23 Ağustos 2019

[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde (Çatak-Pervari)

22 Ağustos 2019, Perşembe / Çatak - Pervari, 73 km (18. gün)

Bu sabah erken uyanıp harekete geçtim. Bu turun en belirsiz etabı. İstanbul’dan defalarca arayıp –belediye/kaymakamlık- yol durumuna ilişkin bilgi toplamaya çalıştım. Ama net bir şey öğrenemedim. Bakalım göreceğiz-yaşayacağız.

ÖE’nin odası 2. katta, fena durumlar. İki postada eşyaları indiriyor, bisikleti odasından çıkartıyor, sokakta yüklüyorum. Yola çıkmadan çeşmeden suyumu doldurmak için iki köprü geri sürüyor, sokak içinde hafif merdivenle inilen bir çeşmeden buz gibi bir suyla iki mataramı dolduruyorum. Ve 6.48, yola çıkış saatim.

Çatak çıkışı polis kontrol noktasında durduruldum. Üç polis memurundan nereden-nereye-ne iş yaparsıngibi sorular. Pervari diyorum. Biraz mırın kırın ediyorlar. “Orasını pek tavsiye etmiyoruz, gitmeseniz daha iyi...” demezler mi! Hoppala oluyorum. Tam yola çıkacağım, böyle bir laf şimdi tedirginlik yaratıyor. “Neden peki, nedir ki?” Çok da net konuşmuyorlar, havada bırakıyorlar. Anlıyorum tabii, tek sebep can güvenliği, örgüt yani. Gidersin gitmezsin... Gelmeden olsun, burada olsun, kaç kişiyle konuştum, kimse bu anlamda uyarmadı. Şimdi gitmeyip ne yapacağım ki, devam eden başka yol/yer yok ki. Gerisin geri mi gideyim? Kafamı karıştırdılar! “Evet yani haklısınız, benim iyiliğimi düşünerek konuşuyorsunuz ama...” Şöyle bir teklifte bulunuyorum: “Telefonunuzu alayım, vardığımda haberdar ederim. Ses çıkmazsa aramaya gelirsiniz.” İkna edebiliyor, gülücüklerle yanlarından ayrılıyorum.

Bugün kimi 65, kimi 72 kilometre dedi, Pervari’ye gidiyorum. Artık sıcak bölgelere doğru. Meteo’dan baktık da, 40 dereceleri gösteriyordu o bölgeye. Millet buralara kaçıyor ben oralara. Mersine tersine durumları J

Sabahın serinliğinde pedallayarak Çatak geride kalıyor. Üzerimde ince yelek var ama gölgeler soğuk. Dünkü yolun devamı, Çatak Çayı kenarından sürüyor. Su da öyle bir coşkuyla akmakta ki. Sesi ortalığı kaplamış, yankı yapıyor. Burada 400 metrelik bir rafting parkuru var. Ekim ayında yarışma olacakmış. Daha çok ters yönde gelenler var. 6 kilometre sonra gelen çöplük göz zevkimi birden bozuyor L Güzelim doğa, yığılmış çöpler, yakılmış. Duman basmış ortalığı. Çevresinde köpekler, üstünde kargalar... Oldu mu bu? Yakıştı mı Çatak’a?

7,5’uncu kilometrede Hurkan Köprüsü tüm ihtişamıyla çıkıyor karşıma. İyi durumda, 1988’de onarılmış. Tek gözlü, sivri kemerli, yolu eğimli, kenarda tuğla, diğer taraflarda moloz taş malzeme kullanılmış. Mimari görüntüsüyle göz dolduran çok güzel bir köprü. 17.-18. yüzyıllara tarihlendirilmekte. Zamanında Rusya, Özbekistan, İran ve Azerbaycan gibi bölgelerden gelen tüccar ve kervanlar Mezopotamya'ya gitmek için bu köprüyü kullanırlarmış. Fotolarını çekip devam.

Haliyle polislerin lafları kafama girdi, şimdi üzerinde senaryo yazıyorum. Velev ki oldu, nasıl hareket eder, ne derim? Yırtar mıyım, Niyazi mi olurum? 

Kimdir bu Niyazi ve nereden gelir bu pisi pisine gitmek anlamına gelen söz? İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerinden Resneli Niyazi’nin şöhretinin doruğunda olduğu dönemde, bir gemi seyahati için gittiği limanda beklenmedik anda, sebepsiz yere öldürülüşü, ve olaya dair herhangi bir ipucuna ulaşılamaması sonucu halk tarafından türetildiğine dair rivayetler de olan söz: "Ne şehittir ne de gazi, pisi pisine gitti Niyazi." 

