24 Eylül 2019

Dünya Otomobilsiz Yaşam Gününde Yalova’nın Tepe Köylerine Bir Gezi...

... dedik bu turumuza. Çünkü bugün 22 Eylül ve Dünya Otomobilsiz Yaşam Günü. Kısa geçmişine bakacak olursak otomobil kullanımını azaltmakla ilgili ilk etkinlikler 1973 yılındaki petrol krizine dayanıyor. O dönemde farklı tarihlerde bazı geçici etkinlikler düzenlense de, ilk planlı projeler 1990’lı yılların ortasında başlıyor. 1994’ten sonra ilk olarak İzlanda, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerde çeşitli etkinlikler düzenleniyor. 1995 yılında ise, dünya genelindeki Otomobilsiz Yaşam Günlerine destek vermek amacıyla Dünya Otomobilsiz Yaşam Günü Konsorsiyumu oluşturuluyor ve otomobilsiz günler 2000 yılından sonra Dünya Otomobilsiz Yaşam Günü olarak küresel bir konuma geliyor. Etkinliklerin düzenlenmesindeki amaç, daha az aracın kullanıldığı bir yaşam tarzının mümkün olduğu fikrini vermek.

İşte biz de bu günü fırsat bilip Sezonun İlk Buluşması olarak birlikte pedalladığımız arkadaşlara duyurduk. Pendik’ten feribotla Yalova’ya geçerek köylere çıkmak ve dönüşü de Topçular’dan Eskihisar’a gene feribotla geçip Gebze’den trenle İstanbul’a dönmek şeklinde.

10 feribotuna yetişmek üzere evden 8.35 çıkıyoruz. Havada sabahın serinliği var. Artık hafiften sonbahara giriyoruz. Günler kısaldığı gibi soğuyor da. Yakın zamanda da yağışlar başlar. Başıbüyük üzerinden Maltepe’ye inmeyi düşündüm. Biraz çapraz. Yani hafif hipotenüs durumları. Yeditepe Üniversitesi’nin oralarda şaşırsam da alınan tarifle bildiğimiz yola girip Başıbüyük’ten saldık kendimizi Maltepe sahildeyiz. Buradan, kıyıdan artık Pendik’e kadar dümdüz. Doldurulan alan üzerinde Kastamonu Tanıtım Günleri varmış. Vakit olsaydı bir baksaydık. Ama oyalanacak durumda değiliz. Kaçırdık mı bir saat sonra yenisi. Ama uzatmayayım kaçırıyoruz. Kıl payı. Haluk gelmiş, turnikeyi geçmiş feribot önünde bizi beklemekte. Firuzan girdi. Ben biletimizi almak için gişede sıradayım. Bana geldi. Daha kalkışa 2 dakika var ama bilgisayardan satışı kapattılar – alamadım! Turnikedekine yalvar yakar, “gemide ödeyeyim”. Nuh diyor peygamber demiyor. Kaldık bir sonrakine.

