FB Mantarlar’a geldiğimizde Serhan kahvesini almış Kahve
Dünyası’na yerleşmek üzereydi. Erken çıkmış evden. Üsküdar üzerinden geldim
diyor. Tabii artık bu mesafeler onu kesmiyor. 100 km ortalama. Üstelik her gün
yapıyor.
Birazdan Haldun, daha sonra da İhsan geliyor. Levent ve
Kamil’in de gelmeleriyle Yedili olarak Bostancı’ya pedal basıyoruz. Buradan da
Cengiz’i ve Mehmet’i alıp Pendik yolunu tutmuşken Haluk’un da dahil olmasıyla
Onlu oluverdik.
Mehmet kendine 27,5 bir Mtb almış, çok keyifli görünüyor.
Cengiz’se ‘havanın ısısını tam hesaplayamamış / daha soğuk bölgelere devam
edecek’ gibi görünüyor. Kamil uzaklardan, Paşabahçe’den basmış pedala.
Kadıköy’de İETT hat amirliğine bisikletlerin otobüse alınma konusunu sormuş,
ancak amir bana öyle bir talimat gelmedi diye reddetmiş. Yani lafta kalmış
İETT’nin ücretsiz bisiklet taşıması. İhsan ‘Speedy Gonzales’, tut tutabilirsen.
Haluk ve Haldun aynı şirketten çıktılar, Zimens. Levent ise vapur tarifelerinde
karışıklık yaşamaktan şikayetçi. Pazar Beşiktaş’tan Kadıköy’e sefer var mı /
yok mu? Serhan yeni ceketini nereye sığdıracağı derdinde.
Hava bulutlu. Yağış olmayacak derken Kadıköy tarafına
düştüğünü duyuyoruz. Eyvah, bizi yakalamasa bari!
Pendik Beltur ilk molamız. Kahvaltılıklar, olmayanlar
kafeteryadan alarak masa etrafındayız. Çaylar burada 1 lira, bardak da karton
da aynı. Kartondan 2 bardak çıkıyor. Ters mantık işte. Duble çay ise 2 lira, bu da 2 bardağa eşdeğer.
Yani karton al bizi bulaşıktan kurtar mı diyorlar? Olabilir, WC’de garson lavaboda
bir bez yıkıyordu. Yani rengi dönmüş, kapkara olmuş. Boşuna uğraşma, bu bezden
hayır yok dedim, oralı olmadı.
Aydın’ın arkadaşı Selim’i burada görmek sürpriz oluyor.
Yalova’ya tekne bakmaya gidiyormuş. Tekne de öyle bir zevk ki, 2 kere seviniyorsun;
bir- aldığında, iki- sattığında.
Grup dağılıyor Sabiha Gökşen yolunda. TutmayınBeni’ciler
önden kaçıp gittiler, AğırAbiler arkalarda/uzaklarda kaldılar. Yer yer
durarak-bekleyerek tekrar toparlanıp İstanbulPark yönüne saptıktan sonra
Shell’de verilen bir ihtiyaç molasıyla devam ediyoruz ilerlemeye.
RTE doğru söylüyor, Amerika’yı Müslümanlar keşfetti. Bizim
buradan, Karadeniz’den giden uşaklar. Hatta kıtanın adını da onlar verdi. Karaya
ayak bastıkları yerde çokça erik ağaçları varmış, hayretler içinde “amma erik
ha” diye bağırmışlar. Bununla kalmayıp kuzeyde gördükleri büyük bir şelalenin
çıkardığı ses karşısında “ne yaygara, ne yaygara”, Tek-Saz, Kan-Saz, Arkan-Saz... Penisilin bile
bizim tarafımızdan adlandırıldı. Yaaa... Tarih yeniden yazılıyor, bildiklerinizi
unutun. NASA onyıllardır saklıyormuş. Mars’a yolladıkları ilk misyonlarda elde
ettikleri resimlerde de, Marineris Vadisi’nde yarım düzine minare, çeşitli
kebapçılar ve helal mezbaha görülmüş. (Nilgün Cerrahoğlu / Cumhuriyet)
Yollar sırf damperli artık. Nereye gitsen bunlardan
kurtulamıyorsun. Herifler (başka isim veremiyorum) öyle bir gidiyorlar ki, gazı
köklemiş yanından geçiyor. Yarattığı hava akımını bilmiyor, sarsılıyorsun.
Zaten sesi ayrı bir korku. Demirlerin birbirine vurmasıyla kopan gümbürtü
kulakları deliyor. Arkalarından ‘al sana’ işaretleri yapıyorum.
