12 Eylül 2024

[bisikletle]Türkiye: Batı Anadolu Arkeolojisi’nin izinde... (Altıntaş-Dumlupınar)

 10 Eylül 2024, Salı / Altıntaş - Dumlupınar, 41 km (7. gün)


Çift pikeyle yattım ama serin geldi. Ayağıma ince çorabı, boynuma Buff’ı takıp devam ettim uykuya, ancak o zaman dalabildim. Yolum kısa olduğundan daha esnek davranıyorum. Biraz yatakta tablete bakmaca. İnternet olunca rahat oluyor, keseden gitmiyor. Kahvaltı 7-10 arası demişlerdi. Toparlanıp çantaları asansörle girişe indiriyor, bisikleti yükleyip hazır ediyorum. Sonra da kahvaltı salonuna geçiyorum. Otelde, ilçedeki havaalanında eğitim alan Aydın Üniversitesi öğrencileri de kalıyor, onlar da kahvaltı ediyorlar. Açık büfe, bildiğimiz şeyler. Kendime zeytin, peynir ve de karpuzdan oluşan bir tabak hazırladım, kızarmış ekmek ve çay da yanına. Fazla şişirmeden mideyi, 09.05 gibi de ayrılıyorum otelden. Hemen önünden giden cadde de otoyola çıkmakta. Hiç uzak değil. Düz devam ederseniz Gediz’e gidersiniz. Ben sola Uşak diye sapacağım. İlçenin girişi de çıkışı da bir takt kapıdan oluyor. Şimdi Sultan Abdülhakahmid Han Kapısından geçiyorum. Yelek üstümde artık, sabahları serin oluyor diye. Gerçi Denizli’den sonra hava daha sıcak olacak bu bölgeye göre. Bugün Dumlupınar, 35 km gibi. Ama rotamın üstünde şehitlikler, Atatürk’ün Büyük Taarruzu idare ettiği Zafer Tepe var. Onlara da uğrayaca’m. 1021 m rakımdayım. Yol çift şerit, düzgün asfalt, geniş güvenlik şeridi var. Yönüm güneydoğu-doğu şeklinde. Solumda TOKİ evleri görülüyor. İlla da camisi olmalı. İmamlara iş yeri açılmazsa ne yapacak bu kadar İmam Hatip mezunları? Haberlerden öğreniyoruz ki; kendi zihniyetinde toplum yetiştirmek isteyen AKP iktidarı, Liselere Geçiş Sistemi (LGS) sonuçlarının açıklanmasının ardından fen, sosyal bilimler ile Anadolu liselerindeki kontenjanları düşürürken imam hatip ve meslek liselerindeki kontenjanları yükseltti... Yani bir başka ifadeyle; öğrencileri bu okullara mecbur bırakarak amaca ulaşmak.

BirGün


Bu arada sağda, uzaklarda da olsa bir köpek grubu, heveslendi bir tanesi koşturdu geldi ama baktı ki gidiyor vaz geçti. Herhalde onların da canı sıkılıyordur, biri geçse de kovalasak, varlığımızı hissettirsek diyorlardır : )) Çok sık geçmemekle birlikte akan bir trafik var, özellikle TIR.lar. Yol kenarında güvenlik şeridi üstünde, kirpiydi herhalde, kocaman ama, belki de başka bir hayvan ama dikenleri vardı sırtında, yatıyordu ölü, ezilmiş. İşte doğanın ortasından, yaban yaşamın içinden geçen yollar böylesine olaylara neden oluyor : ((


Saat 09.40, hava 21,8 °C, güneye yöneldi yolum. 20,7 km/s ortalamayla sürüyorum. 12 km geride kalmış. 21. km.de anıtlar gelecek, sonra da 32. km.de Dumlupınar. Arada düz, bazen çıkışları olan, arkasından iniş gelen bir yol bu. (...) Zafertepeçalköy levhasının gelmesiyle durup Muhtar Ahmet Beyi arıyorum. Dün Engin Bey telefonunu vermişti, yardımcı olur diye. Ahmet Bey bana bulunduğu yeri tarif ediyor: “2’nci kavşaktan soldan yukarı doğru çık, bizi görürsün zaten”. Tepede ileride gördüğüm bayrak mı diye soruyorum. “Aynen orası” diyor.


