28 Ağustos 2022

[bisikletle]Türkiye: İç Anadolu, Türkiye’nin Tahıl Ambarı (Eğirdir-Yalvaç)

 

26 Ağustos 2022, Cuma / Eğirdir - Yalvaç, 77 km (3. gün)

 

Pencere açık uyuduğumdan gece üşüdüm. O nedenle 4 gibi uyandım. Ayağıma çorap üzerime yorganı alıp uyumaya devam ettim. 6 buçuk gibi kalkıp toparlanıp çantaları bisiklete yüklerken resepsiyoncu beyi de e-bisi konusunda bilgilendiriyorum. O da yeni kendine bir motor almış. Boşuna niye benzin kullanıyorsun, e-bisiklet çok daha kullanışlı diyor ve 5. kattaki kahvaltı salonuna çıkıyorum. Peynir-yumurta-ekmek-domates gibi malzemelerle karnımı doyurup Eğirdir'den ayrılışım 8.00. Bugün üstümde ince yelek ve kolluklar var. Dün üşüdüm, bugün tedbirliyim. Kıyıya paralel, Eğirdir’in dış mahallelerinden geçerek uzaklaşıyorum. Hava açık, göl durgun görünüyor. Çok keyifli ama. Böyle kara parçalarının ortasında göl olayı çok büyük nimet, büyük armağan bölgeye.


Sağdan, Prostanna Antik Kenti diye bir yol gidiyor, 5 km içerde. Kent tarihi hakkında fazla bir bilgi olmadığı, 1957 yılında buradaki kalıntıları inceleyen Ballance’a göre Prostanna, Helenistik devirden önce kurulmuş ve bir kentten çok karakol olduğu, Roma döneminden sonra terk edildiği, kentle ilgili en eski belgenin, Asia eyaletinden bir görevli onuruna dikilen, MÖ 113 yılına tarihlenen bir yazıtın olduğu, ve bu yazıtta “Pisidia’daki Prostanna halkı” ifadesinin geçtiğini, yaptığım araştırmadan öğrendim. Ama girmeyip devam ediyorum.

KültürPortalı


Bugün yolum Yalvaç’a, 75 km gibi. Eğirdir sonrası bir tırmanışım olacak derken geldi bile. Asfaltın durumu iyi, sıcak asfalt, güvenlik şeridi var. Burası Konya Yolu olduğundan TIR trafiği eksik değil. Şehirlerarası otobüsler de cabası. Karşıdan gelen bazı araçlar beni gördükleri halde önlerindeki aracı sollamaktalar. Beni iyicene güvenlik şeridine yapıştırıyorlar. Hepsine küfürü basıyorum.

 

Tepeler aşılıyor tepeler iniliyor. Güzel bir yol, severim dümdüz gitmektense in-çık daha hareketli oluyor. Solum, göle doğru elma bahçeleri, kırmızı yeşil, dallarında asılı parlıyorlar. 17 km sonra Mahmatlar köyüne geldim. Yolda tezgahlar var kurulmuş. Gözleme, çay, meyve satışı yapılmakta. Karnınızı doyurabilirsiniz buralarda.


Devam ediyorum yoluma. Sağdan Sarıidris köyünden Mallos Antik Kenti’ne gidildiği gösterilmiş. Haritadan baktığımda yaklaşık 8-9 km gözüküyor. Şimdi fazladan 18 km yapmamak için devam ediyorum ama okuduklarımı paylaşayım: Günümüzde “Kale” olarak adlandırılan kent Göynücek Yaylası’nın batı ucunda orta yükseklikteki, kayalık bir arazi üzerine kurulmuştur. Helenistik Dönem’de kurulan kent MS 12. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüştür. Orta büyüklükte bir kent olan Mallos’un akropolisinde, düzenli bir savunma ve su sistemi, üç adet kilise, açık hava toplantı yeri (bouleuterion), tapınak, üç adet nekropolis alanı ve geniş iskân alanları bulunmaktadır. Mallos’da düzgün taş döşeli olan ve 2 m genişliğe sahip yolun 310 m.lik hattı korunmuştur. Akropolisin doğusundaki düzlük alan kentin agorasıdır. Agoranın hemen batısında arkası akropolise yaslandırılmış ve ana kayaya oyularak yapılmış oturma sıraları bulunan alan, açık hava toplantı alanı olarak kullanılmıştır. Agoranın karşısına doğu-batı yönlü inşa edilen yapı kentteki en büyük kilisedir. Kentte iki nekropolis alanı bulunur. Nekropolis alanlarından ilki akropolisin yaklaşık 200 m kuzeydoğusunda Göynücek Deresi’nin yamaçlarındadır. Kentin diğer nekropolis alanı ise akropolisin yaklaşık 400 m güneybatısında orta yükseklikteki iki tepenin eteklerindedir. Kutsal alan ise yerleşimin kuş uçuşu 500 m kuzeybatısında Eleksi Tepesi üzerindeki Kapılı Kaya olarak adlandırılan mevkidedir.

