7 Eylül 2022

[bisikletle]Türkiye: İç Anadolu, Türkiye’nin Tahıl Ambarı (Karaman II)

 

5 Eylül 2022, Pazartesi / Karaman II (13. gün)

 

Bugün pedallayamayacağımdan (*) tembellik ediyorum yatakta. Karaman’daki 2’nci günüm. Buradaki yastıklar da ne yüksek. Adamın boynu tutuluyor. Nasıl yatıyor millet ki bunları koyuyorlar?

 

(*) Amma uzun kelime. Ancak Türkçenin en uzun kelimesi, popüler kültürde, 70 harften oluşan “muvaffakiyetsizleştiricileştiriveremeyebileceklerimizdenmişsinizcesine” sözcüğü olarak geçer. Teknik olarak Türkçe sondan eklemeli bir dil olduğu için sonsuz sayıda harften oluşan kelimeler oluşturmak mümkün. Ancak, aynı ek birden çok kullanıldığı zaman kelime anlaşılmaz bir hal almakta; bu nedenle en uzun kelimeden söz ederken anlaşılır olması esas alınır. Daha önce “Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan”kelimesi vardı. Sonra Çekler ve Slovaklar ayrılınca yerine “Afyonkarahisarlılaştırabildiklerimizdenmişsinizcesine” kullanılmaya başlanmıştı.

 

Kahvaltıya 8 buçukta iniyorum. Açık büfe. Kızarmış patates ve biber de var. Hatta sigara böreği ve kızarmış peynir topları gibi bir şey. Kendime zengince bir tabak hazırlayıp dışarıda, rüzgar almayan yerdeki masaya yerleşiyorum. Gölgede olduğundan serin.

 

10’u az geçe şehir turuna start veriyorum. İlkin kale. Dün gelirken görmüştüm. Müze tarafında. Google yardımıyla yön bulmak kolay, doğru yerinde işaretlendiyse. Yolda karşılıklı alafranga kahveler var. Soldakine giriyor ve espresso ısmarlıyorum (17-). Tam değil, köpüğü daha kremalı olabilirdi. Genç barista, henüz ilk diyerek makinenin hazır olmadığından yakınıyor ve bu bizden olsun bir tane daha, ikram etmek istiyor. Ama üst üste iki fincan çok gelir, dönüşte diyerek ayrılıyorum yanlarından.

 

Müze bugün kapalı, yanındaki Hatuniye Medresesi’ne girilemiyor, dıştan fotoluyorum. Bu memlekette de nedense her yer kapalı. Anlaşılır gibi değil. Bunca yolu pedalla sonra kilitli kapıyla karşılaş. Yuh! Okuduğuma göre medrese açık avlulu, tek eyvanlı bir yapı. Sultan Murat Hüdavendigar’ın kızı, Karamanoğlu Alaaddin Bey’in karısı Nefise Sultan tarafından 1382 yılında yaptırılıp, üzerindeki kitabeye göre mimarı Numan Bin Hoca Ahmet.

 

Millet Parkından geçerek kaleye doğru yaklaşmaktayım. Bir vatandaştan öğrendiğime göre eskiden burada hastane varmış, taşınınca park yapmışlar. Bravo demek lazım. AVM de yapabilirlerdi.

 

Kaleye hafif çıkılıyor. Büyükçe bir yeşil alanın üzerinde, az tepelik. Çimler sulanıyor. Bazıları öyle bir ayarlanmış ki, fıskiye bir taraftan diğer tarafa sıçratıyor, yürüme yolunun üzerinden. Kollayarak altından geçeyim dedim ama ikinci bir kolu varmış, ona yakalanınca sol tarafımdan yedim suyu. Güzel ıslandım. İyi ki kamera elde değil cepteydi.