Dağlar dev gibi iki yanımda, çay ise ortasından kıvrılarak akmakta, coşkulu bir şekilde. Kim bilir baharda nasıldır? Yol da ona paralel sürüyor. Yokuş aşağı (%-2) gittiğimden pek pedal çevirmiyorum. Yol ayırımına kadar böyle olacağı söylendi. Sağımdan her taraftan sular fışkırıyor, küçük minik şelaleler var. Şimdi biraz güneşe girdim de, ohh be içim ısınıyor. Gölgeler çok soğuk. Muhteşem güzel bir coğrafya ama burası. Dağlar, çay ve çevresinde bulunan meşe, ceviz ve meyve ağaçları ve yeşilliği ile büyüleyici…

Çok enteresan, bir asma köprü yapmışlar, nehrin üzerine. Kısa bir mesafe, ama çok ilginç gözüküyor. 2015 tarihli haberden öğreniyorum ki; Van’ın Çatak ilçesinde 1990’lı yıllarda yakılarak kullanılamaz hale gelen asma köprü yeniden onarılarak hizmete açılmış. Açılışında konuşan belediye eş başkanı: “Bugün burada belediye olarak onarımını yapıp halkımızın hizmetine sunduğumuz asma köprü, 1960’lı yıllardan 1990’lı yıllara kadar koçerlerin ve köylülerin yaylalara gitmek için kullandıkları köprüydü. Bu köprü binlerce yıldır insanlara hizmet etmiştir. Urartular döneminde yapılmış tarihi İpekyolu Köprüsü...” olduğunu belirtmekte.

16’ncı kilometrede gelen köprüyle karşı kıyıya geçiyor ve buradan, %13’lik minik bir tırmanışla yükselmeye başlıyoruz. Çay altta kalıyor. Suyun sesi uzaklarda artık. Hafif hafif yükseliyoruz. Hafif diyorum ama %7-8-9’u görüyorum. 1429 metredeyim, saat 7.48 ve 17,2 km.

Yol tek şerit, asfalt idare eder. %8’le çıkıyorum, Normal’e aldım. Bu yaka tırmanış, çıkıyorum köprüden beri. Çıkacağım da gözüküyor, ileride devam ediyor. 1501 metreye geldim şimdi. Nehir sağımda, tepeden bakıyorum, kıvrıla kıvrıla akıyor, köpükler çıkartarak.

Sağda yakılmış yıkılmış bir trafo. Soldan Narlı’ya gidiliyor. 7 kilometrelik bir tırmanışı var. Levhası bükülmüş, neredeyse kopacak. Eski adı Girêsor. Terör tehdidi altında çok çekmiş, göç vermiş. Van büyükşehir olunca köy olmaktan çıkıp Çatak’ın mahallesi olmuş. Olmuş ama pek bir değişiklik ol(a)mamış. Devlet kurumları tarafından unutulmuş gibi denilmekte.
Kalekol dedikleri askeri karargah geliyor. Dört tarafında kule olduğuna göre büyük bir yer olmalı. Altından geçiyor yol. [e] 23,7 km/08.11/%20 harcandı. 1500’den 1325 metreye indim. İniş yolu üzerinde bozuk bölümler vardı, çukurlar. Dikkat ederek geçtim. Havada rüzgar yok. Değişik bir kuş görüyorum. Mavi kanatlı gibi. Ama fazla inceleyemeden uçup gidiyor. Burnuma hayvan kokusu geliyor diyordum ki şöyle biraz bakımdım tepelerde keçiler dolaşıyor. Dağın yamaçlarında yürüdükçe ayaklarının altından kurtulan koca taşlar iniyor yola.

Buraları, tüm Anadolu, tarih öncesi devirlerden günümüze kadar onlarca farklı inanç ve millete kucak açan, her karış toprağında bu zenginliğinin mirasını barındırıyor. Urartu Krallığı'ndan bugüne kadar bölgede hüküm süren onlarca medeniyete ev sahipliği yapan Van bölgesinde, özellikle dini yapılar dikkat çekmekte. Çatak ilçesi kırsalında da manastırlar, kiliseler bulunuyor. Ama bunlar genelde yollardan uzak, ancak yürüyerek gidilen yerlerde. Ermeniler kendilerini Urartulara dayandırırlar ancak tarihçi-yazar İlber Ortaylı bunun böyle olmadığını anlatıyor. “Ermeniler, Urartuların kendi dedeleri olduğunu iddia ediyor. Ermeniler, Anadolu'ya batıdan, Balkanlar üzerinden gelmişlerdir. Onların Urartularla bağlantısı yoktur. Urartuların Çeçenlerle bağlantılı olduğu büyük ihtimaldir fakat onlar Kafkaslar'dan mı Anadolu'ya geldi, Anadolu'dan mı Kafkaslara gitti belli değil. Ermeniler Kafkasya'ya sonradan yerleşen bir millet. 18. yüzyıla kadar bu coğrafyada Ermeni sayısı çok azdı.” 

Suyun ihtişamına diyecek yok. Kayalara çarptığı noktada köpükler çıkartıyor, girdaplar oluşturuyor. Bir kaç video çekiyor tekrar bir köprüden (Atlıhan 1) karşı kıyıya geçiyorum. İleride iki çayın birleştiği noktada bu yoldan ayrılıp dağlara çıkacağım. Esas macera orada başlayacak. Google haritada doğru dürüst yol bile bulamadım. Tekrar bir köprüden geçiyor (Atlıhan 2) ve birleşme noktasında suyun iyicene kabardığı, artık derinliğinin de olduğu gözlenebiliyor. Çatak çayı bundan sonra Uluçay olarak yoluna devam edip Dicle’ye karışacak.