IspartaKültürelMiras


Tepeli bölgeler bitti, geçtik. Keyifliydi aslında, göle yukarıdan bakarak sürdüm. Şimdi daha çok düz bir yoldayım. Elma elma her yerde elma, tezgahlarda elma, ağaçlarda elma... Aracını park etmiş mâ’aile inmiş elma toplayanlar. (...) Saat 09.19, 22,2 °C sıcaklık var. Rakım 947 m ve ortalamam 23,1 km/s. 29 km geride kalmış. Demek ki 45 km daha var önümde. Önce Gelendost sonra da Yalvaç, herhalde saat 1 gibi orada olurum. 

 

Bu pedalladığım yol, Eğirdir Gölü’nün doğu yakasında, tarihi bir güzergah, bir kervan yolu. O nedenle de bir han var, Ertokuş Kervan Sarayı diye solda gösterilmiş. Nedense buraya da girmiyorum, yolunu toprak gördüm, halbuki yakında. Hakkında okuduklarım ise: Yapı güney-kuzey doğrultusunda uzanan dikdörtgen planlı, açık ve kapalı bölüm olmak üzere iki kısımdan oluşan, klasik karma tip kervansaraylardandır. Kapalı bölüme girişin sağlandığı taç kapı dışarıya taşkın ve hafif sivri kemerli olup, kemer alınlığında dört satırlık kitabesinde Selçuklu Atabek’i olan Mübarizeddin Ertokuş tarafından Miladi 1223 yılında yaptırıldığı yazılıdır. Bu tarih, kervansarayı Isparta’da bulunan Türk-İslam Dönemi eserleri arasında en eski tarihe ait yapı yapmaktadır. Kervansarayın geçen yüzyılın başına kadar kullanıldığını ve kervansarayın kuzeyinde taş döşeli bir kervan yolunun olduğunu söylemektedirler. 

IspartaKültürelMiras


Solumda, gölün diğer yakasında yükselen dağların tepelerine bulut oturmuş, kıraç, belirli bir yükseklikten sonrası yeşil değil. Hangi dağlar acaba onlar öyle? (*) Bayağı yüksek duruyorlar, gölün çevresini sarmışlar. 

 

(*) Barla Dağı, Isparta ilinde, Eğirdir Gölü'nün batısında bulunan dağ. Batı Toroslar'ın kuzey bölümündeki dağın doğusunda yükselti 2.798 m.ye ulaşır. Dağın doğu bölümüne Gelincik Dağı, batı bölümüne Kapı Dağı adı verilir. Dağın kuzey, güney ve doğusu 870–1300 m arası kermez meşesi ormanları, 1350–1500 m arası ise kasnak meşesi, karaçam ve sedir ormanları hakimdir.

Vikipedi


Şimdi sağım şeftali oldu. Onlar da ağacında sallanıyorlar, gel beni ye dercesine. 3-4 km kaldı Gelendost’a. Yol artık düz, eğimsiz gidiyor. Köyler geçiliyor. Bazılarının girişlerinde yığılı elmalar var. Bunlar herhalde yemelik değil, kasalara konulmamış, tepelenmiş. Yol boyunca gelen tezgahlarda elma satılıyor, mısır kaynatmışlar, satılıyor da satılıyor...

 

Gelendost geldi (ne güzel isim değil mi?), görmek için giriyorum. Küçük Sanayi esnaflarının atölyeleri geçilip merkeze ulaşıyorum. Bugün de burada pazar var. Herhalde dünküler Eğirdir’den sonra sırasıyla geziyorlar ilçeleri. Biraz dinlenmek için bahçe içinde çaycıların olduğu bir parka giriyorum. Kendime boş bir masa seçip çay ısmarlıyorum. Ama gelen çayı beğenmedim (2-), 2’nciyi ısmarlamıyorum. Biraz dinlenip yakındaki Abdulgaffar Camisinin de fotosunu alıp (*), tamirciden edinilen yol tarifiyle karayoluna bağlanmak üzere köy yolundan, bahçeler tarlalar arasından sürüyorum. Yol dalgalı. Acaba başka daha düzgün yol var mıydı? Durumu netleştirmek için sorduğum Toroslu sürücü, doğru yolda olduğumu, en kısa bu yolun olduğunu, gelen köydeki köprüden, sağdan devam etmemi söylüyor.

