13 Ağustos 2019

[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde (Iğdır-Doğubayazıt)

12 Ağustos 2019, Pazartesi / Iğdır - Doğubayazıt , 57 km (8. gün)

Sabah erken hareket etme niyetinde olduğumdan her şeyi tamamlayıp ÖE’den ayrılışım tam tamına 6.27. Havada güzel bir serinlik var. Bayramdan dolayı da pek kimse yok yollarda. Bugün Doğubayazıt’a gidiyorum. 55 kilometre gibi bir yol. Ortasında 1660 metre rakımda Pamuk Geçidi var. Şu an 836 metredeyim. Yani 800 metre daha yükseleceğim.

Solumda uzağımda görünen herhalde hapishane. İki kule var köşelerinde. Duble yol, asfalt şehir dışına kadar iyi, sonra kabalaştı. Güvenlik şeridi var ama gidilecek gibi değil. Çizgi üzerinden sürüyorum. Solumda “Geri Gönderme Merkezi” denilmiş. Bravo, bunu sevdim. 8 kilometre sonra beklenen tırmanış geliyor. Önce %2’ler sonra 5’lere dönüşüyor. Şimdilik bu eğimde gidiyoruz. Ama bazı yerlerde 7-8 işi ciddiye bindiriyor. Kafamdan terler damlamaya başladı bile. Daha 1035 metredeyim (12,7 km/07.23). 1600’lere çıkmam lazım. 

Böyle tırmana tırmana 13’üncü kilometrede üniversiteye geldim. Temeli 1995, Iğdır Meslek Yüksekokulu. 2008 yılında eğitim öğretime başlamış Iğdır Üniversitesi. Bir Hayvan Hastanesi’nin de olması hoşuma gidiyor. En çok da Firuzan buna sevinir. 1049 metre oldu rakım. Saat 7.27. Burada asker kontrol noktası da kurmuş. Ama daha çok karşı şeridi denetlemekte. Bundan sonra yolun eğimi az da olsa rahatlıyor. Eco’yla gelmiştim ama Normal’e geçiyorum. Biraz hareketlilik kazanmak için. Bazen ağırlaştıkça uykum geliyor, öyle aheste aheste çık. [e] 14,4 km/07.33/%20 harcandı. 1079 metredeyim. Doğubayazıt’a 38 km diyor levha. Tırmanış sürüyor, batarya da eriyor. [e] 18,6 km/07.51/%40 harcandı. 1259 m R. Asfalt en azından pütür pütür değil. Aşınmış o pütürlük, ama dalgalı.

Yolun trafiği boş değil. Hızla geçen araçlar var. İnsan arabada olunca bas gaza durumlarından kurtulamıyor herhalde. Ne kadar oldu araba kullanmayalı hatırlamıyorum bile. Ben de mi böyleydim acaba?

Rampa çok mülayimleşti, %5-6’yı geçmiyor. Dümdüz kıvrıla kıvrıla çıkıyoruz. Asfaltın durumu da çok şikayet edilecek gibi değil. [e] 22,1 km/08.09/%60 harcandı. 1453 m R. Bazı yerlerde ama %7-8 oluyor eğim. Derme çatma evler geçiliyor. Burada yaşayanlar var. Hayvanları da etrafa yayılmış. Coğrafya çok değişik burada. Yol kenarındaki inekler bana bakmakta, trene bakar gibi J Solumda Ağrı Dağı tüm haşmetiyle bana bakmakta. Tepesi karlı. 5 bin metreyi aşan bir yükseklik.

Türkiye'nin en büyük dağı olan Ağrı Dağı (5137 m) jeolojik konumu ve Büyük Tufandan sonra Nuh'un gemisine ev sahipliği yapması dolayısıyla efsanevi özelliği olan bir dağdır. Kutsal kitaplarda da adı geçen Ağrı Dağının farklı dillerde bir çok ismi vardır. Başlıcaları: Ararat, Kuh-i Nuh, Cebel ül Haris’tir. 

