24 Temmuz 2018

[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (İliç-Divriği)

22 Temmuz 2018,  Pazar / İliç – Divriği, 77 km. (15. gün)

Akşam 12’ye kadar bekledim ama su gelmedi. Deponun dolması mı ne gerekiyormuş! Sabah kalktığımda gelmişti. Hemen bir duş aldım, oh be, rahatladım. Toparlanmak vs., ÖE’den ayrılışım 7.55. Çantaları yüklerken yandaki fırıncılarla çekilen bir hatıra fotoğrafı ve İliç içinden bastım pedallara. Maden yolundan gideceğim. Pazar sabahı gene de kahvelerde oturanlar var. Önce İliç bitti, sonra altın madenine doğru indi yol. Anagold’muş şirketin adı. Neredeyse 20 yıldır buradalarmış. Altını ayırdıktan sonra kalan kısımda başka madenler de varmış. Onu da ayrıştırıyorlar denildi. Söyledim mi, İliç TR’nin en pahalı ilçesi seçilmiş. Ev kiraları tavan yapmış. Zaten bulunmuyormuş boş daire.

Yol bir yerde mıcır oldu, dikkatlice indim. Sonra sola saptım, Karasu kenarından sürüyorum şimdi. Bu Kemaliye otoyolu zaten, tek şeritli kaba asfalt. Çok ince bir güvenlik şeridi var ama mıcırla kaplı. Çizgi üzerinden gitmen gerekiyor. 

Bağıştaş köyüne gidip oradaki köprüyü görmemi istemişti Hilmi Bey. Ben de aynen yapıyor sağdan ayrılıyorum. Düz gitseydim Kemaliye yoluna girmiş olurdum. Zaten rampalarının başını buradan görebildim bile. Sağlama benziyorlar. Demişlerdi, 33 kilometre viraj ve tırmanış. Bir gün kesin gelecem ve tırmanacam :)) Buraya varmadan önce otoyol ikiye ayrılmıştı, sağdan geniş bir köprü üzerinden geçilip Divriği otoyoluna bağlanılıyordu. Geçilen de Karasu’ya kurulan HES, bir baraj gölü de ortaya çıkmış zaten. 

Bağıştaş ilçeye 14 kilometre uzaklıkta. Saptığım köy yolu, kimse pek yok ortalıkta, 1-2 kişi sadece. Tren yolunu geçince asma köprüyü görüyorum. Evet ilginç. Hatırladım ama, trenle gelirken buralardan geçmiştik. Biraz foto çekerken karşıdan gelen beyle güzel bir sohbete başlıyoruz. Buralı, karşı köyden, Kayacık. Ama İstanbul Bahçelievler’de oturuyor. Yapılandırma işi için gelmiş. Bu sırada Doğu Ekspresi de tesadüfen geçmekte; saat 9’a gelmiş demek ki diyor Hüseyin Bey.

Çok oyalandım, saat 9.05, şimdi devam. Köprü geçilip köy yolundan anayola çıkmaktayım. Ancak köy yollarında bazen ciddi eğimler oluyor. Burada da %14’u görüyorum. Ama keyifli elbette bu yollar.

[e] 19,3 km/09.36/%20 harcandı. 982 metre rakımdayım, %8’le tırmanıyorum. Divriği otoyolu bu, hafif hafif tırmanma sonrasında sertleşip beni 1100 metreye çıkarıyor. Etraf kıraç. Dağlar, tepeler uzayıp gidiyor. Hava açık, bulut sadece arkamda var. Bugünkü yolum 75 kilometre, 3 tepe tırmanacağım. En serti ve uzunu ikincisi, 1700’e çıkaracak. Karnımın açlığını iki ısırık cevizli sucukla bastırıyorum. Odadan çıkmadan gene meyveli yoğurt yemiştim ama çabuk eridi gitti.

