26 Temmuz 2018

[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı (Arapgir II)

24 Temmuz 2018, Salı / Arapgir II (17. gün)

Sevdim Arapgir’i, kaldım bir gün daha. Yola çıkmıyor olmanın rahatlığıyla yatakta oyalanıyorum sabah. Bugün, tam 95 yıl önce günümüz Türkiye'sinin sınırlarının çizildiği Lozan Antlaşması imzalandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, “Birileri bize Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştılar. Şöyle bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan'la verdik.” şeklindeki sözleri Cumhuriyet Tarihi Uzmanı Sinan Meydan tarafından bakın nasıl yalanlanmış: Ege Adaları, 12 Ada 1912, 1913, 1914 yıllarında fillen zaten kaybedilmişti. Sevr Antlaşması'na göre tüm Ege adaları Yunanistan'a, 12 Ada ise İtalya'ya bırakılıyordu. Lozan Antlaşması'nda ise Türkiye, daha önce elinde kalan Meis adası dışında önemli bir ada kaybetmedi.

Adaların kaybedilmesinde bir suçlu aranıyorsa o suçlunun, kendisine darbe yapılacak korkusuyla donanmayı 30 yıl Haliç'te çürüten II. Abdülhamit olduğuna hiç şüphe yoktur. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “Bizim olan adaları Lozan'da kaybettik” ifadesi ve bu konuda İsmet Paşa'yı suçlaması gerçeği yansıtmamaktadır.

Saatler dokuzu az geçiyor. Rezervasyonları, Keban EÜTAŞ ve Elazığ DSİ’deki yerlerimi bir gün kaydırıyorum. Meyveli yoğurdumu yiyor sonra temizlikçi hanıma bir onluk vererek çamaşır makinesini kullanıyorum. Gerçi onun değil ÖE’nin, ama ihtiyacı olduğunu söylediklerinden ben de cömert davrandım. Yarım saatte yıkanıyorlar. Oh ne güzel oldu hepsi. Şort ve gömleği açıkta, balkonda sandalyenin üzerine serip kurutuyorum. Diğerleri çamaşırlıkta ipe serili. 

Bugün Asım Beyle buluşacağım tekrardan, konakları ve eski şehri gezeceğim.  Ama öncesinde belediyeye uğrayıp başkana Kent Müzesi’ni sormak istiyorum.

Başkanı bulmaktansa kültür müdürüne çıktım. Mesut Bey ile tanışarak seyahat nedenimi, Asım Bey’de gördüğüm eşyaları, Arapgir, turizm, yatak sayısı gibi konuları reyhan çayı eşliğinde konuşuyoruz. Arapgir meğer reyhan cennetiymiş de haberim yokmuş. Biz de çok seviyoruz şerbetini, reyhani yapıyoruz evde diyorum.

Reyhan, bağışıklık sistemini güçlendirirken aynı zamanda soğuk algınlığına iyi gelir. Ayrıca öksürük giderici faydasının yanında bebeklerde ve yetişkinlerde bağırsak düzenleyici, saç köklerini kuvvetlendirmek ve anne sütünü arttırmak gibi antimikrobiyal özellikleri vardır. İçinde 2 bine yakın aromatik madde bulunur. %40-60 civarında bulunan Linalo maddesi sinekleri rahatsız eder.İnönü Üniversitesi (Malatya) ile Arapgir Belediyesi ortak çalışmaları sonucu bölgede reyhan ekim alanları genişlemiş. Çiftçilere ürün desteği verilmekte. Kozluk Vadisi “Reyhan Vadisi” olarak adlandırılmış. Mor Reyhan başka bölgede ekildiğinde rengi yeşile dönüşüyormuş. Bu bölgeye ait olduğu söyleniyor. O nedenle patent müracaatında bulunulmuş.

Mesut Beyle sohbeti sürdürüyoruz. Malatya’dan bisiklet gruplarının buraya geldiğini, foto kamplarının yapıldığını öğreniyorum. İlçeden vekiller de çıkmış. Metin Emiroğlu, ANAP Milli Eğitim Bakanı’nın adı sıkça geçiyor. Acıbadem Hastaneleri’nin yönetim kurulu başkanı gibi pek çok kişi Arapgirli.