Kale restore edilmiş, gayet iyi durumda görünüyor. Girişi kapalı (!), buna da izin verilmiyor, içini göremiyorum. Yapım tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte 11’inci yüzyılın sonlarında veya 12’nci yüzyıl başlarında inşa edildiği düşünülmekte. İç, dış ve orta olmak üzere toplam üç bölümden oluşmuş. Özellikle iç kale sağlam biçimde günümüze kadar ulaşmış. Etrafında bir tur atıp devam keşfe. Yakında bir türbe var, Alaeddin Bey Kümbeti. Burayla ilgili yazılanlar; 1361’de beyliğin idaresini ele geçirmiş olan Karamanoğlu Alâeddin Bey, 1397-98’de Yıldırım Bayezid ile Konya’da yaptığı savaşta yenilip esir düşerek öldürüldüğüne göre, bu türbeyi sağlığında yaptırmış olmalıdır. Yine Şikârî, Gedik Ahmed Paşa’nın Karaman’ı Osmanlı ülkesine kattıktan sonra, malzemesini sarayın yerinde yaptırdığı hisarda kullanmak üzere, Karamanoğulları’nın vakıf eserlerinin bazılarını yıktırttığı sırada buradaki caminin de yıkıldığını, fakat türbenin durduğunu bildirir. İ. Hakkı Konyalı’nın tespitine göre Vakıflar Defteri’nde, civardaki birkaç köyde Karamanoğlu Alâeddin Bey Türbesi’ne vakfedilmiş bazı değirmenlerle, arazi, bağ ve tarla gösterilmektedir... denilmiş. Tarih nasıl bir şey değil mi? Biri bitiyor diğeri başlıyor. Ama hep üzerine üzerine konularak. Yani basa basa çıkılıyor...

 

Bakkaldan alınan su ile yürümeye devam. İmaret Camii var sırada. Yanındaki parkta kediyle oynayan bebelerle konuşurken gelen WC sorumlusu ile sohbet. Bana görebileceğim cami ve türbeleri anlatıyor. Muhsin Yazıcıoğlu’nu tutuyor. Ama konuşurken kaygılı, kayıt edilir başım derde girer diye. Öyle bir iklim yarattı ki iktidar, herkes konuşmaktan çekinir oldu. Amaç da bu değil miydi? Kabaş, Gülşen ve pek çok insanı tutuklayarak gözdağı vermek.

 

İmaret Camii; kitabesinde Karamanoğlu II. İbrahim Bey tarafından 1433 yılında bir külliye şeklinde yaptırıldığı yazılı olan cami, yapılış amacına uygun mescit, türbe, aşevi, hafız yetiştirmek için Darül Huffaz ve Darül Kurra, gelenlerin kalması için misafirhaneden oluşan bir kompleks imiş. Kesme taştan, merkezi kubbeli camiye girmiyor, dıştan bir iki kare alıp dün kapalı olan Tartan Konağı’na yöneliyorum. Hafiften yön duygum da gelişiyor bu arada. Üç gün kaldığımda iyicene oturuyor.


Tartan Konağı; 1810 tarihinde Tartanzade'lerden Hacı Ahmet Efendi tarafından yaptırılmış. Anadolu Türk Ev Mimarisinin güzel örneklerinden biri olan yapı, orta sofa planlı ve iki katlı olduğu, ahşap süslemeden daha ziyade kalem işi süslemelerin dikkati çektiği, birinci kat sofasının sekizgen tavanında Sultanahmet Cami, Dolmabahçe Sarayı, Kız Kulesi, II. Mahmut Türbesi, çarklı vapur, yelkenli gemi gibi, batılılaşma dönemine ait özellikler taşıyan resimler bulunduğu, konağın sadece Tartan ailesine ev sahipliği yapmakla kalmadığı, yıllar boyunca şehirlerarası yolculuk yapanları da ağırladığı anlatılmış... Konağa galoşla giriliyor. Her katta dört büyük oda var. Hepsini ilgiyle geziyor, tek tek fotoluyorum. Heyecan veren bir mekan. Burada geçen yaşamı düşünüyorum da. İnsanoğlu kendi tarihini durmadan yeniden yazıyor,  geçmiş bugünün verileriyle yeniden oluşturuluyor. Bazen kalıveriyorum ortasında. Zaman içinde yolculuk yapılabilse. O nedenle tarihi filmleri çok severim.

 

Konaktan çıkıp personele WC soruyorum. Beni camiye yönlendiriyor. Siz de oraya mı gidiyorsunuz? Evet diyor. İşiniz zor o zaman. Altınıza kaçırmayın da! Çeşmeli Kilise gene aynı durumda-kapalı. Sıradaki Hürrem Dayı Evinin avlusu açık ama içine girilemiyor. Yetkili kimse de yok ortalıkta. Açmış gitmiş durumları. Burası için de “geleneksel Türk Ev Mimarisinin Anadolu'daki en güzel örneklerinden birisidir” denilmiş. “300 yıla yakın geçmişi, ahşap ve kalem işi süslemeleriyle ziyaretçilerine keyifli bir tarihi yolculuk yaptırmaktadır” denilse de ben bu yolculuğu yapamıyor ve ayrılıyorum mekandan.

