15 Eylül 2024

[bisikletle]Türkiye: Batı Anadolu Arkeolojisi’nin izinde... (Uşak–Güney)

13 Eylül 2024, Cuma / Uşak - Güney, 82 km (10. gün)


Nedense uykum gelmedi gece ve yarıma kadar oyalandım internette. Sabah  6 gibi gözlerimi açıyor ama kalkmıyor 7 gibi ayaklanıyorum. Kahvaltı sekizde. 1 saat içinde hazırlanıp eşyaları indirip yüklü bir vaziyette bisikleti kapı önüne park edip kahvaltı için yan bahçeye geçtim. Masalar dolu, bir beyin karşında boş duran sandalyeye izin alıp oturuyorum. Kıyafetinden motorcu olduğu anlaşılıyor. Zaten kapı önünde park etmiş bir motosiklet de var. Konuşuyoruz. Arkeolog ve müzede bir iş için gelmiş. Öngörülen süreden fazla sürmüş işi, 3 gündür buradaymış. Konumuz arkeoloji, müzeler, liyakat… Haliyle iktidara gelmeden olmuyor. Tek memnun olana rastlamadım. Zaten nasıl memnun olursun ki? Blaundus için dik rampa diyor ve “5 sene önce geldiğimde topraktı yolu”. Bu durum biraz beni endişelendiriyor. 4 km.yi toprak yolda gidip aynı yolu dönmek, bir de tırmanmak… Yapar mıyım bilemiyorum? Ancak çok da görmek istiyorum. Okuduklarımdan etkilenmiştim. Neyse görece’z gidince.


Sohbet nedeniyle yola çıkışım 9’u 14 geçe oluyor. Google’un yardımına baş vuruyor ve yolun müze önünden gittiğini öğreniyorum. Hava 21,3 °C, 900 m rakımdayım. Firuzan arıyor, kısaca laflıyoruz. Hafiften il dışına doğru sürüyorum, ortası ağaçlı bir bulvardan. Burada apartmanlar bir tarafta 4 diğer tarafta 8-9 katlı. Tren yolu üzerinden geçip devam. Gece odaya trenin düdük sesi geliyordu da. Bugün Güney ilçesi, Denizli’ye bağlı, 73 km. Blaundus’a da girersem 80’i bulacak. 


Buralarda logosu kanatlı aslan olan Teco diye benzin istasyonları sıkça önüme geliyor. Bir vakitler merak etmiştim, İzmir merkezli bir firmaydı. 7,5’uncu kilometrede yol da tek şerit oluyor. Güvenlik şeridi var ama. Asfalt düzgün, pütürlü değil. Denizli yolu olduğundan gideni geleni bol. TIR.lar da çalışıyor, kamyonlar da. Hava açık, çok sıcak sayılmaz. Merkez dışında bir okul binası görüyorum; Mektebim Koleji ve 9. km.de de Uşak bitiyor. Sıfır eğim bir yol. Muhtemel asfalt da çok eski değil, aşınmamış. Çizgiler vs. halen belirgin. Sağımda içerlerde tren yolu da gitmekte. Hep otobüs yerine trenle ulaşım olabilseydi. Hele de uzak yerler ulaşmak için ne de güzel olurdu ama... Aması olan bir ülkedeyiz. Her şeyin aması var : (( Türkiye'den yurt dışına göç eden kişi sayısı bir önceki yıla göre %53 artarak 715 bine çıkmış. Gidenlerin %55’ini erkekler, 45'ini ise kadınlar oluşturuyormuş. Ne acı bir durum değil mi? Ülkesinde umut/gelecek görmeyen gençler. Ama olsun “giderlerse gitsinler” : ((


11,5 km.de yeni asfalt bitti, eski asfalt başladı. Hani aşınıp tuhaf bir kaymak durumuna gelen cinsten. Güvenlik şeridi aşınmadığından daha pütürlü. Tren yolu da şimdi yakınıma geldi. Eğim olarak -2, +1 şeklinde sürüyor yolum. Ulubey’e 9 km kala bir yol çalışması ekibinden 2 kişi, uyarı olarak kırmızı bayrak sallayanlardan, “Ay lav yuuu...” diye bağırıyordu arkamdan. Benden de “ay lav yu tuuu...” geliyor. Ve yol makinelerinin harıl harıl çalıştığı, asfalt döktüğü bir bölüme geldim. Ortaya turuncu direkleri de dikmişler. Araçlar beni sollarken karşı taraftan gelen olunca panik oluyorum. Çok yakın geçiyorlar. Asfalt da yeni döşenmiş, yan taraf düşük banket. İndin mi uçarsın, maazallah mı denir? Karşıdan gelen olmayınca TIR’a yol veriyorum karşı şeride geçerek. O da kornasıyla teşekkür ediyor ama öyle yüksek ki sesi, kulakları ağrıyor insanın.


