Her gezi öncesi müthiş keyif veren bir heyecan oluşur bende. Nereden gideriz, nasıl gideriz, kaçta uyansam, ne alsam, geç kalmasam gibi pek çok şeyi düşünürken içim kıpır kıpır olur. En güzel gezilerimden birisini Bülent'le yapmıştım. Geçen sene 5 gün Fikret Albay'la birlikte Trakya'da gezmiş, sonunda Edirne'ye ulaşmıştık. Dostluğumuz bu gezide derinleşmişti, ancak bu kış pek pedallayamadık. Artık havalar ısındığına göre bir açılış yapalım istedik ve kararımız Kısırkaya'dan yana oldu. Kilyos'un ilerisinde Karadeniz'in ucunda güzel bir köydür. Yazın denize girmeye gideriz. Yolu keyiflidir, inişleri ve çıkışları rahattır.
Bu düşüncemizi hemen arkadaşlarla paylaştık ve Firuzan, Hakkı, Esin, Hasan ve Sarkis'ten olumlu yanıt alınca yediledik ve böylecene bu gezinin adı "Kısırkaya Yedilisi" oldu.
Bülent, Merter'den gelecekti, bense Nişantaşı'ndan. Buluşma noktası olarak Eyüp'te Feshane'den Sütlüce'ye geçen yaya köprüsünün (eski yanan Galata köprüsü) başını seçtik. Cumartesi (25.04.2009) sabahı 9'da orada olacaktık. Bunun için karşıdan (Kadıköy) gelecek Firuzan, Hakkı, Esin ve bu taraftan gelen Hasan ve Sarkis (Bebek, Kurtuluş) ile 8:30'da Karaköy vapur iskelesinde buluşmak üzere sözleştik. Yarım saatte Eyüp'e rahatlıkla ulaşırdık.
Sabah serinliği vardı ama hava güneşliydi. Bu havayı çok severim, soğuk önemli değil, yeter ki kapalı olmasın. Güneşin pozitif enerjisi sabah yola çıktığımda çok keyifli bir günün başlamasına yetiyor. Bankta arkadaşlarımı beklerken şöyle Topkapı sarayına doğru baktım. Etraf sakin olduğunda İstanbul'un keyfine diyecek yok. Ama günün karmaşası ve telaşı başladığında bazen çekilmez oluyor. Bunları düşünürken sırasıyla herkes iskeleye geldi.
Selamlaşma ve kucaklaşmanın ardından çektirdiğimiz ilk resmimizle (bunu çeken arkadaş Serkan da bisikletçi çıktı ve bundan sonraki turlarda bize katılacağını söylemesi bizi çok mutlu etti - gün geçtikçe kalabalıklaşıyoruz) birlikte hareket ettik. Galata köprüsü üzerinden Eminönü, Fener ve Eyüp derken tam zamanında vardık (12.km).
Bülent de zaten bizi bekliyordu. Tanışma-selamlaşma faslından sonra hadi dedik yola çıkalım. Önce yedilinin ilk resmini cekelim istedik, tek açıyla yetinmeyip iki farklı yönden çektik.
Daha 10 metre gitmedik ki Hakkı, lastiğinin havasından memnun olmadığını söyleyince durup biraz lastiğe hava bastık.
Elimizi çabuk tutup Sütlüce Kongre Merkezi'nin yanından inen alt geçitten geçip, gelen yol ayırımından sağa Kağıthane yönüne doğru devam ederek, dere boyunca ilerleyip Cendere üzerinden (Hasan'ın içine sığmayan sabah enerjisiyle önden koşturarak), sanayi tesislerinin yanından, bekçi köpeklerinin selamlamalarıyla, oldukça dümdüz bir yoldan Kemerburgaz'a doğru pedallarımızı hızla, zaman zaman ikili sohbetler içinde, çevirerek yol almaya başladık.
Bir ara Sarkis gözden kayboldu. Acaba ne oldu, beklemek için durduk (9:45, 23.km). Sonra anlaşıldı ki yoldaki bir aracın itilmesinde yardımcı olmuş. (Çok yardımsever ve her alanda düşünceli ve kibardır arkadaşımız. Bu gezi boyunca da arka takım kaptanlığı ve Esin'e eşlik ederek bunu gösterdi).
Cendere'de kurulu bulunan sanayi tesislerini geçerken etraf pek de hoş değildir. Bilinen çirkin yapılar ve yolun trafiği rahatsız edebilir. Ama sonrasında etraf yeşillenir ve trafik hafiflediğinde keyifle pedal basılır bu yolda.
Kemerburgaz'a istenildiğinde Hasdal Kışlası önünden geçen otoyoldan da ulaşmak mümkün. Ancak orada ağır araçlar hızla yanınızdan geçmekte ve çıkardıkları ses kafanızı öyle şişirir ki, bu yol çok daha rahat kalır. Hem de yeşilliğin önünden seyretmek gözünüzü (sanayi tesislerini görmezden gelirseniz) mutlu edebilir. Sağ tarafınızda sanayi solunuzda inekler. Çelişkilerle dolu bir kent şu Şehr-i İstanbul.