 

1370 tarihli Aktekke Camii kent meydanında. Onu da dıştan fotoluyor ve dolanmayı sürdürüyorum. Ama burasıyla okuduklarımı paylaşayım: Cami, Mevlana’nın annesi Mümine Hatun anısına inşa ettirilmiş olup adeta bir külliyeyi andırmaktadır. Bunun sebebi ise çevresinde hamamı, derviş hücreleri, güney ve batısında haziresi (mezarlığı) ve içerisindeki türbe ve mezarları olmasıdır.

KültürPortalı


Kuğulupark’ta çardakların birinde oturup etrafı izliyorum. Gene havuza girmiş bebeler var. Biri çırılçıplak koşturuyor. Ses eden yok. Anlayışlılar. Dün de vardı 5-6 bebe, birbirlerine pet şişeleri ile su sıçratan-atan, havuzda boğuşan. Hatta buldukları bisikletle park içinde hızla dolanarak birbirlerini kovaladılar. Sonra adamın biri, bisikletin sahibi ortaya çıkıp ellerinden aldı. Kızmadı o da gene.

 

Fazla uzak olmayan, İsmet Paşa Caddesi üzerinde bulunan, Karaman’ın en eski yapılarından birisi olduğu söylenen “Taş Bina”, bir vakitler belediyenin de ikamet ettiği, bugün Turizm Tanıtım Merkezi olarak kullanılan mekana giriyor, üst katta odalarda Karaman’a ilişkin, geçmişinden günümüze uzanan tarihi, arkeolojik, etnik özelliklerin anlatıldığı odalarda, video ekranları, fotolar, kronolojik tablolar... Hepsini dikkatle izliyor-okuyor, Piri Reis ve Kazım Karabekir'in buralı olduğunu öğreniyorum.

 

Halktan mağazasından bolca kuruyemiş çeşitlerinden bir karışım hazırlamaktayım. Koca bir torba. Herhalde tur sonuna kadar yeter. Akşam acıkınca atıştırmak için iyi oluyor. Bisküvi gibi şeyler yemektense. Meydandaki bankların birine ilişiyor, insanlara bakıyorum. Mini eteklisi, şortlusu, çarşaflısı da var. Ama herkes rahat. Kimse tedirgin dolaşmıyor, rahatsız edilmiyor. Gençler her yerde benzeşiyorlar. Yırtık jean’ler, kulak üstü kazınmış saçlar, kulakta burunda halkalar, kollarda dövmeler… Bolca bisiklet, kimi elektrik destekli, kimi pedalsız, el gazıyla giden. Gazelle marka çokça karşıma çıkıyor. Göbekten dinamolu, Hollanda tipi bisikletler. 


ÖE’ye dönüp bir duş alıp ferahlayıp önümüzdeki günlerde kalacağım yerleri arayıp yerimi garanti etmekteyim. Biraz uzanıp sıcağın düşmesiyle 4’e doğru tekrar piyasaya çıkıyorum. Farklı noktalara, gençlere uygun mekanların olduğu caddelere sokaklara giriyor, bu arada yemek yiyecek yer de bakınıyorum. Dolanıp dur, birilerine sor, bir yere yönel, orada yemek bitmiş, o beni başka yere yöneltiyor, Migros tarafında bir lokanta öneriyor, Birtat diyor. Dün Migros’u öğrenmiştim, bulabiliyorum. Öncesinde ev yemekleri olan bir kadın işletmesi ile karşılaşıyorum. Etsiz kuru varmış, pilav ve yoğurt ısmarlıyorum, az az. Derken aklıma geliyor, kemik suyu var mı? Yok ama bulyon (bouillon) var diyor. İptal edip karşı kaldırımdaki Birtat’a bakıyor, ama burası bana hiç yaramıyor, kuru nohut hepsi etli. Aramaya devam. Bir cadde boyunca kafeler fast food’çular var. Çorbacı Elzem çıkıyor karşıma. Yayla var mı? Var. Getir. Yanında acılı ezme, acı biber turşusu ve roka ile geliyor. Son dakika kızgın tereyağı ekliyor ki dalgınlığıma geldi durduramadım. Gerçi tereyağı yiyorum ama çorbayı ağırlaştırdı. Hiç böylesini denememiştim. Bir daha olursa istemeyece’m! 20 lira ödeyip ayrılıyorum.