Saat 10.30, ve 30’uncu km.de Ulubey geliyor. Sucukları meşhur herhalde ki girişte kocaman yazmışlar. Seneler önce buradaki cam terasa çıkmış kanyonu izlemiştim. Muhteşemdi, hele de içinde yürümek kim bilir nasıldır? Dünyanın en büyük ikinci kanyonu olarak bilinmekte. Antik Dönemden kalma su kanalları, kaya mezarları ve mağaraların bulunduğu, ayrıca Hristiyanlığın Montanizm tarikatının merkezi olan Pepouza Antik Kenti de kanyonun içerisindedir. Burada kamp yapma olanağı da var.


Ulubey, Hitit, Frig, Lidya, Pers, Makedon Krallığı, Bergama Krallığı, Roma, Bizans ve Selçuklular ile Germiyanoğulları'nın egemenliğinde bulunmuş. İlçe toprakları 1429 yılında kesin olarak Osmanlı egemenliğine geçmiş, 16. yüzyıla ait tahrir defterlerinde "Ulu-Göbek" ve "Göbek" olarak kayda geçen yerleşim Yunanlar tarafından 20 Ağustos 1920 tarihinde işgal edilmiş, 2 Eylül 1922’de işgalden kurtarılmış.


İçinden geçmiyor yolum, kenarından devam ediyorum. Geldiğim yol ayırımda sağdan Eşme ve Blaundus, soldan Karahallı’ya gidildiği gösterilmiş. Daha bitmemiş TOKİ’ler var etrafta, besi çiftlikleri görüyorum, sağımda. Oldukça fazla. Bu sucuk meselesi herhalde bundan dolayı. İleride yol tekrar tek şerit oluyor. 34. km.de Denizli-Güney olarak soldan ayrıldım. Güney’e 40 km dedi. Şimdiki yol tek şerit, yer yer dalgalı, çukurlar var, yamanmış kopmuş. Durumu iyi değil. Güvenlik şeridi de yok, öncekinde vardı. İki tarafım biçilmiş ekinler, kurumuş, sarı gözüken bir coğrafya. Arada tarlalarda tek tük ağaçlar dizili.


Bu Shimano’daki takır tukur durumlar sıkıntılı, sanki boşluğa düşüyor pedal ve tekrar kavrayıp devam ediyor gibi. Dert oldu. Umarım ilerlemez ve yolda kalmam. Firuzan arıyor. Kuzeni Kamil Denizli’de oturuyor: “görüşmek ister misin?” -İyi olur, zaten 3 gün kalacağım, vakit bulurum. 


Karşı yönden gelen bir araç selektör yapıp duruyor. Ben de duruyorum bunun üzerine. Çevirme var mı diyor. Vardı geride, trafik polisi TIR.ı durdurmuştu diyorum. Herhalde muayenesi eksik olmalı, arabanın tipine-şekline bakacak olursak.


38,6 km.de Blaundus için soldan sapıyorum. 4 km denmiş. Kaba asfalt bir yol, topraktan iyidir ama. Ve güzelce gidiyor, öyle rampa mampa da yok. Hafifçe antik kente doğru sürmekteyim. Etraf çamlık. Bazı yerlerde ekinler biçilmiş, kalanlar sararmış. Gelen tel kapıdan geçip kilitli taş bir yoldan yaklaşıyorum ören yerine. Kent düz bir burunda, üç tarafı derin ve dik vadiyle çevrili bir yarımada üzerine kurulu olduğundan giriş kuzeydeki kuleli kapıdan sağlanmakta. Henüz kent kapısını görmeden ilkin “Anıtsal Mezar” (Heroon) geliyor. Ama ayakta değil. Ardından yolun hemen sağında, antik kentin su ihtiyacını yaklaşık 8 km kuzeyinde bulunan İnay köyündeki kaynaklardan taşıyan su kemeri ile karşılaşıyorum. Durup, altına bisikleti koyup, bir yılbaşı fotosu olabilir belki diyor ve devamında sırasıyla fotolarını gördüklerim çıkıyor karşıma. Ama önce kısaca bir tarihini okuyacak olursak: Büyük İskender’in Anadolu Seferleri’nden sonra MÖ 334'te Makedonyalılar tarafından kurulan antik kent, Lidya bölgesinde Frigya sınırına yakın bir coğrafyadadır. Kent adının Blaundus olduğu 1845 yılında W.J. Hamilton tarafından bulunan yazıtta "Blaundeon Makedonan" (Makedonyalı Blaunduslar) yazmasıyla anlaşılmıştır. Büyük İskender'in ölümünden sonra krallığın generalleri arasında bölünmesiyle bölge Antigonos’un yönetimine geçer. Daha sonra Bergama Krallığına, ardından da MÖ 189’da Roma İmparatorluğu'nun denetimine girer. Yapılaşma da bu dönemde kendini gösterir.