 

Bu köyün adı ne, göremedim hiç bir yerde. Parkta oturan gençler çaya davet ediyorlar, sesleniyorlar, ama daha yeni içtim, mola verdim, şimdi sırası değil diye teşekkür ederek devam ediyorum. Toroslu sürücü yetişip bana soldan, ana yola çıkan, daha kısa olan yolu da gösteriyor.

 

(*) Abdülgaffar Camisi son dönem Osmanlı mimarisinin güzel bir örneğidir. Caminin Miladi 1878 tarihli bir kitabesi bulunmaktadır. Silindirik gövdeli minaresi kuzeybatı yöndedir ve kare platform üzerinde yükselir. Minaresinin tek şerefesi vardır ve bunun alt kısmı mukarnas süslemelidir. Cami içerisinde ortadaki merkezi küçük kubbeyi baldaken biçimindeki dört sütun taşımaktadır. Kalemişi süslemeler bayrak üzerine yazılmış kelime-i tevhid, kayık biçiminde yapılmış amentü ve şerh, satrançlı kufi biçiminde yazılmış yazılar ve kubbe eteğindeki Yasin Suresi cami içerisindeki süslemelerden bazılarıdır.

T.KültürPortalı


Ana yoldayım gene. Şimdi solum mor erik oldu. Mürdüm olsa. Ağaçların üstü dolu. Çok güzelmiş bu coğrafya, meyvesi bol. Yol artık düz. 56’ncı kilometrede Yalvaç kavşağı gelince soldan ayrılıyorum. Yol düzgün, sıcak asfalt, tek şerit. Güvenlik şeridi var, geniş, rahat gidiliyor. Suyum bitti derken bir çeşme işareti. Solda, başında duran karavancı bidonlarını dolduruyor. Ben de mataramı. 16 plaka, Bursa’dan gelmiş. Çeşmeden akan su soğuk değil ama. 

 

Çeşme sonrası şimdi hafif bir tepe çıkılıyor. Coğrafya değişti, dağlar, yamaçlar, tepeler çıktı geldi. Yolu aradan açmışlar, yarmışlar. Ve yol 2’nci sınıf kaba asfalt oldu. Güvenlik şeridi meridi kalmadı. Bu bölgede, yol boyunca da gördüm, bayrak merakı var, bayrak asmışlar. Asmayan da bina cephesine bayrağı boyamış. 

 

8 km kaldı hedefime. Hüyüklü diye bir kasabadan geçiyorum. “Gurbetin Şehri, Hoş Geldiniz” yazmışlar kocaman. Neyin gurbeti bu, anlayamadım. Yani acaba yurt dışına mı gidildi?


Birçok sanatçının farklı ve sıra dışı bir yaşam sürdüğü söylenir. Elizabeth Lunday, Büyük Sanatçıların Gizli Hayatları kitabında birçok sanatçı hakkında bilinmeyenleri anlatır. Bunlardan biri, bugün dünyanın en değerli sanatçıları arasında yer alan Vincent van Gogh (1853–1890), bir felaketten diğerine sendeleyerek giden meslek yaşamı boyunca sadece bir resim sattı. Aşırı bunalımlı, hastalıklı dönemlerinde tüpten boya yiyordu. Bugün herkes resimlerini en güzel sanat eserleri arasında görüyor. Empresyonist eserlerinin neredeyse tamamı müzelerde sergileniyor. Eğlenceli konular resmetse de, hak ettiği ilgiyi bir türlü görememiş, hayatı yoksulluk içinde geçmiştir. Ardından yaşadığı ruhsal problemler nedeni ile intihar ederek yaşamına son vermiştir. 


Ve Sultan Dağları’nın güney eteklerinde kurulu, 1103 m rakımdaki Yalvaç’a girdim. ÖE sanki merkeze az uzak. Girişte levhasını görüyorum. Bu durumda önce müze ve ören yerini gezeyim. Bisikletle ulaşmak daha kolay olur. Zaten saat da erken. Levhaları takip ederek ve de sorarak müzeyi buluyorum. Buranın 5’e, ören yerinin saat 7’ye kadar açık olduğunu öğrenmem müzeyi ikinci sıraya koyuyor. 