Marco Polonun hiç bir zaman çıkılamayacak dediği dağa ilk tırmanış, kayıtlara göre 9 Ekim 1829 yılında Prof. Friedrich Parrot tarafından gerçekleştirildi. İkinci kış tırmanışı ise ilk tırmanıştan çok sonra, 21 Şubat 1970'de Dağcılık Federasyonu eski başkanlarından Dr. Bozkurt Ergör tarafından gerçekleştirildi. 1980'li yıllarda binlerce dağcı Ağrı Dağını ziyaret etti. Ağrıya tırmanış 1990 yılında yasaklandı.1998’de Dağcılık Federasyonunun bir grup dağcıya izin vermesiyle bu yasak kaldırıldı.

Dağınık bazı yerleşimlerden geçmekteyim. Çocuklar oynamakta, büyükler bazı işlerle meşgul görünüyorlar. Hello diye seslenen, el sallayan, koşturanlar. İnek yavruları yol kenarına kadar gelmiş otlamaktalar. Seslenince korkudan kaçışıyorlar. Otların da hepsi kurumuş. Bu hayvanlar ne yer?

08.36/27 km’de bir düzlüğe geldim ve Pamuk Geçidi’ne ulaştığımı anlıyorum. Levha 1660 m, Garmin 1605 m diyor. Midemi iki ısırık cevizli sucuk ile rahatlatıyor, iki çentik kalmış bataryayı değiştiriyorum. Güzel bir esinti var bu yükseklikte. Çevrenin görünüşü bir hayli dramatik. Sapsarı bir otlak, uzakta Ağrı, tepeler falan bana buradan güzel bir yılbaşı fotosu çıkacağını gösteriyor. Hemen pozisyonu ayarlayıp farklı açı, kadraj ve konumda fotolar alıyorum. Dağ muhteşem heybetiyle bisikletin arkasında yükselmekte.

Bu bölgede, 27 yıl önce yaşanmış hain bir saldırı olduğunu okudum: 18 Nisan 1992’de Tendürek Dağı eteklerindeki Gevro köyü yakınlarında Pamuk Geçidi kırsal kesiminde terör örgütü PKK militanları tarafından pusuya düşürülerek yolları kesilip sivil ve silahsız olmalarına rağmen şehit edilen 4 astsubay L

Düz bir yoldayım, Pamuk Geçidinin kışın kardan kapanmasına hiç şaşmamalı. Tarlaların kenarlarında, herhalde işaretlemek amacıyla, üst üste konulmuş, heykelimsi taşlar görüyorum. Çok güzel duruyorlar. Benzerlerini yıllar önce Aralık’tan Ağrı eteklerindeki Yenidoğan köyüne çıkarken de görmüştük. Böyle heykeller üreten sanatçılar da var.


Arabalar hızlı. Şu anda sıfır eğimle gidiyorum. Bundan sonrası iniş olacak. İnsan yokuşa başlarken ah-vah falan diyerek çıkıyor. Bir an şu yokuşu çıksam diyorsun. Sonra bakıyorsun yokuş bitmiş, geride kalmış... Her şey böyle değil mi? Bitiyor sürmüyor!

İniş noktasına geldim. Bırakıyorum velespiti serbest, istediği gibi koştursun. Muhteşem, sevinçten uçuyor(um). Rüzgar yüzüme çarpıyor, tüm bedenimi sarıyor. Hızla iniyoruz. Bu inişlerde yeleğin fermuarını boğazıma kadar çekiyorum. Yoksa üşüyor insan.