Bizans döneminde de stratejik önemini korumuş olan kent, MS 5. yüzyılda Sebaste piskoposluk merkezine bağlanır. Şehrin sembolü çifte attır. MS 60’lı yıllarda kent büyük bir depremle hasar görür ve yeniden inşa edilir. 396 yılında da Arcadisus’un emriyle kent surları yapılarak dış tehditlere karşı koruma altına alınır.

Vikipedi


Taş yoldan ilerleyerek geldiğim bölgede, sağımda, daha çok taban kalıntısı gözüken “Kuzey Tapınak”da durmayıp devam ediyor ve bugün, kuleleri girişin kemerli üst yapısına kadar yıkılmış kent kapısı altından geçip ören yerine yaklaşmaktayım. Kazı alanı geliyor. Sağda bir grup insan çalışmakta. Arkeologlar olmalı. Bir vinç taşları yerinden kaldırıp başka yere naklediyor. Bisikleti bu taşlardan birine dayayıp “Sütunlu Cadde” ve “Demeter Tapınağı”nı arka plana alarak bir foto çekiyorum. Bu da tam yılbaşılık oldu vallahi : )) Yanda bulunan açıklamalardan öğrendiğime göre: Kentte bulunan iki tapınaktan biri olan İon düzenindeki Demeter (Ceres) Tapınağı, kentin hemen merkezinde yer alıyor ve Roma imparatoru Claudius dönemine, MS 50 civarına tarihleniyor. Tanrıça Demeter tapınağının önünden doğu-batı doğrultusunda uzanan caddenin, Roma ve Bizans dönemlerinde antik kentin kalbi olduğu bilinmektedir.


Ve uzaktaki, Blaundus ile ilgili tüm fotoğrafların arasında beni çok etkileyen yere yürüyorum, İngiltere’deki Stonehenge’i anımsatan antik kentin en ilgi çekici simge yapısına. “Kamu Yapısı” olarak günümüze ulaşan ve ayakta kalan kalıntılarının, statik açıdan nasıl bu şekilde durabildiğini merak etmemek mümkün değil. Heyecanla taşlardan birinin üzerine oturup o günleri hayal etmekteyim. Tarihi filmlere gidiyor aklım, Roma döneminin ruhunu ve dramlarını derinlemesine işleyen... Şu sıralar Gladyatör II’yi heyecanla bekliyorum.


Biraz fotograf çekip yarım saatimi geçirdiğim ören yerinden ayrılıyor, kent giriş kapısında da bisikleti koyup bir kaç kare alıp geri dönüyorum. Saat 11.53. Gidiş geliş 7 km kadar tuttu. Tekrar yoldayım, 21,5 km/s ortalama ile  688 m rakımda biraz iniyor sonra çıkıyor şeklinde. Öğle güneşi de artık tepemde, 33,6 °C oldu hava. 


