27 Haziran 2020

İki Yol Bisikletçisi ile Ömerli

Daha önce tek yaptığım bu rotayı bugün iki yol bisikletinin peşinden yetişmeye çalışarak tekrarladım JJJ... Osman ile hafta başında yazıştık. Ömerli diyordu/istiyordu. Hafta sonu gene sokak yasağı olacağından bunu perşembe yapalım dedik. Yağış da olmaz ise. Gerçi meteo olmayacağını söylüyordu.

Perşembenin gelişi çarşambadan belli olduğuna göre, biz de kararımızı kesinleştirip sabah 8.15’de Dudullu Pamukkale terminalini başlangıç noktası yaptık. Bir arkadaşı daha katılacaktı Tuzla’dan. O da Tepeören’deki benzinciye 9.30 gelecek.

Osman’la İMES içinden geçip TEM yan yolundan Sultanbeyli yönüne pedallıyoruz. Trafik daha çok bize doğru. Çalışanlar İstanbul’a geliyorlar. Son gidişimde sokak yasağı olduğundan yollar bomboştu, fark etmemişim. Bir yerden sonra bu taraftaki gidiş yolu bitti, karşıya geçti. Ancak uzatmamak için -bir de karşı taraf daha inişli çıkışlı olduğundan- ters yönden devam ettik. Ama öylesine gelen bir trafik var ki, ara sıra son saniyede bizi fark eden sürücülerin eminim yürekleri bizim gibi ağızlarına gelmiştir.

Viaport’un arkasına geldik-geçiyoruz. Her zaman kalabalık olan kavşağı bugün rahat aştık. Yolumuz İstanbulPark olarak devam ediyor. Dokuz buçuğu beş geçe buluşma noktasındayız. Arkadaşı gelmiş bile. Birer soda eşliğinde tanışıyoruz. Emre; deniz subayı, bir yıldır İstanbul’da. Merida marka bir Cyclocross kullanıyor. Fit olduğu duruşundan belli. Bu arada Osman’ın bisiklet de herhalde 6,5 kg, sırf karbon. Özel toplanmış; Time. İlk duydum bunu, Fransız markası. 1987’de kurulmuş, Roland Cattin tarafından. Başta kolay binilen-inilen pedal sistemi üretimiyle başlamış. Ardından 1993’de karbon kadro üretimi ve maşa geliyor. Diğer markalardan ayrılan en önemli özelliği kadrolarını Fransa’da, kendi atölyelerinde üretmeleri. Yani Uzakdoğu malı değil. Ürün gamı karbon MTB/Yol/Cyclocross kadroları ile hazır bisikletlerden oluşmakta. Firma kendi pedal kilit sistemini (Time Atac) kullanıyor. Time bisikletlerinin 2020 kataloğuna bakmak isterseniz tıklayın.

Üçlü olarak Göçbeyli’ye doğru başladık pedallamaya. Hava rüzgarlı. Bir bakıma iyi serinletiyor ancak karşıdan esince de yavaşlatıyor. Göçbeyli İstanbul’un sebze ihtiyacını karşılayan köy. Artık köy denilmeyip mahalle deniliyor, Pendik’e bağlı. Merkezdeki, hep oturduğumuz kahve daha açılmamış. Devam ediyoruz Bıçkıdere yönüne. 300 m sonra sağda, bakkal ile birlikte bir kahve geliyor. Eskiden geçerken de görürdüm. Açık, konuşlanıyoruz. Yanımızdaki kumanyaları ısmarlanan çayla mideye indirirken hem çaycı ile tanışıyor hem de aramızda sohbet ediyoruz. Cevat Bey sahibi, hoş sohbet, samimi biri. Çaylar da 1 lira J Diğer bisikletçilere de rehber olsun diye çayevinin girişine Bisiklet Dostu çıkartmamızı yapıştırıyoruz. Bundan böyle gezilerimizde-turlarımızda tanıştığımız bisiklet dostu işletmeleri işaretleyecek-blog’da duyuracağız J

