Havalar sanırım artık ısınıyor. Pazarın da günlük güneşlik olacağını öğrendiğimde, aklımda uzundur bekleyen keşif turunu gerçekleştirmek istedim; Çatalca'ya. Çünkü artık havaalanı metrosu Arnavutköy’e kadar gittiğinden, yolun büyük kısmını pedallamaya gerek olmayacak. Geriye 30 km kalıyor. O da şehir içinden değil.
Şöyle yaptım: sabah 8 kırkta evden çıkıp Bostancı tren istasyonuna 30 dk.da vardım. İlk gelen doluydu, 8 dk. sonra 2’ncisi geldi, saat 9.20 gibi. Yenikapı’da inip Hacıosman metrosuyla Gayrettepe’ye geldim. Burada biraz şaşkınlık oldu. Havaalanı metrosu pek net olarak gösterilmemişti. Yeryüzüne çıktığımda yönümü kestiremeyip vatandaştan destek alarak Metrobüs durağına pedallayıp (trafik içinden) oradan metro kapısına ulaştım. Bu bölüm biraz karışık geçti. Havaalanı metrosuna indim ama belli oldu ki, Gayrettepe’de indikten sonra asansörle ara kata çıkıp uzunca bir koridor sonrası havaalanı metrosuna yer altından ulaşabiliyormuşunuz, yeryüzüne çıkmaya gerek olmadan. Ancak yönlendirmeler ve açıklamalar yeterli yapılmamış, kolay anlaşılmıyor.
12’ye yirmi vardı Arnavutköy-Taşoluk’ta yeryüzüne çıktığımda. Bu durakta da asansör net ve görülür olarak gösterilmemiş, ara tara ancak peronun sonuna gittiğimde varlığından haberdar oldum. Yani özetle evden çıkıp buraya varmam 4 saatimi aldı. Bunun 3,5 saati metroda geçti. Şimdi pedallama zamanı. Önce hangi yöne doğru gitmem gerek onu bulmalıyım. 3 kişiye sordum ama hepsi buralı değildi. Google’u açtım, bir yön gösteriyor da ancak hareket ettiğinde yönünün doğruluğunu anlayabiliyorsun. O nedenle bir şekilde sürmek, yanlışsa zaten diğer yöne gitmek zorundasın.
Uzunca bir yoldan iniyorum, asfaltın durumu çok iyi. Arnavutköy’ün bu taraflarını bilmiyorum. Eskiden içinden geçmiştim, biraz kasaba, biraz kriminal görünürdü. Buraları makul durumda, çok da bitişik iskan edilmemiş. Üstelik de maviye boyalı yolları var; yani bisikleti düşünmüşler. Sürdüğüm bulvar aynı zamanda sürücü eğitim pisti, yanımdan, önümden adaylar ağır ağır geçmekteler. Otobüs-midibüs falan da var aralarında.
Arnavutköy, yaklaşık 45 yıl bağlı kaldığı Gaziosmanpaşa’dan 2009 yılında ayrılarak ilçe olmuş. İstanbul’un arazi büyüklüğü bakımından dördüncü büyük ilçesi durumunda. “Çılgın Proje” değil, tam anlamıyla “Hain Proje” olan Kanal İstanbul’un en büyük bölümü Arnavutköy’de. Damadın, yandaşın çıkarlarına hizmet etmek için tüm tartışmalara, yargı kararlarına ve itirazlara rağmen yeni imar izinleri çıkarılmaya devam ediliyor.