Ve sapmamla hafif bir yokuşu çıkıyor, muhtar ve ekibini çevre temizliği yaparken buluyorum. Üzgün ve şikayetçi; devamlı temizliyoruz ama baş edemiyoruz, hemen çöple doluyor. Maalesef insanımızın çöpü çöp kuyusuna atma gibi bir alışkanlığı yok. Kadın, dükkanını süpürüp tozu kapısının önüne döküyor. Eee, sonra rüzgarla gene içeri girmiyor mu o toz?


Bana anıttan sonra devam edeceğim yolun tarifini de veriyor. Teşekkür edip ayrılıyorum yanından ve kilit taşlı bir yola sapıp hafif yükselip, günümüzde Milli Park ve Sit Alanı olarak koruma altında olan, 1181 m.deki Zafer Anıtı’na ulaşıyorum. Atatürk’ün Başkomutanlık Meydan Muharebesini yönettiği nokta. Çok yüksek enerji taşıyan bir mekan. Çok duygulanıyor insan. Özellikle de bugünlerde, Atatürk düşmanlarının olduğu bir zamanda. Zavallılar. Hele Diyanet Başkanı yok mu, elinde kılıçla sahne alıp atan tutan.


Mustafa Kemal Paşa, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni sevk ve idare ettiği Zafertepe’de 30 Ağustos 1924 tarihinde Büyük Zafer'in önemini şu şekilde ifade etmiştir: "... Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk Devleti'nin, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin temelleri burada atıldı. Ebedî hayatı burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada uçuşan şehit ruhları, devlet ve cumhuriyetimizin ebedî muhafızlarıdır..."

Vikipedi


Anıtın (*) yapımına 1964’de başlanıp 1968’de ziyarete açılmış. Yere gömülü bir mermer taş üzerinde; çatılmış silahların uzaktan görünüşü ve alev alev meşale hissini uyandıran Zafer Anıtı, asıl anlamı ile Kurtuluş Savaşımızı sembolize ettiği yazılı ve şöyle devam ediyor: Anıtı bir küll olarak meydana getiren değişik yöndeki üçgen bloklar; milletimize gösterilen haksızlığa feveranını iç ve dıştaki düşman kuvvetlerinin mukabil hareketlerini ve çeşitli mücadelelerden sonra bütün milletin tek vücut halinde birleşerek kazandığı 30 Ağustos Zaferini canlandırır. Anıt, gelecek nesillere, Türk milletine karşı içte ve dışta meydana gelebilecek kötü tesirler karşısında er geç birleşerek zafere gidilebileceğini sembolize eder.


(*) Dumlupınar Zafer Anıtı, Türkiye'nin bağımsızlık mücadelesini ve zaferini ölümsüzleştirmek için inşa edilmiş bir anıt kompleksidir. Milli Savunma Bakanlığı tarafından 1962 yılında açılan iki aşamalı mimari yarışmanın sonucunda hayata geçirilen bu proje, Umo Mimarlık'ın kurucu ortakları olan Levent Aksüt (**) ve Yaşar Marulyalı tarafından tasarlanmıştır. 

YapıKataloğu


(**) 1930-10.07.2024 


Tepeden, bugün sessizlik içinde olan ama o günlerde kıyametin koptuğu aşağılara bakıyor, Atamın sesi, rüzgarla birlikte kulağımın içinde yankılanıyor: “Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir, İleri”. İnanılası gibi değil; Atatürk, 3 yıl 4 aylık gibi bir süreçte Türk milletini ve ordusunu adım adım hedefe taşıdı... Ne yüce bir insan.


“20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat 16’da Batı Cephesi komuta merkezinde, yani Akşehir’de bulunuyordum. Kısa bir görüşmeden sonra 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana saldırı için Cephe Komutanı’na emir verdim.”


