Geçen hafta yaptığımız gezide Yalova’nın tadı damağımızda kalmıştı. Gezilecek görülecek o kadar daha çok yer vardı ki, bu hafta da gene Yalova’nın köylerine ayırdık Pazarımızı.
Hafta sonu için gene Cumadan Bayramoğlu’ndaydık. Artık ulaşım daha da kısa ve rahat gelmeye başladı. Hele E5 eskiden kabus gibi gelirdi. Belki de Ramazan etkisiyle mi yollar daha boş? İftardan sonra pek çok kimse evinde mi oturuyor-nedir?!!! Nişantaşı’ndan burası 58,5 km gibi. Gemi dahil 4 saatimizi alıyor. Ortalama hızımız 19,7 km gibiydi. 15 dk’lık bir çay molası veriyoruz Tuzla’da. Yanında acıbadem kurabiyesi ve tahinlı çörekle. Meşhur 1878 tarihli Has Ekmek Fırını’ndan. Mutlaka Tuzla’ya gittiğinizde buraya uğrayıp satılanların tadına bakın. Herşeyi çok lezzetli.
Pazar sabahı (06.09.09) gene Eskihisar üzerinden arabalıyla Topçular’a geçmek üzere hazırlandık. Kimseyle buluşma gereği olmadığından larj (larç) davranabildik. Bu kelime de dilimize İngilizce’den girmiş olabilir. Large = geniş. Rahat, esnek davranmak. Böyle yarı Türkçe yarı Frenkçe pek çok laflarımız var. Bunların bazıları da kulaktan dolma olunca yanlış da söyleniyor. Örneğin “anti parantez” diye kullanılan ve parantez içinde (arasında) anlamında söylenmek istenen kelime bu durumda paranteze karşı gibi bir anlam alıyor ve tamamen yanlış, amacına ters düşüyor. Doğrusu “antr parantez” (entre parenthéses) olacak ki Fransızca’dan dilimize geçmiştir herhalde.
Neyse bu larjlık içinde çıktık yola ve Gebze tren istasyonu yanından geçerken bisiklet park yerinin burada ne de gerektiğini bir kez daha gördük. Vatandaş bisiklet kullanıyor ama istasyonda park yeri olmadığından tellere bağlayıp (emanet edip demeli) trene biniyor. Döndüğünde de görüldüğü gibi kabus yaşayarak iki tekerinden oluyor (geçen haftaki fotoda tekerler yerinde duruyordu!!). TCDD’nin bunu göz onünde bulundurup acilen güvenilir bir park yeri açması lazım. Hem mesai saatlerinde bisikleti trene alma hem de böyle vatandaşın bisikletinin parçalanmasına göz yum. Olacak iş değil doğrusu. Ya bir vagon koyarsın bisikletler için, içinde doğru dürüst bağlama yeri olan ya da başka bir çözüm getirirsin. Tüm bunları ne zaman düşünecekler acaba?!! Neredesin Mersin?!!!
Bu durumda 9 arabalısına yetiştik ve çaylarımızı da içerek 45 dk’lik feribot yolculuğumuz sonrasında Topçular’a vardık (bilindiği gibi bisiklete para alınmıyor, yolcu akbil 2,5 lira). Bu Pazar Yalova’nin köylerinden olan Sermayecik’e doğru çıkıp Burhaniye üzerinden Taşköprü’ye dönecektik. Yaklaşık 27 km’lık bir çıkıştı burası.
Gemiden indiğimizde yol sormak için bir taksiciden bilgi aldık. Ancak şoförün yarım yamalak konuşmaları bizim epey ters yönlere gitmemize neden oldu. “Çıkıştaki köprü üzerinden geçin sağa sapın” dedi. Biz de bunu yaptık ama sağa sapan yolu göremedik (meğersem uzun git-geller sonrasında öğrendik ki içeriye giren toprak dar yolmuş tarif ettiği) ve düz Karamürsel yönüne doğru devam ettik. Baktık ki sapak mapak yok, soralım tekrar dedik ve bahçeyi sulayan seracı bir hanımın: benzincinin oradan giren, askeriyenin yanından geçen yol tarifi üzerine tornistan edip köprüye kadar geri gelip benzincide yolu sorduk. Burada da bir karışıklık vardı. Kimi yok diyordu kimi var diyordu ama var olan yolun toprak ve bozuk, en doğru yolun Karamürsel yönüne gidip ilk ışıklardan sağa, Tavşanlı üzerinden çıkmamız olduğu önerildi. Peki dedik ve tekrar geri döndük ama içimize sinmedi bu bilgi ve bir daha adres sorarak toprak yolun yerini tam olarak öğrendik. Güven seracılığın, kocaman Özdilek reklam panosunun yanından çıkılıyordu. Evet bu sefer bulduk ve daracık bir toprak yola girip bir kaç köy evi arasından geçip bozuk, yer yer düzelen (ama gene de kaba asfalt olan) ama trafiği olmayan bir yoldan ilerlemeye başladık.