Epeydir durmadan geldim. Şu sağdaki “çay var” yazan yere bir uğrayayım, hem de dinlenirim biraz. “Çay var mı?” – “ 2 dakika sonra hazır” – “Kaça?” – “Para mı istedik?” Anlaşıldı, bisikleti yolun karşısında gölge bir yere park edip varıyorum yanına. Vedat Bey, bu köyden. Ordan-burdan sohbete başlıyoruz. Yolun, insan hayvan ayırt etmeksizin aldığı canlar, iş güç olmadığı, bölgede alt tarafın sulak alan olduğu ve göç kuşlarının geldiği, İran’a seyahatleri, komando olarak yaptığı askerliği... gibi konudan konuya geçerek. Ondan öğrendiğimle yolda gördüğüm gidip gelen tankerler Gürcistan’a sıvı asfalt taşıyorlarmış. Hem Türkiye’den hem İran’dan.

İki bardak çay ile geçen yarım saate yakın zaman sonrası tekrar sele üzerine çıkıp veda ederek ayrılıyorum bu dost insandan. Burası Bardaklı köyü. Az ileride gene benzeri bir çay ocağı geliyor. Buralarda sülük de satıldığını asılı yazılardan okumaktayım. Çok kişiden duyuyorum “sülük tedavisi”. İyi geldiği söylenmekte/yazılmakta. Ancak yanlış uygulamayla zararlı olabileceği de belirtiliyor. Öncelikle hekim kontrolünde yapılması, steril olması gerekli. Sülük, bir insandan aldığı hastalığı başka birine bulaştırabilir. Ya da başka hayvanlardan emdiği kandaki hastalıkları insanlara bulaştırabilir. Ölümlere neden olabilir… denilmekte. 

Doğubayazıt Sazlığı

Alanın Tanımı: ÖDA, bir çöküntü havzasında yer alan büyüklü küçüklü tatlı su aynaları ve onların etrafını çevreleyen geniş sazlıklar ve ıslak çayırlardan oluşur. Karabulak yakınlarındaki Saz Gölü, bu aynaların en büyüklerinden biridir. Bu göl, Zor Dağı’nın (3181 m) batı yamaçlarından ve Kaluz (2023 m) ve Yalıntaş Dağları’ndan (2054 m) gelen yüzey sularıyla beslenir. Diğer büyük göl olan Gölyüzü Gölü ise, Ağrı Dağı’nın mevsimsel kaynakları ile beslenir ve Sarısu Çayı ile İran’a boşalır. Alana Karabulak ilçesinden geçen, Doğubayazıt-Iğdır karayoluyla ulaşılır. Göller büyük ölçüde sazlıklarla kaplıdır. Yaz aylarında sazlıklardaki sular tamamen çekilir.

Habitatlar: Yoğun sazlık alanlar bulunan bir tatlı su gölleri kompleksidir. Saz ve Gölüyüzü göllerinin yanı sıra mevsimsel olarak oluşan daha ufak aynalar da bulunur. Sazlıkların etrafında ve daha kuru kısımlarda oluşan boşluklarda mera olarak kullanılan geniş ıslak çayırlar yer alır. Sulakalan özelliğinin kaybolmaya başladığı yerlerde ise bozkırlar ve tarım alanları uzanır. Tarım alanları genel olarak hububat ürünleriyle kaplı kuru alanlardır.

Türler: Ağrı Çanı (Campanula aghrica), Alücük Armudu (Cotoneaster meyeri), Gallium czerepenovii ve Oxytropis aucheri ÖDA kriterlerini sağlayan nesli tehlike altındaki ve dar yayılışlı bitki türleridir.
Sazlıklar birçok kuş türüne ev sahipliği yapmaktadır. ÖDA, Doğu Anadolu’daki önemli Uzunbacak (Himantopus himantopus), Balaban (Botaurus stellaris), Küçük Balaban (Ixobrychus minutus) ve Çayır Delicesi (Circus pygargus) üreme alanları arasında yer alır. Bunların yanında ülkemizde sayıları azalmakta olan turnaların (Grus grus) da alanda üredikleri bilinmektedir.

Alanda ülkemize endemik Bendimahi Kertenkelesi (Darevskia bendimahiensis) de bulunmaktadır. ÖDA, bölgesel ölçekte nesli tehlike altında olan Himalaya Mavi Kelebeği (Pseudophilotes vicrama) için önem arz etmektedir.