Bu satırlar Mustafa Kemal Atatürk’ün 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında TBMM’nde yaptığı ve altı gün süren uzun bir konuşmadan, yani Nutuk’tan alınma. Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin tarihini ve bu süreçte yaşananları ayrıntılı bir şekilde anlatan bu muhteşem eserin, 30 Ağustos zaferine giden bölümlerinden birkaç paragrafı paylaşmak istiyorum.


“20/21 Ağustos 1922 gecesi 1. ve 2. Ordu Komutanlarını da Cephe Komuta Merkezi’ne çağırdım. Genelkurmay Başkanı ile Cephe Komutanı’nı da yanımda bulundurarak, saldırının nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra, Cephe Komutanı’na o gün vermiş olduğum emri tekrarladım. Komutanlar harekete geçtiler. Saldırımız, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun gerçekleşebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaç altlarında dinleneceklerdi. Saldırı bölgesinde yolların düzeltilmesi vb. çalışmalarla düşmanın dikkatini çekmemek için diğer bazı bölgelerde de benzeri yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı.”


Nutuk, sadece Cumhuriyet tarihimizin değil dünya tarihinin de en önemli belgelerinden biri. Genç bir cumhuriyetin kurucu önderinin, bu kadar büyük bir açıklıkla bağımsızlık mücadelesini anlatması eşi benzeri bulunmayacak bir kayıttır.


“26 Ağustos sabahı Kocatepe’de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 5.30’da topçu ateşimizle saldırı başladı. Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içerisinde, düşmanın Karahisar’ın güneyinde 50 ve doğusunda 20-30 kilometre uzunluğundaki sağlamlaştırılmış cephelerini düşürdük. Yeniden düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustos’a kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda (buna Başkomutan Muharebesi adı verilmiştir) düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusunun Başkomutanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi. Demek ki, tasarladığımız kesin sonuç, beş günde alınmış oldu.”


Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta Başkomutanlık Muharebesi’nin nasıl kazanıldığını, Büyük Taarruz’un savaş alanında nasıl başarıya ulaştığını anlatmakla kalmıyor, bu başarı karşısında diplomatik numaralara başvuran düşman kuvvetleriyle başa çıkmak için neler yaptıklarını da sıralıyor.


“Efendiler, Başkomutan Muharebesi’nin sonuna kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu, resmî bildirilerde pek önemsiz bir harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, durumu mümkün olduğu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü düşman ordusunu tamamen yok edeceğimizden emindik. Bunu anlayıp, düşman ordusunu felaketten kurtarmak isteyeceklerin yeni girişimlerine meydan vermemeyi uygun görmüştük.”


Her daim özlem, sevgi ve saygıyla kalbimizdesin Atam.


Saat 10.35, Zafer Anıtı’ndan ayrılıyor, çıktığım yolu devam ediyor ve 30 Ağustos Tören Meydanına gelip muhtardan gene verdiği tarifi teyit ederek diğer yerlere doğru pedallıyorum. Yokuş iniliyor ve bir gölet geliyor. Muhteşem bir manzara önümde. Karşı tarafta bir bina da var (Gölbaşı Lokantası’ymış), kıyısında bir iki tekne bağlı, balık tutan bir kaç kişi. Yokuş olduğundan bisikleti sabitleyemiyor, tutarak bir kaç foto alıp devam ediyor, Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı için sağdan saparak geldiğim meydanda bisiyi duvara dayayıp anıtın yanına varıyorum. Restorasyon yapıldığı yazılı sağda solda. İki kişi masa etrafında oturmuş çay içmekteler. Selam veriyor, çay daveti alıyorum. Heykelin bayrağını boyamışlar, mermer sütunları onaracaklarmış. Hoş sohbet kişiler. Çabucak samimi olunuyor, Gökhan ve  Kamil Beylerle. Gökhan Bey spora-yürüyüşe meraklı. Ispartalı aslen ama İzmir’de büyümüş okumuş. Kamil Bey Kütahyalı, doğma büyüme, askerliğini Diyarbakır’da yapmış, oraya ilişkin anılarını anlatıyor. 