Bizimle birlikte yan masada oturan, Trakya’dan getirdikleri saman  balyalarını satmaya çalışan iki kişiyle yapılan sohbette balyaların 20 lira gibi bir fiyata gittiğini öğreniyoruz. Gerçi önden gelenler 17 demiş ama Cevat Bey fiyatların 15-20 arası değiştiğini söylüyor. Arz talep durumları. Balya deyip geçmeyin. 1850'lerde ilk balyalama makinesinin icadıyla yapılmaya başlanmasıyla beraber 1870'lerde popülerlik kazanmıştır. 1940'lardan itibaren ise silindirik balya yapımı başlamıştır… denilmekte Vikipedi sayfasında. Balya samanın haşbaylı ve haşbaysız olmak üzere iki türü vardır. Haşbaysız balya direkt sapı balyalar. Bu balyayı karma yem makinesi olan tüketiciler kullanır. Haşbaylı balya ise sapı parçalar, balya yapar. Karma yem makinesi olmayan tüketiciler kullanır. Haşbaylının dezavantajı çok parçalı olduğundan, karma makinesinde yem ile karıştırınca homojen dağılımı engellemesidir. Haşbaylı makineler eskisi kadar Türkiye de artık çok tercih edilememektedir. ...  Artık tarım bakanlığı tarafından telle bağlama yasaklanmıştır. Sadece ip bağlama geçerlidir... Her işin bir raconu yok mu?!

Göçbeyli’den ayrılmamızla turun keyifli bölümüne girdik. Yeşillikler, halen kurumamış olan kır çiçekleri arasında sürüyoruz. Arkadaşlar çok hızlılar. Düz yolda yetişmem mümkün değil. İyi ki rampalar var, yoksa durumum fena... İniyoruz çıkıyoruz, bu yol tam bir deve sırtıdır. Saatler sonra gelen dere üzerindeki köprüde biraz durup, foto alıp devam, Bıçkıdere’ye kadar. Burada verilen mola, görülen ihtiyaçlar ile biraz oyalanıp gene yola çıkıyor, düzelen asfalttan hızla kayıyoruz.
Alman bir subay Herero
 esirleriyle poz veriyor, 1905.
Hererolar yenilmiş, dağılmış,
 pek çoğu Kalahari Çölü’ne
 kaçmış, hayatta kalanlarsa
 yakalanıp çöl sınırındaki
 özel toplama kamplarına
 götürülmüştü.
Namibya, Afrika’nın 
güneybatı ucunda.

Onlar önde ben peşlerinde, temiz havayı içimize çeke çeke yol alırken aklıma geçen gün izlediğim belgesel geliyor: Namibya. Fazla bir bilgim yoktu, sadece Afrika ülkesidir diye bilirdim. Ancak belgesel sonrası biraz tarihine bakınca, ilk yerleşimcilerin 17. yüzyılda Herero, Nama, Orlam ve Ovambo kabileleri olduğunu, ardından 19. yüzyılda Avrupalıların, özellikle Portekiz, İngiltere ve Almanya'dan gelen göçmenlerin bölgeye yerleştiğini okuyorum. 1884/85 yıllarına kadar İngiliz hakimiyeti altında. Ama sonrasında -Walvis Körfezi hariç- tümüyle Almanya İmparatorluğu himayesi altına girip, Alman Güneybatı Afrika Sömürge Sisteminin bir parçası haline gelmiş. Gelince de Almanlar başlamışlar sömürmeye. Borca sokup topraklarını, hayvanlarını, özgürlüklerini ellerinden alıp, kendilerine bağımlı hale getirmişler... Kim dayanır ki buna? Sonunda isyan patlamış. 1904-1909 yılları arasında ayaklanan yerli halkı öylesine bastırmış ki Almanlar, Herero’ların yüzde 80’i ve Nama’ların yüzde 50’si acımasızca katledilmiş. Böylece Yirminci yüzyılın ilk soykırımı Avrupa’dan binlerce kilometre uzakta, Afrika’nın güneybatı ucunda gerçekleşmiş... Almanların hakimiyeti I. Dünya Savaşı sonuna kadar sürer. Yenilmeleri ile İngilizlere, daha sonra Güney Afrika’ya geçer bölge. 1990 yılında bağımsızlığını kazanır. İsmini ülke topraklarının büyük bir bölümünü kaplayan Namib çölünden alır. Resmi dili İngilizcedir. Bu da sanırım Güney Afrika Cumhuriyeti ile ortak tarihlerinden ve ticari ilişkilerinden kaynaklanıyor olmalı.