İhsan ve Haluk hızlarını alamamış Akfırat’a dalmışlar. Bizde
onları önümüzde sanıyoruz. Mecburen tepede beklemekteyiz. Gerek de, öyle ‘bana
ne’ durumları yok aramızda. Bir noktada gene buluşup topluca yol alıyoruz. Madem
ki birlikte yola çıktık...
Otoyolda köpeklerin yanından geçerken onların durumlarına
üzülmemek elde değil. Sokağa terk edilmiş/atılmış, çoğu da cins köpekler yol
kenarında bekleşmekteler. Birileri gelecek de yiyecek bırakacak. Bu ara
arabaların çarptığı/ezdikleri de yolda yatmakta. Bakamıyor insan.
Gezilerimizde aramızda topladığımız paralarla bu hayvanlara
yardımcı olmaya çalışan gönüllülere teşekkür etmek yetmez. Genel bir politika
izlemek, hayvan satışını (pet denilen ev hayvanları) kontrol altına almak çözümün
parçası olabilir deniliyor. Ama sanıyorum bu durum bizim gibi 3. dünya
ülkelerinin hali.
Bugün 16 Kasım, tarihte neler olmuş?
- Francisco Pizarro ve adamları İnka İmparatoru Atahualpa'yı
esir aldılar.
Kimdir Atahualpa? Atahualpa (1502-1533) ve kardeşi Huascar
büyük İnka imparatoru Huayna-Capac'ın oğulları ve varisleriydi. İmparatorun
1525'te ölmesi üzerine iki kardeşin taraftarları arasında iç savaş çıktı.
Huascar esir alınıp öldürüldü ve Atahualpa imparator oldu. Halkına tamamen
egemendi ama adil ve cömert olması ve İnkaların eski geleneklerine uyması
bekleniyordu. Atahualpa 1532'de küçük bir İspanyol ordusu tarafından esir
alındı. Altın ve gümüşten oluşan fidyenin ödenmesine rağmen ertesi yıl
öldürüldü ve Francisco Pizarro önderliğindeki İspanyollar İnka halkının
topraklarını ele geçirdi. (Reitix)
- İşgal Orduları Başkomutanı General Harrington'a yazıyla
başvuran Padişah Vahdettin, İstanbul'da hayatını tehlikede gördüğünü ve İngiltere'ye
sığınmak isteğini bildirmiş. (TarihteBugün)
Otoyol sonrası sola sapıp önce bir köyden (Yediyer) geçip
Göçbeyli’ye varıyoruz. Bu bölge keyifli, etraf yeşil. Seralarda İstanbul’un
ihtiyacı yetişmekte. Süt-yumurta bol. Köyün meydanında tezgahlar açılmış,
bahçeden bunlar. Buraya yakın oturanlar için güzel bir fırsat. Biz de günlük
yumurta alıyoruz 1 liradan.
Etobur arkadaşlar etraftaki 3 mangal lokantasının kapalı
olması karşısında gözlemeyle karınlarını doyurmak zorunda kalıyorlar. Tanesi 3
liradan 2 gözlemeyi biz de mideye indiriyoruz. Çaylar 75, onların ifadesiyle
750. Halen eski birimi kullananın olması zamanın ilerlemediğini mi gösteriyor?!
Köy meydanında şehirden gelmiş çokça insan var. Kimi gezmeye
kimi doğada yürümeye. Bazıları da alışverişteler.
Günler kısalmakta, fazla oyalanırsak karanlığa kalacağız.
Toparlanıp dönüş yolunu tutuyoruz. Burası yaklaşık 60 km tuttu. 3,5 saatte
gelmişiz (molalar hariç tabii). Saat 2 buçuk olduğuna göre Kadıköy’e varmamızı
6 buçuk gibi hesaplıyor Haldun.
Dolu mideyle pek de kolay pedal basılamıyor. Bir de uzunca
istirahat edip kaslara tekrar yüklenilince sanki fazladan ağırlaşıyorsun.
Nedense çıkıştaki rampa tempomu düşürüyor. Arkada kalıyorum.
İstanbul Park’tan gürültüler gelmekte. İçeride birileri
yarış halinde. Oraya girmemiş olanlar da karşısındaki otoparkta lastikleriyle
asfalta daireler çizmekteler. Oldukça da seyircisi var bu atraksiyonun. Bir de
gelirken gördüğümüz Tofaşçılar. Yanımızdan bir dizi Şahin geçti. Kiminin
arkasını öyle kaldırmışlar ki içinde oturan sürekli yokuş aşağı gidiyor gibi duruyordu.