Anıtın tarihçesine bakacak olursak: Atatürk 31 Ağustos 1922 günü muhabere sahasını gezerken Şehitler arasında düşman topçu mermisinin açtığı çukura gömülmüş bir sancaktar görür. Aziz Şehit toprağın üstünde katılaşmış kolu ile sancağı dimdik tutmaktadır. Bu manzaradan duygulanan Başkomutan, savaş sonrasında yapılacak meçhul asker anıtı için bunun sembol alınmasını emreder.


Mimar Hikmet ve Taşçı Kadri tarafından yapılan bu anıtın temeli 1924 yılında bizzat Atatürk tarafından büyük bir söylevle Zafertepe'de atılmış ve 1927’de törenle açılmıştır. 1964 yılında 220 sayılı yasa ile Zafertepe'ye yeni bir Zafer Abidesinin yapılması için yıkılmıştır. Üst Makamlardan alınan müsaade ile Tümgeneral Ali Özveren tarafından 1979’da hakiki yeri olan Zafertepe'ye yeniden yapılmış, 30 Ağustos 1979 yılında Milletimizin ziyaretine açılmıştır.

AltıntaşBelediyesi


20-25 dk.mı yanlarında geçirip ayrılıyorum (11.52). Çıktığım yolun devamı otoyola iniyor, karşıya geçmek için ortadaki kanalı aşıp pedallamaya başlıyorum gene. Dumlupınar fazla uzak değil. Burada yol kenarında kar direkleri  görüyorum. Demek kışın karlı geçen bir bölge. Tepelerde, en az 35 saydım ama çok daha fazladır, rüzgar pervaneleri var. Dönmekteler de. Zaten burası rüzgarlı bir bölge, karşımdan kuvvetli esmekte. Saat 12.24, %4-6 bir eğimle 1275 m.ye çıktım. Hava 29,4 °C, ortalamam 17,2 km/s.


Dumlupınar yazısını bisikleti dengede durduracak yer bulamadığımdan tutarak çekiyorum. Ve ilçeye girmeden 1890 tarihli tren istasyonuna bir göz atmak üzere sola dalıyor, 10 m kadar girip solda ev tamiratı yapan bir beyin seslenmesi üzerine duruyorum. Bana doğru geliyor ve nereden nereye derken, kendisinin de turcu olduğunu söylüyor. Ne tesadüf. O da fırsat buldukça ülkeyi turluyormuş. Çadırda kalıyorum daha çok diyor. Sohbetimiz derinleşiyor, bisiklet dostluğu çabuk kuruluyor. Akşam, iş sonrası 7’de merkezde buluşuruz diye sözleşiyoruz.


Gara varıp dalıyorum bahçesinden. Küçük bir istasyon ama faal. Konya Mavi Treni geçiyormuş buradan, her gün karşılık birer sefer. İstasyon, The Smyrna Cassaba Railway / İzmir-Kasaba Demiryolu (SCR) Şirketi tarafından İzmir-Basmane-Kasaba (Turgutlu) demiryolu için inşa edilerek 1890 yılında hizmete girmiştir. SCR Şirketi, 1934'te TCDD tarafından satın alınarak feshedilmiş ve şirketin işlettiği demiryolu hatları ve istasyonları da TCDD'ye devredilmiştir.

Vikipedi


Çevre düzenlemesi yapan ekipten bir çalışanla başlayan sohbet semaverin yanında devam ediyor. Öğle vakti olduğundan ekibin diğer fertleri de yemeğe gelince 7-8 kişi oluyorlar. Biraz bisiklet, biraz Muş, Kulp, Afyon, İstanbul-Maltepe… Telefonalar alınıp veriliyor. Yemeğe davet ediyorlar ancak benim için daha erken. Yanlarından ayrılıp merkeze girip şehitliğe doğru gidiyorum, 2 km demişler. Kilitli taş yoldan devam ederek büyükçe bir alana varıp, bisikleti duvara dayadıktan sonra teras üzerinde savaşa ilişkin tanıtım panolarını okuyarak seyir terasından etrafın fotosunu çekiyorum.