 

İlçenin 1 km kuzeyinde, yaklaşık 1236 m yüksekliğe ulaşan bir tepenin üzerinde kurulu antik kente tarifle ulaşıyorum. Ancak ilk bataryanın sonu da burada geliyor ve değiştiriyorum yolda (saat 12.07, 76 km, 30 °C, 21,7 km/s ortalamam).

 

Pisidia Antiokheia Antik Kenti; ana giriş kapısı batıda, kuzeyinde su kemerleri, Nympheum, Hamam, Palestra gibi yapıların kalıntıları, merkezde Tiyatro, Tiberius Alanı, Propylon ve Augustus Tapınağı geniş bir alana yayılmış durumda. 65’le giriş yapıp öğle güneşinde, eğimli ve kısmen kayalıklı bir arazi üzerine kurulu, yamuk planlı kenti, Roma ve Bizans Dönemi’ne ait yapı kalıntılarını dolaşmaktayım.

Vikipedi


Başlangıç noktam Batı Kapısı. Bu noktada kent surlarından ve Hadrianus Kapısı’ndan kalan parçalar görülmekte. Antik kentin Hadrianus Kapısı, imparatorun MS 129 yılındaki ziyareti için yapılmış ve sonrasında da zafer takı olarak yenilenmiş. Üç girişi olan kapının bugün sadece dört ayağını görebiliyoruz. Geri kalan parçalar dağınık durumda. Bu parçalarda askeri flamalar, deniz canlıları, boğa başları, askeri silahlar vs. görülüyor.

 

Hadrianus Kapısı’nı geçince, ortasında su kanalı olduğu belli olan merdivenli bir yol, bu yolun iki tarafında da dükkanlar sıralanmış. Ardından gelen Decumanus Maximus Caddesi ve devamında da Tiyatro.

 

Tiyatro küçük, özellikle üst bölümlerindeki caveaları (oturma alanları) artık seçilebilir durumda değil. Sahne ve orkestra bölümünden de geriye pek bir şey kalmamış. Orkestra alanının duvarlarının zaman içerisinde yükseltilmesi, tiyatronun daha sonradan gladyatör dövüşleri için de kullanıldığının işareti olarak görülüyor.


Güneş tepemde yakıyor. Bisiklet giysileriyle kaldım, şapka da yok kafamda. Biraz taşların gölgesinde dinleniyorum. Ardından tiyatrodan yukarı doğru ilerleyip Decumanus Maximus ile Cardo Maximus Caddelerinin kesişim noktalarına ulaşıyorum. Decumanus Maximus Caddesi kentin batısından doğusuna, Cardo Maximus Caddesi de kuzeyinden güneyine doğru uzanıyor. Diğer tüm cadde ve sokaklar da bu caddelerle birleşiyor. Bu özellikleri ile kent planının ne kadar düzenli olduğunu ve ulaşımın ne denli özenle planlandığını da görmek mümkün. Kentin kamu yapıları da bu iki caddenin kenarlarına dizili.

 

Güzel bir sessizlik var, ara sıra esen rüzgar dışında. Cardo Maximus Caddesi’nin devamında çok geniş bir alan bulunuyor. Burası kentin yaşam alanıymış. Etrafında yemek yerleri, eğlence mekanları ve dükkanlar olduğu düşünülüyor. Şöyle gözlerimi kapıyor, o günleri düşünüyorum. O dönemlerde burada yaşasaydım ne iş yapardım? Güzel sanatlarla uğraşmak isterdim; heykeltıraş olabilirim. Ama yaşamın diğer yüzü de var. Salgın hastalıklar, karın doyurmak, düşman saldırısı. Aklıma hep, 1453’de Konstantinopolis’te olmak istemezdim gelir.

 

Ve bu alanın sonunda, tapınağa ulaşımı sağlayan merdivenler ve Propylon (anıtsal kapı) geliyor. Üç kemerli girişi bulunan yapının daha sonra pek çok yapıya esin kaynağı olduğu da kaynaklarda belirtilmiş. Propylon, MS 1. yüzyılda Marcus Antonius’u yenen İmparator Octavianus adına yapılmış. 