3 şeritli yol bir başka yarış pisti. Anlaşılan bölge,
insanın kanına işliyor, herkes kendini yarışçı sanıyor. Damperli kamyonlar bile
birbirleriyle yarış halindeler. Sonra ne oluyor, dönemeci alamayıp arabayı yan
yatırıp kaydırmaca oynuyorlar. Firuzan bir keresinde böyle bir olaya tanık
olmuştu. Kardeşinin evinin önünde bir damperli kayarak neredeyse giriş
kapısından geçecekti.
Dönüşümüzün büyük
kısmı yokuş aşağı. Bu da bize tempo kazandırıyor. Hızla Pendik’e
varıyoruz. 1-2 kavşak var dikkat edilmeli. Özellikle E5 üzerindeki köprüden
geçerken.
Sonrası malum, sahil yolu. Hava da artık kararmakta.
Maltepe’de doldurulan alan içindeki Beltur’da verilen molada bisikletçi arkadaşlarını
gören arkadaşlarımız sevinçteler. İhsan’ın ısmarladığı çaylarla biraz yanımızda
kalanları mideye indirerek verilen molada artık ağrımaya başlayan kaidemi az da
olsa rahatlatabildim. 100 km’ye dayanamıyor. Gerçi 100’ü de geçeceğiz.
Kadıköy’e varış Haldun’un hesapladığı gibi oluyor. Km 112,5’u
göstermekte. Yolda ayrılanlar oldu, devam edenler de. Kimi daha fazla bile
yaptı.
İmdaaat!
BirdLife International’ın (Dünya Kuşları Koruma Kurumu)
hazırladığı bilimsel rapora göre, dünyanın en önemli doğal alanlarının 350’den
fazlası tamamen yok olmak üzere. Bu doğa harikası alanlardan dördü ise
Türkiye’de.
Raporda yer alan Dicle Vadisi, Burdur Gölü, Ereğli Ovası ve
Seyfe Gölü. Hepsi de yanlış su ve tarım politikaları nedeni ile yok oluyor.
Hasankeyf’in de içerisinde yer aldığı Dicle Vadisi, çok tartışmalı Ilısu Barajı
nedeni ile tamamen yok olmak üzere. Dicle Vadisi, doğal zenginliklerinin yanı
sıra, tüm dünyada UNESCO Dünya Mirası Listesi kriterlerinin 10’da 9’unu
karşılayan tek yer olan Hasankeyf’i barındırdığı için kültürel açıdan da
vazgeçilmez bir zenginlik.
Burdur Gölü ise, göle akan akarsuların önü barajlarla
kesildiği ve yer altı suları sondaj kuyuları ile aşırı miktarlarda çekildiği
için son 35 yılda üçte bir oranında küçüldü. Gölün ekolojik özelliklerini
tamamen kaybetmek üzere olmasına rağmen halen barajlardan göle su salınmamakta.
Tuz Gölü’nün bulunduğu Konya Havzası’nda yer alan Ereğli
Ovası’nın hikayesi de farklı değil. Ovayı besleyen nehirler ve yer altı su
rezervleri, barajlar ve sondaj kuyuları nedeni ile kurudu. Tuz Gölü’nde bu sene
flamingolar üreyemedi. Seyfe Gölü de aynı nedenler ile tamamen çölleşmek üzere
olan başka bir doğa harikası. (Turkİnternet)
Göçbeyli Turu: Kadıköy
Fenerbahçe (Mantarlar)-Bostancı-Pendik-İstanbul Park-Akfırat-Göçbeyli-İstanbul
Park ve dönüş.
Tur tarihi: 16 Kasım 2014
Kat edilen mesafe: 109,36 km.
Ortalama hız: 14,7 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 7 sa. 24 dk., dışarıda geçen süre 9
sa. 58 dk.
En yüksek sıcaklık 18 ˚C, en düşük 15 ˚C, ortalama 15,8 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1033 m, kaybı (iniş) 1021 m.
Garmin yol bilgisi Göçbeyli, ±112
Tur bilgisi:
Göçbeyli’de pazar günleri meydanda tezgahlarda sebze-meyve satışı, gözlemeci
bulunmakta. Et-mangal var ama açık olması şansınıza . Bakkal, kahve var.
Foto katkıları için Haldun ve Levent’e teşekkürler.
Haydoy’a yapılan bağışlar için tekrar teşekkürler.
Bölgeye yapılmış geziler Göçbeyli, ±111 , Ge-Ze-Ge-Ze-Geb-Ze
İlginizi çekebilir Alain Delorme'nin Totemleri: Şangay'ın yüklü bisikletçilerinin portresi, Bisqilēt, Cyclepassion 2012