Başkomutan Meydan Muharebesi 26 Ağustos 1922’de Afyonkarahisar-Kocatepe'den başlamış, 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar'da büyük zaferle sona ermiştir. Dumlupınar Şehitliği, Kurtuluş Savaşı boyunca tüm cephelerde şehit düşen vatan evlatlarının anısına (Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yaptırılarak) Büyük Taarruz’un 70'inci yıldönümü olan 30 Ağustos 1992 tarihinde büyük bir törenle ziyarete açılmıştır. Şehitlik, Üç Komutan Anıtı, Milisler Anıtı, 500 kişilik sembolik şehit mezarları ve kitabeleri, Şehit Baba-Oğul Anıtı, Mehmetçik Anıtı, Namazgâh ve Şadırvan’dan oluşmaktadır.

KültürPortalı


Karşıdaki tepede Mehmetçik Anıtı görülüyor. Hemen yanında dalgalan dev bayrağımız. Tankut Öktem tarafından yapılmış olan anıt, mermer kaide üzerindeki bronzdan eli süngülü Mehmetçik, isimleri bilinmeyen askerleri simgelediği açıklanmış. 


Mehmetçik Anıtı’nın yanına çıkmıyor, bayağı bir merdiven vardı ve bacaklarım yorgun, şehitliğin kapısına yakın Üç Komutan Anıtı’na gidiyorum; ortada Atatürk, sağında Fevzi Çakmak solunda İsmet İnönü’den meydana gelen bronzdan yapılmış olan üçlü heykel grubu. Atatürk’ün boynunda dürbün sol elinde ise bir baston, sağ elini ileriye doğru uzatmış bir şekilde durmakta. Her üçü de Kurtuluş Savaşında giydikleri tarzda asker üniformalı olup başlarında kalpak bulunmakta. Hemen karşı tarafında ise Milisler Anıtı yer almakta. Türk halkını temsil eden bu üçlü anıt Haluk Tezonar tarafından yapılmış. Genç bir milis, kucağında çocuğu ile genç bir kadın ve yaşlı bir erkek… Şehit düşen sivil vatandaşlarımız anısına.


Fotolar çekiyor, saatler de bu arada 2 buçuğa geldi, belediyeye uğrayıp kalacağım yere yerleşmek üzere, dönüş yapıyorum. Gülay Hanımı arayıp, 1. katta sekreterlik odasında kendisini buluyor, ısmarlanan bir sodayla tanışıp, resmi işlemleri tamamlıyoruz; kimlik kopyası, dilekçe ve 300 liranın hesaba yatırılması. Ardından Başkan Yardımcısı Mesut Beyle tanışıp odasında içilen çay eşliğinde sohbet ediyoruz, beraberinde bulunan misafiri Şehitlikler İnşa Vakfından Arif Beyin de katılımıyla. Konu konuyu açıyor laf okula geliyor, Arif Beyin Okan Üniversiteden Lale hocamızı tanıdığı çıkıyor.


Kalacağım yer sosyal tesislerde, hemen belediyenin arkasında bir bina. Bir çalışan eşliğinde giriş yapıyor, 1. kattaki 105 nolu oda gösteriliyor. Odanın anahtarının olmaması nedeniyle yandaki 106 noya geçiyor, bisiklet koridora konuluyor, çantaları üst kata odaya çıkartıyor, odanın fotosunu çekerken duşun elde tutulan başlığının olmamasını fark edip 105’e geri dönüyorum. Açıl saçıl yayıl. Bu arada havlu da yok odada, böyle durumlar için hep küçük bir havlu taşırım. Askı da yok, o halde eşyaları perdeye mandalla, havalansın diye. Duşa gir, elektrikli sistem, 3’e getir çalıştır, sıcak su başlasın gelmeye… ve kesilsin. Su soğudu. Elektrikli şofben çalışmıyor, su ısınmıyor. Hoppala! Hadi çık odaya dön, gör ki elektrik kesik, şarj işi de durmuş. Haydaaa… Sigortayı attırdı demek bu şofben. Gülay Hanımı ara, durumu anlat, elektrikçi bekle. 15-20 dk sonra Mesut Bey ve Arif Bey çıkagelsinler. Sigortayı deneme yanılma yoluyla buluyoruz ama şofbeni bulamıyoruz. Yani duş işi olamayacak. Yuhh! Bazı belediyelerin işleri demek böyle oluyor. Güdül’de de sıkıntı yaşamıştım. Üstelik 500 ödeyerek. Burada 300 ödeyerek aynı senaryo oynanıyor.


