21 Ağustos 2019, Çarşamba / Bahçesaray - Çatak, 63 km (17. gün)
Sabah 4 gibi uyandım, biraz daha uyuyayım dedim ve 6 buçukta ancak kalktım. Geciktim, daha erken çıkmak istiyordum yola. Neyse yapılacak bir şey yok, hızla toparlanıyorum. Bu durumda yola 7.33 gibi çıkıyorum.
İlkin yol üzerindeki çeşmeden suyumu doldurdum. Buz gibi akmakta. Merkeze inen yoldan gidip çarşının içinden geçip dün gittiğim Subaşı yolundan devam ediyorum. Bugün Çatak. 62 kilometre gibi bir mesafe. Ama turun en yüksek noktasından geçeceğim. Sadece turun değil Türkiye’nin en yüksek karayolu; Karabet Geçidi, 2985 metrede. 3 bine az kaldı J
İlçe içindeki kilitli taş yol çıkışında da devam ediyor. Hava sabahın serinliğiyle çok hoş. İnce yelek üstümde. Coğrafya bir değişik buralarda. Dağlar muhteşem, sabah ışığıyla da aldığı gölge-ışık durumları bir güzel ortaya çıkarıyor yapısını. 4’üncü kilometrede yol asfalt oluyor ve başlıyorum tırmanmaya, %2’yle. Bu koca dağı mı aşmam lazım? Önümde dikili duruyor. 1558 metreden başladım. 18 kilometrede 1400 metre irtifa kazanacağım. Sıkı mı sıkı.
Eco’dayım, gücüm daha yerinde. %6’larla sürüyorum. Ama bu keyif çok uzun sürmüyor ve yokuş ciddileşiyor. 10-11 derken yükseliyor, 12. Hay maşallah durumları. Bas pedallara... Düzelince 8 oluyor. Düzelince diyorum ya düzelmiyor tabii. Ben de desteği artırıyorum, Normal’le çıkmaktayım. Biraz tempo olsun. 1727 metreye geldim. 4,7 kilometre ancak oldu. Mini mini kuşlar önümde, asfalta konup kalkıyorlar. Mini mini adımlar atarak kaçışıyorlar... Bir film gibi, bunları izlemek ne keyif. Tırmandığını unutturuyor, ne yaptığını unutturuyor. Ama esas önemlisi bu yolun keyfini veriyor... Güneş karşımda, doğuya doğru gidiyorum. Karayollarının dev siyah bir tankeri manevra yapmakta. Herhalde ileride çalışma var. Yoldaki insanlar “nereye” diye sorduğunda, “Çatak” diyorum. “Rampadır, çıkamazsın” diyorlar. “Denerim. Olmadı iterim” diyorum. Başka seçeneğim var mı ki? Öyle veya böyle ilerlemek zorundayım.
Karayolları ekibi kahvaltı sofrasındalar. Buyur ediyorlar, teşekkür ediyor devam ediyorum. (Nasıl ama?) Bir lokma koymam mideme, tok karnına binilmiyor, rampa hiç çıkılmıyor. Şiştim mi kalırım ortasında! [e] 6,9 km/08.14/%20 harcandı. 1811 metreye geldim. Yükseldikçe alttakiler küçülüyor. Yol yılan gibi kıvrılarak dağı aşmaya çalışmakta.
Ara sıra geçen araçlar herhalde bana açıyorlardır. Bir ekip daha oturmuş karınlarını doyurmaktalar. Aniden sürpriz önlerinden geçince biraz şaşırıyorlar ama aralarından biri: biz arabayla çıkamıyoruz sen bisikletle!? Saat 8.38. 8,1’inci kilometredeyim. 2008 metreye çıktım. 5,8 km/sa gibi bir hızla tırmanabiliyorum. High’a almadım, Normal’le gidiyorum. %11-12-13, bir yerde de 15’i gördüm. 10’un altına düşmüyor eğim. Böyle tırmanırken dikkatimi çeken bir şeyi söylemek istiyorum: Yöre insanının kurduğu değişik bir cümle yapısı var, miş’li konuşuyorlar: “Nerden gelmişin?” gibi. Duya duya sonunda ben de böyle konuşur olduğumu fark ettim. Yapmışem, etmişem... demek burada yaşamaya başlasam aynen onlara benzeyecem J
2 bin metreden sonra hava serinledi, yeleği rampadan önce çıkartmıştım, şimdi esen rüzgar serin, giysem mi acaba? Boş ver, alışırsın Mustafa. [e] 9,5 km/08.51/%40 harcandı. 2137 m R. Dağlardan, kayaların üzerinden, aralarından sular akıyor. Şırıl şırıl buz gibi. Birinde durup matarayı tazeliyorum. Burası böyle değişik, bunlar (herhalde) seccade/ye benziyor, üç tane kontrplak gibi malzeme serilmiş. Nasıl yani? Geçerken namaz mı kılıyorlar? Bilemedim-anlayamadım!