Gideceğim yönü sormam lazım. Bir karışık geldi burası gözüme. Kamyonetçi: “Pervari’ye 40 kilometren daha var, yol bozuk, rampa çıkacaksın, asfaltı bırakma...” diyor. Bozuk bir köprü üzerinden geçerek 37’nci kilometrede tırmanışa başlıyorum. Ama yolun durumu içler acısı. Asfalt yer yer dökülmüş, kaybolmuş. Toprak çıkmış ortaya, çakıl taşları dolmuş, kumlu bölümler. Şimdiden zorlayacağını belli etmeye başladı. Araçlar geçmekte. Ve ben bu hengamede pedallamayı sürdürüyor, önüme bakmaktan etrafıma bakamıyorum. 1220 metre rakımdayım.

Sağımda tütün ekili bir alan var. Yolun sıkıntısı boydan boya geçen kanalların olması. Mutlaka girip çıkman lazım. Bu da dan-dun demek. [e] 38,4 km/09.17/%40 harcandı. 1245 m R.

Yükseliyoruz bu arada. Tepelerde gene bir kalekol gözüküyor. Haliyle bunların varlığı bölgenin güvenliğini artırmakta. [e] 42 km/09.41/%60 harcandı. 1471 m R. Sağımda kömür yığılı. Zor bir yol, hava da ısınıyor. Ara sıra patinaj atan arka tekerim, dengemi toparlayıp devam etmekteyim. Hayvan sürüleri, hem uzakta hem yol üstünde. İlerledikçe keçilerin bıraktığı “zeytin çekirdekleri”ni görüyorum. Tek tük ev mi, barınak mı durumları. Tereddütte düştüğüm noktada geçenden teyit almaca şeklinde ilerlemekteyim. El sallayanlar, hello çekenler, sessiz kalanlar... [e] 45,5 km/10.14/%80 harcandı. 1667 m R. Bir araçtaki bey az ileride çay vs içilen bir yeri söylüyor. Buna seviniyorum çünkü iki ısırık cevizli sucukla gelmekteyim. Çay rahatlatır, dinlenmek iyi gelir. Saat 10.22, 46. km. 2’nci bataryayı taktım. 1669 m R. Daha ne kadar var? 5 kilometre kadar var dediler zirveye. Yolda çıkarken Çatak’tan Abdülhamid Bey arayıp durumumu soruyor. “Karakolu geçtim ama neredeyim bilemiyorum.”

Mola mola mola... Geldim Belenoluk denilen yere. Buraya özgü dinlenme tesisi. Önünde bir kaç araç, çeşmenin suyu taşmış..., çamurlu bölümü geçip, velespiti duvara dayayıp, oturma davet tercihimi masada az olanlardan yana kullanıyorum. Tanışma faslı, bisikletle mi çıkacaksın hayretleri, içilen iki çay, siyaset, PKK, barış, olur mu-olmaz mı, kara para, siyasiler, kayyım... falan konuşuluyor haliyle. Kimse mevcut iktidara güvenmiyor.

10.45 ve tekrar sele üzerindeyim. Ama yol iyicene berbat oldu. Daraldı, kumlu bölümler çoğaldı, dikleşti. Normal yetmiyor, High ile yükleniyorum. Arka teker fena pati atıyor. Bisiklet savruluyor. Peşimden de kamyon gelmekte. Geçemez, solu uçurum yolun. Adam arkamda ben önde, zorlanıyorum. Nereden çıktı bu kamyon da şimdi, yeri mi? Mecburen durup yol veriyorum. İyi de ama ardından kalkamıyorum. Yol toprak, rampa çok dik, binip bir tur pedalı zor basıyor hemen yıkılıyorum. Bu durumda itmekten başka çare yok Ama öyle ağır ki, walk assist ile bile zorlanarak ilerliyorum. Boynum tutuldu pozisyondan. Yan yan iterek yürümek! Bir düzlük. Off... Orada yatay kalkış yaparak hız kapıp tekrar pedalamaktayım. En azından 2-3 km daha hızlıyım, yürümektense.

[e] 48,6 km/11.21/%20 harcandı-2. 1929 m R. Çık çık çık, bitmeyen bir tırmanış. Nerede zirve olacak? Bu rotanın profilini de doğru dürüst çıkartamadığımdan tam bir belirsizlik içindeyim. Kaç metreye yükseleceğim, kaç km, ne kadar tırmanış...? 50,3 km/11.31/2019 m R.

Saat öğlene yaklaşmakta. Hava ısındı, ter kafamdan akıyor. Bereket arada geçen araç olabiliyor. Birilerine soruyorum. Kimi 5 diyor kimi daha fazla... Yahu nerede bu zirve noktası, daha ne kadar çıkacağıııım...? Feryat ediyorum. Derken antenler gözüküyor. Herhalde orası en yüksek noktadır ki dikmişlerdir. Yani mantıksal olarak! Aklımca moral veriyorum kendime. [e] 51,4 km/11.46/%40 harcandı-2. 2122 m R. Yol da yol olsa; duvar, taş, çakıl...

