7 Temmuz 2020

İznik Gölü’ne bisikletle... (I)

Pandemi mandemi... yaşantıyı ters yüz etti. Bisiklete de binmek istiyoruz. Sabah çık akşam dön kesmemeye başladı. Nereye gitsek, kısa bir tur? Akla İznik geliyor. Güzel bir coğrafya, çadır kuracak yer de var. Hadi dedik hafta sonu ve 4-5 Temmuz iki günlük mini bir turu Osman ve Emre ile gerçekleştirdik.

Gidişi Yalova’dan başlatalım, dönüşü de Taşköprü’de bitirelim. Oradan Eskihisar’a geçer Gebze’den de trenle döneriz. Yalova’ya da Pendik’ten geçmek mümkün. Ohh ne âlâ... (Muallâ). Böylecene zamanımızı ve enerjimizi İznik’e ayırabiliriz... Aliyy-ül â’lâ! (ne demek: En güzel, en iyi, mükemmel.)

1’inci gün: İstanbul-İznik (gidiş)

Cumartesi sabahı erken kalkıp 7’den önce Bostancı istasyonuna yetişmek üzere yola çıktık. Marmaray hafta içi 7’den sonra 8 buçuğa kadar bisiklet almıyor. Yolda Osman’a da rastlayıp birlikte sabahın serinliği ve trafiğin hafifliği içinde vaktinden önce peronda yerimizi alıp gelen trenin en önüne atlıyoruz. Ama 4 durak sonraki Maltepe bu trenin son durağı imiş. Haydaaa... aceleden fark etmemişiz. Ama esas eğlence şimdi başlıyor. Karşı yolda duran tren Firuzan’ın dalmasıyla hareket ediyor ve geriye gidiyor. O da yanlış trenmiş. Firu geri dönüyor J Neyse, uzatmayayım... İlk istasyonda inip dönüş yaptığı trene biz de binip yarım saatlik bir yolculuk sonrası Pendik’teyiz. İDO iskelesine ulaşmak zor değil. Emre’nin de gelmesiyle alnımızdan ölçülen ateş kontrolü sonrası gelen feribotta yerimizi aldık. Yanımızdakileri termostaki çayla mideye indirirken 45 dakikalık yolculuk bol sohbetle çabucak geçti. Bu arada Osman’ın hanımının kurabiyeleri de tam notu alıyor.

Çekilen bir aile fotosu sonrası Safran üzerinden Güneyköy’e tırmanmak üzere Yalova içinde biraz adres tarifi alarak inceden dikleşen yollardan ilerliyoruz. Hava hafif puslu, güneş direkt vurmuyor. İyi ama sıcaklık var. Kafamızdan terler akıyor. 

Safran’ın da geride kalmasıyla çok keyifli bir doğanın içinden, Samanlı dağlarının Yalova’ya bakan yamaçlarını tırmanıyoruz. Emre cyclocros bisikletiyle -eşyaları sırt çantasında ve de sele altında- ‘light’ bir durumda. Osman’da çadır+tulum ve kendi eşyaları, ama asimetrik dengelendiğinden solu ağır basmakta. Biz ise Gürcistan’a gitmek üzere hazırlandığımızdan TIR gibiyiz J Şaka bir yana, yeni çantaları denemek üzere 4’ünü de taktım. Neredeyse 10 yıldır kullandığım Deuter çantalar çok kullanışlı(ydı). Tek sıkıntıları su geçirmez değiller, yani kılıf takmak lazım. Onları da taşımak, her seferinde tak-sök pratik olmuyor. O nedenle eskimeye başlayınca Ortlieb’lerden aldım. Bunların da cepleri değişik, daha doğrusu cep yok dışında, bir çuval gibi. Her şeyi içine atıyorsun. Lazım oldu mu açman gerek. Bu konuda Deuter’in dışta da ceplerinin olması kullanım kolaylığı getiriyor(du). Ufak tefek, yolda lazım olan şeyleri oralara koyabiliyorsun.

320 m’de Güneyköy geliyor. Saatler daha 11 ama buradaki Dağıstan Sofrası’na yerleşip, Osman ve Emre birer kıymalı hinkal, bizse bir patatesli hinkal ve iki kabaklı pideyi paylaşıyoruz. Bayılıyorum bu iki kız kardeşe. Kaç sene oldu, herhalde 10 olmuştur, ilk gelişimiz. Ne zaman buradan geçsek mutlaka uğrar yemeklerini tadarız. Son ekimde gelmiştik, gezi notlarında ayrıntılı anlatmıştım buranın geçmişini, bkz. Yalova Keşif Turları: Güneyköy. Bu arada fiyatları da söyleyeyim: hinkal 20-, pide 7-, ayran 2-, soda 1- TL.