Soğuk suyla koltuk altlarını ve ayakları yıkayıp, midenin zil çalmasıyla, saatin de 4’e gelmesiyle önce Dumlupınar Kurtuluş Savaşı Müzesine yöneliyorum. Belediyeden verilen ismin Banaz’da olduğu, bugün dönmeyeceği nedeniyle kendim gezmekteyim. 1997 yılında ziyarete açılan iki katlı müzede Kurtuluş Savaşına ait çeşitli silahlar, kılıçlar, fotoğraflar, belgeler, cephenin maketi, araç ve gereçler sergilenmekte. Ancak vitrinler nedense karanlık, aydınlatma yeterli değil. Ardından az ileride bulunan Atatürk Karargah Evine uğruyorum. Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk’ün kullandığı bu ev aslına uygun olarak yeniden yapılmış ve 2003’de ziyarete açılmış. Odaları gezerek fotolayıp ayrılıyorum mekanlardan ve sıra midenin rahatlatılmasına geliyor. Kurtuluş Parkı içindeki lokantada sulu yemek kalmamış, pide için güneş almayan birini tercih ediyor ve Aydın Pide Salonunda peynirli+ayran+su, onlardan da ikram söğüş domates, soğan, hıyar ile doyuruyorum açlığımı (180-).


Şöyle kısa bir tur atarak, “İstanbul hayatımı kararttı” diyen bir mecnun hanımdan su satın alıyor (10-), A101’den alınan Tutku ile pidecinin ısmarladığı çayı yudumluyorum. Yan masadakiler dert yakınıyorlar iktidardan. Çeyrek asırdır başımızda, gidemedi bir türlü…


Hemen karşımda İlk Hedef Anıtı (***) duruyor. Bronz Atatürk Heykeli “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini vermekte. Arka fonda betonarme bir anıtsal yapı var. Bu fon, yıldırım şerarelerini göstermekte olup, Başkomutan Meydan Muharebesi'ni sembolize ettiği açıklanmış. Anıtın yapımına 1964 yılında başlanıp 1972’de ziyarete açılmış. Neden 8 yıl sürdü diye merak etmiyor değilim. Ancak cevabını bulamadım internette. Ama ararken 2013 tarihli ilginç bir habere rastladım: Heykeltraş Filinta Önal, Kütahya'nın Dumlupınar Hükümet Konağı önünde dikilen Atatürk heykelini, masrafları belediye ve kaymakamlığın ödememesi üzerine geri aldı. Önal, Dumlupınar ilçesindeki Kurtuluş Parkı'na da daha önce yine belediyenin isteği üzerine 'Zafer' rölyefi yaptığını ancak bedelini alamadığını, bu nedenle de icra işlemleri başlattığını belirtti.

Sözcü


(***) Yüksek mimar Doğan Tekeli ve heykeltıraş Yavuz Görey’e ait. 


Merak ettim bu haberin yazdıklarını. Kurtuluş Parkında bronzdan yapılmış süvari birliklerini canlandıran bir rölyef görüyorum ama. Ödediler herhalde sonra sanatçının parasını. Ancak kaymakamlığa kadar gitmiyorum. Belki oradaki de geri gelmiştir. Bu parkın içinde de -rölyeflerin önünde- şaha kalkmış at üzerinde bronz bir Atatürk heykeli bulunuyor. 


Biraz daha sokak aralarında dolanıp foto çekiyorum. Evler eski, yıkık dökük durumlar. Bir köy var sanki burada, merkezdeki binaları görmezsen. Kara çarşaflı iki kadın, elektrikli 3Teker üzerinde geçmekteler, gayet güzel kullanıyorlar. Fazla kalabalık yok ortalıkta. Bir grup insan kahvede oyun oynuyorlar, o kadar.