Alan Kullanımı: Alandaki temel insan faaliyeti hayvancılıktır. Ağırlıklı olarak inek ve manda yetiştirilmekle beraber küçükbaş hayvanlar da sazlık çevresinde bulunmaktadır. Alan bahar ve yaz ayları boyunca otlatma amaçlı olarak kullanılmaktadır. 

Bunun yanında alanda tarım faaliyetleri de gerçekleştirilmektedir. Saz kesimi ticari amaçlarla yapılmaz. Bu faaliyetin nedenleri bireysel ihtiyaca yönelik hayvan yemi ve yakacak gereksinimidir.

Tehditler: Alandaki en ciddi tehdit su rejimine müdahaledir. Önceki yıllarda Sarısu Çayı’nın derinleştirilmesi, göl alanlarının küçülmesi ve sazlıkların azalmasına neden olmuştur. Alandaki su seviyesi DSİ tarafından kontrol edilmekte ve gelen su Sarısu Deresi’yle tahliye edilmektedir. Su rejimine yapılan müdahalelere son yıllarda kuraklığın da eklenmesiyle bugün sulakalan ciddi derecede küçülmüştür.

ÖDA’daki bir başka tehdit ise 1500 dönümlük bir alana yapımı planlanan golf sahasıdır

Çok hızlı geliyor arabalar. Tilkiyi de ezmişler 2 saat önce, Vedat bey söylüyordu. Ve geldik yeni bir kontrol noktasına. 5-6 araç dizili, kuyruk oluşmuş. Bense geçişime izin verildiğinden yanlarından sıyrılıyorum J

Bu şekilde dümdüz bir yolla Doğubayazıt’a yaklaşmaktayım. Uzakta göründü bile. Yol da hava alanı gibi. Belki de o amaçla yaptılar, uçak da insin diye. 

Güney yönüne gidiyorum. Bayağı rüzgar var, doğu tarafından esmekte. 1538 metredeyim. 48,4 kilometre olmuş yola çıkalı. Saat 10.29. Ve yazısı geliyor. Şipşak foto almaca ve daha 4 kilometre uzakta olan merkeze devam. ÖE’ye girmeden İsakpaşa Sarayı’na çıkma düşüncesiyle levhaları takipteyim.

[e] 52,7 km/10.44/%20 harcandı-2. 1570 m R, Doğubayazıt’a girdim. İlçe içi kazılmış, kapatılmış ama düzgün yapılmamış, toz toprak içinde. Kanalların bazıları sıfır olamamış, girince sarsılıyorsun. Bir de düşmeyelim bu ağırlıkla, kontrol etmek kolay değil.

Şöyle biraz şehir içi, sonrasında saraya giden yol hafiften dikleşiyor. Uzakta tepede görünüyor, 9 kilometrelik bir rampa. %2’ler 3’ler diye gidiyoruz. Bir limonlu soda molası sırasında bakkal “Ne tırmanıyorsun bu sıcakta, 2 liraya dolmuşlar çıkıyor” demesiyle ben de vaz geçiyorum. Şimdi daha fazla pedal basmayayım. Dönüp ÖE’yi bulup bisikleti içeride bir yere koyup 104 nolu odaya taşınıyorum. Büyükçe bir oda, banyo eh durumları, ama balkonu var ve de ipi. Hemen üzerimdekileri havalanması için ipe asıyor, kendimi de suyun altına sokuyorum. Üzerimden o yapışkan tuzlu durum akıp gidince bir rahatlamayla şöyle biraz ayakları uzatmak, biraz tablette gezinmek derken hafif bir kestirmece.

Doğubayazıt; Ağrı Dağı’nın eteklerinde kurulu ilçede Hititlerden başlayarak sırasıyla Hurriler, Urartular, Medler, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Moğollar… Ve son olarak da Türkler (Selçuklu ve Osmanlı) hüküm sürmüş.