50’nci km.ye geldiğimde yeniden bir tırmanış gösterdi levha. Saat 12.32. Şu anda rakım 622 m, hava 32,1 derece, %4’le hafiften başladık, çıkıyoruz. Ortalamam 21,5 km/s. Ve ardından gelen Aksaz köyünde bir mola, pişti kıçım. Soda (10-) içerken çektiğim fotoyu yolluyorum eşe dosta. Durmuşken de 2. bataryaya geçiyorum, Shimano’ya göre 60,4 km, Garmin 58,48 km diyor. Hava 30 °C, saat 13.08, rehavete kapılmadan devam. 676 m rakımdayım. Ortalamam 21,2 km/s. Güney’e 20 km kaldığını görüyorum. İn-çık durumları. Cafer Beyin sözünü ettiği iki kuyu ne zaman gelecek? Etraf ormanlık, yüksek ağaçlar yok ama ormanlık. Bu yol elbette otoyoldan daha keyifli. Hem daha sakin hem de çevre çok güzel. 60’ıncı km.deyim. Saat 13.16, hava 31,4 °C. 662 m rakım. Ve %7 iniş işareti geldi. Dimdik iniyorum, frenleyerek. Bıraksam mermi gibi uçaca’m. İki elim de meşgul, foto bile çekemiyorum. Herhalde kuyu dediği bu olsa. Ardından karşılığı geliyor, hadi bas bas pedallara. İyi bir rampa, %14’ü gösteriyor. High konuma geçmek zorunda kalıyorum. Dönemeçleri de dıştan alarak ancak oluyor. Geliyor ikincisi. Aynı şekilde inilip bir çukura gene çıkılıyor. Ve ardından bir düzlükteyim. Çok güzel, iki tarafım çam ağacı. Bir yol yapılıyor buraya. Bu iki tepeyi aşacaklar herhalde yeni yolla, daha az eğimli olacak tabii. (...) Bunlar, yani ağaçlar, çok genç olmamakla birlikte çok da yaşlı-eski değiller, en fazla olsun 20 senelik. Daha fazla olabilir mi, sanmıyorum. Gerçi her taraf çam. (...) İki masa bir çeşme, piknik alanına geldim. Ama her taraf çöp. Alanın bütün çevresi pet şişe ile dolu. Yol kenarı keza öyle, soda-bira şişeleri, teneke kutular... Ya gerçekten, bizdeki bu pislik nereden geliyor acaba? Böylesine çevresine saygısı olamayan başka bir ulus var mı?


Şimdi gene bir iniş geldi. Acaba 2. kuyu bu mu olacak yoksa? Herhalde! İki derin çukur gösteriyordu Komoot bu yolda. Ve dal-dal-dal, dimdik in... Ve tırman-tırman-tırman, dimdik çık! (...) Bu ikinci çukurdu, anlaşıldı. Tamam artık tepe-mepe-çukur-mukur yok, devam. Güllü diye bir köyden geçtim. Buradan Eşme ve Kula’ya gidiliyordu. Yolum inişli çıkışlı, dik değil ama sürekli %1-2 gibi bir eğimle gitmekte. Sıkılmaya başladım. 80 km.yi de geçecek bu gidişle. Arada kısa durup biraz rahatlayıp devam. Ama sıkıntıdan çığlık atıyorum.


71’inci kilometrede Denizli İl Sınırı’na giriyor, Aşağıçeşme diye bir köy geliyor hemen arkasından. Ve sağlı sollu bağlar başlıyor. Git git bitmiyor. Sevilen Şarapları burada. Yazısını gördüm, kocaman kayaya yazmışlar. Belki başka markalar da vardır. İdeal iklim koşulları ile ortasından Menderes nehrinin geçtiği verimli bu plato, killi-tınlı (*), kireç taşlı ve çakıllı toprağıyla şaraplık üzüm yetiştirmek için ülkemizde en uygun alanlardan birine sahipmiş. Zaten bölge MÖ 2. ve 3. yüzyıllarda şarap üretimi ile tanınan bir yer. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan şarap küpleri de buna işaret etmekte.


(*) Tava gelmesi ve işlenmesi kolay, tarıma elverişli bir tür toprak.

TDK


Saat 14.17 oldu. 76. km.deyim. %1-2 ile devamlı çıkıyor bu yol, çevir babam çevir, 4-5 km kaldı ama bunaldım. Hoplaya zıplaya ilerliyorum. Ve nihayetinde Güney yazısı geliyor. Öyle sıkıldım ki durmuyor devam ediyorum Şehir Merkezi diye. (...) Bu ne, dimdik bir yokuştan iniyoruz. Güney de bir çukurda mı yoksa? Kilit taşlı yol. Ağır bisiklet tedirgin ediyor beni. Sanki kayacakmış gibi. Gelen benzincide belediyeyi soruyorum. İnmeye devam diyor. Geldim yolun sonuna. İlçenin merkezi olsa burası. Belediye nerede? Hemen yandaki bina imiş. Ama hükümet konağı yazıyor. Sonra öğreniyorum ki eskiden kaymakamlık şimdi belediye kullanıyormuş.