Odadan alınan tablet ile müzenin bahçesindeki kamelyada gezi notlarımı aktarıyorum. Saat 7’yi geçti. Yaşar Beyi bekliyorum bir yandan, buluşacaktık. Baktım ortalıkta yok, arıyor, evini öğreniyorum. Çaya bekliyor. A101’den alınan bisküvilerle yola çıktım. Kolaylıkla bulduğum ev etnografya müzesi gibi. Baba yadigarı eşyalar, kendi el emeği ile oyduğu-oluşturduğu ahşap işler, tablolar, atölyesi, bisikletleri, sürmekte olan çalışmaları... dopdolu bir mekan. Kesinlikle belediyenin bunlara sahip çıkıp etnografya müzesi açması lazım. Ardından anne ve babasının mezarını ziyaret ediyor, orada da pek çok çalışmasını görüyorum. Çay eşliğinde sohbet ediyoruz. Uzun yıllar Almanya’da yaşamış, turizm okumuş, çalışmış, evlenmiş, ayrılmış, şimdi hem orada hem burada oturuyor. Yakında da gene gideceğim diyor. Triptik plakalı bir arabası var, onu çıkartması gerekiyormuş 3 yılda bir. Zaman çabuk geçti, vakit geç oldu, 10’a geldi. 2 saat kalmışımdır, yarın yola çıkacağımdan veda ediyor misafirhaneye dönüyorum.


Dumlupınar Bel. Misafirhane 0274 3712100 / 0552 1497943 Gülay hn.


















Altıntaş - Dumlupınar 

Tur tarihi: 10 Eylül 2024

Alınan yol: 41,51 km
Ortalama hız: 17,2 km/s

En yüksek hız: 28,3 km/s
Bisiklete biniş süresi 2 s 24 dk, dışarıda geçen süre 5 s 48 dk

En yüksek sıcaklık 34 ˚C, en düşük 20 ˚C, ortalama 26,5 ˚C
Yükselti kazancı 
(çıkış) 427 m, kaybı (iniş) 208 m
En düşük yükselti 1020,4 m, en yüksek 1272,2 m

 

Garmin yol bilgileri Altıntaş-Dumlupınar


Relive yol bilgileri Altıntaş-Dumlupınar

 

Altıntaş’tan ayrılışım 08.55... 


… Sultan Abdülhakahmid Han Kapısından geçerek.



Otelin önünden giden cadde de otoyola çıkmakta. Hiç uzak

 değil. Düz devam ederseniz Gediz’e

 gidersiniz. Ben sola Uşak diye sapacağım.



Yol çift şerit, düzgün asfalt, geniş güvenlik şeridi

 var. Yönüm güneydoğu-doğu şeklinde.


Solumda TOKİ evleri görülüyor. İlla da camisi olmalı. İmamlara

 iş yeri açılmazsa ne yapacak bu kadar İmam Hatip mezunları? 




Çok sık geçmemekle birlikte akan bir trafik var, özellikle TIR.lar.




Zafertepeçalköy levhasının gelmesiyle durup muhtarı arıyorum.




Sapmamla hafif bir yokuşu çıkıyor, muhtar ve 

ekibini çevre temizliği yaparken buluyorum.


Kilit taşlı bir yola sapıp hafif yükselip, günümüzde Milli Park

 ve Sit Alanı olarak koruma altında olan…


… Zafer Anıtı’na ulaşıyorum.



Mustafa Kemal Paşa, Başkomutanlık Meydan

 Muharebesi’ni sevk ve idare ettiği Zafertepe’de

 30 Ağustos 1924 tarihinde Büyük Zafer'in

 önemini şu şekilde ifade etmiştir: "... Hiç şüphe

 etmemelidir ki yeni Türk Devleti'nin, genç

 Türkiye Cumhuriyeti'nin temelleri burada

 atıldı. Ebedî hayatı burada taçlandırıldı. Bu

 sahada akan Türk kanları, bu semada uçuşan

 şehit ruhları, devlet ve

 cumhuriyetimizin ebedî muhafızlarıdır..."