Reyhanı duydum ya, merak ediyorum buradaki reyhaninin tadını. Millet Han’da içebilirsin demişti Mesut Bey. Bardağı 3 liradan tadıyorum. Güzel, yeterli soğumamış ama dürüst olmam gerekirse benimki daha lezzetli :))
Hanesyan Kız Okulu 

Asım Beyin evine, bulunduğu sokağa doğru yürümekteyim. Bu bölgede turizme yönelik Kültür Mahallesi kurulmakta. Bazı konaklar restore edilmiş/edilmekte (M. Emiroğlu Konağı, Bay Cemil Konağı). Bazıları sıralarını bekliyor. Arapgir Mutfağı’yla ilgili çalışmalar, mekanlar oluşturulması isteniyor. Güzel düşünceler, gerekli işler. Belki geç bile kalınmış ama hiç yoktan iyi, önemli bir başlangıç. Bu sebeple hazırlığı süren/bitmiş bazı mekanları görme fırsatım oluyor. Yapılan tadilatlarda malzeme seçimi ne yazık yanlış olmuş, çok sırıtıyor. Fayans ve döşeme taşları, parlak vernik... İşi ucuzlatmış.

Almanya’da yaşayan, Alman vatandaşı, eşi Arapgir’in bir köyünden olan Zeynep Hanım’la tanıştım. Turistik turlar düzenleme isteğinde, Almanya’dan buraya. Onun hazırlığını sürdürüyor, bölgeyi tanımak, konaktaki işleri takip etmekle meşgul.
Ciğerciyan Ailesi 

Asım Bey dopdolu bir insan. Çok güzel bilgiler veriyor bize. Hem kendi anıları, hem dinledikleri/öğrendikleri. Ermeni nüfusu buralarda oldukça çokmuş zamanında, 1915 tehcir olayına kadar nüfusun %80’i. 1914'te Arapgir'deki iki avukattan biri, dört fırıncıdan üçü, 23 doktordan 22'si Ermeni. Türkler ve Ermeniler birlikte, iç içe yaşarlarmış. Okulları, ibadethaneleri, konakları, evleri... Çoğu bugüne ulaşmamış. Yıkılmış, malzemeleri talan edilmiş. Bunu bölgedeki diğer ilçelerde de duydum. Kovduktan sonra insanların mallarına, evlerine hücum. 

Ayfer Hanım’la tanışmam ilginç oluyor. Anadoluluyum diyor, nerelisiniz soruma. Biraz doğu-batı ayırımından alerji kapmış. Haklı konuları dile getiriyor, ancak taraf, ötekileştiriyor farkında olmadan. Bir doğu-batı, düşmanlık demeyeyim ama rahatsızlığı var gibi. Elbette bu bölgelere eksik yatırım yapılmış olması, her şeyin batıda kurulmuş olması, eğitim eksikliği, fırsat eşitsizliği gibi konular uzun zamandır dile getiriliyor sol kesim tarafından. Ancak değişen bir şey yok/olamadı. Gerçi artık batıdaki genç de işsiz durumda. Resmi %12 olarak açıklanan işsizlik oranı gerçekte çok daha fazla.

Eski şehre gitmek için bir taksi ayarlıyoruz, 50 liraya. Ayfer Hanım’ın rehberliğinde, iki stajyer öğrenci ile çıkıyoruz yola. Camiler, köprüler, kütüphane ve reyhan tarlası kızgın güneş altında gezilip görülüyor. Ayfer Hanım bize ayrıntılı tanıtım yapmakta. Kendisi sanat tarihçisi, belediye bünyesinde çalışmakta.

Cafer Paşa Cami: 14. yy.da yaşamış olan İlhanoğulları’ndan Şeyh Hasan’ın yaptırdığı sanılmakta. Minare kapısı üzerindeki yazıda ise 1694 tarihinde Cafer Paşa’nın onarım yaptırdığı yazıldığından bu adla anılmakta. Cami kare planlı, tek kubbeli, tek minareli. İmamıyla birlikte geziyoruz.

Gümrükçü Osman Paşa Cami: Osmanlıdan günümüze kalan 1823 tarihli kare planlı, tek minareli kesme taş yapı. Cami imamı bize girişi açıyor ve sohbet sırasında buradan yakında tayinini isteyeceğini ifade ediyor.

Molla Eyüp Mescidi Kütüphane: Sonradan kütüphane olarak kullanıldığı için Ispanakçı Mustafa Paşa Kütüphanesi olarak bilinmekte. Mescit, mimari yönden karmaşık bir görünümü olup girişi batı cephesinin kuzey köşesinde toprak seviyesinin altında. Kesme taş ve moloz taş kullanılarak inşa edilmiş, dikdörtgen planlı ve tek kubbeli. İçini göremiyoruz ne yazık ki. Giriş yolu edebiyat dünyasının ünlülerine ayrılmış.

Yeni Cami: Mimari planına göre Akkoyunlular zamanında yapıldığı (1389-1515) bilinmekte. Minaresi olmayan cami çok yıkık durumda ancak.

Kale Köprüsü: 19. yy. eseri. Kesme taştan inşa edilmiş köprü tek gözlü. 3 metre eninde 22 metre uzunluğunda olduğu bitişiğindeki yazıda okunmakta.