Bisikleti gölgelik bir yere dayayıp yazı işlerine giriyorum. Müdür Osman Bey yerinde yok. Az sonra gelecekmiş. Memurlardan birisiyle konuşmamız sonucu kendisinin de bisikletçi olduğu çıkıyor. “Ama burada pek binemiyorum” diyor. “Kem gözler rahatsız ediyor.” Üstelik de belediyede memur, olacak iş mi? : )) “Maalesef olmuyor” diyor. “Hanıma da, çocuğum için de arkada çekilen yarım bisikletlerden aldık.” Süpermiş. Asker kökenli olduğunu öğreniyorum. Hatay’da bulunduğu sürede çok binmiş. Burası zaten coğrafi olarak pek bisikletlik değil. Nasıl iner çıkarsın bu çukurdan her gün?


Osman Beyin de gelmesiyle içilen çaylar ve kalacağım yerinin -Belediye misafirhanesi (otel)- tepelerde olduğu çıkıyor. Yani indiğini tırman. Sonra buraya nasıl gelinip gidilecek? Belediyenin saat başı servisi çalışıyormuş, beleşmiş. Otostop yaparsan da alırlar deniliyor. İyi, peki ne kadar konaklama? 500 lira. Amma pahalı! Encümen kararıyla böyle kararlaştırıldı deniliyor.


Yokuşu tırmanıyorum. Öyle bir ilçe ki düz yeri yok, her yer yokuş, in-çık durumları. Otel en tepede. Bisikleti dayayıp resepsiyonda çalışan beye yerimin Osman Bey tarafından ayrıldığını söylüyor, adım bulunuyor, kaydım yapılıyor, 500 lira karttan çekiliyor. Oda 103. Birinci kat, asansör var ama. Çalışan hanımlar ve minik bir kız, 3. sınıfa giden, ile tanışıp fiyatlar üzerinden konuşuyoruz. Kahvaltı dahilmiş ama sabah 8.30’da. Ne kadar geç! Daha erkene hazırlamaya çalışırım diyor resepsiyoncu bey. 


Oda yeni ama eksiği var. Tek yataklı olması sıkıntı. Eşyaları rahatça yayamıyorum. Çift yataklı için de fark istiyorlar. Vermek niyetinde değilim tabii. Havlu için askı yok, şampuan yok, bavulları koyacak bir set yok, sandalye yok, gidip resepsiyondan alıyorum birini. Duş alıp hafif uzanırken ilçenin de tarihini okumaktayım: MÖ 547’den MÖ 334’e kadar bölgenin egemeni Perslerdir. Pers uygarlığı daha sonraki uygarlıkları da etkilemiştir. Güney, MÖ 334 yılında Büyük İskender tarafından egemenlik altına alınmıştır. MÖ 323 yılında liderin ölümü üzerine generallerinden Antigonos’un yönetimindeki bölgenin içinde kaldı Güney. MÖ 306’da kendisine kral unvanını verdi. MÖ 301’de İpsos’ta oğlu ile birlikte yenilince kendini öldürdü. Oğlu Demetrios direndiyse de galipler bölgeyi paylaştılar. Güney MÖ 281’e kadar bazen koalisyonun, bazen de Demetrios’un yönetiminde kaldı. MÖ 283’de Demetrios’un Lysimakhos’a, onun da MÖ 281’de Manisa’da Seleikos’a yenilmesiyle Güney’in hâkimi Seleikos oldu. Kereinos MÖ 280’de Seleikos’u öldürdü. Seleikos’un oğlu Antiokos ve Demetrios’un oğlu Antigonos arasında MÖ 279’dan 277’ye kadar süren savaş sonunda varılan anlaşma sonucu Güney’in egemenliğini Seleikos’un oğlu Antiokos aldı ve bu soy Seleikoslar adıyla monarşik bir devlet kurdu. MÖ 189 yılında son Seleikos kralı III. Antiokos’un Manisa’da Makedonya kralı V. Filiphos ve Romalılar tarafından yenilmesi sonucu devletin varlığı sona erdi. Romalılar bölgeyi şehir devletlerine bıraktılar. İlçe sınırları içinde bulunan fakat yeri kesin olarak saptanmayan Sala kenti Seleikoslar zamanında önemli bir merkez haline gelmiş olabilir. Sala-Salakon-Salakos-Seleikos sözcüklerindeki çağrışım böyle bir ihtimali akla getirmektedir. Antik belgelerde Salenun, Grekçe Canhon olarak saptanmıştır. Sala için basılmış bir bronz sikkede, kentin yöneticisiyle arka yüzünde kentin adı yazılı. Ve amblemi olan asma yaprağı ve üzüm salkımı bulunmaktadır. MÖ 133’de Romalılar Bergama kralı III. Attalos’un mirasını ele geçirdi, şehir denetimlerinin özgürlüğüne son vererek Güney dahil Batı Anadolu’ya iyice yerleştiler. MS 50 yıllarında bölge Hristiyanlaştı. Roma İmparatorluğunun parçalanması ile Doğu Roma hakimiyetine geçti.