Otoyoldayız, Şile yolu bu. Güvenlik şeridinden hızla yokuş aşağı... Bu sefer ben öndeyim J Ağırlıktan dolayı benim velespit daha çabuk hızlanıyor. Ömerli sapağının gelmesiyle ayrılıyoruz otoyoldan ve merkeze doğru pedal basmaktayız. Buraya fi tarihinde bir kere gelmiştim ama aklımda hiç bir şey kalmamış. Güzel bir yerleşim. Girişte Romanların (*) -kimi Çingene ile aynıdır der- mahallesinden geçip kendimize mola vereceğimiz, kahve içebileceğimiz yer arayışındayız.

(*) Çingeneler; aslen Kuzey Hindistan kökenli olup günümüzde ağırlıklı olarak Avrupa'da yaşayan göçebe bir halk. Türkçede Roman sözcüğü de sıklıkla Çingene anlamında kullanılır. Göçebe yaşam tarzı yerleşik toplumlarınkinden çok farklıdır. Bu yüzden çoğu zaman yerel halk tarafından hırsızlık, büyücülük, çocuk kaçırma gibi eylemlerle suçlanmışlardır. Çingeneler yaşadıkları bütün ülkelerde ayrımcılığa tabi tutulmaktadır. Bu yüzden de birçok ünlü Çingene kimliğini gizlemek durumunda kalmıştır. II. Dünya Savaşı'nda Yahudiler gibi Romanlar da Almanlar tarafından büyük bir kıyıma uğratıldılar. 200.000-800.000 arasında Roman çoluk çocuk aşağı ırktan oldukları gerekçesiyle Macaristan,
Polonya ve Çekoslovakya'daki Nazi kamplarında yok edilmiş ve bu katliam Roman halkı tarafından "Porajmos" (parçalanmak) olarak adlandırılmıştı.

Merkez Cami karşısında bulduğumuz kahvede -artık iyicene yakan güneşten saklanarak- nefeslenirken biraz da yanımızdaki çerezleri mideye yolluyoruz. Kahveci de gırgır bir tip, güle oynaya yarım saatimizi Ömerli’de geçirip dönüşe başlıyoruz.

Artık otoyol. Yoğun trafik, gürültülü sesler, geçen damperliler arasında güvenlik şeridinde yol alarak Özyeğin Üniversitesi yakınındaki kavşaktan, soldan Tuzla diye ayrılıp hızla inilen bir yokuş sonrası Paşaköy’de Emre’ye el sallıyor, o düz devam ediyor, bizse sağdan Sultanbeyli-Sancaktepe diye ayrılıyoruz. İMES’e kadar Osman’la birlikte sürüp, benim Metro’dan alış veriş yapma ihtiyacımla turumuzu burada sonlandırıyoruz.















İki Yol Bisikletçisi ile Ömerli: Dudullu-Kurtköy-Göçbeyli-Bıçkıdere-Ömerli-Paşaköy-Sancaktepe-Dudullu

Tur tarihi: 25 Haziran 2020
Kat edilen mesafe: 90,37 km.
Ortalama hız: 18,9 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 46 dk., dışarıda geçen süre 8 sa. 11 dk.
En yüksek sıcaklık 35 ˚C, en düşük 23˚C, ortalama 28,4 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1287 m, kaybı (iniş) 1300 m.
En düşük irtifa 16 m., en yüksek 246 m.

Garmin yol bilgileri İki Yol Bisikletçisi ile Ömerli

Relive yol bilgileri İki Yol Bisikletçisi ile Ömerli




Emre ve Osman ile.


Üçlü olarak Göçbeyli’ye doğru başladık pedallamaya.



Cevat Bey, Durak Market-Çayevi. Göçbeyli




Bıçkıdere
























Foto katkıları için Osman’a teşekkürler.