Büyük bir uğraş sonucu tepeye geldim, antenlere. 2238 metredeyim. 52,8 km/12.01. Vardım ama öldüm. Ne derler? Emilen süt ve burun durumları...

Bakalım buradan sonra neler çıkacak önüme. Haliyle tepede nefeslenip, fotoğraflayıp, şöyle etrafı izlemece. Yol kıvrılarak inerken ufukta kayboluyor. Bir minibüs park vaziyetinde. Uzaklardan birileri buraya doğru gelmekte. Beni gören çocuklar meraktan yanıma geliyor, hepsiyle tek tek tokalaşıp tanışıyorum. Kimi kardeş, kimi akraba, kim aynı sınıftan. Birazdan ablaları da dahil oluyor, bir de küçük bir keçi yavrusu var yanlarında. Derken yanaşan bir Audi içinde üç bey de merak içinde (kimdir bu?) sorgu sual ediyorlar. Ama ne tesadüf aracı kullanan (sonradan adının Mehmet olduğunu öğrendiğim) Nişantaşılı (yani aslen Pervari’li. Çakma Nişantaşılı). Osmanbey tarafında tekstil işiyle meşgul. Teşvikiye tarafında da oturuyor. Ehhh.., bizim memleketten J Hemşehri mi diyorsun? Telefonlar alınıp veriliyor. Beni köye kalmaya davet ediyor, ancak Pervari’de Işık Otel’de yerim ayrılmıştı.

Haydi bakalım diyerek tekrar sele üzerine oturuyorum. Buradan başlayan iniş çıkıştan da zor. Bozuk yolda inmek mümkün olmadığından fren - fren ve gene fren. Balata - balata ve gene balatalar erimekte. Bir de çukurlardan kaçamadın mı, güm gir-çık. Yani çıkışı dertli inişi dertli bir yol. Karayolları haritasındaki bilgilere güvenerek dahil ettim burasını ama bambaşka bir yol...?

Öğlen saati oldu, güneş tepemde, altlarda köyler. Gökbudak köyünden geçmekteyim. Zirvede tanıştığım köylü kızların köyü. Unuttum söylemeyi, onlar da beni köylerine davet ettiler. Bölge insani çok misafirperver, ikram sever, konuşkan, meraklı, öğrenmek istiyor neden geldin buralara. Doğru ya, hangi adam bisikletle gelir? Ancak turistler. Zaten hep soruyorlar; turist misin?

Gökbudak’ta suyumu tazeliyor ve devam ediyorum. Artık umudu kestim, bu yol bitmez, pedallıyor, tırmanıyor, iniyor, çıkıyor, deliriyorum... Kurumuş dikenler rüzgarla toprak yolun üzerinde dans etmekte, önümden uçuşmaktalar. Bazıları benimle geliyor sonra aniden yön değiştirip kayboluyorlar yamaçta. [e] 60 km/13.10/%60 harcandı-2. 1690 m R. İniyorum, bir köyün içinden geçiyorum ki bu nasıl Pervari yolu dedirtiyor. Herhalde yanlış geldim. Yol bitti. Ama doğruluyorlar yolu. Devam et diyorlar. Tepelere çıkıyorum gene. Dağlar uzakta, köyler küçücük altta. Yol yol değil, bu nasıl bir KGM? Yazacağım bir şikayet dilekçesi dönüşte. Sizin bilgilere güvenerek geldim, bambaşka çıktı, çıban çıksın... [e] 65,8 km/13.43/%80 harcandı-2. 1673 m R.

Bölgenin acıklı dramı üzerine, paylaşmak istiyorum sizinle... Yılmaz Güney’in Sürü filminin çekildiği Çemikari yaylası da Pervari sınırlarındaydı. Yaylalarıyla ünlüydü Pervari. Coğrafyasında 25 bin değişik çiçeğin varlığından söz edilirdi. Bu çiçeklerin eşsiz hale getirdiği Pervari balının namı ülkeye yayılmıştı. Ortalama rakımı 1500 metreydi. 3 bin rakımlı Herakol dağına ev sahipliği yapıyordu.

Derken PKK eylemleri başladı 1984 yazında. En belalı coğrafyadaydı Pervari. Sert bir doğası vardı. Eruh, Çatak, Beytüşşebap, Hizan, Şırnak ve Bahçesaray’la komşuydu. Eylemlerle birlikte o güzelim yaylalara çıkış yasaklandı önce. Hayvancılıkla geçinen köylülerin ekmeği kesildi. Neredeyse her gün bir eylemin, baskının ve çatışmanın yaşandığı bölgede tüm Güneydoğu’da olduğu gibi köyleri boşaltmaya başladı Pervarililer…

PKK’ya zorla yardım endişesinden dolayı başları belaya girmesin diye kaçıyordu insanlar önce… PKK eylemlerine karşı mücadele edecek köy koruculuğu sisteminin getirilmesiyle birlikte köyler daha hızla boşalmaya başladı. Korucu olmak istemeyenler önce ilçe merkezlerine, ardından il merkezlerine, buralarda da barınamayınca batıya doğru göçe başladılar. Neredeyse her köy ya da mezra iki aileden oluşuyordu. Devlet iki aileye de koruculuk öneriyordu. Bir aile kabul etmeyince eline silahı alan korucu aile baskıya başlıyordu. Zaten eksik olmayan kan davalarında devletin silahları kullanılıyordu.