1100 metreden iniyorum şimdi de. Buraya kadar çıkmışken düz devam etse de gene tırmanmasak, ama işte ısmarlama yol olmuyor. Asfaltın durumu idare eder, 2’nci sınıf. Yer yer açılmış ve hafif erime emareleri var. Tekere yapışan minik taşlar çamurluğun içinde bir ritim tutturmakta... Aynen böyle :))

Taş Yolu 

5 kilometrelik keyifli bir inişten sonra 833 metreden başladım gene tırmanmaya (09.50) ve 1100 metreye tekrar çıktım. Güzel bir sürprizle karşılaşıyorum: Taş Yolu. Solda sapağı var. Bilir misiniz nedir bu Taş Yolu? Tura çıkmadan yaptığım araştırmada karşıma çıkmıştı. Erzincan-Sivas karayoluna bağlanan Kemaliye’nin Taş Yolu. 8 kilometrelik yol, 132 yılda tamamlanmış. Devasa kayalar, insan gücüyle kırılıp, onlarca tünel kazılmış. Yolun hikayesini bilenler “Önceleri Kemaliye’ye çok kar yağarmış. 3-4 ay bütün çevre ile irtibatı kesilirmiş. 1800’lü yıllarda, o zamanki ilçenin büyükleri Fırat kenarından kıyıdan bir yol açarsak orası kar tutmaz, kolaylıkla Erzincan-Sivas yoluna çakarız diye düşünmüşler.” şeklinde anlatıyorlar. O düşünce hayata geçirilmiş ama uzun bir zaman almış. Sadece insan geçebilecek olan tüneller dönem içinde araçların geçişi için genişletilmiş. Taş Yolu, yıllar sonra da olsa Kemaliye’yi Erzincan-Sivas karayoluna bağlamış. Bugün artık bu yol ulaşımdan çok turizm amaçlı kullanılmakta. Karanlık Kanyonu’nu boyunca devam eden yol “Off-road”cular, “Mtb”ciler veya trekking yapanlar tarafından kullanılıyor. Burası da D915 gibi dünyanın en tehlikeli yollarından sayılıyor. Belki bir gün ben de pedallarım. Bu arada 30 kilometre geride bırakmışım, saat da 10.25 olmuş. Çıkıp ardından inmek güzel, ama sonra önünde uzakta rampayı görünce bakalım şimdi ne olacak diye biraz merak, biraz heyecan başlıyor. Yol üzerinde ne benzinci, ne bir insan, ne bir köy var. Hepsi içerlek. Ciddi mesafedeler, girilecek gibi değil. Arada geçen araçlar, daha çok karşı yönden. Belki de pazar olduğundan etraf bu kadar boş. [e] 34.7 km/10.43/%40 harcandı. 1023 metredeyim ve 1750’ye çıkmam için daha çoook var. Ara sıra karşıdan ters de rüzgar esiyor.

42’nci kilometre, saat 11.35, Gedikbaşı köyü. Hüseyin Bey buraya girip çay içebileceğimi söylemişti. Ama dediği kadar yakın değil köy. Market de varmış, yazısını dikmişler girişe. Ancak vaz geçtim. Tam tekrar hareket edecektim ki yolun solunda, ağaca çıkmış bir adam meyveleri dökmekte, bir kadın da dibinde toplamakta. Armut bunlar. Ne de bol. Boş durur muyum? Hemen yanaşıyorum. Bana da çokça veriyorlar. 3-4 tane yiyor, bir o kadar da çantaya alıyorum. Bazıları öyle bir olgunlaşmış ki, yumuşacık, bal gibi... Ne lezzet ama, tatmalıydınız.

Ve 1186 metre rakıma geldim, esas dik ve uzun olan tırmanış buradan başlıyor. 600 metre yükseleceğim. Normalle çıkıyorum. [e] 42.9 km/11.39/%60 harcandı. %8-9, hatta 11-12 de var. Tepedeki bulutlar çok güzel, pamuk gibi topak topak olmuş kaymaktalar. Bulutların dili var mıdır acaba? Ne zaman gökyüzünde bulut görsem içgüdüsel olarak bir şeye benzetmeye çalışırım. Dev uzay gemileri sanki bugünküler. Meteorologlara göre gökyüzündeki çok şekilli buhar kütleleri olan bulutlar Dünya’nın iklim ayarlayıcıları olarak büyük öneme sahipler. Yükseklik, şekil ve yapıları bakımından on kadar çeşide ayrıldıklarını söylerler. Bulutlar, yerden atmosfere, oradan tekrar yer küreye enerji taşır, yeryüzünü ısıtır veya gölgeleriyle soğutur; kısacası Dünya’nın sıcaklık denetimini yaparlar, yani termostat görevi görürler denilmekte. Bu konuda ayrıntılı bir “workshop”a rastlasam çok katılmak isterdim.