“Dingonun ahırı” deyimini bilir misiniz? Kontrolsüzlük, karmaşa ve düzensizliğin hüküm sürdüğü ortamlar için kullanılır. Merak ettiniz mi nereden çıkmış bu söz? Şöyle anlatılır: Zaman, İstanbul’un henüz motorlu taşıtlarla tanışmadığı, şehri saran caddelerinde atlı tramvayların hizmet verdiği 19. yüzyıl sonları... O yıllarda tramvaylar genellikle iki at tarafından çekilirken, Şişhane Yokuşu gibi dik eğimli bölgelerde bu atlara ek olarak “takviye atlar” bağlanırdı. Tramvay yokuşu geçince bu ekstra atlar çıkarılır ve dinlenmeleri için ahıra gönderilirdi. İşte bu noktada devreye, aslen Rum kökenli olan ve Pera civarında bir ahır işleten Dingo isimli şahıs girer. Dingo’nun işlettiği bu ahır, Azapkapı-Taksim hattında görev yapan ve yokuşları aşan yorgun atların dinlendiği merkezi bir noktaya dönüşür. Gün boyunca durmaksızın gelen ve giden atlar, görevliler, izleyenler ve meraklılarla birlikte bu mekan adeta bir mini terminal havası kazanır. Yoğun sirkülasyon nedeniyle zamanla kimin girdiği-çıktığı belli olmayan bu ahır, halk arasında dillere düşer. Ve böylece, bir yerin keşmekeş içinde, düzensiz bir şekilde kullanıldığını ifade etmek isteyenlerin diline şu cümle pelesenk olur: “Burası da Dingo’nun ahırı mı?”
Şimdi hangi yöne, orası mıydı burası mıydı derken geçen polis otosuna soruyorum. Ve alınan tarifle az kaldırımdan ters yönde, sonra gelen kavşaktan Çilingir diye devam. Tarım arazileri içinden giden tek şeritli bir yoldayım, yer yer güvenlik şeridinde, olmadığında çizgi üzerindeyim. Araç trafiği var. Eskiden köy olan şimdi ise mahalle denilen Çilingir’de, sağdaki fidan tezgahına Dursunköy yönünü soruyorum. (...) Ve Sazlıdere Barajına doğru hızla inen yolum hafif yükselerek Dursunköy yol ayırımına kadar gelip Nakkaş diye düz devam ediyor. Bir tarihlerde yaptığım gezide Dursunköy’den bu kavşağa gelmiştim, hatırladım (bkz. Keşif Turları; Boyalık-Dursunköy).
Yolun iki yanı, uzunca giden sürülmüş tarlalar ve uzaklarda sanayi tesisi olduğu belli olan yapılar görünüyor. Yolumun bir noktada anayoldan ayrılıp soldan kestirme bir yola girmesi gerek. Bunu kaçırmamak için Google ve Komoot üzerinden destek alarak ilerlemekteyim. Solumda İETT otobüs terminali geliyor. Burası mıydı yoksa ayrılacağım yer? Değilmiş. Ve 22,8 km.de beklediğim ayrıma ulaşıyorum, saat de 12.36 oldu bu arada.
Bozuk, yamalı çukurlu bir yoldayım şimdi. Ancak trafik sesi mesi kalmadı, mis gibi ilerliyorum. Ne var ki yol kenarlarına dökülmüş molozlar tüm güzelliği gölgelemekte. Kendini bilmezlerin gece karanlığında buralara gelip pisliğini boşaltması… Bir tarihte, eve yeni taşındığımız günlerde plakası sökülmüş bir kamyon gelir, evin karşısındaki boş araziye molozunu döker kaçardı. Firuzan bir kere kovalamıştı ama adam kırmızı ışık dinlemiyor, kavşaklarda trafiği tehlikeye sorarcasına kaçıyordu. Yakalamak mümkün değildi!
Bu yan yolun, hipotenüs de diyebiliriz, üzerinde ağaçlık alanların gelmesiyle piknikçiler de beliriyor. Adamlar mangal yelliyor, bebeler koşturuyor, hanımlar soğan doğruyor… Okuduğum bir haberde; Zürih Üniversitesi’nde yapılan araştırmada elde edilen bulgulara göre birçok erkek için et tüketimi "erkeklik" kavramıyla doğrudan ilişkili. Et yemek, daha güçlü, daha geleneksel ve daha erkeksi bir imajla özdeşleştiriliyor. Bu algı, özellikle sosyal kimliğin önemli bir parçası olarak değerlendiriliyor. Dolayısıyla mangal başında ateşi yakmak, eti pişirmek ve sunmak erkekler için adeta bir "ritüel" haline geliyor… denilmekteydi.