Güneyköy’ün kahvesinde içilen birer çay (1-) ve sade kahve (5-) sonrası tekrar yola koyuluyoruz. Nefis bir bölge, yemyeşil. Samanlı Dağları için Marmara Bölgesi’nin “yağmur ormanları” denilmekte. Biraz daha tırmanıp 412 m’de zirveyi görüp hızla Orhangazi’ye iniyor yolumuz. Öyle ki yolda giden bir motosikletliyi bile geride bırakıyor, mermi gibi uçmaktayız.

Havanın sıcaklığı mola vermemizi gerektiriyor. Orhangazi’deki büyük parktaki çay bahçesine yerleşip soda ile biraz gölgelenmekte-serinlemekteyiz. Artık Bursa il sınırlarındayız. Orhangazi’nin kısa tarihine baktığımızda: Tarihte Bitinya olarak bilinen bölgede bulunan ilçe, sırasıyla Roma, Bizans, Selçuklu egemenliğine girmiş ve 1332'de ilçeye adını veren Orhan Gazi tarafından fethedilerek Osmanlı topraklarına katılmıştır... denilmekte. Bizans’ta adı Basilinapolis, Selçuklu döneminde Bazilinaköy, dönüşüp Pazarköy oluyor ve 1913’de Orhangazi olarak değiştiriliyor. Göçlerle büyümüş burası; 1880'lerde Kafkasya ve Rumeli’den, 1915'te Yunanistan’dan, 1951'den 1974'e kadar Bulgaristan, Yugoslavya ve Makedonya’dan gelen Türkler ve Arnavutlar, daha sonra da Doğu Karadeniz'den gelenler. Tam bir karışım olmuş.

Göle doğru pedallıyoruz. Osman ve Emre hızlılar. Yetişmem zor, biraz geride kalıyorum.  Yaaa durun... ben öyle koşturmaya çıkmadım! Asfalt da 2’nci sınıf, kaba, sürtünmesi çok. Yani yorucu. Düz olunca da yol devamlı çevirmen lazım. Pes ediyorum. Ama gölün görünmesiyle yolumuz kıyıya paralel seyretmekte, keyiflenmekte. Güneyinden geçmekteyiz. Doğu-batı doğrultusunda uzanan gölün genişliği 12, çevresi ise 85 kilometre uzunluğunda. Türkiye'nin beşinci büyük tektonik tatlısu gölü. Derelerle beslenir. En büyükleri kuzeydoğudaki Karasu deresi ve güneybatıdaki Sölöz. Gölümüz fazla suyunu Garsak deresi ile Gemlik’ten Marmara denizine boşaltır.

Gölyaka’da Rahmi Baba’nın yerini Osman çok methediyor. Bir görelim diye giriyoruz ama giriş o giriş. Tuvaletteyken arkadaşlar masaya çoktan yerleşmişler biralarını söylemişler bile. Güzel bir yer, 1966’dan beri varmış. Konaklama fiyatları sezonda hafta sonu 300-400 TL iki kişi için (O.K.) denildi. Arkadaşlar hafif beslenirken biz de Firu’yla bir dondurmayı paylaşıyoruz. Buranın kurucusu Edip Rahmi Şahin 1995’te ölünce bugün oğlu Ferhat tarafında işletiliyor(muş).

Güneşin biraz hafiflemesiyle Osman’ın rehberliğinde gölün kıyısından giden toprak yoldan devam ediyoruz. Buralarda gecekondu tarzı evler var, kimileri de çadır kurmuş gölün keyfini çıkartmaktalar. Mangal yapan, hamakta sallanan, suya girenlerle dolu ortalık. Ağaçlık olduğundan da gölgelik. Tam yeri yani. Çok güzel bir yol. İlk geçiyorum, çok sevdim burasını.

Solöz’e çıkmakla tekrar asfalt yoldayız. Ve arada inen çıkan, düz giden yolda gölü izleyerek hızla İznik’e varmak için pedallıyoruz. Narlıca’da bir mola daha. Soda ayran karışımıyla harareti bastırma gayretleri. Gelirken yoldaki dut ağaçları meyvelerini dökmeye başlamış bile. Firu bir avuç olgunlarından toplayıp bize ikram ediyor.

Artık durmaksızın İznik’e hızla ulaşma gayretindeyiz. Çadırlar kurulacak, göle girilecek, daha sonra yemek yenilecek... Çok iş var ve saatler de akşam üstü oldu bile. Uzun lafın kısası, Firu önde grubu çekiyor, biz peşinden. Öyle bastırıyor ki yetişmem zor. Bir süre dayanıyorum sonra bırakıyorum peşlerini. Yaaa durun be... ben buraya yarışmaya gelmedim. Emre’de de Aşil  Tendonu durumları söz konusu. (Aşil tendonu ağrıları özellikle genç yaş grubunda ve spor yapan bireylerde tekrarlayıcı zorlamalar sonucu oluşur. Aşil tendonunda yani ayak bileğinin arkasında topuğun yaklaşık 2-3 parmak yukarısında görülen şişlik ve ağrılardır.)