Osmanlılar devrinde de önemini daima muhafaza eden Doğubayazıt, Ruslar ile yapılan savaşlar sebebiyle hayli zarar görmüştür. Hatta bu serhat ilçesi, 1914’te Osmanlı-Rus savaşları sırasında Rusların eline geçmiş, halkın bir kısmı Van ve Erzurum’a doğru kaçmış, kalanlar perişan olmuştur. Doğubayazıt ile köyleri, Rus askerleri ve Ermeniler tarafından yakılıp yıkılmıştır. Rusların 14 Nisan 1918’de çekilmesi ile bölge işgalden kurtulmuştur.

Gecikmeden İshakpaşa’yı ziyaret edeyim. 2 buçuk gibi çıkıyor, trende tanıştığım Bilal Beyin Tehran Boutique Hotel’ini buluyor, içilen çay ile Ömer Bey ve bayramlaşmaya gelmiş diğer misafirlerle İran’dan, nükleer santrallerden, Japonya, Silifke... diye konuşarak geçen zaman sonrası, kapanmadan göreyim sarayı diye belediye önünden kalkan minibüsü beklemekteyim. Şöyle bir 15 dakika sonra geliyor ve dolmasıyla da kalkıyor.

Son durak. Geldim, iniyorum. Etrafta piknik yapanlar, semaverde çay demleyenler..., panayır vaziyeti. Bir kaç hediyelik satan seyyar satıcılar falan, ortalık kalabalık mı kalabalık. Bayram, herkes gelmiş paşaya.

Akik dedi, bilemiyorum ama Firu’ya bir yüzük buldum, alıyorum. Marmaris’ten de ahşabını almıştım. Şu sıralar yüzükten şansı açılıyor. Gerçi takmıyor ama olsun...

İlkin buradaki, 1651 yılında doğan ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmeyen (1707 olduğu öne sürülen) Ahmed-i Hani'ye ait türbeyi geziyorum (dıştan). Türbenin yanında sonraları bir de cami yapılmış. Ahmed-i Hani ünlü ''Mem u Zin'' adlı eserin yazarı. Ahmed-i Hani bu eserde, Emir Zeynettin'in güzellikleriyle dillere destan olan Zin ve Sili adlı iki kız kardeşin Memo ve Tacettin ismindeki iki gençle olan aşklarını şiir şeklinde anlattığı yazılı yandaki panoda.

Sırada Beyazıt Camisi (Şafii Camisi); kapalı olduğundan dıştan geziyorum. Kalenin güney eteğinde yer alıyor. Osmanlı hükümdarı I. Selim tarafından yaptırıldığı kabul edilen bir yapı. Caminin yer aldığı vadi yamacına, duvar örülmek suretiyle düz bir teras oluşturulmuş ve üzerinde bu cami inşa edilmiş. Renkli kesme taşları ile dikkat çekici.

Kaleye bu sıcakta tırmanmıyor, dibinden fotoğraflıyorum. Ne zaman yapıldığı bilinmemekte. Ancak burada bulunan kabartmalı bir mezardan kalenin bir Urartu eseri olduğu söyleniyor. Tarih boyunca bir çok devlet arasında el değiştiren kale, Yavuz Sultan Selim' in Çaldıran seferi sırasında Osmanlıların eline geçmiş.