Yol arada bir iniyor, aslında inmese de çıksa, kaybetmesem irtifayı desem de iniş az olsa da rahatlatıyor. [e] 11 km/09.08/%60 harcandı. 2270 metre rakımdayım. Kenardan aşağıya baktığımda geldiğim yolun nasıl bir kıvrımla çıktığını görüyor-fotoğraflıyorum. %14-15’i bulunca Normal yetmiyor High konuma geçmek gerekiyor. [e] 13,3 km/09.27/%80 harcandı. 2453 m R. Rüzgar serin esmekte, yükseldikçe hava soğuyor. Daha yukarıda soğuk olursa giyerim yeleği. İnerken herhalde/kesinlikle giyeceğim.
Kuşlara, bulutlara, kayalara dalıp dağı aşmaya çalışıyorum. Geldim Meteoroloji Gözlem Sahasına. Kayaya dayayıp bataryayı değiştiriyorum. Son çentik 6 km diyordu ama hemen bitiyor. Burası da uygun bir yer. 13,7 km/09.30/2479 m R.
[e] 16,7 km/10.02/%20 harcandı-2. 2727 metredeyim. 250 metre kaldı. Burası serin. Rampa %16. High ile çıkıyorum/çıkabiliyorum ancak! Güzel esiyor. Ohh... Acayip muhteşem bir yer. Anlatmam mümkün değil, yaşamak lazım (derler ya). Başaracağım... başaracağım...
Uzakta tepelerde parlayan bir şeyler dikkatimi çekiyor. Ağır ağır yaklaşıyorum. İnin cinle top oynadığı burada ne olabilir ki? İn nedir bilir misiniz? Arapçada İnsan demek. Nerede oynuyor bu ikili? J Evet, ilki çalışma ekibinin bir arabası, diğeri mescidin kubbesi. Yakınındaki çeşme, suyu tazelemek için iyi bir fırsat oluyor. Biraz nefeslensem mi? Yok, fazla da durunca başlamak zor oluyor. Çık yola!
Öyle bölümler var ki %16 gösteriyor Garmin. Ancak High ile aşabiliyorum. Tabii batarya hızla tükeniyor. Dinlene dinlene, etrafın güzelliğini izleye izleye, temiz havayı içime çeke çeke, kafamdan akan teri sile sile, oflaya puflaya geldiğim yer zirve olmalı. 2850 m Garmin’e göre. 18,1 km/10.15. Asfalt yerini zift üzeri çakıl taşa bırakıyor. Direklerdeki yazılar-levhalar düşmüş, yoklar. Ama Karabet Tüneli 1400 m yazdığından buranın geçit olduğunu anlıyorum. Dağların tepeleri, yamaçları halen karla kaplı. Kaç metre kim bilir orası? Herhalde 3500-4000 falandır. Belki de daha fazla...
Karabet Arapçada, yakınlık, hısımlık demek(miş). Neden bu ismi vermişler ki buraya? Bir sessizlik hüküm sürmekte. Rüzgarın ara sıra çıkardığı ses ve de nadiren geçen arabaların fırlattığı taşlar hariç. Nasıl anlatabilirim size burasını? Bir nefes desem. Çek çek bitmeyen bir hava desem. Dağlar desem, elini uzatsan erişebileceğini sansan desem... Sanmıyorum ki anlatsın. Gelmek-görmek-yaşamak lazım. Burayı "Dokuzuncu gezegen" olarak adlandırıyorlar. Uzun süren kış nedeniyle.
Başardın oğlum, buraya da çıktıktan sonra her yere çıkarsın. Bu benim için bir sınavdı. Her seferinde -acaba? -nasıl olacak? gibi sorular dolanıyordu kafamda. Ama becerince büyük bir keyif geliyor. Biraz kalmak istiyorum. Zaferimi hemen terk edemem. Foto-videolar elbette çekiliyor. Arkadaşlara göstermem lazım burasını. Kışın burası 6 ay kapandığından bir kar tüneli yapılmış 2016 yılında. Herhalde faydası vardır. Tünelin kolon ve kirişleri prefabrik olmak suretiyle fabrikada üretilip sahada monte edildiğini okumuştum. Tünelin solundan da eski yol gidiyor.