Evet sağda terk edilmiş bir askeriye vardı, onu geçtik ve solumuzda bir çeşme ve önünde yatan bir anne köpek ve yavrusunu severek devam ettik. Çok güzel bir coğrafyaya giriyorduk. Yemyeşil, ağaçlar falan, tertemiz hava soluyarak hafif hafif dikleşen yolumuzda ilerlerken nahoş kokular gelmeye başladı burnumuza. Nedir bu falan demeye kalmadan solumuzda Yalova’nın atık istasyonunu gördük. Yani çöplüğü buraya kurmuşlar. Nefesimizi tutarak yanından geçip bozuk bir zeminde, yer yer asfalt kalkmış yollardan tırmanmaya başladık.
Toprak bölümler de vardı ve tedirgin ediyordu. Hem çıkıyorsun hem toprak, patinaj yapabilirdi arka teker. Lastikler de öyle kalın değildi ve 28” jant olması sebebiyle bir hayli dikkatli çıktık düzlüğe. Burada bizi bir böğürtlen çalıları topluluğu karşıladı (ne kadar mutlu olduğumuzu tahmin edersiniz). Bu gezide yemediğimiz kadar böğürtlen ve meyva olmadı doğrusu. Hemen böğürtlenlere daldık (bu güne kadar gördüğümün en zenginiydi) ve tırmanışımızın karşılığını aldık. Etraf çok güzeldi. İstanbul’lulara ait olduğunu öğrendiğimiz villalar mevcuttu. Burada rakım yaklaşık 195m idi.
Az sonra Denizçalı köyünün Cumhuriyet Meydanı’na vardık. Hoşgeldiniz yazılarıyla selamlıyorlardı misafirlerini. Karşımızda kahvesi ve köy eşrafı. Bu bölge MTB’cilerin sık kullandıkları bir yer olduğundan halkı yabancı değildi ve bize Ünal Bey’in bisikletçileri misiniz diye soruldu hemen (Ünal bey burada çok iyi biliniyordu. Yarışlar düzenliyormuş düzenli olarak). Tanışmalar ve karşılıklı sorularla zaman geçiverdi ve yol tarifini ve suyumuzu alıp İlyasköy’e doğru yola çıktık (tabii hatıra resimlerini çekmeyi ihmal etmedik).
Fazla çıkışlı olmayan bir yoldan İlyasköy’ü geçip (R 182m) sola Örencik köyüne doğru devam ettik. Rampalaşan yerlerde hızımız düştüğünden sineklerin eskortuyla geçti yol. Neredeyse 1 cm mesafeden eşlik ettiler. Terimiz onları çekiyordu. Herhalde açığa çıkan mineraller mi yoksa nem miydi cazip olan? Yolların trafiği yok sayılırdı. Tek tük araba veya minibüs veya traktörle karşılaştık. Örencik’e girmeden önce bizi bir böğürtlen bahçesi karşıladı. Hemen bisikletlerden inip bu güzel tatları miğdemize indirdik. Şimdi deniz seviyesinden yüksekliğimiz 213m idi.
Eski adı Çavuşköy, şimdiki Tevfikiye’yi (R 235m) de geride bırakıp Sermayecik için sağa saptığımızda yol kenarında bizi bekleyen incirlere hayır diyemedik ve molamızı burada verdik. Kaç tane bilemiyorum ama ellerimiz yapış yapış olana kadar karnımızı incirledik. Şimdi önümüzde 4 km’lik bir çıkış vardı ve şu ana kadar ki en dik rampa olacaktı. Ağır ağır başladık çıkmaya. İleriye baktıkça bu yol nasıl biter dediğin, geriye baktıkça vay be amma çıkmışım dedirten bu yol MaviYeşil Yol güzergahının en güzel parçasıydı. Uzaklarda köyler görünüyordu. Acaba hangisi bizimkisi diye merak ediyorduk, ya şudur ya budur oyununu oynaya oynaya çıktık. Böyle diye diye Sermayecik’e ulaştık. Artık yüksekliğimiz 398m olmuştu.