Anadolu’ya Türk akınları 1071 Malazgirt savaşından daha önce başlamış ve Anadolu’nun birçok yerini yağmalamışlardır. Akınlar, Selçuklu sultanlarının buyruğu ile yapıldıkları gibi onlardan bağımsız da gerçekleştirilir. Alparslan’a başkaldıran Türkmen beyi Afşin, Batı Anadolu içlerine ilerler. Konya, Honaz akınlara uğrayan kentler arsındadır. Ne var ki kentlerin de ele geçirilmesine karşın 1071’den önce Türkmen şefleri, köle insan, hayvan sürüleri ve değerli eşya elde etmekle yetinirler ve kış yaklaşınca Azerbaycan üstlerine geri dönerler. Bizans ordusunun varlığı yerleşmeye izin vermez. Malazgirt’ten sonra ise Türkmen şeflerinin ve Türkmen topluluklarının sürüleri ve çoluk çocuklarıyla birlikte bu kez yurt tutmak için Anadolu’ya aktıkları görünür. 


Güney, Anadolu Selçuklu Devletiyle Bizans İmparatorluğu arasında sınır bölgesindeydi. Sık sık el değiştirdi. İlçenin, Menderes’in güneyinde kalan kısmı bir devletin, kuzeyinde kalan kısmı diğer devletin hakimiyetinde kaldı. Tümü Bizans’ın ya da Anadolu Selçuklarının elinde de bulundu. 1074’te Türkler, Adalar denizine uzanmışlar ve Güney’i de egemenlikleri altına almışlardı. Selçuklular bütün Ege kıyılarına yayıldılar.


20. yüzyılın başlarında Avrupa'da ekonomik yönden güçlenmiş devletler pazar, hammadde ve ucuz işgücünün çok olduğu, sömürebilecekleri dünyayı yeniden paylaşmak zorunda kalmışlardı. Sonuçta bu paylaşım işi sıcak savaşa dönmüştü, savaş yoluyla problem çözülmek istendi. Birinci Dünya Savaşı adını alan bu savaşta Osmanlı Devletinin toprakları da sömürge olarak paylaşılacak bölgelerindendir. Savaşın fiilen bittiği 1918 yılından itibaren Osmanlı toprakları paylaşılmış, Yunanlar, emperyalist devletlerin maşası olarak onların tasvip ve telkinleriyle Anadolu'ya asker çıkarmışlardı. 15 Mayıs 1919, Yunanlar İzmir’dedir. 23 Temmuz 1920, Güney Yunan işgali altındadır. 27 ay işgal altında kaldıktan sonra Türk süvarileri 3 Eylül l922 günü Gözler yolundan Güney'e girer, Güney halkı büyük bir sevinçle askerleri ve efeleri karşılar. 27 aylık Yunan işgali sona erer, bir daha kaybetmemek üzere özgürlük ve bağımsızlığını kazanır. Her yıl 3 Eylül'ler kurtuluş günü olarak kutlanır.