Sonunda her güzel şeyden olduğu gibi buradan da ayrılma vakti geldi. 2881 metre gösteriyor Garmin. 18,6 kilometredeyim, saat 10.34. Ve dalıyorum tünele. Bırakıyorum velespiti serbest. Küheylan gibi atılıyor öne. Uçuş başlıyor. Uzunca bir tünelin içinden geçtim. Ardından gelen yol, o sözünü ettiğim zift üzeri mıcır yoldan. Tehlikeli bir yol. Üzerinde başı boş taşlar misket gibi tekerin altında, kaydırır adamı. Çok dikkatli olunmalı. Kısa kısa frenlerle kontrolü tutmaya çalışıyorum. Ama neticede iniş, ne kadar sıksan hızlanıyorsun.
İrtifa kaybetmenin kulaklarda yapacağı basıncı dengelemek için sıkça yutkunuyor, hatta bir nane şekeri atıyorum ağzıma ki sürekli yutkunayım. Ara sıra bayağı kuvvetli rüzgar oluyor. Geldiğim taraf daha iyiydi. Burası, bu şekilde çıkmak daha zor. Yolun ortasını tutarak inmekteyim. Arada bir bakmasam arkama fark etmeyeceğim, araçlar sessizce dibime kadar yanaşıp geçiyorlar. Bu durum, aniden bir araç görmek tedirgin ediyor. Sağa kaçayım derken arka teker biraz kaydı/attı, yavaşlamak için freni sıktığımda. Toparlamayı beceriyorum ama. Yani bir de burada düş-yaralan L
Karşı rüzgar bayağı var. Sağımda bir dere akmaya başladı, kıvrıla kıvrıla benimle birlikte gelmekte. Derenin çevresi yeşil. Balyalanmış otlar bekliyor, götürülmek üzere. Geldim Yukarınarlıca’ya, şimdi asfaltlı bir bölüm başladı. Ohh be, dünya varmış. Artık frenlemeye gerek yok, bırak uçsun. Amma rüzgarlı bir gün, fazla da dikkati elden bırakmamak lazım.
2200 metrede sürüyor yolum. 600 metre kadar alçalmış oldum. Keçi-koyun-inek bolca sağda solda otlamakta. Hatta yol üstünde yürüyenler, peşinden koşan çoban. Uzaktan seslenenler, yanlarına çağıranlar, köylerden geçerken koşup gelenler... Bir film şeridi gibi akıyor her şey önümde. Az önce geçtiğim yerde sağ tarafta kovanlar vardı. Bir arı kaska girdi, alnımdan soktu. Hemen durdum amonyak bastım. Umarım işe yarar. Amonyak nerede var bilirsiniz.
Bu mıcırlı dediğim yol bitmedi-kesilmedi. Bir asfalt vardı ama gene mıcıra geçtik. Mıcır diyorum da, kaba asfalt. Hani üzerine mıcır dökülüp basılmış, sonra o mıcırlar ortaya çıkmış, misket gibi.
[e] 45,4 km/11.57/%40 harcandı-2. 2044 m R. Yolda arada gelen geçen oluyor. Sağımda akan çayda bebeler suya girmişler, hayvanlar su içmekte... muhteşem. Durup ara sıra video çekiyorum. Bu manzaralar her yerde bulunmaz mirim.
Ve geliyorum Van-Çatak ayırımına. Sağdan devam. Şimdi yol artık asfalt ve yokuş aşağı inmekte. Ama sert karşı rüzgar var. %-6 ile inmeme rağmen rüzgar durduruyor, pedal çevirmemi gerektiriyor.
Karabet Geçidi’nden beri iniyorum. Ciddi pedal çevirmem gerekmedi. Neredeyse 46 kilometredir. Solumda bir çay akıyor, benimle birlikte. Ben bu yolu tersten yapmayı düşünüyordum. Hani Çatak’a gelip 18 km’yi tekrar geri pedallamak. İyi ki yapmamışım.
Solumdan akan çayın suyu biraz çoğaldı. Kadınlı-erkekli-çocuklu bir grup suyun içinde-kenarında bir şeyler yıkıyorlar. Evveeet, bunlar da hayvan postları. Herhalde kurbandan kalanlar. Karşılıklı el sallaşıyoruz. 12.27/61,4 km’de Çatak levhası geldi. Buraları bayağı alabalık tesisleriyle dolu. Hele şimdi yanından geçtiğim oldukça büyük. Alabalık 20 / Kırmızı Benekli 30, satış fiyatları yazılmış. Merkeze yaklaşmaktayım, Kanispi yakınından geçiyorum. Ama görünüşü nedense pek ilgi çekici gelmiyor. Ücretli falan yazılmış. Ne ücretliyse! Piknik yapmak mı? Kanispi yani Beyazsu Şelalesi nisan ayı sonunda çok gür bir şekilde akmaya başlar ve ağustos ayı ortalarında azalmaya başlar. 100 metre yükseklikteki kayalıklardan çıkarak aşağıya doğru beyaz köpükler oluşturarak inen su, görenleri hayran bırakıyor. Akarken, oluşturduğu süt beyazı renginden dolayı beyaz şelale anlamına gelen Kanispi ismi verilmektedir. ... Demek ağustos olduğundan cazibesini kaybetmiş. Ben de anlayamamışım durumu.