 

Propylon’dan geçtikten sonra gelen devasa bir alan ve ortasında Augustus Tapınağı, kentin en yüksek noktasında bulunan, antik kentin öne çıkan önemli yapısı. Kayaların oyulması ile inşa edilmiş. Tapınaktan geriye kalan Korint başlıklı, yivli sütunların ayaklarını görmek mümkün. Ve arkasında da yarım daire şeklinde Portiko (sütunlu galeri/stoa) bulunmakta.


Hava iyicene ısındı. Buharlaşmış bir vaziyette, 2 bin yıllık taşların üzerinde yürümekteyim. Bazı açıklama levhaları solmuş, okunmuyor. Kazı ekibi alanın başka bir köşesinde çalışmakta. Her antik kentte yer alan Nympheum’dan (anıtsal çeşme) günümüze az sayıda kalıntı gelebilmiş. Kente su 11 km uzaklıktan getirilmiş ve bunun için de su kemerleri inşa edilmiş. Çok çok uzaklarda, kuzeydoğu yönünde bu kemerler görülüyor. Ancak oralara gitmiyorum. Hamamı da pas geçiyor, St. Paul Kilisesi’ne yöneliyorum. Kentin ilk ve en büyük kilisesi. Aziz Paulus, MS 46-58 yılları arasındaki ziyaretinde, bu kilisenin yerinde bulunan sinagogda vaaz vermiş, Hristiyanlığı buradan yaymaya başlamış. MS 325’te de sinagog yerine kilise inşa edilmiş. O nedenle burası Hristiyanlar için önemli bir hac noktası olarak kabul ediliyor.

 

Turum, çıkışta, gişedeki beyle yapılan sohbet, biraz gölgede oturmaca ile son buluyor. Bu sırada gelen öğrenci gençler, bir de 5-6 kişilik rehberli bir Amerikalı grup oluyor.

 

İyi ki bisikletle gelmişim, yürümek istemezdim bu sıcakta bir de buraya kadar. Geldiğim yoldan geri basıp, bahçesine bisikleti dayayıp girişi ücretsiz olan müzeye dalıyorum. Burası, Pisidia Antiokheia civarında yapılan kazılardan çıkan eserlerin sergilenmesi amacıyla 1966 yılında açılmış. 4 salonu var. İlkin Prehistoria Salonu geliyor. Yalvaç civarında bulunan 50’den fazla tarih öncesi yerleşim yerlerinin, yani höyüklerde bulunan fosiller, eşyalar, kalıntılar sergilenmekte.

 

2- Klasik Eserler Salonu’nda da Helenistik dönemden, Romalılar zamanından, özellikle Antiocheia heykeltıraşlık okulundan heykeller yer almakta. Ayrıca bu döneme ait kaplar ve günlük kullanıma uygun eşyalar da burada görülmekte. Özellikle tanrı ve tanrıçalara ait heykeller bu bölümün en çok dikkat çeken eserleri. 

 

3- Yalvaçlıların yaşamını gösteren eşya ve dekoratif unsurlar da Etnografya Salonu’nda sergilenmiş.

 

4- Antiocheia için önemli olan St. Paulus’a ayrılan salonda ise Hristiyanlık dönemlerine ait eserler ve St. Paulus’un yolculuklarına ait bilgilendirmeler bulunmakta.


Değerli eserler var ancak sunum, vitrinler eskiden kalma. Yeni düzenlenmiş müzelerde vitrinler çok daha etkili ışıklandırılıp sunum yapılıyor. Bahçesini de gezip, biraz gölgede dinlenip -ayaklarım yorgun, ağırlaştı- ÖE’nin yolunu müzeden öğrenip ayrılıyorum.


ÖE kolay bulunuyor. Ören yerinden de aramış, tekrar hatırlatmıştım rezervasyonumu. Müdür Ercan Bey kapıda. Tanışıp kaydım yapılıyor. 140- O.K. şeklinde. Oda 108, 1’inci katta. Asansörü var. Bisiklet içeride bir köşeye sorunsuzca alınıyor. ÖE’nin merkeze uzak olması, sosyal bölümün az müşterisi olduğundan yakınıyor Ercan Bey. Görevdeki ilk ayıymış. Personel azlığından dolayı çoğu işi kendi yapmak zorunda.

 

108’e yerleşiyor, duş alıp uzanıyor, Yalvaç’ın tarihini okuyor (*), biraz kestiriyor ve 4 gibi ayaklanıp çıkıyorum. Mal getirmiş bir minibüs beni hal yakınlarına kadar götürüyor. Devamını yürüyorum, Mini Migros’tan alınan soda ile. Uzak değil artık çarşı. 