İznik, geldik nihayetinde. Etrafı surlarla çevrili kente Yenişehir (bizim girdiğimiz), Lefke, İstanbul ve Göl kapılarından giriliyor, (İskele ismiyle anılan son kapı ne yazık ki günümüze ulaşmamış durumda). Her avuç toprağı binlerce yıldır kültürel değerler ile yoğrulmuş, yüzyıllar boyu tarih sayfalarının baş köşelerinde yerini almış, dört imparatorluğa başkentlik yapmış nadir yerleşimlerden biridir... denilmiş. Merkezinden geçip sahile inip Kayıkhane’ye doğru pedallıyoruz. Ortalık kalabalık. İnsanların kimi maskeli, kimi mesafeli, kimi de aldırış etmiyor.
Alınan kararları ve karar
 heyetini gösterir bir ikon

Çadır başı 25 liramızı da ödeyip kıyıda kurulu 2-3 çadırdan boş kalan bölgeye biz de yerleşiyoruz. Uzundur çadır kurmamış-kalmamıştım. Eğil bükül, hamlamışım. Korona fena vurdu. Toparlamak lazım acilen. Gölün suyu bulanık, dibi de kum, batıyor herhalde. Osman ve Emre girmiyorlar. Firu iskeleden giriyor. Ben zaten heveslisi değildim. Duş alıp giysilerimi değiştiriyorum. Aletler şarja takılıyor ve akşam havanın kararmasıyla mideleri doyurmak üzere kamptan ayrılıyoruz. Onlar Umut restoranda demlenmeye çekilirken biz de kesilen elektriklerle karanlığa boğulmuş ilçenin merkezinde sulu yemek arayışına geçiyoruz. Vatandaşın tavsiyesi üzerine İlkim Etli Ekmek&Döner lokantasında az az kuru, bulgur, yoğurt ve de salata ile güzelce doyup müze yönüne doğru yürüyoruz. Yarın kahvaltı edebileceğimiz yer bakınarak. İki mekan öneriliyor, Aziz Usta sanki doğru yer gibi. Camına “Bugünlük tükendi ürünlerimiz” yazılmış olması rağbetin olduğunu gösteriyor. Bu da iyiye delalet. İznik güzel bir ilçe. İlk yerleşimin MÖ 2500 yıllarına uzandığı sanılmakta. İznik adı şehrin eski adı olan "Nikea"dan gelir. Dönemde yaygın bir dönüştürme kuralına göre Yunanca adın önüne 'sur içinde' anlamında olan is eki getirilerek İsnikea Türkçede İznik olmuş. Hristiyanlık alemi için çok önemli burası. 325 yılında Birinci İznik Konsili toplanır ve Hristiyanlığın tartışmalı konularına açıklık getirilir, Katolik ve Ortodoks inancın temellerini oluşturan kararlar alınır.

Yürüyerek arkadaşların yanına dönüyor, masalarında sohbete devam ediyor ve 24’de kapanacak olan kamp alanına yöneliyoruz. Muhteşem bir dolunay var bu gece, ışığıyla bizi aydınlatan. Geç kaldık yatmaya. Sabah erken hareket edelim dedik. Hava halen serinlemedi. Çadırın içinde ikimiz, daracık mekanda. Üç kişilik almalıydık. 2 kiloyu taşıyan 2 buçuğu da taşır(dı).
Türkiye’nin toplumsal hafızasına,
 “ABD’nin Türk askerlerinin başına
 ‘çuval’ geçirmesi” olarak kazındı. 