Çatak girişinde sağda bir market, Ekomini. Yanaşıyor önce bir soğuk çay, sonra da şu Ülker’in çıkardığı mayalı içeceğin (Maltana) armutlusu (2,5+3,5 TL) ve dükkan sahibi Ali Haydar kardeşim ile sohbet. Birazdan kapı önüne çıkarılan taburede oturarak sağa sola videoları yollamaktayım. Babası da aramıza katılıyor. Mayıs ayında Kanispi Festivali olurmuş ancak bu sene seçimler nedeniyle yapıl(a)mamış. Rafting yarışları, konserler vs... “Her ilçeye bir festival” demiştiler ya! Kim mi? İktidar.
Yarım saatten fazla vakit geçirdikten sonra ÖE’ye ulaşmak üzere ayrılıyorum. Belki akşamüstü çaya uğrarım. ÖE kolay bulunuyor. Yolun sonuna doğru. Kaldırım yüksek, merdivene de rampa koymamışlar. Anlaşılan tekerlekli kimse gelmiyor, düşünülmemiş de. Yerimi Bahçesaray’dan Vezir Bey ayarlamıştı. Sıddık Bey resepsiyonda, durumdan haberdar. Kayıt yapılıyor, 45 liraya süit oda (No 205). Havlu sabun gibi eksiklikler tamamlanıp yerleşiyorum. Duş sonrası biraz ayakları uzatmaca hep iyi geliyor. Dinlenirken de ilçeye ilişkin bilgiler okumaktayım. Kaymakamlığın sayfasından tarihçesine baktığımda, Çatak; 645’te yöreye gelen Araplar tarafından kurulmuştur. Daha sonra Bizans İmparatorluğu’nun eline geçen Çatak, 1071 Malazgirt Meydan Muharebesiyle Anadolu’ya gelen Türkler tarafından fethedilmiştir. Selçuklu Devleti’nin idaresinde bir müddet kaldıktan sonra, 1100 yılında Sökmenli Devlet’nin yönetimine geçmiştir. 1243 Kösedağı Savaşı ile Moğol istilasına uğramış olan Çatak, 1350 yılından sonra Hakkari Beyliği’nin eline geçmiştir. Timur’un Anadolu Seferine kadar Hakkari Beyliği’nin idaresinde kalan ilçe, daha sonra İran’da bulunan Safevi Devleti’nin hakimiyeti altına girmiştir. 1548 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Osmanlı Devleti’nin hakimiyeti altına girmiştir.
Çatak Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1830’lu yıllarda büyük bir kasaba haline getirilmiş olup, uzun süre Hakkari Derebeyliğine bağlı olarak kalmıştır. İlçenin eski adı Şağı Hakkari olup, 1865 yılında ilçe teşkilatına kayıt edilirken Şitak adını almıştır. Cumhuriyet idaresi kurulduktan sonra ilçenin adı Çatak olarak değiştirilmiştir.
1914-1915 yıllarında Çatak ilçesi Rus işgaline uğramıştır. İmparatorluk zamanında Şark Vilayetlerinin birçoğunda olduğu gibi Çatak merkez ve köylerinde azınlık halinde Ermeniler yaşamaktaydı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında (1914-1915) Van Vilayeti ve civarı Ruslar tarafından işgal edilince Çatak İlçesi’de bu işgalden kurtulamamıştır. İşgal sırasında Ruslarla birlik olan Ermeniler, Rusların himayesi ile Türklere çok zulüm ve işkence yapmış, bir çok Türk’ü şehit etmişlerdir. Bu nedenle o zamanlarda Ermenilerin saldırısına biraz olsun karşı koymak için belli sayıdaki Çatak’lı Türk, şimdiki Karşıyaka ile Alaçam Mahallelerini inşa ederek ilçe merkezini işgal eden Ermenilerin ilçeyi terk etmeleri için zemin hazırlamışlardır.