GüneyBelediyesi


Saat 5’i geçti, son servis de 5’teymiş. Yani yürüme durumlarına kaldım. Yürürken geçen bir arabaya el ediyorum ancak yakına gidiyormuş, olmadı. Ama arkadan gelen trafik polisi aldı. Süper. Ve merkeze kadar getirdi. Şimdi yemek için yer bulmam lazım. Sulu yemek bulamam diye pideci soruyorum. Birini gösteriyorlar ama yer altında kapalı mekan istemiyorum şimdi. Bir başkası var mı? Yönlendiriyorlar ama kapalı. Bir de yemek yapan kadının yeri varmış, Dastarlının Yeri. Onu bulmamla soruyorum ne var? Dolma yaptım. Kıymalı mı? Değil, pirinçli. Süper. Başka? Mercimek çorbası. Kemik suyu var mı? Yok. Az da ondan. Dışarıda da masa var. Yerleşiyor, bekliyorum. (...) Siparişler geliyor. Onlardan da cacık, acı biber ve soğan. Doyuruyorum mideyi 150’ye. Ardından hanımın beyi Erol Bey ile başlayan sohbet, başka bir bey ve oğlunun da katılımıyla uzunca sürüyor. Erol Beyin diğer oğlu, büyük olan aşçıymış, Eşme’de yemek yapıyormuş bugün. Laf lafı açıyor, gideceğim yol tarif ediliyor, eski ve yeni belediye başkanı üzerine konuşuluyor. Şimdiki CHP önceki AKP’liymiş. İlçe adının nereden geldiğini, niye buranın seçildiğini merak ediyorum. Oldukça çukur bir yer çünkü. Atalarımızın Güney’e yerleşmeye başladığı tarih 1600’lü yılların başıdır diyor ve devamında; 1451’de Kütahya Sancağına bağlanan Lazıkıye/Denizli kazasının 1530 tarihinde kendisi dışında dört önemli nahiyesi var: Nahiye-i Lazıkıyye (Denizli), Nahiye-i Honaz, Nahiye-i İbsili (Sarayköy civarı), Nahiye-i Kaş-Yenice ve Nahiye-i Aydos (Aydaz/Aydoğdu). Güney ve Buldan 1530’da Kaş/Yenice (günümüzdeki Yenicekent) nahiyelerine bağlı birer köy konumundadır. Sonrasında şehir kültürüne yatkın olan, ticarete sıcak bakanlar Buldan’a yerleşirken, geçimini hayvancılıkla sağlayan Yörük atalarımız 1500 ile 1600 arasında yüz yıl kadar Yenice, Menderes Vadisi, Güney arasında göçer-gezer şekilde yaşadıktan sonra 1600 başlarında bugünkü Güney’in bulunduğu alana yerleşmişlerdir... olarak sürdürüyor. Türkmenlerin ilk buraya yerleşirken keçilerin burayı seçmeleri olmuş. Bakmışlar keçiler burada otlamaya geliyorlar, doğru yer diye ormanlık olan bu bölgede ev yapmışlar ağaçlardan, toprakla sıvamışlar üstlerini. İlçe merkezi soğuğa kapalı olduğundan evler güneye baktığı için Güneylerinden anlamına gelen Güney adını almış.


Onlar yemeğe oturunca ben de müsaade isteyip ayrılıyorum. Belediyeye doğru dik yokuşu çıkmak zorluyor. Ağır ağır yol alıyorum. Bisikletten sonra pek bir sıkıntı veriyor bu durum. Geçen araba bekleyişindeyim. Bir genç alıyor beni otele kadar bırakıyor. Merkezde bir marketleri varmış, babasının yanında çalışıyor. Ben de otostop çektim çok, bilirim bu durumu diyor. Samimi biri. Bim markete giriyoruz beraber, hemen otelin yanında. Fiyatları kontrol ediyor. Ben de 3 muz 1 armut alıp ayrılıyor, resepsiyoncu beyle biraz sohbet edip odama çıkıyorum. 10 dk sonra kapım çalınıyor ve resepsiyoncu bey bana bırakılmış bir torba uzatıyor: “PTT’den Halil bıraktı size bunu”. “Kim bu Halil, bir yanlışlık olmasın.” Yok, bisikletçi için dedi bırakan. Hoppala. Ne var acaba? İncirler, küçük elmalar, Antep fıstığı ve yarım litre kırmızı şarap. Hayda, kim bu, tanımıyorum, teşekkür etmem lazım. Acaba lokantacı mı? Yemek yediğim yerin fotosunu çekmiştim, yazan telefonu arıyorum ama büyük oğlu çıkıyor, Eşme’de yemek yapan. Babasının telefonunu alıp arıyorum. Biz değiliz diyor. Kim peki? Tek seçenek beni otele bırakan genç kalıyor. Yoksa belediyedeki bey mi? Ama resepsiyoncu tanımaz mıydı onu? Nasıl götürece’m bunları şimdi bozulmadan dağılmadan? Dert oldu.


Güney Bel. Misafirhane 0258 4512010 / 0533 3520051 Osman b.



