Kuzey Marmara Otoyolu’nun üzerinden geçip sola saparak Nakkaş’a doğru devam, tarım arazileri içinden. Uzaklarda, görüntü itibariyle çimento fabrikasına benzeyen tesisler, yapılar var. Yokuş aşağı iniyorum. Ara sıra bana doğru gelen araçlar dışında kimsecikler yok. Ve 28’inci km.de Nakkaş geliyor, saat 12.56. Burası artık Çatalca’ya bağlı bir köy/mahalle. Gelmeden yaptığım araştırmada okuduklarımdan öğrendiğim: Fatih devrinde Topkapı Sarayı'nın kapısı ile divanhanesinin nakışlarını yapan ve "Baba Nakkaş" diye şöhret bulan Şeyh Mustafa'nın adına Çatalca'ya yakın Baba Nakkaş Köyü vardır. Bu köyün, hizmetinden dolayı Şeyh Mustafa'ya (Baba Nakkaş) bir kısım topraklarının dirlik olarak verildiği bilinmektedir… Evet, Osmanlı döneminde minyatür, tezhip ve diğer süsleme sanatlarıyla uğraşan sanatçılara nakkaş deniliyordu. Eski Türk dilinde resim yapan, ressam anlamındadır.
Şöyle kısa bir köy turu atıp Baba Nakkaş Camii (*) kenarıdan, İzzettin diye sola saparak sürdürüyorum pedallamayı. Hemen gelen yol ayırımında sağdan Örcünlü köyüne gidiliyor. Bense soldan devam ediyorum. Trakya’nın güzelliği içindeyim, ancak burada da yol boyunca dökülü moloz görmek, bir de bu molozlara aldırış etmeden kenarında piknik yapanlar daha da tuhaf durumdalar. Bazılarına göre piknik yapmak çok farklı! : ))
(*) 1581 yılında inşa edilmiş olup banisi Şeyh Bayezidoğlu Defterdar Derviş Muhiddin Mehmed Efendi’dir. Fatih Sultan Mehmed, Mayıs 1466’da Çatalaca’ya yakın İnceğiz nahiyesindeki Kutlubey Köyü’nü (bugün Nakkaş köyü) Nakışhane Başnakkaşı Baba Nakkaş’a mülk olarak vermiştir.
Çatalca’ya 6,5 km mesafede, Anadolu’yu Avrupa’ya bağlayan demiryolunun hemen kenarında yer alan İzzettin, 1860’lı yıllarda Kırım’dan göçenlerce kurulan bir Tatar köyü. Adını da o zamanlar burada satılık olan İzzet Baba Çiftliği’nden almakta. Pazar olması nedeniyle ‘brunch’a gelmiş insanların araçları sağda solda park vaziyetinde. Ve bolca emlak ofisleri de göze ilk çarpanlar arasında. Köy içinde tezgahlarda ekşi mayalı ekmek satılıyor. İlkini pas geçiyorum, şimdi taşımayayım diye, ancak sonrasında karar değiştiriyor ve gördüğüm bir tezgahtan 80 liraya kocaman bir ekmek alıyorum. Yumurta da satılıyordu, 8-TL/ad. Bir de Çatalca’da pazar günleri çevre yolu kenarında “organik pazar” kuruluyormuş, onu öğreniyorum.
Çatalca RES, ilk ünitesi 2008’de devreye girmiş, bugün 93 MWe kurulu gücü olduğunu okuyorum. Ancak tepelerde dizili rüzgar pervaneleri nedense dönmüyor. Hiç mi rüzgar yok oralarda diye düşünerek demiryolunun üzerinden geçip gelen %10’luk yokuşu tırmanıyor (39. km.deyim bu arada) ve ilçeye ulaşıyorum; Çatalca, yüzölçümü itibariyle İstanbul ilinin en büyük ilçesidir. 1865 yılında, Tanzimat sonrası yapılan vilayet düzenlemelerinde Meclis-i Idare-i Liva-yı Zabtiyye'ye bağlanan ilçe, 1924 yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle vilayet merkezi yapılmış, 26 Haziran 1926 tarihli kanunla tekrar ilçe haline getirilerek İstanbul'a bağlanmış.
Önceki turlarımda 2 defa gelip kalmıştım Öğretmenevi’nde, ilkin 2008 yılında Fikret Albay ve Bülent Yamaner ile yaptığım ilk uzun soluklu turda. Daha sonra 2015’de bu rotayı tek başıma tekrarladığımda (bkz. Trakya, Fikret Albay’la - [bisikletle]Türkiye: Trakya/“Fikret Albay’ın İzinden”). Bugünse günübirlik geldim.