1917 yılında Rusyada çıkan ihtilal ile Çarlık idaresi devrilip yerine Bolşevik idaresi kurulunca, Rusya yurdumuzdaki askeri birliklerini çektiği sırada Ermenilerin bir kısmı İran’a bir kısmı Rusya’ya, bir kısmı da Irak’a olmak üzere ilçemizi terk etmişlerdir.
Vikizero’nun sayfasında ise bilgiler Resmi Tarihten farklılık gösteriyor: İlçenin esas adı olan Şatak veya Şatakh 1960 yılına dek kullanılmış, daha sonra Türkçe anlam yüklenerek Çatak adı verilmiştir. Eski bir Ermeni yerleşimi olan yörenin adı en erken 870 yılı civarında yazılmış olan Ermenice vakayinamelerde geçer. 7. yüzyıl ortalarından itibaren bir müddet Arap egemenliği altında kalmış, 10. ve 11. yüzyılda Van'da bulunan Vaspuragan Ermeni krallığı/beyliği döneminde gelişerek çok sayıda kilise ve kale ile donatılmıştır. Herhangi bir tarihte Bizans egemenliğine girmemiştir. Çeşitli Türk ve Moğol istilalarından çok etkilenmeyen bölge, 1350 yılı dolayında güçlenen Hakkari Beyliği’nin kontrolüne girmiştir. 1548 yılındaki Osmanlı-İran savaşından sonra teorik olarak Osmanlı Devleti’nin hakimiyeti altına girmiş ise de Osmanlı merkezi idari sistemi 19. yüzyıl ortalarına dek kurulamamış, dolayısıyla Osmanlı egemenliği daha çok kâğıt üzerinde kalmıştır.
İlçe merkezinin eski adı Tağ veya Tağı Hakkari olup, 1865 yılında kaza (ilçe) teşkilatı kurulduğunda merkez olarak seçilmiştir. Osmanlı Devleti bu dağlık bölgede egemenliğini kurarken, bölgedeki çeşitli Kürt unsurlardan faydalanmıştır. Kürt ve Ermeni halk arasında gitgide artan gerginlik, 1895'te çok sayıda Ermeni'nin öldürülmesi ve Çatak'taki Ermeni köylerinden çoğunun boşalarak Kürt aşiretlerin eline geçmesiyle sonuçlanmıştır. İlçede az sayıda kalan Ermeniler 1915'te temizlenmiştir. 1915 olayları sırasında bazı Çataklılar şimdiki Karşıyaka ile Alaçam Mahallelerini ele geçirerek Ermenilerin ilçeyi terk etmeleri için zemin hazırlamışlardır.
Evet, nedir bu Ermeni-Türk düşmanlığı? Her iki taraf da karşısındakinden öylesine nefret etmekte ki! Tepedekilerin kendi iktidarları için kullandıkları bu “düşman” söyleminin bedelini, zavallı, arada kalan insanlar ödüyorlar. Bugünlerde konuştuğum bazı insanlarda da bu Ermeni Düşmanlığı’nın halen sürdüğünü görmekteyim. Kiminde de Kürt düşmanlığı var. Bu şoven duygularla hiçbir yere varılmaz. Ötekileştirerek ilerlemek mümkün değil. Kısır bir dairede döner durursun.
4 buçuk gibi çıkıyorum, karın doyurmak için aldığım tarif: “İlk köprüden sağ, Ziraat’ten sol ve yolun sonunda Çorbacım var.”
Dicle Nehri'nin en büyük kolları arasında bulunan Çatak Çayı büyük bir coşkuyla ilçenin içinden geçmekte. Muhteşem bir nimet. Çıkarttığı ses ilçenin melodisi olmuş. Üzerinde köprüler var, bazılarında kafe gibi yerler. Kıyısındaki evler ne de şanslı sayılırlar. Ancak; yaklaşık 16 balık türünü barındıran ve Türkiye'nin en temiz akarsuları arasında yer alan Çatak Çay'ında 2 yıl araştırma yaptıklarını belirten Yüzüncü Yıl Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi araştırma görevlisi Mustafa Akkuş, çayın yapısında bozulma ile yerleşim birimlerinin atık suları, çöpleri ve kömür küllerini ile kirlenme tespit ettiklerini söylüyor. İşte bu acı haber. İş makinelerinin kum alma ve çakıl alma veya dere ıslahı amacıyla girmediği tek bir nokta kalmamış. 145 kilometre uzunluğundaki çayda sadece 50 kilometrelik, o da arazi şartlarının el vermemesinden dolayı iş makinelerinin gir(e)mediği bir kısım kalmış. Çaydaki bozulma öyle bir dereceye gelmiş ki, artık bazı bölgelerden balıklar tamamen çekilmiş. Ve denizlerdeki ölü zonlar gibi akarsu üzerindeki belli noktalarda balıkların hiç geçmediği, balıkların yaşamadığı alanlar oluşmuş. Çatak Çayı üzerindeki planlanmış HES'lerin kurulması işleri daha da karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale getireceğini belirtiyor. Bir başka ifadeyle “ölüm fermanı”nı açıklıyor.