Haluk’la uzundur konuşmamıştık. Bu bir saat fırsat oluyor ve bolca sohbet ediyoruz. Zaman çabuk geçiyor ve 55 dakika sonra, yani 11.55’de Yalova’ya ayak basıyoruz J Ama öğlen oldu. Çizdiğim rota ilkin Gacık köyüne çıkacak, sonra devamla Laledere – Burhaniye – İlyasköy – Taşköprü... şeklindeydi. Mahalle aralarından sahile paralel giden yoldan biraz Google, biraz vatandaş şeklinde yol buluyor, Çiftlikköye’e geliyoruz. Burası da ilçeymiş meğer. Ve sıkı bir rampadan çıkarak Çiftlikköy Sosyal Tesisleri/Bayraktepe denilen bir yere varıp ardından dimdik bir yokuşu inerek devam ediyoruz. Öyle böyle değil, %18. Yalova’nın tepe köyleri dedin mi rampayı bileceksin. Kim bilir önümüze daha neler çıkacak? Biraz mahalle aralarından düz devam edip gene bir rampaya geliyoruz, %19. Yani daha aşağısı kurtarmıyor herhalde. Tepeye vardığımızda yanımıza gelen bir bey, “yoruldunuz, bir kahveye buyurun” diyerek bizi evine çağırıyor. Ev ise bahçe içinde konteynerden devşirilmiş. Şimdi çok yaygın olan bir yol. İki çocuğu var Ömer Beyin, Yiğit ve Defne. 83 Bulgaristan göçmeni, Gölcük’te astsubay. Eşi de Taşköprülü, Elif Hanım. Tertemiz bir aile. Medeni, aydın insanlar. Kahveler eşliğinde tanışıyor güzelce vakit geçiriyoruz yanlarında. Ardından çıktığımızın benzerini inerek Gacık yoluna bağlanmamızla aslında bu kadar tırmanmadan, Yalova sonrası sahilden Gölcük yönüne doğru gelip Çiftlikköy’den sağa sapıp bu yola gelebilirmişiz. Ama o zaman bu tatlı insanları tanımaz, belki de vapuru kaçırmasaydık tüm bunlar olmaz başka şeyler yaşardık. Değil mi? Ne olacağını hiç bil(e)miyorsun. Sliding Doors (Rastlantının Böylesi) diye bir filmi hatırlattı bana bu. Filmde bir olay iki farklı senaryoyla anlatılır. İlkin kadın metroya yetişir ve olaylar gelişir, diğerinde kaçırır ve olaylar gelişir... Sadece bir kaç saniyelik gecikmenin insan hayatını nasıl değiştirebileceğini sergileyen, baş rolde de Gwyneth Paltrow’un olduğu iyi bir filmdi. Herhalde görmüşünüzdür.


Havanın güzelliğinden olsa, geçilen bir binicilik tesisinin otoparkı araçla dolu. Çocuklar eğitim almakta, atlar taylar var kırların üstünde. Piknik yapanlar...

Ve Gacık tırmanışı başlıyor. Ama öyle böyle değil, sapa sağlam adamı gıcık eden cinsten. Ve Haluk bunu da başarıyla tırmanıyor, keçi vallahi.

İsmini 200–300 yıl önce obasını taşıyan bir Yörük kadınından aldığı söylenen, Yalova’nın en eski tanınmış köylerinden olan Gacık Köyünün, tarihini belgeleyen yazıtlardan, yaşayan medeniyetlerin varlıklarının MÖ 1. yüzyıla kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Gacık köyünde bulunan tarihi kabartmalı yazıt (Stel) iki bölümden oluşmaktadır. Üst kısmında kabartma yer almakta olup, alt kısmında ise açıklama metni bulunmaktadır. Açıklama metninde “Halk Meclisi, Halkın işlerini kusursuz ve hakkaniyetli biçimde yönettiği ve kendi kesesinden şenlik düzenlediği için Filotimos’un onuruna Stel dikilmesini kararlaştırmıştır.” Adı geçen Stel Yalova Açık Hava Müzesi'nde sergilenmektedir.

Yüksek bir tepe üzerine kurulan köyde hayvancılık, tavuk ve yumurta yetiştiriciliği önemli bir yer tutarken, bol taze sebze ve meyveleri, cevizi de ünlüdür. Ormanlık alanı ve yeşilliği ile yörenin görülmeye değer köylerindendir. Köy halkını Kütahya ve Karadeniz yöresinden gelen Türkler ile 1983 yılı Muhacirleri oluşturmaktadır. Gacık Köyü Yalova’ya 12 kilometre mesafededir.

207 metre rakımdaki köy şirin bir yer, meydanda kahvesi olan. Yeni de yaptırılmış herhalde ki pırıl pırıl. Biraz nefeslenip Laledere’ye gitmek üzere ayrılıyoruz. Köy geride kalıp tırmanmamız sürüyor ama önceki gibi değil. Ve bir düzlüğe çıkıyoruz, 307 m rakımdayız. Burada sağda solda olgunlaşmayı bekleyen böğürtlenler var. Herhalde bir ay sonra bunlar tam yenilir duruma geleceklerdir. Buradan uzun bir iniş ve 202 metre rakımıyla Laledere’ye ulaşıyoruz. Solda bir seyir terası bulunuyor, İstanbul’a kadar bakabiliyorsun. Sağında Osmangazi Köprüsünün bağlantı yolu, uzaklarda da, dağların arkasından köprünün bir direğinin ucu gözükmekte.