Biraz hafızamı canladırmak için şehir turu atıyorum, ama hiç bir yerini tanıyamıyorum. Çok mu büyüdü geçen zaman içinde? Arkadaşım Koray ve Tamay’ın eczanesini bulmak istiyorum. Belki bir yön duygusu verir. Pazar olması nedeniyle kapalı ama. Kapısına küçük bir not iliştiriyorum, uğradığıma dair. ÖE’yi bulayım, belki orası bir şey hatırlatır, bir de lokalinde oturur, hafiften acıkan midemi rahatlatırım yanımdaki sandviçlerle. Ama bu kadar uzak mıydı ki, bulduğumda ne binası ne çevresi bir şey söylüyor. Lokali de daha başlamamış servise. Kapısında, çalışan bir beyle (Tolga) sohbet ediyorum. Kamu 1000-, sivil 1100-TL’miş konaklama bedeli, O.K. şeklinde olduğunu söylüyor.
Çatalca şehri, MÖ 2500 yıllarına dayanan yerleşim bölgesi olma özelliği nedeniyle farklı uygarlıkların oluşturduğu bir alan üzerinde kurulmuştur. Asya ile Avrupa'yı birleştiren İstanbul şehrinin batısında yer almasından dolayı kazandığı stratejik önemi nedeniyle tarih boyunca göçlere, istilalara, saldırılara sahne olmuştur. Bu temel sebebe bağlı olarak; Çatalca tarihsel gelişiminde yerleşme ve kültür bakımından dinamik bir süreç yaşamıştır. Çatalca ve dolayının Trakya'nın ilk yerli halkı olan Traklardan beri (MÖ 2000) bir yerleşim bölgesi olduğu, yakınında yer alan ve bugün turistlik önem taşıyan İnceğiz Köyü'ndeki mağaralardan anlaşılmaktadır.
Biraz daha devam ederek, ÖE’den sonra gelen çayevinde içilen 2 çay (10- ad.) eşliğinde yenilen sandviçle yapılan sohbet. Çatalcalılar merak ediyorlar, kask aynamı kamera sanmışlar. Açıklama yapıyor ve önemini anlatıyorum. Olmadan sürmek mümkün değil, arkanı görmen lazım, ne olup bitiyor bilmen lazım. Oturanlar arasında bir bey uzun zaman Arifoğlu baharatçısında çalışmış, Mısır Çarşısında. Sağlık sorunları nedeniyle Çatalca’ya yerleşmiş. Şeker hastalığına bağlı sıkıntılar, böbreklerde, ayaklarda…
Artık dönüşe geçeyim, saatler de 2 buçuğu geçti. Yön sorarken tanıştığım, burada yeğenine çiçekçi dükkanı açmış olan Ulvi Beyle ayaküstü bisiklet sürücülerinin giydiği kadın çorabından tutun da çiçek mezatları, geçmişin İstanbul genelevleri, trans pavyonları, Abanoz Sokağına varan konuların üzerinden geçiyoruz. Hani diyebilirsiniz, bu ne iş? Vallahi ben de bilmiyorum, laf lafı açtı derler ya…, konu buralara geliverdi : ))
Dönüşü Bahşayiş üzerinden planlamıştım. Şimdi karayolunun kenarından, güvenlik şeridi olan yerlerden, olmadığında çizgi üzerinden B.Çekmece yönündeyim. Düz veya hafif eğimli olan yol kolay pedallanıyor ama yolun trafiği ve gürültüsü hiç çekilir cinsten değil.
Papanın ölümüyle karşıma çıkan Katolik kilisesi/Vatikan’a ilişkin ilginç bir hikaye okumuştum. “Papa Joan, Kiliseyi kandıran kadın” olarak anlatılan bu hikayeye göre; "Papa Joan", kendini bir erkek olarak gizleyen ve dini eğitim alan genç bir kadındı. Kendini bir bilgin olarak gösterdikten sonra kilise saflarında yükselir ve 855 yılında Papa VIII. John olarak seçilir. İki yıldan fazla hüküm sürer, cinsiyetini her zaman uçuşan kutsal cübbesinin altında dikkatlice gizleyebilir. Sırrı ancak 858'de, bir papalık alayı sırasında beklenmedik bir şekilde doğum sancıları çekmeye başladığında ortaya çıkar. Bazı kaynaklar doğum sırasında öldüğünü iddia ederken, diğerleri öfkeli halkın onu bir atın arkasında sürüklediğini ve taşlayarak öldürdüğünü iddia ederler. Hikaye aslında uzun, bir o kadar da ilginç. Nerden nereye dedirten cinsten. Tamamını okumak isterseniz > MedyaÇuvalı.