Çorbacım’da mercimek çorbası+pilav+cacık ısmarlıyorum (1 haftadır menemen yedim, yetti gari). Onlar yanına az çoban salatası veriyorlar. Yemek sırasında sahibi Abdülhamit Beyle tanışıyor, güzel bir sohbete geçiyoruz. Haliyle siyaset. Akepe almış burayı, 1300 farkla hedepeden. Kendisi cehepeli. Buna seviniyorum. Eskiden Ermenilerin çok olduğu bir yermiş Çatak (*). Onlara ait iki kilise kalıntılarının bulunduğu, aşiretler, belediye başkanının mensup olduğu aşiret falan derken yemeğin ardından içilen kahve ve 15 liralık hesabın ödenmesi sonrası Abdülhamit Bey’den bana kiliseleri göstermesini rica ediyorum. Haliyle metruk vaziyetteler. Böyle bırakılırlarsa bir müddet sonra bir şey kalmaz. Neden sahip çıkmaz belediye bu yerlere. En azından koruma altına al, çevrele çitle. Bir gün turizmde kullanırsın.
Bu arada belediye başkanı beyi de çarşı içinde erkanı ile çay içerken görüyoruz. Davet ediyor ama kiliseye gitmekteyiz. Dönüşte kendisini tebrik ederek tanışıyoruz.
(*)Van Denizi’nin güneyinde, tarihi Mogk, Pıjnunik ve Antsevatzik beyliklerinin bazı bölümlerini de içine alan sık ormanlar ve zengin otlaklarla kaplı dağlarıyla Şadakh, daha sonra Tigris (Dicle) nehrine dökülen Batman (Kağırk) ile Şadakh (Asbagan) akarsularının birleştiği yerde kurulmuş bir yerleşim yeri… diyor Çatak için Agos’tan S. Seropyan, ve devamında o günlerdeki adının Şadakh olduğunu ve ... 26 bini aşkın Ermeni’nin ve 5 bin Kürt’ün yaşadığı Şadakh bölgesinde 1913-14 yıllarında 8 bin Ermeni kalmış. Günümüzdeki adı “Çatak” ise iki nehrin çakıştığı, birleştiği nokta olarak eski adına epeyce benzetilmiş… diye ilave ediyor.
Firuzan arıyor. Evdeki fırının tamirinin yapıldığını, bugün yağan acayip yağmurun mahalledeki yolları nasıl kapadığını, biraz da benim yolumdan söz ederek sohbet ediyoruz.
Çatak’ta büyükler değil ama çocuklar bisiklete biniyorlar. Ekomini markete Abdülhamit Bey ile birlikte yürümekteyiz. Ali Haydar ve en yakın arkadaşı Mustafa ile çaylar eşliğinde yaptığımız sohbette, Mustafa’nın Sivas’ta Ebe Okulunda okuduğunu hayretle karşılıyorum. Bizim millet erkek ebeye nasıl bakar, izin veriri mi karısına doğum yaptırmayı? Doktor konusunda bile muhafazakarlar. Okula ilişkin, 80 kız öğrenci arasında tek erkek olarak başından geçenleri -ilk gün onu öğretmen sanıp ayağa bile kalkmışlar- anlatmakta. Ama halinden memnun. Cennete düşmüşün diyorum. Herkesin arayıp bulamadığı bir durum J
Müjdat’ın telefonuyla gençlere veda ediyor ÖE’nin yolunu yürürken onunla da uzunca sohbet ediyoruz. Dönmeden önce Abdülhamit Beye de veda etmek istiyorum. Çok ilgilendi benimle. Ancak kendisi çoktan köyüne gitmiş bile. Biraz rahatsızın diyordu. Dinlenmek iyi gelir demiştim.