Anıtı bir küll olarak meydana getiren değişik

 yöndeki üçgen bloklar; milletimize gösterilen

 haksızlığa feveranını iç ve dıştaki düşman

 kuvvetlerinin mukabil hareketlerini ve

 çeşitli mücadelelerden sonra bütün milletin

 tek vücut halinde birleşerek kazandığı 

30 Ağustos Zaferini canlandırır. Anıt, gelecek

 nesillere, Türk milletine karşı içte ve dışta

 meydana gelebilecek kötü tesirler karşısında

 er geç birleşerek zafere gidilebileceğini

 sembolize eder.



Tepeden, bugün sessizlik içinde olan ama o günlerde kıyametin

 koptuğu aşağılara bakıyor, Atamın sesi, rüzgarla birlikte kulağımın

 içinde yankılanıyor: “Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir, İleri”. 

İnanılası gibi değil; Atatürk, 3 yıl 4 aylık gibi bir süreçte Türk

 milletini ve ordusunu adım adım hedefe taşıdı... Ne yüce bir insan.



Zafer Anıtı’ndan ayrılıyor, çıktığım yolu devam ediyor ve 30 Ağustos

 Tören Meydanına gelip diğer yerlere doğru pedallıyorum. 


Yokuş iniliyor ve bir gölet geliyor. Muhteşem bir manzara önümde.


Karşı tarafta bir bina da var, kıyısında bir iki tekne

 bağlı, balık tutan bir kaç kişi.






Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı için sağdan saparak

 geldiğim meydanda bisiyi duvara dayayıp anıtın yanına varıyorum.



Anıtın tarihçesine bakacak olursak: Atatürk

 31 Ağustos 1922 günü muhabere sahasını

 gezerken Şehitler arasında düşman topçu

 mermisinin açtığı çukura gömülmüş bir

 sancaktar görür. Aziz Şehit toprağın üstünde

 katılaşmış kolu ile sancağı dimdik tutmaktadır.

 Bu manzaradan duygulanan Başkomutan, savaş

 sonrasında yapılacak meçhul asker anıtı

 için bunun sembol alınmasını emreder.





12.27, Dumlupınar’a vardım.


İlçeye girmeden 1890 tarihli tren istasyonuna bir

 göz atmak üzere sola dalıyorum.



Küçük bir istasyon ama faal. Konya Mavi Treni 

geçiyormuş buradan, her gün karşılık birer sefer. 




Dumlupınar


Dumlupınar Kaymakamlığı



İlk Hedef Anıtı


Mehmetçik Anıtı


Kilitli taş yoldan devam ederek büyükçe bir alana varıp,… 


… bisikleti duvara dayadıktan sonra teras üzerinde…




... savaşa ilişkin tanıtım panolarını okuyarak…


... seyir terasından etrafın fotosunu çekiyorum.



Üç Komutan Anıtı


Milisler Anıtı 


Diorama Müzesi faal değil herhalde!


Dumlupınar Belediyesi Misafirhanesi






Dumlupınar Belediyesi Sosyal Tesisleri


Dumlupınar Kurtuluş Savaşı Müzesi


1997 yılında ziyarete açılan iki katlı müzede…


… Kurtuluş Savaşına ait çeşitli silahlar, kılıçlar,…


… fotoğraflar, belgeler, cephenin maketi,…


… araç ve gereçler sergilenmekte.





Atatürk Karargah Evi içi



Yatak Odası


Oturma Odası


Toplantı ve Çalışma Odası



Yemek Odası


Büro


Atatürk Karargah Evi



İlk Hedef Anıtı


Kurtuluş Parkı ve Anıtı


Kurtuluş Parkı Rölyefi


Aydın Pide Salonu


Elektrikli araç şarj istasyonu görmek şaşırttı

 doğrusu. Var mı burada araç?


Biraz daha sokak aralarında dolanıp foto çekiyorum. 



Evler eski, yıkık dökük durumlar. Bir köy var sanki

 burada, merkezdeki binaları görmezsen.


Fazla kalabalık yok ortalıkta.