Tırman babam tırman. 1426 metredeyim (46,3 km/11.59).Ve 47,5 kilometrede ilk bataryanın gücü bitiyor. 1519 metreye gelmişim. Saat 12.10. Hava sıcaklığı 37,1 °C. Biraz dinleniyorum değiştirirken. Mola vermeden geldim. Hem yoruldum hem kıçım pişti. 15 dakika bir yerde otursam, bir çay veya soda-ayran içsem kendime geleceğim.

Aklıma nedense birden Talking Heads’in bir parçası geldi: This Must Be The Place. Aynı zamanda Paolo Sorrentino’nun yönettiği 2011 yapımı, Sean Penn’in de oynadığı filmin adıdır. İrlanda’dan Amerika’ya, babasına Auschwits konsantrasyon kampında işkence yapmış Nazi subayını bulmaya giden emekli rock yıldızını canlandırır Penn. Kılık kıyafetiyle The Cure grubunun solisti Robert Smith’e benzeyen Cheyenne rolündeki Sean Penn, insanı hüzne sokabilecek potansiyeli tek bir gülümsemesi ile yeniden neşelenmemize izin verir.
  

İşte böyle Sayın İzleyiciler: Ve 1710 metre Gedikbaşı Geçidi’ndeyim (49,3 km/12.42). Burası zirve herhalde. Garmin 1609 gösteriyor ama. Aradaki 100 metre fark nereden kaynaklanıyor acaba? Her zirve bir fotograf konusu. Tüm zirvelerin fotolarını biriktirip ayrı bir albüm açabilirim. Bu arada foto alırken ayağa dayadığım bisiklet düşmez mi?! Böyle hassas dengelerle taşıtmamam lazım velespiti. Kızıyorum kendime. Bahar turunda da düşürmüştüm zavallıyı. Neyse ki çantalar yastık görevi görüyorlar da kadro çarpmıyor. Ama artık buna sebep verme oğlum!
Solar İmpulse 

Biraz iniyor sonra tekrar tırmanıyorum (52,6 km/12.55/1618 m). Ama şimdi iniş levhası geliyor. Önceleri sert, sonra yumuşayarak inmekteyim. Sabah okumuştum da, 1933 yılında bugün dünyanın çevresi uçakla ilk kez dolaşılmış, 7 gün, 18 saat, 45 dakikada. Amerikalı Wiley Post bunu tek başına gerçekleştirmiş. İki sene önce bu tarihlerde ise Solar İmpulse uçağı ilk kez sıvı yakıt kullanmadan güneş enerjisiyle bunu başardı.

8 kilometrelik muhteşem bir iniş sonrası 1336 metreye çıktım tekrar. Biraz daha çıkacağım belki ondan sonra tamam herhalde, 3’üncü tepeyi de aşmış olacağım.[e] 62.3 km/13.16/%20 harcandı-2.

Divriği, Torosların kuzeydoğuya açılan ve Doğu Anadolu dağlarıyla birleşen kollarının belirlediği dağlık bir alanda yer alır. İlçe alanının kuzey kesimini Tecer dağlarının uzantısı olan Çengelli Dağı (2596 m), Delidağ (2150 m), Efendi, Göldağı ve Akdağ, güneyde Yama, Demirli, Geyikli Dağları güneydoğusunda Sarıçiçek, doğusunda Iğımbat Dağı ve batı kesiminde Dumluca yer almaktadır. İlçenin güney sınırında volkanik kökenli Yama Dağı (2631 m.) bulunmaktadır. 
“Beni mi çağırdın?”