Çay, kimilerine göre milli içecek. Sanki asırlardır bize ait. Kelimesiyle, bardağıyla, raconuyla (bu kelime de İtalyancadan dilimize girmiş)... Bir kere “çay” kelimesinin kökeni, anavatanı Çin'e dayanıyor. Mandarin lehçesindeki ç'a ve Amoy lehçesindeki t'e çayın iki farklı söyleniş şekli. Batı dünyasında çay isminin iki formu da kullanır. Mandarin formu ilk defa 1559'de Portekizli tüccarlar tarafından kullanılmış. Bu tüccarlar sayesinde Mandarin lehçesindeki ç'a Rusçaya (çai), Farsçaya (ça), Arapçaya (şay) ve Türkçeye girmiş. Avrupa'da daha sonraları Hollandalı tüccarlar tarafından Amoy lehçesi yaygınlaştırılmış. Bu sayede çay Batı dillerinde Amoy lehçesindeki 't'e kelimesinden türeyip, İngilizceye (tea), Fransızcaya (the), İspanyolcaya (te), Almancaya(tee) yerleşmiş. Doğu dillerinde ise Mandarin formu daha yaygın, Hintçe (çay) ve Japonca (cha) bu formu kullanılır.
Peki nasıl olmuş da çay dünyanın içeceği durumuna gelmiş? Bir kaynağa göre çayın ilk yudumlanışı çok eskilere, MÖ 2737 yılına, Çin İmparatorluğu'na kadar dayanır. Efsaneye göre Çin’in ilk imparatorlarından Shen Yung, çay bitkisinin tesadüfen sıcak suya düşmesine şahit olur. İmparator işte bu keşifle birlikte çayın büyüsüne kapılır ve yine efsaneye göre yedi yıl boyunca o bölgede kalarak sürekli çay içer.
Çay, Anadolu’dan binlerce kilometre ötede keşfedilmesine karşın, bu topraklara geldiği andan itibaren kırk yıl hatırlı kahvenin tahtını sarsmış; en koyu muhabbetlerin “vazgeçilmez”i olmuş. Bize gelişini ise size yarın aktarayım.
Çatak ÖE 0432-5123114 / 0543-8733953 İsa bey / 0507-5180671 Sıdık bey
Bahçesaray - Çatak
Tur tarihi: 21 Ağustos 2019
Kat edilen mesafe: 63,21 km
Ortalama hız: 15,1 km/sa
Bisiklete biniş süresi 4 sa 10 dk, dışarıda geçen süre 6 sa 8 dk
En yüksek sıcaklık 40 ˚C, en düşük 19 ˚C, ortalama 29,2 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1508 m, kaybı (iniş) 1643 m
En düşük irtifa 1492 m, en yüksek 2987 m
Kat edilen mesafe: 63,21 km
Ortalama hız: 15,1 km/sa
Bisiklete biniş süresi 4 sa 10 dk, dışarıda geçen süre 6 sa 8 dk
En yüksek sıcaklık 40 ˚C, en düşük 19 ˚C, ortalama 29,2 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1508 m, kaybı (iniş) 1643 m
En düşük irtifa 1492 m, en yüksek 2987 m
Garmin yol bilgileri Bahçesaray-Çatak
Relive yol bilgileri Bahçesaray-Çatak
Bahçesaray ÖE’den ayrılışım 07.33
|
Benim gibi erkenciler varmış
|
Merkeze inen yoldan gidip çarşının içinden geçip
dün gittiğim Subaşı yolundan devam ediyorum
|
Hava sabahın serinliğiyle çok hoş. İnce yelek
üstümde. Coğrafya bir değişik buralarda
|
Dağlar muhteşem, sabah ışığıyla da aldığı gölge-ışık
durumları bir güzel ortaya çıkarıyor yapısını
|
4. km’de yol asfalt oluyor ve başlıyorum tırmanmaya, %2’yle
|
Karayolu ekibinin yanından sürüyor tırmanışım. Ama artık
rampa ciddileşti, %10-11 derken yükseliyor, 12. Hay maşallah
durumları. Bas pedallara...
|
Anlaşılan buradan biri aşağıya uçmuş L
|
1811 m’ye geldim. Yükseldikçe alttakiler küçülüyor. Yol
yılan gibi kıvrılarak dağı aşmaya çalışmakta
|
Bana şaşkın şaşkın bakmakta. Hiç beklemiyordu bisikletli herhalde
|
Yol arada bir iniyor, aslında inmese de çıksa, kaybetmesem irtifayı desem de iniş az olsa da rahatlatıyor |
Kuşlara, bulutlara, kayalara dalıp dağı aşmaya çalışıyorum. Geldim Meteoroloji Gözlem Sahasına. Kayaya dayayıp bataryayı değiştiriyorum |
2866 m Garmin’e göre
|
Karabet Geçidi 2985 m
|
Dağların tepeleri, yamaçları halen karla kaplı. Kaç metre kim bilir orası? Herhalde 3500-4000 falandır. Belki de daha fazla... |
Ve dalıyorum tünele. Bırakıyorum velespiti
serbest. Küheylan gibi atılıyor öne. Uçuş başlıyor
|
Mis gibi bir hava var. Sürüler otlamakta, çobanlar el
sallamakta. Bisikletle kaç kişi geçmiştir ki
buralardan? Onlar için de bir sürpriz...