Ve reyhan tarlası. İstanbul’da minicik demetini 2 liradan alırız. Burada 3 kocaman demete, sahibini bulamadığımızdan 12 lira bırakarak ayrılıyoruz. Arapgir turizm açısından her yönüyle iyi bir potansiyele sahip. Tarihi var, doğası var, yiyecek-içecek kültürü var. İnsanları yabani değil. Coğrafyası güzel. Suyu muhteşem, çeşmeden iç. Ve de pahalı değil. 

Yolda Ayfer Hanım buranın bir özelliğini daha anlatıyor: Arapgir Köhnü Üzümü. Bölgeye has tescilli bir üzüm çeşidi olup, başka yerde aynı özellikleri taşımamakta. Koleksiyon niteliğinde. Sofralık (Pekmez, pestil, kuru üzüm ve oricik/ceviz sucuğu.) ve şaraplık olarak kullanılmakta. Tanıtım ve teşvik amacıyla her yıl eylülün 2. haftasında Bağbozumu Şenlikleri tertiplenmekteymiş.

Taksi dönüşte beni tahta çivili kundura yapan, bu eski sanatın uygulayıcısı Hakan Beyin atölyesine bırakıyor. Devamını getirecek kimse olmadığından bu el emeği göz nuru zanaatın “son ustası”. Islak kösele, tabana 4-5 mm boydaki tahta çivilerle çakılıyor, kuruyunca iki malzeme birbirine kaynıyor. Kösele aşınırken çivi de birlikte aşınıyor. Çok da güzel, kadın ve erkek için modeller üretmiş. Bugün çiviler artık zor bulunuyormuş. Tahmin edin nereden geliyor çiviler dersiniz? Almanya. Evet çivisi bizden değil. Ne garip değil mi?

Karnımı doyurmak üzere gene dünkü yeri tercih ediyorum, Şah Lokantası. Değişiklik olsun diye Asım Beyin oğlunun kebapçısına uğradım ama bana göre bir şey bulunacağını ummuyordum zaten. Az az yayla çorbası, pilav, taze fasulye ve ayran. Yanına zaten çoban salata veriyorlar. Bir de sivri acı biber. 10 liraya doyuruyorum mideyi Şah Lokantası’nda.

Hava çok sıcak, saat 4 buçuk olmasına karşın sokakta durulacak gibi değil. ÖE’ye gidip biraz uzanıyor, tableti okurken gözlerim kapanıyor. Uyandığımda 6 buçuk olmuştu saat. Günün sonunu tamamlayayım. Asım Beyi oğlunun dükkanında buluyorum. Bir çay eşliğinde anlattıklarını dinlemekteyim. Hayat çok zorlaşmış, maddi manevi desteğe ihtiyacı var. “Yıllarca verilen sözler, özellikle belediye başkanından yerine getirilmiyor. Daha fazla dayanacak gücüm kalmadı. Arapgir sahip çıkmazsa Malatya’ya vereceğim tüm topladıklarımı.” Ancak gönlü burada kalmasında.

Parkta içilen bir soda, biraz gelen postaya verilen cevap, A101’den alınan bir “junk food” ve ÖE’ye dönüş, yol hazırlığına geçiş.

Reyhani

Arapgir


Restore edilmiş konak içi


Cafer Paşa Cami Ayrıntı

Cafer Paşa Cami İçi


Gümrükçü Osman Paşa Cami


Gümrükçü Osman Paşa Cami İçi

Molla Eyüp Mescidi Kütüphane

Yeni Cami

Kale Köprüsü

Reyhan tarlası



Tahta çivili kundura


Hakan Bey

Şan Lokantası


















18. gün (devamı) Arapgir-Keban – 16. gün (öncesi) Divriği-Arapgir




[bisikletle]Türkiye: Kommagene Krallığı

Erzurum-Aşkale = 52,86 km

Aşkale-Bayburt = 77,09 km 

Bayburt-Kelkit = 83,50 km

Kelkit-Erzincan = 72,25 km 

Erzincan-Kemah = 53,05 km 

Kemah-İliç = 66,35 km

İliç-Divriği = 77 km

Divriği-Arapgir = 82,06 km

Arapgir-Keban = 43,15 km 

Keban-Elazığ = 49,81 km

Elazığ-Kale = 58,10 km 

Kale-Pütürge = 64,11 km



Nemrut-Kahta = 46,72 km

Kahta-Adıyaman = 34,64 km

Adıyaman-Gölbaşı = 66,34 km 





Kadirli-Kozan = 35,91 km

Kozan-Feke = 46,82 km

Feke-Saimbeyli = 33,29 km 


Tufanbeyli-Tomarza = 74,90 km

Tomarza-Develi = 30,76 km

Develi-Talas = 44,33 km

Talas-Kayseri = 14,68 km