Nihayet 72’nci kilometrede Zara’dan gelen yola bağlandım. Ama gene bir tırmanışla. Bitmedi bu tırmanışlar, baydı ama! Gelen Divriği yazısını durmaksızın bisiklet üzerinden fotoğraflıyorum. Sıkıldım, yeniden start almak istemiyorum. Ancak tırmanıştan kurtuluş yok bugün.[e] 78.3 km/13.54/%40 harcandı-2.Divriği: Çaltı suyu vadisinde dar bir ova içinde kurulu. Ve sonunda mahalleleri görünüyor. Sağda bir kahve. “Soda, sade olsun. Kaça?” — “2 lira.— “Ne? Yuh!” Limonlusu da 2 sadesi de. Ol(a)maz diyorum, hiç bir yerde ikisi aynı fiyat değil. — “Ama patron böyle dedi.” — “Çağır bakim patronu buraya da ifadesini alayım.” :)) 

Gelirken Cem Evi’nin yeni bir inşaatını görmüştüm. Divriği’de Alevi olduğunu bilmiyordum. Belediye otelini ihaleyle bir şirket almış ve bu sene yeniden işletmek üzere tadilatını bitirmiş. Telefonla yer ayırtmıştım, 50 lira gecesi (kahvaltısız). Fakat az şehir dışında. Bana yürüme mesafesi demişlerdi. Evet yürünür de benim bacaklar daha fazla hareket etmek istemeyecektir. Yani bu durumda işime gelmiyor. Belki yeni diye temizdir ama... Merkeze girip ilk alternatifim olan Ninni Otel’e bakıyor, odalarının kalmaya uygun olduğuna karar verip yerleşiyorum, (40,-) O.K. şeklinde hem de.

Otelin girişi oldukça alçak tavanlı, sahibi Eftal Bey de öyle kısa boylu değil. Neyse velespit lobiye, eşyalar dört yatağın birinin üstüne, ben de duşa. Bu su olmasa perişan olurum. Şöyle tozu-toprağı ve de tuzu akıtıp mis gibi yatağın üzerine uzanıp biraz kestirmekteyim.

Saat 4 oldu, sırf Ulu Cami ve Darüşşifa’yı görmeye geldim, yolumu değiştirip. Yoksa Kemaliye üzerinden devam edecektim. Ama öncesinde yemek işi var. Pazar olduğundan açık yerler sadece ızgara hazırlayabiliyorlar. Veya pide. Şöyle kısa bir şehir turunda başka seçenek bulamıyorum. Tercihimi yarın sabah da kahvaltıya geleceğim Nilay Kahvaltı Evi’nden yana kullanıyorum. Menemen mümkün. Üç gündür şansım menemenden. Bir soda bir de ayran ve 10 liraya doyuruyorum karnımı.

İşte talihsizlik buna derler. Türkiye’den UNESCO Dünya Miras Listesi’ne (1985) alınmış ilk yapıt olan Ulu Cami beş senedir onarımda (Bir beş sene daha sürermiş.), ziyaret edilemiyor, görülemiyor bile! Tam Muvaffaklık bir durum! İskele kurulmuş, etrafı çevrilmiş... Yani bunu bileydim kesin gelmezdim. Öyle baka kalıyorum. Rica minnet fayda etmiyor. İzin vermiyorlar girmeme. Uzaktan ancak teleobjektifle alabildiğim fotolarla yetiniyorum. Ama bu uzaklıkta bile birbirinden farklı eşsiz bezemeleri göz kamaştırıyor. Taşın adeta bir dantel gibi işlendiği Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası’ndaki bu Barok mimari üslubun Türk ve İslam Sanatı’nda bir başka benzeri olmadığı söylenir.

Dolaşıyorum sokak aralarında. İlkin Emir Keramettin Türbesi: 1196 yılında yaptırılmış. Kendileri Mengücekoğulları’nın hazinedarı. Sonra Nuredddin Salih Türbesi: 1240 yılında yaptırılmış. Bunların ikisi de sekizgen planlı, içten kubbe dıştan piramidal külahla örtülü yapılar. Devam yürümeye, geldim Aşağı Hamam ve Köprüsü’ne. Kale ise uzakta tepede. Mengücekoğulları dönemine ait. Gitmiyorum yanına. Ayaklarım zor taşıyor beni, oraya çıkabileceğimi sanmıyorum. Buraya gelirken iki gün mü kalsam diye düşünmüştüm, ama Ulu Cami’yi açık biliyordum. Bu gezilerde bazen böyle sıkıntılar oluyor; müzeler tadilatta, yıllardır kapalı falan. 