Bir de çok kritik noktalarda olan ve korucusu olmayan köyleri devlet boşaltmaya başladı. Ardından çocuğu PKK’ya katılan ailelerin köylerini terk etmesi istendi. Çaresiz bir şekilde insanlar topraklarından edildi. Bu tarihlerden sonra Güneydoğu’nun köylerinde azalan nüfus, Gaziantep, Adana, Mersin gibi güney illerinin nüfusunun şişmesine neden olmaya başladı...

Park etmiş araçların olduğu bir yere geldim. İnsanlar merak ediyor, yolunu mu kaybetmiş bu turist? “İleride Zaviye var, yemeğini ye de git. Etin en güzelini bulacaksın.” deniliyor. Teşekkür ediyor, et konusunda sessiz kalıyorum. Kaba bir asfaltta ilerliyorum. Dar bir yol, çukurları olan. Zaviye’den (*) geçerken de gelen bir bey aynı daveti yapıyor, ama benim için daha önemlisi Pervari. Varayım artık! Ondan yol tarifi istiyorum. Ne kadar kaldı? 5-6 kilometre diyor. Biraz umutlanıyorum. Bölgede telefon da az yerde çekmekte. Vodafone buralarda sınıfta kaldı. 69,1 km’de üçüncü bataryayı takıyorum. İlk defa 3’e geçmiş oldum. Saat 14.12. 1451 metre rakımdayım.

(*) Abdurrahman bin Avf: 580 yılında Mekke'de doğdu. İslam'ı kabul eden ilk 8 kişiden biridir. Câhiliye döneminde Abdüamr veya Abdülkâ'be olan adı müslüman olduktan sonra peygamber tarafından Abdurrahman olarak değiştirildi. Uhut’ta 21 yara aldı ve ayağından sakat kaldı. “Davme” savaşında İslam ordusu kumandanı idi. 652 yılında Osman'ın hilafeti döneminde 72 yaşında vefat etti. 

Belenoluk’ta yan masada oturan teknik ekip çeşme önünde sularını doldurmaktalar. Ben de yanaşıyor aynısını yapıyorum. Kaç kilometre kaldı, aynı soru onlara da. Aynı cevap. Git git bu 5 kilometre bitmez mi?

Sonunda bitiyor ama ben de bitiyorum. Bisiklet bembeyaz, benim bacaklar aynen. Kim bilir suratım nasıldır? 

Pervari’ye tepeden iniyorum. Işık Otelin yerini minibüsçü gösteriyor. Boğazım kupkuru. Girmeden bir buzlu çay ile sodayı karıştırıp rahatlamak için dikiyorum. Otel önünde bir merak ve merasimle karşılanıyor, bisikletin tozu alınıp kapalı bir yere çekiliyor. Kayıt, ödeme (75-, O.K.) ve 204 noya taşınma. Bereket asansör var. Genç Yusuf odaya yerleşmemde yardımcı. Askı getiriyor, klimayı çalıştırıyor, uzatma kablosu buluyor ve 223 market servisini anlatıyor... Otel yıpranmış bir görünümde. Buranın tek oteli. Bir de ÖE var. Orayı da aramıştım ama telefona çıkan gavat yüzüme kapatınca, veya öyle bir durum olunca sinirlenip oteli tercih ettim. 35 lira fazladan vererek.

Duşun altına girip üzerimdeki tozu akıtıp yatağa biraz uzanarak ayaklarını dinlendirmekteyim. İlçe tarihine kısaca değinmek gerekirse; MÖ 550’lerde Persler, daha sonra da Makedonyalılar tarafından işgal edilen yöre, MÖ 306 yılında Selokid Krallığı sınırları içinde kalmış. MÖ 129 yılında Partların eline geçen Pervari, MS 77 yılında Roma İmparatorluğu’na, 4. ve 5. yy’larda Bizanslarla Sasanlılar arasında el değiştiren yöre 700’lerde Arap Etkinliği’ne girer. 1243 yılında Moğollar tarafından işgal edildiyse de 1514’te Osmanlı topraklarına katılır. Pervari, Osmanlı İmparatorluğu zamanında, Tanzimat’tan sonra 1852 yılında Siirt Sancağının Eruh Kazası’na bağlı bir nahiye olarak mülki taksimatta yer almıştır. Cumhuriyetten önce ilçe olduğu bilinmekte ise de, ilçe oluş tarihi kesinlikle saptanamamış.