|
Oralara yanlarına inmek var ama...
|
Karşı rüzgar bayağı var. Sağımda bir dere akmaya başladı, kıvrıla
kıvrıla benimle birlikte gelmekte. Derenin çevresi yeşil
|
Geldim Yukarınarlıca’ya, şimdi asfaltlı bir bölüm başladı. Ohh be, dünya varmış. Artık frenlemeye gerek yok, bırak uçsun. Amma rüzgarlı bir gün, fazla da dikkati elden bırakmamak lazım |
Yukarınarlıca
|
Bir film şeridi gibi akıyor her şey önümde. Az önce geçtiğim
yerde sağ tarafta kovanlar vardı. Bir arı kaska girdi, alnımdan
soktu. Hemen durdum amonyak bastım. Umarım işe yarar
|
Ve geliyorum Van-Çatak ayırımına... |
Sağdan devam. Şimdi yol artık asfalt ve yokuş aşağı
inmekte. Ama sert karşı rüzgar var. %-6 ile inmeme rağmen
rüzgar durduruyor, pedal çevirmemi gerektiriyor
|
Karabet Geçidi’nden beri iniyorum. Ciddi pedal çevirmem
gerekmedi. Neredeyse 46 km’dir. Solumda bir
çay akıyor, benimle birlikte
|
Merkeze yaklaşmaktayım, Kanispi yakınından geçiyorum. Ama görünüşü nedense pek ilgi çekici gelmiyor. Ücretli falan yazılmış. Ne ücretliyse! Piknik yapmak mı? |
2985 m’yi aşıp bir zamanlar Ermenilerin yoğun
yaşadığı ilçeye vardım sayılır
|
Çatak girişinde sağda bir market, Ekomini. Yanaşıyor önce bir
soğuk çay, sonra da şu Ülker’in çıkardığı mayalı içeceğin (Maltana)
armutlusu ve dükkan sahibi Ali Haydar kardeşim ile sohbet
|
Yarım saatten fazla vakit geçirdikten sonra ÖE’ye ulaşmak üzere ayrılıyorum |
Çatak ÖE
|
Çatak ÖE
|
Boydan boya geçen bir ana caddesi var Çatak’ın
|
Dicle Nehri'nin en büyük kolları arasında bulunan Çatak Çayı
büyük bir coşkuyla ilçenin içinden geçmekte. Muhteşem bir
nimet. Çıkarttığı ses ilçenin melodisi olmuş...
|
Üzerinde köprüler var, bazılarında kafe gibi
yerler. Kıyısındaki evler ne de şanslı sayılırlar
|
Bebeler şişme lastikle suyun keyfini çıkartıyorlar
|
Çorbacım |
Kuşun kanadında haberin var
|
Ermenilerden kalma kilise, haliyle metruk vaziyette
|
Çatak Köprüsü
|
Abdülhamit Bey ile (maalesef foto flu L)
|
Ermenilerden kalma bir kilise daha...
|
Vatandaş depo olarak kullanıyor |
Ahşap işçiliğinin halen sürmesi ne güzel
|
Çatak by Night
|
[bisikletle]Türkiye: Urartuların İzinde
Kars-Kağızman = 49,25 km
Kağızman-Tuzluca = 60,63 km
Tuzluca-Iğdır = 48,61 km
Iğdır-Doğubayazıt = 57,78 km
Doğubayazıt-Çaldıran = 68,27 km
Çaldıran-Erciş = 72,05 km
Erciş-Adilcevaz = 70,31 km
Adilcevaz-Tatvan = 72,24 km
Tatvan-Hizan = 47,21 km
Hizan-Bahçesaray = 69,69 km
Bahçesaray-Çatak = 63,21 km
Çatak-Pervari = 73,58 km
Pervari-Şirvan = 71,65 km
Şirvan-Siirt = 27,49 km
Siirt-Baykan = 47,77 km
Baykan-Bitlis = 57,27 km
Bitlis-Muş = 76,67 km
Muş-Kulp = 95,50 km
Kulp-Silvan = 87,91 km
Silvan-Bismil = 60,58 km
Bismil-Batman = 53,42 km
Batman-Kurtalan = 60,31 km
İlginizi çekebilir [bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (Kale-Pütürge)