Ve İsakpaşa’ya 65’le giriş yaptım. İçi ful dolu, halkımız tarafından kuşatılmış, bebeler viyak viyak, adamlar, hatta kadınlar taşlara tırmanıyor, duvarlara çıkıyorlar, yerli bir grup önümde, rehberden bilgi almakta... Anlayacağınız ortalık insan kaynıyor. Ben de bu durumda boş mekanları seçerek gezmekteyim. 1789'da vezir olan Hasan Paşanın oğlu İshak Paşanın bir tepe üzerinde yaptırdığı bu sarayın yapımı 99 yıl sürmüş. U şeklinde iç içe iki avlu çevresinde toplanmış cami, türbe, haremlik, selamlık, aşevi, hamam, merasim ve eğlence salonu bulunmakta. Mükemmel taş işçiliği insanın gözünü kamaştırıyor. Fotolarını çekiyorum. Oymacılığında ve duvar süslemelerinde Fars, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin etkisi olduğunu anlatıyor kulak verdiğim rehber. Taş üzerine iri plastik natüralist bitki süslemeleri muhteşem. Pencere kenarları ve bazı yüzeyler ağaç ve çiçek tasvirleri ile bezenmiş.

Buranın güzel bir anısı vardır bende. 1975 yılında Gülnar ile gelmiştik. Babamdan arabasını ödünç alıp bir Doğu Turu sırasında. O günlerde de bende doğu merakı vardı. Şimdi de. Bölgenin insanı farklı; konuşması, davranışı, mantığı ve bakışı. Seviyorum.

Yokuş aşağı yürürken solda gördüğüm Murat Camping merakımı çekiyor. Haritada da görmüştüm. 100 metre kadar içerlek. Toprak yolu yürüyüp oturacak yer bakınıyorum; dolu. İçeriyi öneriyor biri. Bu sıcakta manyak mıyım, içeride oturup ne yapacam? WC’sini kullanıp ayrılıyorum. Fazla da bir numarası yoktu doğrusu. Doğubayazıtlılar tespih çekip mangal yapıyorlardı.

Az kalsın bisikletle geliyordum buraya. Ama yol dik, parke taşı ve nereye koyacaktım bisikleti, kime emanet edecektim? İsabet olmuş dolmuşla gelmem J Minibüslü bir gencin götüreyim teklifi ilaç gibi geliyor. Bundan daha iyisi olamazdı. Ama son olarak müzeyi de göreyim istiyordum ancak pek bir şey olmadığını söylüyor, adının Saffet olduğunu öğrendiğim genç bey. Onun yerine Noah Camping’de bir çay teklif üzerine ben de müzeden vaz geçip çaya gidiyorum.

Saffet Bey, dağcı, rehber ve turizm sektöründe. 21 günlük bedelli askerliğini yeni tamamlamış. Tatil gibiydi diyor. Ermenistan’dan olsun, Avrupa’dan olsun, gelen gezginleri dağa çıkartmakta. Bunun için çadır gibi malzeme siparişleri vermiş. Murat Kamping eskiden buradaymış, ayrılmışlar, onlar yukarıya çıkmış burası da Noah olmuş. Sahibi Kawa Bey çadır başı 20 lira olarak ücret söylüyor. Tercihleri yabancı uyruklular. Yerlilerden hoşlanmıyorlar. Nedense hep yabancılar sevilir diyorum da yerlilerin yaptıkları anlatılıyor. Evet doğru olabilir ama yerliden yerliye fark var tabii. Cinsine çatmışınız.

Merkezde minibüsten iniyor ÖE’ye geçmeden bir ayran+su böreğine 11,50 vererek Koçlar Pide-Börek Salonu’nda mideyi sakinleştiriyorum. Doğubayazıt’ın yolları çok fena ama. Her taraf kazılmış, yarım kapatılmış, kimisi çökmüş. Doğalgaz, kanalizasyon, bilmem telefon, elektrik..., her türlü şeyi döşemişler. Toz toprak içinde ortalık. Pis tabii sokakları. Ucuz sigara satan tezgahlar, çayhane her tarafta, hepsinde de oturanlar var. Çayı daha açık içiyorlar burada. Herhalde çok içtiklerinden. Limon yoktu ama. 