Geç kaldım, fazla oyalanmaya gelmez. 5 buçuğa doğru karnımı doyurmaya çıkıyorum. Tarif üzerine Köşem Lokantası. Ancak pilav+çorba var yoğurt yok. Alayım diyorum ama başka lokantada aradıklarımı bulunca orada yiyorum (Umut Et Lokantası). 15 lira tutuyor, yeni açılmış, 15 günlük. Daha kart bile bastıramamışlar. Sonra Pervari sokaklarında dolanıyorum. ÖE’ye de bir göz atmaca. Giriş falan iyi görünüyor. Dıştan da. Balkonlu falan odalar. Kimseler yok resepsiyonda. Ben de fazla aramıyor, çıkıyorum. Yürümeye devam. ‘Közde Kahve’ diye bir yerde sade içiyor, öncesinde alınan çikolata ile, ama kahvenin 7,5 lira olmasına şaşıyorum. Hele de böyle minik bir ilçede. Kimsenin içeceğini sanmıyorum. 1 liraya çay varken.

Pervari’nin fıstığı, narı ve üzümünün dışında en popüler ürünü, 2600 rakım yükseklikteki Herekol Dağı eteklerinde ve Çemekare Yaylasında bölgeye has birçok bitki florasından doğal olarak arıların, insan eli değmeden ürettikleri balıdır. Sağda solda dükkanlar görüyorum, satış yapan. Eylül ayında hasada başlanacakmış. Rekoltenin bu yıl arı ölümlerine rağmen bin 800 tonu aşacağı tahmin ediliyor. Umarım memnun eder üreticiyi.

Otele dönerken Audi’dekilerden biriyle sohbet ediyor, bir sodayla mideyi rahatlatmaya çalışıp balataları yenilemem gerektiğini hatırlıyorum. Hava hafif kararmakta. Dönüş yolunda olan inekler keçiler şehrin ortasından geçmekte.  

Çay, Anadolu’dan binlerce kilometre ötede keşfedilmesine karşın, bu topraklara geldiği andan itibaren kırk yıl hatırlı kahvenin tahtını sarsmış; en koyu muhabbetlerin “vazgeçilmez”i olmuş. Evet, buralarda da çok içilen çayın öyküsü devam ediyor... 

Türkiye’de çayın tarihi, bu topraklara ilk gelişi üzerine farklı kaynaklarda farklı bilgiler var. Ancak Evliya Çelebi 1622 yılından başlayarak gezdiği yerleri anlattığı Seyahatnamesinin ilk cildinde çaydan söz ediyor. Ayrıca Osmanlı saray kayıtlarında da çaya rastlanıyor. Arşivlerde yer alan gümrük defterlerine göre de 1800’lerden itibaren çay ithal ediliyor. Bazı kaynaklara göre ise Türklerin çayla tanışması Anadolu’ya gelmeden çok daha öncelere, Orta Asya’da döneminde oluyor. Hatta ilk kez Hoca Ahmet Yesevi’nin çay bitkisini içtiğine dair efsaneler de var.

19. yüzyılın sonlarına doğru Doğu Karadeniz halkının çay yetiştirdiği ve ilkel metotlarla işleyip elde ettikleri ürünü kullandıkları ve sattıkları biliniyor. Ancak devlet, halkın yetiştirdiği çaylardan orman vergisi almaya kalkınca itirazlar oluyor ve bu itirazlar üzerine çaydan alınan orman vergisi kaldırılıyor.

Türkiye’de çay üretimine 1878’de (kimi kaynaklara göre 1894’te) Japonya’dan getirilen çay tohumlarıyla başlanır. Tohum ve fideler Bursa’ya dikilir ancak ekolojik koşulların uygun olmaması nedeniyle sonuç beklendiği gibi olmaz. Ama yine de çay içme alışkanlığı halk arasında hızla yaygınlaşır ve çaya olan talep artar. Çayın Anadolu topraklarında yetiştirilmesi için ilk adımlar, 1917 yılında Halkalı Yüksek Ziraat Okulu Müdür Vekili Ali Rıza Erten ve beraberindeki heyetin, çay tarımının geliştiği Batum’a teknik bir gezi düzenlemesi ile atılır. Rize’de ilk çayı yetiştirenler de Batum ve Soçi gibi kentlere çalışmak için giden ve dönerken çay fidanlarını ve tohumlarını getirip bahçelerine diken işçilerdir.

Cumhuriyet döneminde çay konusunda yapılan araştırmalara-çalışmalara ağırlık verilir. Türkiye’de çay konusunun önem kazanmasında en önemli isimlerin başında Zihni Derin gelir. Kendisi Batum’daki çay bahçelerini ve çay fabrikalarını inceler. 1924 tarihinde ise çay, mandalina, portakal yetiştirilmesini teşvik etmek amacıyla kanun çıkarılır. Ancak ilk çalışmalar başarısızlıkla sonuçlanır. Çünkü çay üreticileri yaptıkları iş konusunda eğitilmemişlerdir. Cumhuriyetin onuncu yılında halkın çok sevdiği ve tükettiği çayın yerli üretimle elde edilmesi gerektiğine ciddi olarak eğilme çalışmaları başlatılır. Ve ilk ürün 1938 yılında alınır. Yine aynı yıl Rize’de Çay ve Fidanlıklar Müdürlüğü kurulur. Bu olumlu sonuçtan sonra 1940 yılında, çay tarımı ve üretimini desteklemek için “Çay Kanunu” çıkarılır. 1942 yılında çıkan kanunla da çay üretimi, işlenmesi ve pazarlanması devlet tekeline geçer. Ve ilk çay fabrikası 1947 yılında Rize’de kurulur.