 

(*) Büyük İskender’in MÖ 323 yılında ölümünden sonra bölgede, Seleukos I veya oğlu Antiochos tarafından bir Pisidia Kenti olan Antiokheia kurulmuştur. MÖ 39-36 yılları arasında Galat Kralı Amyntas’ın idaresine giren antik kent, Amyntas’ın ölümüyle Roma İmparatoru Augustus tarafından Galatia Eyaletine dahil edilmiştir. MÖ 25 yılında İmparator Augustus zamanında “Colonia Caesarea Antiokheia” adıyla Roma kolonisine dönüştürülen şehir, bu statüsünü yaklaşık iki yüz yıl korumuştur. Roma egemenliği MS 395'e kadar sürmüş, bu tarihten sonra bölge Bizans topraklarına katılmıştır. Selçuklular Dönemi’nde Yalvaç ve çevresine yerleşen Oğuz oymaklarından ilki Yalvaçlar olduğundan dolayı, antik kent o günden sonra “Yalvaç” adını alır. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun 1300 yıllarında parçalanması sonucu Yalvaç, Hamitoğulları Beyliği hakimiyetine girer. Hamitoğulları Beyliği Dönemi’nde gelişme gösteren Yalvaç, 1380 yılında Osmanlıların egemenliğine girer.

YalvaçBelediyesi


Fi tarihinde, hani Göller Bölgesi turumuzda Firu’yla Yalvaç’tan geçmiş, Çınarın altındaki kahvelerde oturmuş, bir kavunu dondurmayla doldurmuştuk. Bugün de bulur muyum umudunu taşıyorum. Belirtmiş olayım : ))

 

Alınan bilgiyle sulu yemek için Nazlı Lokantasında az az nohut+pilav ve cacık. Onlardan ikram söğüş = 40-. Dolanıyorum sokak aralarında, Yemeniciler Çarşısı’na, mini pazarına giriyor, fotolar çekiyorum. Bayağı bisiklet görüyorum, sağda solda park edilmiş. Yemen Kahvesi de var burada. Belki bir filtre kahve içerim sonra. Eğirdir’de görememiştim. Atatürk heykelinin bulunduğu Anlatan Meydanı’nda duvarlara asılı açıklamaları okumaktayım. Yalvaç, çevresi, tarihi, örf adetleri, zanaatları (semercilik, keçecilik, dericilik, saraçlık, nalbantlık) anlatılmış. 


Gezme turuna devam. Çağlara tanıklık eden 800 yıllık bir Çınarları var. Ama öyle böyle değil, bir dev. Nasıl da heybetli? Abide. Kollarıyla koca bir meydanı kaplamış, gölgesini yaymış. Altında kahvehaneler dolu, Yalvaçlıların buluşma noktası. Ben de bir masaya yerleşip çay ısmarlıyorum. Aynı yerde oturmuştuk Firuzan’la. Etrafı kesiyor, tavla oynayanları izliyor, Kemal’le telefonlaşıyorum. Sesi halen düzelmemiş. Ameliyatta ses tellerini zedelemişler, boğazına soktukları hortumla. Ne iş değil mi?! Saatler ilerliyor, içilen 3 çay+1 su=10- lira ödeniyor (çay çok lezzetliydi ama) ve Devlethan Camisini (*) ziyaret ediyorum. Çekilen fotolar sonrası çıkışta sandaletlerimi giyerken karşıda, şadırvanda abdest alan kimi göreyim; Woody Harrelson. Şaşkınlık içinde son dakika foto çekmek geliyor aklıma. Halbuki çek videosunu, git bir selfie çek. Hiç yani! : ))

 

(*) Caminin kesin yapılış tarihi ve mimarı bilinmemektedir. Bununla birlikte caminin Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud’un ortanca oğlu Devlet adına yaptırıldığı ya da Selçuklu hükümdarlarından birinin kız kardeşi olan Devlet Hatun tarafından yaptırıldığı görüşleri vardır. Devşirme malzeme ile yapılan cami, beylikler devri cephe özelliğine sahip olup, enine atılmış üç sütun dizisi ile dört sahana ayrılmış üzeri kırma çatı ile örtülü bir yapıdır. Caminin tek minaresi yapının kuzeydoğu köşesinde yer almaktadır. Mihrabı ve minberi düz sadedir. Caminin muhtelif zamanlarda onarımlar geçirdiği bu yüzden 15-16. yüzyıla ait olan bu yapının günümüzde orijinalinden ayrıldığı gözlenmektedir.