Öğle güneşi yakmış, iç iç susuzluğumu yatıştırmam mümkün değil. Meyve suyu, çay, su, soda bolca içerek dolaşmaktayım. Oturma alanları, çeşmesi, Divriği’yi tanıtan panolarla çevrili büyükçe bir meydanı var. Bir kenarında Medeniyet Kulesi dikili. Dört duvarında burada yaşayan uygarlıkların, halkların tanımlaması işlenmiş. Sanırım resmi törenler de burada gerçekleşiyor. Projeyi Mimar Hasan Basri Hamulu ve ekibi hazırlamış, maliyetini Divriğili işadamı Sadık Özgür'ün kızlarının kurduğu 3S Kale Holding üstlenmiş. Belediye CHP’nin elinde. Divriği’nin medeni olduğunu, insanların kılık kıyafetinden, davranışlarından ve içki dükkanlarının varlığından rahatça anlayabiliyorsun. Gazete standında Cumhuriyet’i görmek özellikle mutlu etti beni. Erzurum’dan yola çıktığımdan beri merakla baktım, göremedim.

Eski Yunan kaynaklarında Aphlike, Bizans kaynaklarında Tefrike (Tephrice) şeklinde kaydedilen Divriği; Arap kaynaklarında suyun çıktığı yer/suyun kaynağı anlamında el-Abrik olarak geçer. Osmanlı kaynaklarında (15. yy.) Divrik ve Divriği tarzında yazıldığı görülmektedir.

Divriği’nin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu tam olarak bilinmemektedir. Divriği, tarihindeki en parlak yıllarını 1150’lerden 1250’lere değin Mengücek Beyliği döneminde yaşamıştır. Tarihsel kimliğinin en belirgin öğeleri olan Kale, Kale Cami, Ulu Cami ve Darüşşifası, Bedestenler, Kümbetler, Köprüler, Hamamlar ve çevredeki Kervansaraylar bu yüzyılda inşa edilmiştir. Erzincan, Kemah, Şebinkarahisar ve Divriği’yi içine alan bu beyliğin kurucusu Alparslan’ın komutanlarından Emir Mengücek Gazi’dir. Mengücek Gazi (1180?-1118?), İshak Bey (1118-1142), I. Süleyman (1142-1171), Şahin Şah (1171-1196), II. Süleyman (1196-1220), Ahmet Şah (1220-1243), Melik Müeyyed Salih (1243-1277).

I. Süleyman, Mengücek Beyliğinin Divriği kolunun kurucusudur. Şahin Şah, Kale Cami’nin (1180/1181) banisidir. Yine Sitte Melik Türbesi (1196) kendisi tarafından yaptırılmıştır. Ahmet Şah, Ulu Cami (1128-1243) yaptıran beydir. Eşi Turan Melek aynı yıllarda Darüşşifayı yaptırmıştır. Bugün bile Divriği’de Ahmet Şah’ın getirmiş olduğu içme suyundan faydalanılmaktadır.

Melik Müeyyed Salih, Son Mengücek Beyi’dir. Moğol saldırısında yıkılan Divriği Kalesi’nin surlarını onarmış ve Arslan Burcu (1252) yaptırmıştır.
Mengücek Oğullarından sonra Divriği (1277-1516) 1340’a kadar Moğol (İlhanlılar) işgalinde kalmış; 1398’e kadar yerli bir hanedan olan Eretna Beyliği tarafından yönetilmiş; 1516 yılına kadar da Memlüklü hakimiyetinde kalmış. Divriği, kesin olarak Mercidabık Zaferi (24 Ağustos 1516) sonrasında Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı Devleti hakimiyetine alınmıştır.

Osmanlı Devleti döneminde Divriği, Sivas Vilayetine bağlı bir sancakbeyliği olarak örgütlenmiştir. Tanzimat döneminde ise (1843) mahalli idareler örgütlenirken Sivas’a bağlı, Anadolu’nun ilk (kaza) kaymakamlık merkezlerinden olmuştur.















İliç -Divriği 
Tur tarihi: 22 Temmuz 2018
Kat edilen mesafe: 77 km.
Ortalama hız: 16,3 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa 43 dk., dışarıda geçen süre 6 sa 10 dk. 
En yüksek sıcaklık  40 ˚C, en düşük  24 ˚C, ortalama 31,8 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1714 m, kaybı (iniş) 1791 m.
En düşük irtifa 862 m, en yüksek 1720 m.