Tarihçiler Papa Joan'ın hikayesinin doğru olup olmadığı konusunda anlaşamıyor gibi görünseler de kilise bunun sadece bir efsane olduğunu iddia etmekte. Efsanevi Papa’nın (veya “Papessa”nın) çizimleri, çok çeşitli heykellere ek olarak Avrupa genelindeki tarihi literatüre de geçti. 2009 yapımı, "Die Päpstin" olarak adlandırılan bir filme bile ilham kaynağı oldu.
Bahşayış için karşıya geçmem gerek, ancak yolun ortası bariyerlerle kapalı. Üst geçitlerde asansör olmayınca ağır bisikleti merdivenlerden çıkartmak çok zahmetli. Çok aşağılara kadar devam edip U dönüşü atıp bir o kadar yolu daha geri pedallamak yerine devam eder, neredeyse B.Çekmece’ye ulaşırım diye karar veriyorum. Ve geldiğim B.Çekmece’de benzinciden alınan tarifle tarihi taş köprü üzerinden geçerek yoluma devam etme niyetindeyim. Ancak benzincinin uyarısı doğru çıkıyor, köprü tadilatta, kapalı! Hoppala…
Yol kenarından, kaldırım üzerinden, Kültür Park içinden (havanın güzelliği insanları sokağa dökmüş, büyük bir kalabalık var ortalıkta), Atatürk Spor Kompleksi kenarından devamla, daha 1 ay önce geçtiğim yollardan dönüş yapıyorum. Halkalı’dan trenle Bostancı, oradan metroyla İMES..., eve vardığımda saat 7’yi az geçiyordu. Dönüş gidişten daha uzun oldu.
Kapanış için seçtiğim bir parça: Stranded Horse (diğer adıyla Yann Tambour), Boubacar Cissokho ile; Right No Wrongs with No Arms.
Fransa'nın Normandiya bölgesinden gelen ve bir süre Brighton, Bristol ve Brüksel'de yaşadıktan sonra Marsilya'ya yerleşen Yann Tambour 2001 yılında Encre adı altında yaylı çalgılar, piyano ve ses örneklerini bir araya getiren bir proje kaydetmeye başladı. Bu isim altında bir dizi albüm ve EP yayınladıktan ve orijinal enstrümanı olan klasik gitara geri döndükten sonra Yann, kora (Batı Afrika'da yaygın olarak çalınan su kabağı ve sığır derisinden yapılan ud-köprü-harp) ile denemeler yapmaya başladı, yavaş yavaş kendi çalma tekniğini geliştirdi ve kısa süre sonra enstrümanın daha hafif, daha kompakt versiyonlarını üretti.
Önceki kayıtlarda Boubacar Cissokho'nun etkisi belli belirsiz olsa da, birlikte sahne aldıkları on yıl müzikal bağlarını derinleştirdi. Bu evrim, yaylı çalgılarının mükemmel bir uyum içinde birlikte dans ettiği parçada kendini göstermekte.
Keşif Turları; Çatalca: Dudullu-Bostancı-(tren) Yenikapı-(metro) Gayrettepe-(metro) Taşoluk Arnavutköy-Çilingir-Nakkaş-İzzettin-Çatalca-B.Çekmece-Halkalı-(tren) Bostancı-(metro) İMES-Dudullu
Tur tarihi: 4 Mayıs 2025
Alınan yol: 90,23 km
Ortalama hız: 19,1 km/s
En yüksek hız: 52,8 km/s
Bisiklete biniş süresi 4 s 42 dk, dışarıda geçen süre 10 s 32 dk
En yüksek sıcaklık 31 ˚C, en düşük 15 ˚C, ortalama 25,1 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 981 m, kaybı (iniş) 1214 m
En düşük yükselti 0 m, en yüksek 201,6 m
Garmin yol bilgiler Keşif Turları; Çatalca
Relive yol bilgiler Keşif Turları; Çatalca