Bu keyfi yaşamak için birer çay ile banklara oturuyor, yanımıza gelen bisiklet meraklısı genç ile tanışıyor, güneşin sıcaklığı içimizi ısıtıyor.

İsmini aldığı rengârenk laleleri ile ünlü Laledere Köyü, Yalova’nın çiçek üretimini başlatan ilk köy olması açısından yörenin en önemli köylerinden biridir. Şimdilerde gül ve karanfile dönüşen çiçek üretimi dolayısıyla seracılık köyün en dikkat çekici üretimidir. Sırtını yeşil dağlara yaslayan Laledere, renkli köy yaşamı, yaratıcı, sıcak ve nüktedan insan yapısı ile bilinir. İlginç hikâyelerin, fıkraların birçoğu Laledere’den kaynak bulur. Köy halkını Yunanistan, Bulgaristan ve Arnavutluk’tan gelen Türkler oluşturmaktadır. Bu şirin köy Yalova’ya 15 kilometredir.

Zaman hızla geçti, bir saat de Pendik’te kaybettik. Acaba Burhaniye’ye kadar çıksak mı, yoksa buradan dönüşe mi geçsek sorusuna üçümüz de dönmekten yana oy kullanıyoruz. Böylecene Taşköprü’ye doğru salıyoruz velespitleri. Köprü yolunun altından geçip ilkin Kılıç Köyü geliyor. Ama yol boyunca sağlı sollu ayva ağaçlarının üstleri doluydu. Firuzan bu kışın sert geçeceğini söylüyor. İncirler olmakta, olmuş olanlarından tadıyoruz. Yolda gördüğümüz elmalar halen aklımda. Bahçede birini göremedim, sormadan da almak istemedim.

Mis kokulu şeftali bahçeleri ve elması ile ünlü Kılıç Köy, Yalova’nın gelişmiş köylerinden biridir. Ayçiçeğinin de bolca yetiştiği köyde her türlü sebze, mısır ve buğday tarlaları geniş bir yer kaplar. Köy halkının yaşamında hayvancılığın da önemli yeri vardır. Kurtuluş Savaşı’ndan önce Ermenilerin çoğunlukta olduğu bir yerleşim olmasına karşılık, savaş sonrasında şimdiki halkın yerleşimi haline gelmiştir. Köy halkını Karadeniz’den gelen Türkler ve eski göçmenler oluşturmaktadır. Kılıç Köyü, Yalova’ya 15 kilometrelik mesafededir.

Tekrar otoyolun altından geçip Taşköprü’ye doğru gitmekteyiz. Rüzgarlı bir gün oldu. Hava da öyle sımsıcak değil artık, hareket ettiğinde üşüyebiliyorsun. Durunca iyi ama. Taşköprü ismini kuzeyindeki köprüden aldığı söyleniyor. Ancak bizim yolumuz üzerinde değil ki göremiyoruz. 

Böylecene anayola bağlanıp feribot iskelesine doğru güvenlik şeridinden pedal basmaktayız. Sessiz sakin yerler geride kaldı. Burada araçlar yarış halindeler. Fırından aldığımız Vakfıkebir ekmeği ile hızla gemiye yetişmek üzere ilerliyor ve Topçular’da 4 gemisine yetişiyoruz.

Bu ekmek de ne çok yerde karşıma çıkar. Özelliği uzun süre tazeliğini koruması. Oldukça büyük ebatta üretilen ve bayatlamayan Vakfıkebir ekmeği, Karadeniz bölgesinde ortaya çıkmış bir ekmek. Ekşi maya ile yapılıyor ve büyük olduğundan pişme süresi uzuyor, böylecene dış kabuğu da kalın oluyor. Geçmiş zamanlarda Karadeniz bölgesinde yaşayan pek çok aile tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktaydı ve yılın belli zamanları sık sık yaylalara 3-4 gün sürecek yolculuklar yapmaları gerekiyordu. Bu yolculuklar esnasında uzun süre taze kalabilecek, yoğun lezzetli ekmeklere ihtiyaç duyuluyordu. İşte bu ihtiyaç sonucunda ortaya uzun süre dayanabilen ve normal ekmeklerden daha besleyici olan Vakfıkebir ekmeği çıkmıştır. Özel olarak hazırlanan taş fırınlarda pişirilen bu ekmekler, uzun yıllar boyunca Karadenizli ailelerin temel gıdası olmuştur. 