 

Dolanmaya devam. Gitmediğim yönlere gidiyor, dön dolaş aynı yerlere çıkıyor, kale, Millet Bahçesi falan, çarşılar, bedestenler… İki hafta sonra okullar açılacağından her yerde ona ilişkin satış yapılmakta. Gerek forma, giyim olsun, gerekse kırtasiye, çanta olsun…

 

Parkta banka oturuyor, biraz dinlenip tekrar aynı yerlerde yürüyor, Kuğulupark’a yeniden gidiyor, yol için cevizli sucuk, dünkü dondurmalı irmik helvasından gene alıyor (22-), saatin 7’ye gelmesiyle ÖE’nin yolunu tutuyorum.

 

Burada araçlar, isterse bisiklet olsun, yaya geçidinde bekliyor yol veriyorlar. Bu çok iyi öğrenilmiş. Bunu İstanbul’da göremiyoruz. Üzerine üzerine sürüyorlar bizde.

 

Yarın Abbas’ım, odadaki son işleri de tamamlayıp hazır olmam lazım. Nedense ÖE’nin odasında klima yok. Herhalde o kadar sıcak olmuyor mu (-dur) ki konulmamış. Dün tekerlekli sandalye ile geleni ne yapıyorsunuz, rampanız yok diye sormuştum. Rampa olmaması nedeniyle bir sertifikayı alamadık diyor kişi. Ama yapılacakmış, MEB üstlenecekmiş. 150 bin tutuyormuş rampa. Bugüne kadar nasıl idare ettiniz peki? Altı okka mı? Hadi ya, kadınsa gelen kim sırtlıyor?

 

Tarihte Bugün’ü okumayı çok severim. Bir yığın olayı hatırlatır veya bilmediklerimi öğretir. 5 Eylül’de de yığınla olay var. Aralarından birini çekiyorum: 1795; ABD ile Osmanlı İmparatorluğu arasında, ABD'yi yıllık vergiye bağlayan ABD-Osmanlı Sözleşmesi imzalandı. İlginç değil mi? 200 yıl sonra biz onların eline bakıyor olduk : (( 1795’e geri dönecek olursak; 1783 yılında, Avrupa standartlarına göre iddiasız da olsa, yeni bir denizci devlet olan ABD, denizlerde tek başına bayrak gezdirmeye başlar. 25 Temmuz 1785'te, bu yeni bayrağı taşıyan ilk gemi Cezayir açıklarında Osmanlı gemileri tarafından ele geçirilir. 1793 Ekim ve Kasım aylarında 11 ABD gemisi daha Osmanlıların eline geçer. Bu duruma karşı, 5 Eylül 1795'te ABD bir antlaşma yapmayı kabul eder. Buna göre ABD, Cezayir'deki esirlerin iadesi ve gerek Atlas Okyanusu'nda, gerekse Akdeniz'de ABD sancağı taşıyan hiçbir gemiye dokunulmaması karşılığında, tek sefer 642 bin altın ve yılda 12 bin Osmanlı altını (21.600 dolar) ödeyecektir. Dili Türkçe olan ve 22 maddeden oluşan antlaşmaya, ABD adına Joseph Donaldson, Osmanlı adına Cezayir Beylerbeyi Cezayirli Hasan Paşa imza atarlar. Bu, ABD'nin iki yüzyılı aşkın tarihinde, yabancı bir dille imzalanan tek antlaşması olduğu gibi, yabancı bir devlete vergi ödenmesini kabul eden tek ABD belgesidir. ABD, 22 maddelik bu antlaşmaya 1818 yılına kadar bağlı kalmıştır.

Vikipedi



Karaman ÖE

Yolda karşılıklı alafranga kahveler var. Soldakine giriyor ve
 espresso ısmarlıyorum. Tam değil, köpüğü daha kremalı olabilirdi.


Burada da bolca bisikletli görmek mümkün.


Hatuniye Medresesi’ne girilemiyor,
dıştan fotoluyorum. Bu memlekette de
nedense her yer kapalı. 

Medrese açık avlulu, tek eyvanlı bir yapı. Sultan Murat
 Hüdavendigar’ın kızı, Karamanoğlu Alaaddin Bey’in
 karısı Nefise Sultan tarafından...


... 1382 yılında yaptırılıp, üzerindeki kitabeye
 göre mimarı Numan Bin Hoca Ahmet.



Millet Parkından geçerek kaleye doğru yaklaşmaktayım.