ÖE’deki işimi bitirip gene sokak aralarına dalıyor, iki bardak çay eşliğinde etrafı kesiyor, bayram nedeniyle kapalı olan Büyük Pasajı göremiyor, Tehran Otele veda etmek üzere uğruyor, Bilal ve Ömer Beyler ile, İran-kıyafet-anaerkil yapı-Japonya-Polonya diyerek 1 saatimi yanlarında geçirip ÖE’ye dönüyorum. Yarının yol hazırlığını yapmaktayım. Doğubayazıt da deprem kuşağı üzerinde. 2 Temmuz 2004 tarihinde saat 01.30'da 5,1 veya 5,2 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmiş. Ancak insanların çoğunun yaylada olması can kaybını azaltmış.

Doğubayazıt ÖE 0472-3127219














Iğdır - Doğubayazıt
Tur tarihi: 12 Ağustos 2019
Kat edilen mesafe: 57,78 km
Ortalama hız: 16,1 km/sa
Bisiklete biniş süresi 3 sa 35 dk, dışarıda geçen süre 4 sa 50 dk
En yüksek sıcaklık 32 ˚C, en düşük 22 ˚C, ortalama 26,9 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1011 m, kaybı (iniş) 268 m
En düşük irtifa 850 m, en yüksek 1656 m

Garmin yol bilgileri Iğdır-Doğubayazıt

Relive yol bilgileri Iğdır-Doğubayazıt




Iğdır ÖE’den ayrılışım 06.27

Havada güzel bir serinlik var. Bayramdan dolayı
 da pek kimse yok yollarda






Duble yol, asfalt şehir dışına kadar iyi, sonra
 kabalaştı. Güvenlik şeridi var 

Solumda uzağımda görünen herhalde
hapishane. İki kule var köşelerinde

8 km sonra beklenen tırmanış geliyor

Tırmana tırmana 13. km’de üniversite göründü

Bundan sonra yolun eğimi az da olsa rahatlıyor

Tırmanış sürüyor, batarya da eriyor

Derme çatma evler geçiliyor. Burada yaşayanlar
 var. Hayvanları da etrafa yayılmış


Coğrafya çok değişik burada


Dağınık bazı yerleşimlerden geçmekteyim. Çocuklar oynamakta,
 büyükler bazı işlerle meşgul görünüyorlar


Bir düzlüğe geldim ve Pamuk Geçidi’ne ulaştığımı anlıyorum

Pamuk Geçidi 1660 m

Güzel bir esinti var bu yükseklikte

Yapılmış ama oturulmayan evler 

Çevrenin görünüşü bir hayli dramatik. Sapsarı bir otlak...

Uzakta Ağrı, tepeler falan bana buradan güzel
 bir yılbaşı fotosu çıkacağını gösteriyor

Tarlaların kenarlarında, herhalde işaretlemek amacıyla,
 üst üste konulmuş, heykelimsi taşlar görüyorum


Arabalar hızlı. Şu anda sıfır eğimle gidiyorum.
 Bundan sonrası iniş olacak

İnsan yokuşa başlarken ah-vah falan diyerek çıkıyor. Bir an şu
 yokuşu çıksam diyorsun. Sonra bakıyorsun
 yokuş bitmiş, geride kalmış... 




Güney yönüne gidiyorum. Bayağı rüzgar var,
 doğu tarafından esmekte


Solumda Ağrı Dağı tüm haşmetiyle bana bakmakta. Tepesi
 karlı. 5000 m’yi aşan bir yükseklik

Yol da hava alanı gibi. Belki de o amaçla
 yaptılar, uçak da insin diye

Ağrı Dağı’nın eteklerinde kurulu ilçeye vardım sonunda


İlçe içi kazılmış, kapatılmış ama düzgün
 yapılmamış, toz toprak içinde

Ağrı Dağı 5137 m


Doğubayazıt ÖE



Doğubayazıt sokakları bayram şenliğinde


Minibüsle geldim, son durak, iniyorum. 