KültürPortalı


Dönmeden önce yenilen dondurmalı bir kadayıf (40-), yolda gene Mini Migros’tan 1 elma+1 armut+1 su+1 soda alınıp ÖE’ye ulaşılıyor. Odada alınan duş, yenilen armut ve yazı mazı durumları ile günü sonlandırıyorum. Bu arada belirteyim, maalesef odada internet yok : (( Unutmadan, Yalvaç herhalde Fransa’ya işçi yolladı ki hepsi tatile gelmiş, F plakalı muhteşem arabalarıyla. Değil burada orada bile göz alıcı modeller. İlk defa BMW 8 serisi görüyorum.

 

- Yalvaç ÖE 0246 4412822

- Yalvaç Uygulama Oteli 0246 4417073 

 
















 

Eğirdir - Yalvaç

Tur tarihi: 26 Ağustos 2022

Alınan yol: 77,05 km
Ortalama hız: 21,3 km/s

En yüksek hız: 63,2 km/s
Bisiklete biniş süresi 3 s 37 dk, dışarıda geçen süre 6 s 21 dk

En yüksek sıcaklık 35 ˚C, en düşük 19 ˚C, ortalama 26 ˚C
Yükselti kazancı (çıkış) 793 m, kaybı (iniş) 627 m
En düşük yükselti 914 m, en yüksek 1133,5 m

 

Garmin yol bilgileri Eğirdir-Yalvaç

 

Relive yol bilgileri Eğirdir-Yalvaç



Sabah ışığında göl manzarası, otel odasından.


Eğirdir'den ayrılışım saat 8’de.


Kıyıya paralel, Eğirdir’in dış mahallelerinden geçerek uzaklaşıyorum. 



Kovada Gölü-Yazılı Kanyon, sağdan yol ayrılıyor.




Asfaltın durumu iyi, sıcak asfalt, güvenlik şeridi de var. 


Burası Konya Yolu olduğundan TIR trafiği eksik
değil. Şehirlerarası otobüsler de cabası.



Yolda tezgahlar var kurulmuş. Gözleme, çay,
 meyve satışı yapılmakta. 


Ertokuş Kervan Sarayı diye solda gösterilmiş.



Karşıdan gelen bazı araçlar beni gördükleri halde önlerindeki
 aracı sollamaktalar. Beni iyicene güvenlik şeridine yapıştırıyorlar.

Solumda, gölün öbür yakasından başlayıp yükselen dağların
 tepelerine bulut oturmuş, kıraç, belirli bir yükseklikten sonrası
 yeşil değil. Hangi dağlar acaba onlar öyle? 




Elma bahçeleri, kırmızı yeşil, dallarında asılı parlıyorlar.


Gelendost geldi (ne güzel isim değil mi?)



Abdülgaffar Camii, son dönem Osmanlı mimarisinin güzel bir örneği.


Karayoluna bağlanmak üzere köy yolundan, bahçeler
 tarlalar arasından sürüyorum.





Pisidia Antiokheia Antik Kenti ve Yalvaç için soldan devam edeceğim.


Yol düzgün, sıcak asfalt, tek şerit. Güvenlik
şeridi var, geniş, rahat gidiliyor.


Şimdi hafif bir tepe çıkılıyor. Coğrafya değişti, dağlar,
yamaçlar, tepeler çıktı geldi. Yolu aradan açmışlar, yarmışlar.



Ve yol 2. sınıf kaba asfalt oldu. Güvenlik şeridi meridi kalmadı.




Sultan Dağları'nın güney eteklerinde kurulu, denizden
 yüksekliği 1103 m olan Yalvaç’a vardım. 


Pisidia Antiokheia Antik Kent; eğimli ve kısmen kayalıklı
bir arazi üzerine kurulu, yamuk planlı kenti, 
Roma ve
 
Bizans Dönemi’ne ait yapı kalıntılarını dolaşmaktayım.



Güneybatı Surları


Başlangıç noktam Batı Kapısı. 


Bu noktada kent surlarından ve Hadrianus Kapısı’ndan
 kalan parçalar görülmekte.



Antik kentin Hadrianus Kapısı, imparatorun MS 129 yılındaki
ziyareti için yapılmış ve sonrasında da zafer takı olarak yenilenmiş.