Türkiye’de Tarım Bakanlığı’na sonra Tekel’e bağlı yönetilen ‘Çay Üretimi ve İşlenmesi’ 1971 yılında çaya ilişkin konuların tek elden idaresi amacıyla Çay Kurumu Genel Müdürlüğü kurulur. Çay tarihindeki önemli dönemeçlerden biri de 1984 yılında çıkarılan özel Çay Kanunu ile çay üretimin ve satışında tekel kaldırılır.

Çayın macerası daha bitmedi. Yörelere göre içilişini, paşa çayından tavşan kanına geçişi ise yarın anlatayım J

Pervari Işık Otel 0484-3612727 / 3612726
Pervari ÖE 0484-3612411














Çatak - Pervari
Tur tarihi: 22 Ağustos 2019
Kat edilen mesafe: 73,58 km
Ortalama hız: 12,5 km/sa
Bisiklete biniş süresi 5 sa 53 dk, dışarıda geçen süre 8 sa 16 dk
En yüksek sıcaklık 43 ˚C, en düşük 15 ˚C, ortalama 32,2 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 2417 m, kaybı (iniş) 2526 m
En düşük irtifa 1139 m, en yüksek 2264 m

Garmin yol bilgileri Çatak-Pervari

Relive yol bilgileri Çatak-Pervari




Çatak ÖE’den ayrılışım 06.40


Sabahın serinliğinde pedallayarak Çatak geride kalıyor

Üzerimde ince yelek var ama gölgeler soğuk. Dünkü yolun
 devamı, Çatak Çayı kenarından sürüyor. Su da öyle bir coşkuyla
 akmakta ki. Sesi ortalığı kaplamış, yankı yapıyor



6 km sonra gelen çöplük göz zevkimi birden bozuyor L Güzelim
 doğa, yığılmış çöpler, yakılmış. Duman basmış ortalığı. Çevresinde
 köpekler, üstünde kargalar... Oldu mu bu? Yakıştı mı Çatak’a?

7,5. km’de Hurkan Köprüsü tüm ihtişamıyla çıkıyor karşıma.
 İyi durumda, 1988’de onarılmış. Tek gözlü, sivri kemerli...

Mimari görüntüsüyle göz dolduran çok güzel bir
 köprü. 17.-18. yy’lara tarihlendirilmekte

Dağlar dev gibi iki yanımda, çay ise ortasından kıvrılarak
 akmakta, coşkulu bir şekilde. Kim bilir baharda nasıldır? Yo da ona
 paralel sürüyor. Yokuş aşağı gittiğimden pek pedal çevirmiyorum

Muhteşem güzel bir coğrafya ama burası. Dağlar, çay ve
 çevresinde bulunan meşe, ceviz ve meyve 
ağaçları ve yeşilliği ile büyüleyici…


Çok enteresan, bir asma köprü yapmışlar, nehrin
 üzerine. Kısa bir mesafe, ama çok ilginç gözüküyor

16. km’deyim, yol ayırımına geldim herhalde. Köprü
 önümde, karşı kıyıya geçeceğim

%13’lik minik bir tırmanışla yükselmeye başlıyoruz

Çay altta kalıyor. Suyun sesi uzaklarda artık. Hafif hafif
 yükseliyoruz. Hafif diyorum ama %7-8-9’u görüyorum

Sağda yakılmış yıkılmış bir trafo...

Soldan Narlı’ya gidiliyor. 7 km’lik bir tırmanışı var. Levhası
 bükülmüş, neredeyse kopacak. Eski adı Girêsor. Terör
 tehdidi altında çok çekmiş, göç vermiş

Bu yaka tırmanış, çıkıyorum köprüden beri. Çıkacağım da
 gözüküyor, ileride devam ediyor. 1501 m'ye geldim şimdi. Nehir
 sağımda, tepeden bakıyorum, kıvrıla
 kıvrıla akıyor, köpükler çıkartarak


Güzelliğin içine etmişler. Bunlara insan denilemez

Beni görür görmez öyle korktu ki, yamaçtan aşağıya
 koşup kaçtı. Bir şey olacak diye ödüm patladı

Tekrar çayın üzerinden karşı kıyısına geçiyorum

Suyun ihtişamına diyecek yok. Kayalara çarptığı noktada
 köpükler çıkartıyor, girdaplar oluşturuyor

İleride 2 çayın birleştiği noktada bu yoldan ayrılıp
 dağlara çıkacağım. Esas macera orada başlayacak

Bozuk bir köprü üzerinden geçerek 37. km’de tırmanışa
 başlıyorum. Ama yolun durumu içler acısı. Asfalt yer yer
 dökülmüş, kaybolmuş. Toprak çıkmış ortaya, çakıl
 taşları dolmuş, kumlu bölümler