Etrafta piknik yapanlar, semaverde çay
 demleyenler..., panayır vaziyeti

Ahmed-i Hani'ye ait türbe

İsakpaşa Sarayı

İlkin Ahmed-i Hani türbesini geziyorum (dıştan). Türbenin
 yanında sonraları bir de cami yapılmış



Kale

Beyazıt Camisi (Şafii Camisi)

Kaleye bu sıcakta tırmanmıyor, dibinden fotoğraflıyorum

Ne zaman yapıldığı bilinmemekte. Ancak burada bulunan kabartmalı
 bir mezardan kalenin bir Urartu eseri olduğu söyleniyor

Beyazıt Camisi (Şafii Camisi)

İsakpaşa Sarayı

Ahmed-i Hani Kent Müzesi ve Eski Doğubayazıt Evi 

Beyazıt Camisi kapalı olduğundan dıştan geziyorum



Caminin yer aldığı vadi yamacına, duvar örülmek suretiyle düz
 bir teras oluşturulmuş ve üzerinde bu cami inşa
 edilmiş. Renkli kesme taşları ile dikkat çekici

Beyazıt Camisi kalenin güney eteğinde yer alıyor. Osmanlı
hükümdarı I. Selim tarafından yaptırıldığı kabul edilen bir yapı

İsakpaşa Sarayı, mükemmel taş işçiliği...

... insanın gözünü kamaştırıyor

1789'da vezir olan Hasan Paşanın oğlu İshak Paşanın...

... bir tepe üzerinde yaptırdığı bu sarayın yapımı 99 yıl sürmüş



Oymacılığında ve duvar süslemelerinde Fars,
 Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin
 etkisi olduğunu anlatıyor


Taş üzerine iri plastik natüralist
 bitki süslemeleri muhteşem



Pencere kenarları ve bazı yüzeyler
 ağaç ve çiçek tasvirleri ile bezenmiş

U şeklinde iç içe iki avlu çevresinde toplanmış
 cami, türbe, haremlik, selamlık,...

... aşevi, hamam, merasim ve eğlence salonu bulunmakta



Uzunca bir zamanımı sarayda geçiriyor,...

... pencerelerinden vadiyi izliyorum


Bayram kalabalığı olmasaydı daha da kalırdım

İsakpaşa Sarayı


Saffet Bey ile

Koçlar Pide-Börek Salonu

Doğubayazıt’ın yolları çok fena ama. Her taraf kazılmış,
 yarım kapatılmış, kimisi çökmüş. Doğalgaz, kanalizasyon,
 telefon, elektrik..., her türlü şeyi döşemişler

Ucuz sigara satan tezgahlar, çayhane her tarafta, hepsinde de
 oturanlar var. Çayı daha açık içiyorlar burada.
 Herhalde çok içtiklerinden
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi






Toz toprak içinde ortalık. Pis tabii sokakları

Gene sokak aralarına dalıyor, iki bardak çay eşliğinde etrafı
 kesiyor, bayram nedeniyle kapalı olan Büyük Pasajı göremiyorum

Birine karar verin artık J



























































9. gün (devamı) Doğubayazıt-Çaldıran – 7. gün (öncesi) Iğdır II





[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde


Kars-Kağızman = 49,25 km

Kağızman-Tuzluca = 60,63 km

Tuzluca-Iğdır = 48,61 km


Çaldıran-Erciş = 72,05 km

Erciş-Adilcevaz = 70,31 km

Adilcevaz-Tatvan = 72,24 km

Tatvan-Hizan = 47,21 km

Hizan-Bahçesaray = 69,69 km

Bahçesaray-Çatak = 63,21 km

Çatak-Pervari = 73,58 km

Pervari-Şirvan = 71,65 km

Şirvan-Siirt = 27,49 km

Siirt-Baykan = 47,77 km

Baykan-Bitlis = 57,27 km

Bitlis-Muş = 76,67 km

Muş-Kulp = 95,50 km

Kulp-Silvan = 87,91 km

Silvan-Bismil = 60,58 km

Bismil-Batman = 53,42 km

Batman-Kurtalan = 60,31 km