Kaleye hafif çıkılıyor. Büyükçe bir yeşil alanın üzerinde, az tepelik.

Kale restore edilmiş, gayet iyi durumda görünüyor. Girişi kapalı.


Yapım tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte 11.yy’ın
 sonlarında veya 12.yy başlarında inşa edildiği düşünülmekte.




İç, dış ve orta olmak üzere toplam üç
bölümden oluşmuş. Özellikle iç kale sağlam
 biçimde günümüze kadar ulaşmış.


Etrafında bir tur atıp devam keşfe.




Yakında bir türbe var, Alaeddin Bey Kümbeti. 

Buarsı 14.-15.yy başlarına gidiyor.



Hikayesi gezi notlarında... : ))




Bakkaldan alınan su ile yürümeye
devam. İmaret Camii var sırada. 

İmaret Camii; kitabesinde Karamanoğlu
 II. İbrahim Bey tarafından 1433 yılında bir
 külliye şeklinde yaptırıldığı yazılı. 



Gazelle marka bisikler burada çok görüyorum.


Aktekke Camii (1370)




Aktekke Camii


Aktekke Camii


Parmaklı Camii

Tartan Konağı (1810)

Hacı Ahmet Efendi tarafından yaptırılmış. 


Anadolu Türk Ev Mimarisinin güzel
 örneklerinden biri olan yapı,...


... orta sofa planlı ve iki katlı olduğu, ahşap süslemeden
 daha ziyade kalem işi süslemelerin dikkati çektiği,...




... birinci kat sofasının sekizgen tavanında
 Sultanahmet Cami, Dolmabahçe Sarayı,
Kız Kulesi, II. Mahmut Türbesi, çarklı
 vapur, yelkenli gemi gibi,...



... batılılaşma dönemine ait özellikler taşıyan resimler bulunduğu,...



... konağın sadece Tartan ailesine ev
sahipliği yapmakla kalmadığı, yıllar
boyunca şehirlerarası yolculuk
yapanları da ağırladığı anlatılmış.






Hürrem Dayı Evinin avlusu açık ama içine
girilemiyor. Yetkili kimse de yok ortalıkta. 



Kuğulupark’ta çardakların birinde oturup etrafı izliyorum. 


Turizm Tanıtım Merkezi; Karaman’a ilişkin, geçmişinden
günümüz uzanan tarihi ve arkeolojik bilgiler verilmekte.






Dün de görmüştüm, payton turu.

“Taş Bina”, bugün Turizm Tanıtım Merkezi olarak kullanılıyor. 



Elzem Çorba


Karamanlı Büyük Türk Denizcisi Pîrî Reis



Evinde yer yoksa neden sokakta yap(a)mayasın?



Aralarda böyle hoş yapılar var.


Dünkü dondurmalı irmik helvasından
 alıyor ve ÖE’nin yolunu tutuyorum.





































14. gün (devamı) Karaman-Karapınar - 12. gün (öncesi) Mut-Karaman






[bisikletle]Türkiye: İç Anadolu, Türkiye’nin Tahıl Ambarı

 

İstanbul-Isparta 

 

Isparta–Eğirdir, 42 km 

 

Eğirdir-Yalvaç, 77 km 

 

Yalvaç-Hüyük, 66 km 

 

Hüyük-Seydişehir, 73 km 

 

Seydişehir-Bozkır, 56 km 

 

Bozkır-Hadim, 50 km 

 

Hadim-Başyayla, 49 km 

 

Başyayla-Ermenek, 28 km 

 

Ermenek-Gülnar, 83 km 

 

Gülnar-Mut, 58 km 

 

Mut-Karaman, 78 km 

 

Karaman II

 

Karaman-Karapınar, 82 km 

 

Karapınar-Eskil, 94 km 

 

Eskil-Cihanbeyli, 76 km 

 

Cihanbeyli-Kulu, 56 km 

 

Kulu-Haymana, 85 km 

 

Haymana–Ankara Gölbaşı, 59 km 

 

Ankara Gölbaşı-Çubuk, 80 km 

 

Çubuk-Şabanözü, 50 km 

 

Şabanözü-Atkaracalar, 59 km 

 

Atkaracalar-Boyalı, 47 km 

 

Boyalı-Araç, 42 km 

 

Araç-Kastamonu, 48 km 

 

Kastamonu II

 

Kastamonu III

 

Kastamonu-İstanbul






İlginizi çekebilir [bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (İliç-Divriği)