Eskihisar’a varıp Gebze’ye tırmanıp trene binmemiz, Bostancı’dan tekrar eve gelmemiz sonunda saatler 6 buçuğu gösteriyordu. 10 saattir sokaklardaydık. 66 km kadar pedal çevirmiştik. Yorgunluk yok desem yalan olur J

Turun bilgilerini, fotolarını bilgisayara aktarıyorum, bir yandan da e-mail’lerime bakıyorum. Arkadaşım Figen’den bir şeyler gelmiş. Tıklıyorum yolladığı linki; İvo Dimchev. Başlıyor çalmaya...


Ivo Dimchev, 1976 yılında Bulgaristan'da doğdu. Bulgaristan'da çalışmalarını yürüten Dimchev, bir koreograf ve şarkıcı. 'Deneysel doğaçlamaya dayalı opera' diye tanımladığı performansıyla gerek Bulgaristan'da gerekse yurt dışında izleyicilerle buluştu. Popüler olması, İngiltere'de katıldığı bir yetenek yarışması sayesinde gerçekleşti. X Factor yarışmasına katılan Dimchev, burada sergilediği performansla başta yarışmanın jüri üyelerinden Robbie Williams olmak üzere milyonları etkilemeyi başardı.

16 Ekim’de İstanbul’da konseri var. Kaçmaz...

Açık Dergi’de yayımlanan Çıplak Ayaklar Kumpanyası’ndan Duygu Güngör’ün yaptığı söyleşiyi okumak isterseniz: Biraz Garip İnsan Dışı Bir Şey...










Dünya Otomobilsiz Yaşam Gününde Yalova’nın Tepe Köylerine Bir Gezi...: Dudullu-Maltepe-Pendik-(gemi) Yalova-Gacık-Laledere-Kılıç-Taşköprü-Topçular-(gemi) Eskihisar-Gebze-(tren) Bostancı-Dudullu

Tur tarihi: 22 Eylül 2019
Kat edilen mesafe: 66,75 km.
Ortalama hız: 14,7 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa. 32 dk., dışarıda geçen süre 10 sa. 14 dk. 
En yüksek sıcaklık 29 ˚C, en düşük 16 ˚C, ortalama 22,6 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 901 m, kaybı (iniş) 913 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 314 m.



Kenarda duruyordu, pat dedi bagajın üzerine atladı...

Yalova’dayız

Ve sıkı bir rampadan çıkarak Çiftlikköy Sosyal Tesisleri/Bayraktepe
 denilen bir yere geldik.





Gene bir rampaya geliyoruz, %19. Yani daha aşağısı
 kurtarmıyor herhalde.

Tepeye vardığımızda yanımıza gelen bir bey, “yoruldunuz, 
bir kahveye buyurun” diyerek bizi evine çağırıyor.

Ömer Bey ve Elif Hanım ile


Gacık tırmanışı. Ama öyle böyle değil, sapa sağlam adamı gıcık 
eden cinsten. Ve Haluk bunu da başarıyla tırmanıyor, keçi vallahi.

Gacık; 207 metre rakımdaki köy şirin bir yer, meydanda kahvesi olan.



Gacık geride kalıp tırmanmamız sürüyor ama önceki
 gibi değil. Ve bir düzlüğe çıkıyoruz.


Laledere; solda bir seyir terası bulunuyor, İstanbul’a
 kadar bakabiliyorsun.



Osmangazi Köprüsünün bağlantı yolu, uzaklarda da, dağların
 arkasından köprünün bir direğinin ucu gözükmekte.



Laledere’nin sakinleri dinleniyorlar...






Çıkabilir... Dikkat!

Yol boyunca sağlı sollu ayva ağaçlarının üstleri dolu. 
Firuzan bu kışın sert geçeceğini söylüyor.

Kılıç Köyü




Topçular iskelesi


5 lira ne ki J

Trende de tutmazsan devrilebiliyor. Sabitlemek lazım!





















































Bölgeye yapılmış geziler Yal-Ova, Yal-Ova 2, Yal-Ova 3