Garmin yol bilgileri İliç-Divriği

Relive yol bilgileri İliç-Divriği

        

Divriği ÖE 0346 4181968 
Ninni Otel 0346 4181239 / 0554 8349991 Etfal Bey, Patr.
Belediye Oteli 0532 6778398 Engin Bey, Patr.
Köşk Otel 0346 4184545 Mustafa Bey, Patr.
Mengücek Otel 0346 4185151 
Güllüoğlu Otel 0346 4191319

Kahvaltılık

Solmaz Bey ile.

Fırıncı Musa



Önce İliç bitti, sonra altın madenine doğru indi yol. 

Çöpler Köyü; böyle de isim mi olur?


Karasu kenarından sürüyorum şimdi. Bu Kemaliye
 otoyolu zaten, tek şeritli kaba asfalt.


Bağıştaş köyüne gidip oradaki köprüyü görmem istenmişti. Ben de
 aynen yapıyor sağdan ayrılıyorum. Düz gitseydim Kemaliye yoluna
 girmiş olurdum. Zaten rampalarının başını buradan görebildim bile.




Tren yolunu geçince asma köprüyü görüyorum. Evet ilginç.
 Hatırladım, trenle gelirken buralardan geçmiştik.




Hüseyin Bey

982 metre rakımdayım. Divriği otoyolu bu, hafif hafif tırmanma
 sonrasında sertleşip beni 1100 metreye çıkarıyor.

Güzel bir sürprizle karşılaşıyorum: Taş Yolu. Solda sapağı var.
 Bilir misiniz nedir bu Taş Yolu? 

Etraf kıraç. Dağlar, tepeler uzayıp gidiyor. 
Hava açık, bulut sadece arkamda var.




Burası zirve herhalde. Garmin 1609 gösteriyor ama.
Aradaki 100 metre fark nereden kaynaklanıyor acaba? 



Biraz iniyor sonra tekrar tırmanıyorum. Ama şimdi iniş levhası
 geliyor. Önceleri sert, sonra yumuşayarak inmekteyim.



Nihayet 72’nci kilometrede Zara’dan gelen yola bağlandım. Ama
gene bir tırmanışla. Bitmedi bu tırmanışlar, baydı ama! Gelen
 Divriği yazısını durmaksızın bisiklet üzerinden fotoğraflıyorum. 


Ninni Otel





Nilay Kahvaltı Evi


Divriği Kalesi


Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası

Emir Keramettin Türbesi, 1196




Taşın adeta bir dantel gibi işlendiği 
Divriği Ulu Cami...

... ve Darüşşifası’ndaki bu Barok mimari üslubun...

... Türk ve İslam Sanatı’nda bir 
başka benzeri olmadığı söylenir.


Nuredddin Salih Türbesi, 1240



Medeniyet Kulesi 


Dört duvarında burada yaşayan uygarlıkların, 
halkların tanımlaması işlenmiş.



Pazar günü olduğundan sokaklarda fazla kimse yok.

Meydan dört ayaklı dostlarımıza kalmış.


Devam yürümeye, geldim Aşağı Hamam ve Köprüsü’ne. 





Divriği by Night
































16. gün (devamı) Divriği-Arapgir – 14. gün (öncesi) Kemah-İliç




[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı

Erzurum-Aşkale = 52,86 km

Aşkale-Bayburt = 77,09 km 

Bayburt-Kelkit = 83,50 km

Kelkit-Erzincan = 72,25 km 

Erzincan-Kemah = 53,05 km 

Kemah-İliç = 66,35 km

İliç-Divriği = 77 km

Divriği-Arapgir = 82,06 km

Arapgir-Keban = 43,15 km 

Keban-Elazığ = 49,81 km

Elazığ-Kale = 58,10 km 

Kale-Pütürge = 64,11 km



Nemrut-Kahta = 46,72 km

Kahta-Adıyaman = 34,64 km

Adıyaman-Gölbaşı = 66,34 km 





Kadirli-Kozan = 35,91 km

Kozan-Feke = 46,82 km

Feke-Saimbeyli = 33,29 km 


Tufanbeyli-Tomarza = 74,90 km

Tomarza-Develi = 30,76 km

Develi-Talas = 44,33 km

Talas-Kayseri = 14,68 km