Kemerburgaz'da hep oturduğumuz kahveye yerleştik (10:15, 34,5.km). Burası her gelişimizde mola vermek için tercih ettiğimiz, sahibinin de yardım sever yaklaşımı ile (bazen yanımızdaki yemekleri çıkartıp yerken bize bıçak, tepsi, tuz gibi eksiklerimizi tamamlayarak) pek çok bisikletçinin uğrak yeridir. Bisikletlerinize park yeri, temiz tuvaleti ve nefis çayıyla şiddetle tavsiye olunur.
Çaylar geldi (50- Krş), Hasan yanında getirdiği simitleri bölüştürdü ve sohbet bisiklet üzerinden başlayıp Titanik filmiyle devam etti. Bir matematik sorusu üzerinde çok durduk. Durun size de sorayım, bakalım ne diyeceksiniz?
3 kişi düşünün. Para birleştirip bir radyo almaya gidiyorlar. Radyo 30 lira. Hepsi 10'ar lira koyup radyoyu alıp gidiyorlar. Fakat sonra mağaza sahibi radyonun indirime girdiğini ve 25 liraya düştüğünü hatırlıyor ve çırağına 5 lira verip gidip para üstünü iade etmesini istiyor. Çırak 5 lirayı 3 kişiye bölüştüremeyeceğini düşünüp 2 lirayı cebine atıyor ve 3 lirayı 3 kişi arasında bölüştürüyor. Böylecene radyoyu 9 liraya almış oluyorlar.
Şimdi 9x3=27. Çırak cebine 2 lira attı, 27+2=29. Peki geri kalan 1 liraya ne oldu?
45 dakikalık dinlenmemizin yettiğine karar verdiğimizde, eskiden burada seyyar arabada börek satan adamın artık bir dükkan sahibi olduğunu öğrendiğimiz yerden (Hakkı daha sonra acıkacağını düşünerek) 4 liralık börek alarak (bu böreğin akıbetinin ne olduğunu ileride okuyacaksınız) yola çıktık (11:00). Göktürk yönüne giderken ilk kavşaktan sağa, Çiftalan yönüne saparak yolumuza büyük bir neşeyle devam ettik. Az sonra gelen Orman idaresine ait çeşmede su takviyesi yaparken etraftaki kuş evlerindeki kuşları ve sesleri dinleyip, biraz daha otursak mı yoksa gitsek mi düşünceleri arasında devam etmekten yana olanlar ağır basınca, Belgrad Ormanı'na girdik (11:30, 39,5.km).
Kapıdaki gişe memuruna adam başı 175 kuruş vermemek için durumumuzu açıklayıp, sadece geçeceğimizi, Gümüşdere kapısından çıkacağımızı inandırıcı bir ses tonuyla anlatınca, bariyerin kalktığını görmek hepimizin yüzünde bir tebessüme neden oldu (çay parasını kazanmıştık :))
Yolun en güzel kısmındaydık. Ormanın içinde, bizden başka kimse yoktu. Hava nefis, güneş tepede, keyifle pedallarımızı, ormanın kokusunu da kuvvetle içimize çekerek, hafif rampalaşan yolda çevirmeye başladık.
Yerinde duramayanlar önden gittiler (Firuzan ve Hasan), sohbeti seçenler arkada kaldı (Esin ve Sarkis), hayal kuranlar arada durdu (ben), keşif yapanlar ileriye atıldılar (Hakkı ve Bülent).
Yolun tepe noktasında Ceylan üretme istasyonu tabelası önünde resimlerimizi çekip (Esin'lenerek), biraz kuruyemiş, elma gibi meyvaları paylaşıp, enerji takviyesi alarak tekrar yolumuza devam ettik.
Bundan sonrası yokuş aşağıydı ve yolda büyük de delikler vardı. Bunlara dikkat edilmediğinde ve sert içine girilirse bayağı sarsıcı oluyorlardı. Nitekim Hakkı da bu deliklerden nasibini almış ve sürratle yokuştan inerken sarsıntı sonucu torbası yırtılınca içindeki börekler yollara saçılmış. Yanlarına vardığımda, hayrola niye durdunuz dediğimde, bana yerleri işaret ettiklerinde, kuşları güzel bir ziyafetin beklediğini gördüm.
Kemerburgaz'ın meşhur böreği Hakkı'ya nasip olamamıştı (yolda bunun çok espirisini yaptık). Üstelik su şişesi de uçmuştu (Firuzan'ın aramalarına rağmen bulunamadı), yanı olacak iş değil (Neyse, Gümüşdere'de herşeyi tamamladı).
Kemerburgaz'ın meşhur böreği Hakkı'ya nasip olamamıştı (yolda bunun çok espirisini yaptık). Üstelik su şişesi de uçmuştu (Firuzan'ın aramalarına rağmen bulunamadı), yanı olacak iş değil (Neyse, Gümüşdere'de herşeyi tamamladı).
Kömürcübent yönüne sapıp az sayıda piknikçilerin yanından geçerek orman çıkışına vardık. Buradan toprak yolla Gümüşdere'ye ulaşılıyor.
