdan kabalaştı ve artık hoplaya zıplaya devam etmeye başladı yolumuz. Ama etraf yemyeşil. Baharın kokusu, toprağın rengi ve seyrek trafik ile yokuşları indik çıktık. Ancak bazı yerlerde atılmış molozları görünce, halen bu konuya hassaslık göstermeyen insanların bulunmasına ne diyeceğimizi bilemedik.

(12:54, 54.km)

(13:15, 58.km)

Küçük molalar verdik, Erim’in sele ayarını yeniledik, ihtiyaçları giderdik...

... ve sonunda Kurtdoğmuş köyüne girdik (13:47, 62.km).

Kurtdoğmuş köyü, İstanbul’un eski bir yerleşim yeri. 700 yıllık bu köy, adını Osmanlı ordusunun bugünkü karşılığı komando olan, kurt askerlerinden alıyor. O zamanda köyde doğan tüm gençler gönüllü olarak kurt asker oluyormuş.

F1 pistinin yapılmasıyla buradaki arsa değerleri epey yükselmiş. Ancak baraj sahasına 100 m yakınına inşaat izinleri verilmemesi nedeniyle, buradaki pek çok yapı yıkılmak zorunda kalmış.

Daha önceden bildiğimiz köy binası çayevine yerleştik.


Sarkis ve Emre köy çeşmesinden mataralarını doldurdular. Erim ve ben kan şekerimizin düşmesiyle, alel acele birşeyleri miğdeye indirip, daha sonra Erim’in zeytin iştahını gidermek için bakkaldan aldığı zeytinleri, Sarkis’in paskalya yumurtalarını ve poğacalarını, Pendik’te o kadar yemeğe rağmen bir güzel silip süpürdük.

Tepedeki güneşin keyfiyle hafiften de mayışmaya başladık. Hani yatacak yer olsa bir güzel şekerleme yapacağız ama baraja gidelim fikri ağır basınca kahveciden ve oğlundan vedalaşıp baraj yoluna girdik.

Burası toprak bir yol ve insanların piknik yapmak için kullandıkları bir alan.

Sağda solda bir kaç araba, içinde ve etrafında insanlar. Bazıları çift ve samimi şekilde oturuyorlar, bizler de bisikletleri toprağa bırakıp, golün kenarına indik. Geçen seneye göre su epey yüksekti. Yani bu sene yağmur iyi yağmış buralara.

Ömerli Barajı, Riva Deresi üzerinde kurulmuş, içme suyu sağlamak amacıyla 1968 - 73 yılları arasında inşaa edilmiş bir barajdır. Göl alanı 23,10 km2’dir ve hacmi 386,50 hm3’dür. Bol da balık vardır ve köylüler buradan 10 - 15 kg’luk Sazanlar tuttuklarını söylüyorlar. Burada bir de İSKİ’nın arıtma tesisleri var. Melen çayından gelen su, burada arıtılıp İstanbul’a veriliyor.

Ciddi ciddi duran arkadaşlarımızın yanında pozlar vererek hatıra resimleri çekip,...

. ... karşı kıyıda ve suyun ortasındaki binaları tanımlamaya çalışarak, çiçekle böcekle ilgilendikten sonra, artık hafiften karşıya geçelim ve fazla da geç kalmayalım diye ayaklandık.

Gölün üzerinden geçen DSİ’nin kalın su borusunun yanından geçerek, kapalı tel kapıdan bisikletleri aşırtarak, İSKİ arazisine girdik.

Aslında bu yaptığımız yasak birşey, bunu geçen seferden biliyorduk. Ama daha önce tanıştığımız güvenlik görevlilerine tekrar rastlamak umuduyla, nizamiyeye pedal bastık.

Etrafta kimse yoktu derken, aniden binanın içinden çıkıverdiler. Çıkıverdiler de bunlar bizim tanıştıklarımız değildi. Onlar da bizleri aniden karşılarında görünce şaşırmışlar (sonra anlattılar). Merhaba falan, biz geçen sene gelmiştik hani, arkadaşlar vardı burada, birisi bal işiyle, diğeri mantarla ilgiydi falan dedik ama isimler bir türlü aklımıza gelmiyor. “Siz nereden girdiniz böyle" sorusuna, masumane “telden” yanıtıyla, "bir daha yapmayın" uyarısını yedik (!). Tüm sempatimizi ortaya koyarak, kendimize çay ısmarlatmayı becerdik ama. Oh içim rahatladı, bundan sonrası kolaydı, artık dostluğu kurardık, böylecene çardaklarına yerleştik. Yanımızdaki bisküvileri çıkartıp ortaya koyduk. İşte tam bu sırada bir ses “Mustafa abi hoş geldin”. Vay bizim arkadaş çıkmasın mı ortaya. İşte şimdi tam kaynaştık. Sarkis’in hemşerisi çıktı, Erim akvaryumu sordu vs derken çaylar geldi,...

... Emre yanındaki kivi ve portakallardan hazırladığı meyva tabağını, marul yapraklarıyla süsleyip egzotik bir sunum yaptı. Helvalar bölüştürüldü, fotolar çekildi, adresler alındı ve çok keyifli bir günün vedalaşma saatine gelindi.

Yolcu yoluna diye kalkıp, bir sonraki gelişimize haberli gelmemizi ve mangal yapmak üzere sözleşip, arkadaşlardan ayrıldık (17:33, 68.km). Şile’den gelen yola çıktık. Burada trafik daha fazlaydı, hatta ağır vasıtalar da geçiyordu.


Neyse ki yol birkaç iniş ve çıkıştan sonra hep inişti veya düzdü. İyi bir tempoyla Kaynarca’ya geri gelip, Pendik’te bisiklet yoluna çıkıp, kıyıdan kıyıdan Kadıköy’e doğru pedal bastık. Sarkis’e gelen telefon onun ayrılmasına, daha hızlı dönmesini gerektirdi. Azat ettik onu, bizler de Dragos’taki Belediye tesislerinde küçük bir mola vererek, Erim’in patates kızartmasıyla tekrar enerjisini kazanarak, ve havanın da soğumasıyla biraz tempomuzu yükseltip, Kadıköy iskeleye vardık (Fenerbahçe’de Erim’i bırakarak). Gemide, Sarıyer’de oturan bir bisikletçi arkadaşla (Serkan) tanışıp, kısa zamanda bisiklet konularına girerek, onu nereden ucuza alırsın, bunu nerede bulursunla Beşiktaş’a vardık. Akaretleri tırmanıp, yarınki Cumhurbaşkanlığı Turu’na gitmek için buluşma saatini tekrar teyit ederek, Teşvikiye’den Emre’yle ayrıldık. Eve girdiğimde saat 9:30’du. Yani 14 saat açık hava, 7,5 saati bisiklet üzerinde, 125 km yol yapmış oldum. Ortalama hız 16,7 km, 2370 kalori ve 185 gr yağ yakmış olmanın sevinciyle kaslarımı gevşetip kendimi duşa attım.

Karnımı doyurup, ayaklarımı tavana dikip, yarınki yarışın düşüncesiyle uykuya dalmışım.

Not: Fotograflar için Emre'ye teşekkürler.

Kaynakça :



Bu bölgeye yapılmış diğer turlar Ballıca Trio, Kurna Onikilisi