Günü sonlandırırken, hepimizin çok iyi bildiği bir olayı anımsayalım; Çuval Hadisesi. 2003 yılının 4 Temmuz’unda olmuştu. Neydi bu? Kuzey Irak'ın
Süleymaniye kentinde karargâh kurmuş bulunan bir binbaşı komutasındaki 11 TSK mensubunun ve Türkmen mihmandarlarının Irak'taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı'na bağlı askerlerce ve yanlarında peşmergelerin de bulunduğu bir şekilde sürpriz bir baskın sonucu derdest edilmeleri ve başlarına çuval geçirilmek suretiyle götürülüp 60 saat süresince alıkonularak sorguya çekilmeleridir. Operasyon için ABD'nin en önemli millî bayramı olan 4 Temmuz (Bağımsızlık Günü) tarihinin seçilmiş olması, günün cumaya denk gelmesi, Amerikan askerlerince küçük düşürücü kasıtlı hareketlere başvurulmuş olması, Çuval Hadisesi’nin bir provokasyon olduğu görüşlerinin dile getirilmesine sebebiyet vermiştir... Org. Hilmi Özkök, kamuoyunun çuval tepkisine, “Göz bağlamak yerine pratik çözüm, bu çuval değil görüşü engelleyen poşet” diyerek açıklama yaptı. Deniz Baykal’ın “Nota verilsin!” teklifine dönemin Başbakanı Recep Tayip Erdoğan, “Ne notası, müzik notası mı?” diyerek açıklama yaptı... Olayın içyüzü yıllar sonra Wikileaks'in Türkiye konulu belgelerinde yayımlandı. Okumak isterseniz T24.

Dağıstan Sofrası/Güneyköy, 0226-8326351

Kayıkhane/İznik, 0541-9691616 Suat bey














İznik Gölü’ne bisikletle...: (gidiş) Dudullu-Bostancı-(tren) Pendik-(gemi) Yalova-Safran-Güneyköy-Hamzalı-Orhangazi-Gölyaka-Narlıca-İznik
Tur tarihi: 4 Temmuz 2020
Kat edilen mesafe: 88,02 km.
Ortalama hız: 16,3 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 5 sa. 24 dk., dışarıda geçen süre 12 sa. 54 dk.
En yüksek sıcaklık 38 ˚C, en düşük 23˚C, ortalama 31,3 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 892 m, kaybı (iniş) 928 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 412 m.

Garmin yol bilgileri İznik Gölü’ne bisikletle...

Relive yol bilgileri İznik Gölü’ne bisikletle...




Çekilen bir aile fotosu sonrası...

... Safran üzerinden Güneyköy’e tırmanmak üzere
 Yalova içinde biraz adres tarifi alarak ilerliyoruz.

Hava hafif puslu, güneş direkt vurmuyor. İyi ama sıcaklık var. 





Safran’ın da geride kalmasıyla çok keyifli bir doğanın içinden,
 Samanlı dağlarının Yalova’ya bakan yamaçlarını tırmanıyoruz. 







Bu canavar kıyma makinesi gibi taşları ufalayıp kum yapıyor.


Her tarafta ıhlamur ağaçları, mis gibi kokuyor. Yol
 soğuk asfalt dedikleri, yani 2’nci sınıf. 




320 m’de Güneyköy geliyor.

Dağıstan Sofrası, 0226-8326351


Hinkal ve pideler çok lezzetli. Tavsiye olunur.

Güneyköy’ün kahvesinde içilen birer çay ve sade
 kahve sonrası tekrar yola koyuluyoruz.




Nefis bir bölge, yemyeşil. Samanlı Dağları için Marmara Bölgesi’nin “yağmur ormanları” denilmekte. 

Gölün görünmesiyle yolumuz kıyıya paralel
 seyretmekte, keyiflenmekte. Güneyinden geçmekteyiz.

Gölyaka’da Rahmi Baba’nın yerini Osman çok
 methediyor. Bir görelim diye giriyoruz.



Güneşin biraz hafiflemesiyle Osman’ın rehberliğinde
 gölün kıyısından giden toprak yoldan devam ediyoruz. 


Buralarda gecekondu tarzı evler var, kimileri de
 çadır kurmuş gölün keyfini çıkartmaktalar. 



Mangal yapan, hamakta sallanan, suya girenlerle dolu
 ortalık. Ağaçlık olduğundan da gölgelik. Tam yeri yani. 


Çok güzel bir yol. İlk geçiyorum, çok sevdim burasını.










Artık durmaksızın İznik’e hızla ulaşma gayretindeyiz. Çadırlar
 kurulacak, göle girilecek, daha sonra yemek yenilecek... Çok
 iş var ve saatler de akşam üstü oldu bile. 


İznik, geldik nihayetinde. 

Etrafı surlarla çevrili kente Yenişehir (bizim girdiğimiz),
 Lefke, İstanbul ve Göl kapılarından giriliyor, (İskele ismiyle
 anılan son kapı ne yazık ki günümüze ulaşmamış durumda).

Merkezinden geçip sahile inip Kayıkhane’ye doğru pedallıyoruz.





Çadır başı 25 liramızı da ödeyip kıyıda kurulu 2-3 çadırdan
 boş kalan bölgeye biz de yerleşiyoruz. 


Herkesin manzarası farklıdır; kimisi yağmur yağarken camdan
 bakmayı, kimisi güneş batarken deniz kenarında olmayı sever.































Foto katkıları için Osman ve Emre’ye teşekkürler.