Decumanus Maximus Caddesi


Tiyatro




Cardo Maximus Caddesi



Tiberius Alanı



Ve Tiberius Alanı sonunda, tapınağa ulaşımı sağlayan
 merdivenler ve Propylon geliyor.

Propylon’dan geçtikten sonra gelen devasa bir alan
 ve ortasında Augustus Tapınağı, kentin en yüksek noktasında
 bulunan, antik kentin öne çıkan önemli yapısı.


Tapınaktan geriye kalan Korint başlıklı, yivli
 sütunların ayaklarını görmek mümkün.

Ve arkasında da yarım daire şeklinde Portiko bulunmakta.














Her antik kentte yer alan Nympheum’dan
günümüze az sayıda kalıntı gelebilmiş.



St. Paul Kilisesi’ne yöneliyorum. 


Kentin ilk ve en büyük kilisesi. 



Aziz Paulus, MS 46-58 yılları arasındaki ziyaretinde, bu
kilisenin yerinde bulunan sinagogda vaaz vermiş,
Hristiyanlığı buradan yaymaya başlamış.




Yalvaç Müzesi. Kap, Tunç Çağı
MÖ 3.-2.yy / Kesik Gaga Ağızlı
 Testi, İlk Tunç Çağı MÖ 3.yy ort.

Oyuncak, İlk Tunç Çağı MÖ 3.yy ort.


İkona (Ahşap), 20.yy


Pisidia Antiokheia Antik Kenti, Augustus Tapınağı


St. Paulus’un Kutsal Görev Gezileri


Yalvaç Müzesi içi.


Zeus Heykeli, MS 1.-2.yy


Oturan Köpek Heykelciği,
MS 2.3.yy / Tanrıça
Athena, MS 2.yy


Yalvaç ve çevresindeki ören yerleri.


Müzenin bahçesi de zengin eserlerle dolu.



Yalvaç ÖE






Çağlara tanıklık eden 800 yıllık Çınarlar.


Nazlı Lokantası


Yalvaç "Anlatan" Meydanı



Devlethan Camii


Yemeniciler Bedesteni


Yemeniciler Bedesteni





Yalvaç "Anlatan" Meydanı

Dev Çınar’ın altında kahvehaneler dolu,
Yalvaçlıların buluşma noktası. Ben de
bir masaya yerleşip çay ısmarlıyorum.


Çay çok lezzetliydi.



Devlethan Camii içi



Karşıda, şadırvanda abdest alan kimi göreyim; Woody Harrelson.




Devlethan Camii 

Yalvaç’ın Çınarları muhteşem.


Dönmeden önce yenilen dondurmalı kadayıf.



Kurbandan arta kalanlar : ((







4. gün (devamı) Yalvaç-Hüyük - 2. gün (öncesi) Isparta–Eğirdir 






[bisikletle]Türkiye: İç Anadolu, Türkiye’nin Tahıl Ambarı

 

İstanbul-Isparta 

 

Isparta–Eğirdir, 42 km 

 

Eğirdir-Yalvaç, 77 km 

 

Yalvaç-Hüyük, 66 km 

 

Hüyük-Seydişehir, 73 km 

 

Seydişehir-Bozkır, 56 km 

 

Bozkır-Hadim, 50 km 

 

Hadim-Başyayla, 49 km 

 

Başyayla-Ermenek, 28 km 

 

Ermenek-Gülnar, 83 km 

 

Gülnar-Mut, 58 km 

 

Mut-Karaman, 78 km 

 

Karaman II

 

Karaman-Karapınar, 82 km 

 

Karapınar-Eskil, 94 km 

 

Eskil-Cihanbeyli, 76 km 

 

Cihanbeyli-Kulu, 56 km 

 

Kulu-Haymana, 85 km 

 

Haymana–Ankara Gölbaşı, 59 km 

 

Ankara Gölbaşı-Çubuk, 80 km 

 

Çubuk-Şabanözü, 50 km 

 

Şabanözü-Atkaracalar, 59 km 

 

Atkaracalar-Boyalı, 47 km 

 

Boyalı-Araç, 42 km 

 

Araç-Kastamonu, 48 km 

 

Kastamonu II

 

Kastamonu III

 

Kastamonu-İstanbul


 




İlginizi çekebilir [bisikletle]Türkiye: Çoruh Nehri Boyunca (Erbaa–Kumluca)