Yolun sıkıntısı boydan boya geçen kanalların olması. Mutlaka girip
 çıkman lazım. Bu da dan-dun demek. Sağımda kömür yığılı. Zor
 bir yol, hava da ısınıyor. Ara sıra patinaj atan arka tekerim, 
dengemi toparlayıp devam etmekteyim

Hayvan sürüleri, hem uzakta hem yol üstünde. İlerledikçe 
keçilerin bıraktığı “zeytin çekirdekleri”ni görüyorum. Tek tük ev 
mi, barınak mı durumları

Yükseliyoruz bu arada. Tepelerde gene bir kalekol
 gözüküyor. Haliyle bunların varlığı bölgenin güvenliğini artırmakta

Büyük bir uğraş sonucu tepeye geldim, antenlere. 
2238 m’deyim. Vardım ama öldüm. Ne derler? Emilen
 süt ve burun durumları...

Bir minibüs park vaziyetinde. Uzaklardan birileri buraya
 doğru gelmekte. Beni gören çocuklar meraktan yanıma geliyor,
 hepsiyle tek tek tokalaşıp tanışıyorum. Kimi kardeş, kimi akraba, 
kim aynı sınıftan. Birazdan ablaları da dahil oluyor, bir de
 küçük bir keçi yavrusu var yanlarında

Haydi bakalım diyerek tekrar sele üzerine oturuyorum. Buradan
 başlayan iniş çıkıştan da zor. Bozuk yolda inmek mümkün
 olmadığından fren-fren ve gene fren. Balata-balata ve gene
 balatalar erimekte. Bir de çukurlardan kaçamadın mı,
 güm gir-çık. Yani çıkışı dertli inişi dertli bir yol

Öğlen saati oldu, güneş tepemde, altlarda köyler

Köyde suyumu tazeliyor ve devam ediyorum. Artık
 umudu kestim, bu yol bitmez, pedallıyor, tırmanıyor,
 iniyor, çıkıyor, deliriyorum... 

Kurumuş dikenler rüzgarla toprak yolun üzerinde dans etmekte,
 önümden uçuşmaktalar. Bazıları benimle geliyor sonra aniden
 yön değiştirip kayboluyorlar yamaçta

Kaba bir asfaltta ilerliyorum. Dar bir yol, çukurları olan. 
Zaviye’den geçerken gelen bir bey yemeğe davet ediyor, ama
 benim için daha önemlisi Pervari. Varayım artık! Ondan yol
 tarifi istiyorum. Ne kadar kaldı? 5-6 km
 diyor. Biraz umutlanıyorum

Bölgede telefon da az yerde çekmekte. Vodafone
 buralarda sınıfta kaldı

Nihayetinde balıyla ünlü ilçemize gelmiş bulunuyorum 

Pervari’ye tepeden iniyorum. Işık Otelin yerini minibüsçü
 gösteriyor, karşıdaki yüksek bina

Geç kaldım, fazla oyalanmaya gelmez. 5½’a 
 doğru karnımı doyurmaya çıkıyorum

Sıcaklığı kırsın diye sokaklar sulanıyor, belediye tarafından


Pervari’nin fıstığı, narı ve üzümünün dışında en popüler
 ürünü, bölgeye has birçok bitki florasından doğal olarak arıların,
 insan eli değmeden ürettikleri balıdır. Sağda solda
 dükkanlar görüyorum, satış yapan


Umut Et Lokantası

Pervari Kaymakamlığı


Pervari ÖE


‘Közde Kahve’ diye bir yerde sade içiyor, öncesinde alınan
 çikolata ile, ama kahvenin 7,5 lira olmasına şaşıyorum. Hele de
 böyle minik bir ilçede. Kimsenin içeceğini
 sanmıyorum. 1 liraya çay varken

Otele dönerken Audi’dekilerden biriyle sohbet ediyor, bir
 sodayla mideyi rahatlatmaya çalışıp balataları
 yenilemem gerektiğini hatırlıyorum


Hava hafif kararmakta. Dönüş yolunda olan
 inekler keçiler şehrin ortasından geçmekte

Pervari by Night
















































19. gün (devamı) Pervari-Şirvan – 17. gün (öncesi) Bahçesaray-Çatak





[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde


Kars-Kağızman = 49,25 km

Kağızman-Tuzluca = 60,63 km

Tuzluca-Iğdır = 48,61 km


Çaldıran-Erciş = 72,05 km

Erciş-Adilcevaz = 70,31 km

Adilcevaz-Tatvan = 72,24 km

Tatvan-Hizan = 47,21 km

Hizan-Bahçesaray = 69,69 km

Bahçesaray-Çatak = 63,21 km

Çatak-Pervari = 73,58 km

Pervari-Şirvan = 71,65 km

Şirvan-Siirt = 27,49 km

Siirt-Baykan = 47,77 km

Baykan-Bitlis = 57,27 km

Bitlis-Muş = 76,67 km

Muş-Kulp = 95,50 km

Kulp-Silvan = 87,91 km

Silvan-Bismil = 60,58 km

Bismil-Batman = 53,42 km

Batman-Kurtalan = 60,31 km