Sermayecik köyü çok güzeldi. Girişteki çeşmede kadınlar halılarını yıkıyorlardı. Bizi gören çocuklar hemen koşarak yanımıza geldiler. Onlarla tanıştık, sohbet ettik ayak üstü. Çeşmenin buz gibi suyundan mataralarımızı doldurduk ve köyün kahvesinde mola verdik. Ramazan nedeniyle yiyen içen yok tabii. Çay da yok bu durumda. Acaba soda bulurmuyuz dedik ama çaycı bile yoktu. Herşey açık vaziyette bırakılmıştı
Sermayecik Köyü, 1893 yılında Bulgaristan’ın Varna ve Aydos illerinden gelen muhacırlar tarafından kurulmuştur. Köylülerin tamamı aynı kökten gelen halktan oluşmaktadır. 1970 yılına kadar hayvancılık ve rençberlikle geçimini temin etmeye çalışan köylüler daha sonra meyveciliğe önem vermiştir. Bu tarihten sonra günbe gün bilinçli tarıma ve meyveciliğe tamamen ağırlık vermiş ve arayışlar içine girilmiş. Bunun neticesinde çilek üretimine başlanmış ve nüfusun %80’in geçimi çileğe bağlı hale gelmiştir.
Bahçesinde oturanlarla selamlaşıp bankların birine yerleştik. Yanımızdakileri yesek mi, yoksa ileride güzel bir çayırda mı yesek diye düşünürken kararımızı çayırdan yana verdik. Az sonra yaşı 75 olan bir amca yanımıza geldi ve bizimle sohbete başladı. Tabii her zamanki (artık klasikleşmiş) soru soruldu: bisikletle mi geldiniz? Oğlunu anlattı. Teknisyendi ve bir Arap Emirliğinde çalışıyordu. Biz de kendisine gezi amaçlarımızı falan anlattık. Hoş bir sohbet oldu. Tabii bu sohbette en önemli şeyi öğrendik ki burası çilek ve kiraz köyüymüş. Çilek lafını işiten Firuzan’ın gözleri parladı hemen. Bıraksanız bir tarlayı yiyebilir. Ama nerede bu çilekler diye sorup gidiş yolumuzun üzerinde olduğunu öğrenince artık burada durmayalım diye izin isteyip çileklere doğru yola çıktık. Çıkmadan önce gerinerek bir hatıra resmimizi aldık ama. Resimsiz olmazdı buradan ayrılmak.
Daha çileklere varmadan bir incir ağacının önünde biraz daha incir yedik. Firuzan sanırım iştahını çileklere ayırdı ve az sonra tarlaları gördük. Sağ sol çilek doluydu. Üstelik ocak ayına kadar bu çilekler yetişiyormuş demişti yaşlı amca. Biz de ilki önünde durup tarladan nefis çilekleri miğdeye indirdik. Tabii hepsini yemedik, ayıp olurdu. Göz hakkımızı alıp devam ettik. Buradan itibaren yol artık inişe geçmişti. Yokuş aşağıya inerken sağda bir köylüyle selamlaşıp numaramı yaptım ve buralarda çilek varmıs, hiç yemedik dedim ve kasadan yeni topladığı çileklerden bir ikram elde ettim. Tarlaya girmeye de gerek yoktu ve bir kutu çileği temizledik. Bunlar Şişli’ye gidiyorlarmış eskiden. Ekolojik pazara. Ancak arz-talep dengesi bozuk olduğundan organik tarımdan vaz geçmiş. Nedeni de elimde kalıyor mal. %30 daha az verim alıyorum, fiyat yükseliyor. Alıcısı az, değmedi yaptığım, döndüm gene eskisine dedi. Üzüldük tabii. Organik ürüne olan talep yeteri kadar artamadı. Üretici de kaybından dolayı fiyatını düşüremiyor. Dar bir kesimin yaptığı tüketim de yetmiyor.
Kooperatif başkanının açıklamasi bu yıl 100 tonu organik, 250 ton civarında çilek ve 30 tonu organik, 200 ton civarında da kiraz üretimi bekleniyormuş. Yanısıra köylerinde ceviz, armut, erik, kestane, fındık, böğürtlen ve üzüm de yetişdiklerini, köylerinin bölgede meyvacılıkla nam saldığını dile getirmiş.
Yola devam ederek 5 km sonra Burhaniye’ye geldik (R 334m). Yollar inişti, ancak köy içlerinde bazen çıkışlar oluyordu, sonra gene denize doğru iniyorduk. Sermayecik’deki moladan sonra ve iniş olduğundan çok yorulmuyorduk, pek durmadık. Sadece köye bakıp devam ettik, Çukurköy’e doğru. Yolda güzel bir gölgelik bulup altında kumanyamızı temizledik. Etrafta kimse yoktu. İleride çayırda bir sincap dikkatlice bize bakıyordu.