Herkes kendi temposuna göre önde ve arkada yer alarak, birazdan yokuş aşağı kıvrılarak inen toprak yoldan ilerlerken garip bir olayın yanından, pek de hoşlanmayarak geçtik. Yol kenarında nalları dikmiş bir at yatıyordu (kimimiz bunun başka bir büyükbaş hayvan olduğunu söylese de, attı). Tuhaftı, neden orada bırakmışlardı?
Gümüşdere'ye girdiğimizde (13:00, 49,5.km) kendimize çay içebileceğimiz, karnımızı doyurabileceğimiz bir yer aradık ve güzel bir bahçesi olan çayevini seçtik.
Bisikletler özenle park edildi, çaylar ismarlandı ve nerede karın doyurulur araştırmasıyla Hasan, Sarkis, Hakkı ve Bülent, köydeki sulu yemek lokantasında karar kıldılar (bol sarmısaklı işkence çorbasıyla). Ben, Firuzan ve Esin getirdiklerimizi yedik. Tekrar masa başında toplanıp çaylar (40- Krş) eşliğinde kuruyemişler paylaşıldı, gırgırla karışık sohbetler edildi ve hadi artık Kısırkaya'ya pedallayalım diye köy halkına veda edip yola çıktık (14:30).
Köyün içinden geçip (sağda solda atlar ve at arabalarıyla köylüler) hafiften dikleşen yoldan tepeye vardığımızda Karadeniz önümüzdeydi. Muhteşem bir görüntü. Denizin ve gökyüzünün mavisi ufukta birbiriyle kaynaşıyordu. Açıkta bekleyen gemiler, esen rüzgar hepimize derin bir off ve ohh çektirdi (15:00, 52.km).
Hemen inmemek için kıyıya önce sağa, Polis okuluna saptık. Büyük bayrağın yanına kadar gidip sonra denize karşı tepenin üzerinde fotomuzu çekip, sahile iniş yoluna döndük.
Burada bir çayhaneyi çok beğenip yerleştik. Tam denizin üstünde, kartal yuvası gibi bir konumda manzarasıyla bizi büyüleyen yerde kahve ve çay (2-,1-TL) gibi siparişlerimizi verdik (Hakkı'ya çift kahve geldi. Yanlışlıkla şekersiz yapılmış ilki. Bu çifte kahveyle daha sonra tutamaz olduk kendisini. Sürekli grubun önünde pedalladı). Firuzan köpekleri sevmekten kendini alıkoyamadı ve kedi ile köpeğin pek ala dost olabileceğinin kanıtını tekrar gördük (daha önce Beyazıt'ta görmüştük).
Güneşten korunmak için şemsiyeyi bile açmak zorunda kaldık ve artık dönüş zamanının gelmesiyle hesabımızı ödeyip kalktık (15:45). Şimdi bizi rampalar bekliyordu artık. Buraya kadar rahat gelmiştik.
Sırasıyla Gümüşdere, Uskumruköy, Arıköy ve Zekeriyaköy rampalarını teker teker çıktık-indik (yolda 23 Nisan bayramının coşkulu bayraklarına selamla, çobanlar ve koyunsürülerinin yanından geçerek). Ama grubu burada kutlamam lazım, firesiz tamamladık (bu arada Firuzan'ın nasıl oluyor da rampalarda öne fırladığının sırrını da çözmüş olduk. Ayakakabılarının tabanındaki yaylarla öyle bir pedal başıyor ki, yay gibi uçuyor :)).
Zekeriyakoy'de (eskisi) bir çay molası verdiğimiz yerde demleme ıhlamur içerek (1-TL) tazelenip Jandarma'nın önünden dik bir rampadan Kilyos (Kumköy) anayoluna bağlandık (15:50, 53.km).
Sonrası malum, Maden yokuşundan Sarıyer'e geldik (18:00, 69.km). Of anam of, burada bir trafik ki, sormayın.
Slalomla arabaların arasından Bebek'te Hasan'dan ayrılarak, Beşiktaş'a Firuzan, Hakkı ve Esin'i gemiye yetiştirerek, Sirkeci garına Bülent'e eskort ederek (Sirkeci'den taze meyvasuyu takviyesiyle, portakal/greyfrut 1,5 TL) Sarkis'le geri dönüp Dolmabahçe stadı yanından Maçka üzerinden gelip Nişantaşı'nda vedalaşarak eve dönmüş oldum.
Saat 20:30 olmuştu. 12 saattır dışardaydım. 104 km yol ve 6 saat 40 dakika bisikletin üzerinde. 2260 kalori ve 197 gram yağdan kurtulmuştum. Ortalama hız 15,6 kilometreydi. İştah fazlasıyla vardı. Malum şeyleri yapıp (kas gevşetme ve duş) karnımı doyurduktan sonra şöyle bir düşündüm ve gerçekten her gezi kendine göre bir renk taşıyor. Sanki gökkuşağının altında gibiyiz. Şimdiden bir sonraki gezinin hayali içine giriverdim bile.
İlginizi çekebilir PiyerLoti gezisi