Uşak - Güney 

Tur tarihi: 13 Eylül 2024

Alınan yol: 82,35 km
Ortalama hız: 19,2 km/s

En yüksek hız: 52,3 km/s
Bisiklete biniş süresi 4 s 16 dk, dışarıda geçen süre 6 s 22 dk

En yüksek sıcaklık 41 ˚C, en düşük 20 ˚C, ortalama 28,7 ˚C
Yükselti kazancı 
(çıkış) 975 m, kaybı (iniş) 1011 m
En düşük yükselti 556,8 m, en yüksek 919,2 m

 

Garmin yol bilgileri Uşak–Güney


Relive yol bilgileri Uşak–Güney


Uşak’tan ayrılışım 09.00. 



Hafiften il dışına doğru sürüyorum, ortası ağaçlı bir bulvardan.





Tren yolu üzerinden geçip devam. Gece odaya

 trenin düdük sesi geliyordu.




Yol tek şeritli. Güvenlik şeridi var ama. Asfalt düzgün,

 pütürlü değil. Denizli yolu olduğundan gideni geleni bol.



Yeni asfalt bitti, eski asfalt başladı. Hani aşınıp tuhaf bir

 kaymak durumuna gelen cinsten. Güvenlik şeridi

 aşınmadığından daha pütürlü.









Yol makinelerinin harıl harıl çalıştığı, asfalt

 döktüğü bir bölüme geldim.


10.19, Ulubey geliyor.






34. km.de Denizli-Güney olarak soldan ayrılıyorum.


Şimdiki yol tek şerit, yer yer dalgalı, çukurlar var, yamanmış

 kopmuş. Durumu iyi değil. Güvenlik şeridi de yok, öncekinde vardı.


İki tarafım biçilmiş ekinler, kurumuş, sarı gözüken bir

 coğrafya. Arada tarlalarda tek tük ağaçlar dizili.


38,6 km.de Blaundus için soldan sapıyorum.

Kaba asfalt bir yol, topraktan iyidir ama. Ve güzelce

 gidiyor, öyle rampa mampa da yok.


Etraf çamlık. Bazı yerlerde ekinler biçilmiş, kalanlar sararmış.




Yolun hemen sağında, antik kentin su ihtiyacını İnay köyündeki

 kaynaklardan taşıyan su kemeri ile karşılaşıyorum.


Taş yoldan ilerleyerek geldiğim bölgede,… 


… sağımda, daha çok taban kalıntısı gözüken “Kuzey Tapınak”da

 durmayıp devam ediyor ve bugün, kuleleri girişin

 kemerli üst yapısına kadar yıkılmış...


… kent kapısı altından geçip ören yerine yaklaşmaktayım.


Sütunlu Cadde


Demeter Tapınağı




Blaundus; Büyük İskender’in Anadolu Seferleri’nden sonra

 MÖ 334'te Makedonyalılar tarafından kurulan antik kent.


Kamu Yapısı






Kent Kapısı



Yol biraz iniyor sonra çıkıyor şeklinde. Öğle güneşi

 de artık tepemde, 33,6 °C oldu hava. 





Gelen Aksaz köyünde bir mola, pişti kıçım.



Bu yol elbette otoyoldan daha keyifli. Hem daha

 sakin hem de çevre çok güzel.



Bir yol yapılıyor buraya. İki tepeyi aşacaklar herhalde

 yeni yolla, daha az eğimli olacak tabii.



Bunlar, yani ağaçlar, çok genç olmamakla birlikte çok da yaşlı-eski

 değiller, en fazla olsun 20 senelik. Daha fazla olabilir mi,

 sanmıyorum. Gerçi her taraf çam.


13.31, Güllü geliyor.




Güllü, Eşme ve Kula’ya buradan ayrılınıyor.





Sağlı sollu bağlar başlıyor. Git git bitmiyor.


13.49, Denizli İl Sınırı


Sevilen Şarapları burada. 







14.21, Güney’e vardım.


Dimdik bir yokuş. Güney bir çukurda mı yoksa? 



Eskiden kaymakamlık şimdi belediye kullanıyor binayı.


Güney Belediyesi Misafirhane






Güney Belediyesi



Dastarlının Yeri




23 Temmuz 1920, Güney Yunan işgali altındadır. 27 ay işgal altında

 kaldıktan sonra 3 Eylül l922 Yunan işgali sona erer. Her yıl

 3 Eylül'ler Kurtuluş Günü olarak kutlanır.






Güney Belediyesi Misafirhane





































11. gün (devamı) Güney–Denizli - 9. gün (öncesi) Uşak II