Hareketsiz öyle heykel gibi duruyordu. Bir inek yüksek sesle mööö’lüyordu. Yiyeceklerimiz bitince sessizce kalkıp yolumuza devam ettik. Çukurköy’de (R 225m) nefis elma ağaçlarının karşısında duramayıp göz hakkımızı çantalarımıza yerleştirdik ve Dereköy’de (R 210m) yol sorarken kahvede oturan bir köylü tarafından davet edildik bir serinletici içimine. Soda eşliğinde sohbet ettik. Çiftçilik yapıyordu. Öğrendiğimize göre bu köy meyvacılıkla geçiniyordu. Burhaniye’de hayvancılık ve ormancılık vardı. Gacık ve Denizçalı işçi veriyordu. Sermayecik malum çilek ve kiraz cennetiydi. Laledere çiçekçilikle. Kılıç ise bu bölgenin en kalabalık yerleşimiydi. Yani ne güzel iş bölümü oluşmuş. Köylerin arası da çok mesafeli değil burada, 2 ila 5 km en fazla. Bu sohbet sonunda izin isteyip yolumuza devam ettik.
Hareketsiz öyle heykel gibi duruyordu. Bir inek yüksek sesle mööö’lüyordu. Yiyeceklerimiz bitince sessizce kalkıp yolumuza devam ettik. Çukurköy’de (R 225m) nefis elma ağaçlarının karşısında duramayıp göz hakkımızı çantalarımıza yerleştirdik ve Dereköy’de (R 210m) yol sorarken kahvede oturan bir köylü tarafından davet edildik bir serinletici içimine. Soda eşliğinde sohbet ettik. Çiftçilik yapıyordu. Öğrendiğimize göre bu köy meyvacılıkla geçiniyordu. Burhaniye’de hayvancılık ve ormancılık vardı. Gacık ve Denizçalı işçi veriyordu. Sermayecik malum çilek ve kiraz cennetiydi. Laledere çiçekçilikle. Kılıç ise bu bölgenin en kalabalık yerleşimiydi. Yani ne güzel iş bölümü oluşmuş. Köylerin arası da çok mesafeli değil burada, 2 ila 5 km en fazla. Bu sohbet sonunda izin isteyip yolumuza devam ettik.
Dereköy’den sonra hep inişti yolumuz (off ne keyif). Çok az ara sıra küçük tepeleri çıksak da denize doğru gidiyorduk artık. Yol boyunca hep meyva ağaçları gördük bu gün. Ayvalar, armutlar, ceviz çok boldu bu bölgede. Büyük bir keyifle sürdürdük pedallamayı ve Taşköprü’ye geldik. Hatta tabelasını kaçırdık herhalde ki, soralım dedik burası neresi diye. Öyle öğrendik. Az sonra da sahil yolundaydık. Sağa doğru Karamürsel yönüne saptık. Saat 17 oluyordu.
Dönüşümüzü Topçular-Eskihisar-Gebze üzerinden trenle Haydarpaşa diye yapmaya karar vermistik. 17:20 arabalısıyla geçip 18:25 banliyösüyle devam ettik ve 19:45 gemisiyle de Kadıköy’den Beşiktaş’a ulaştık. Herşey tıkırında işledi.
Eve vardığımızda saat 20:30’du. Tam 12 saattir açık havada dolaşıyorduk. Km saati trende ve gemide etkilendiğinden ölçümler bozuldu. Ama Bayramoğlu-Eskihisar yaklaşık 8 km idi. Topçular’dan attığımız tura da 53 km desek. Nişantası’na çıkış da 2 km gibi. Yani 63-65 km yapmışızdır. Ama düz yolda değil, rampası olan :))
Bu gün de Yalova’nın başka bir tarafının keyfini yaşadık. Ama Yalova bitmedi. Daha görülecek çok yer var. Bakalım ne zaman fırsat gelecek?
Yol: Bayramoğlu > Gebze > Eskihisar > Topçular (gemi) > Denizçalı > İlyasköy > Örencik > Tevfikiye > Sermayecik > Burhanıye > Çukurköy > Dereköy > Kılıç > Taşköprü > Topçular > E.hisar > Gebze > H.paşa (tren) > Kr.köy (gemi) > N.taşı
Not: FotoFiru’yla fotolarda ortağız.
Kaynakça:
http://www.haberler.com/yalova-sermayecik-te-hasat-heyecani-basladi-haberi/