3- 4 günlük bir telefon ve yazışma trafiği sonunda Fikret Albayın yapmayı planladığı Trakya gezisi (17.05.2009) Pazar sabahı 10:30‘da Sirkeci garından başlayacaktı. 1 hafta olarak planlanan bu tura kimimiz tamamına, kimimiz ise birkaç gününe katılacaktık. Ben kendimi tamamına göre ayralamaya çalıştım ama nedense son dakika evdeki hesabı çarşıya uydurabildim. Gidiyorum diyordum ama bir türlü istediğim gibi değildi durum. İşle ilgili ayarlamak zorunda olduğum durum falan bende öyle bir stres yaratmış ki (farkında olmadan) Cumartesi günü başımın ağrısı ilaça rağmen geçmedi.
Almam gereken eşyaları yatağın üzerine sıraladım, geçen yıldan beri kullanmadığım uzunyol çantalarımı çıkardım ve teknik malzemeleri şehir içi çantamdan oraya aktardım. Hava raporunu inceledim, hafta ortası serinleyecekti, hatta güneyde yağış bile olabilirdi ama Trakya’ya gelmeyecekti. Yağmurla ilgili bir hazırlığa gerek olmadığına karar verdim ama gene de biraz mevsimine göre kalın olan birşeyleri de yanıma almak istedim, neme lazım diye. Özenle çantalara yerleştirdim ve merak ettim kaç kilo oldu bisiklet diye. Tartıya çıktım ve 26 kg’yi gördüm. Eh çok da fazla değildi. Bu ağırlıkla daha önce seyahat etmiştim, alışıktım yani.
Sabah çok erken buluşmayacağımızdan rahattım ve küçük bir kahvaltı ile kendimi yola hazır ettim. 10:15’de garın önünde buluşuruz demişti Fikret Albay, yarım saat öncesi evden çıktım. Fazla fazla yetişirdim. Gara girmeden önce arkadaki benzincide lastiklerin havalarını tamamladım. Benle birlikte 100 kg taşıyacaktı bisiklet, 65 psi bastım. Trene binmeden akbili doldurmak istedim ama pazar günü yakında buna olanak yoktu ve artık ne yapalım diyerek gara girdim. Fikret Albay gelmiş bekliyordu. Turnikeden geçip, tek jetonla (Sirkeci tekle geçiriyor, Haydarpaşa bisiklet için de bir tane istiyor), yanına vardım. Selamlaştık, kucaklaştık ve Firuzan’i beklemeye başladık. O da az zonra gelince bir hatıra resmi çektirip ilk vagona bisikletlerimizi büyük bir özenle yerleştirdik. Trenin hareket etmesi uzun sürmedi ve tıngır mıngır yola çıktık. Halkalı’ya kadar trenle gidelim oradan pedal basarız demişti Fikret Albay, şehir trafiğinden kurtulmuş olurduk böylecene. Yoldan, Yenimahalle’den Necati bey de binecekti. 4 kişi olarak İstanbul’dan yola çıkıyorduk. Ancak istasyonu geçtik ama kendisinden eser yoktu, sonra anlaşıldı ki bir önceki trenle çoktan Halkalı’ya varmış. Pazar olması sebebiyle tren fazla dolmadı. Sohbetlerle 55 dakika çabuk geçiverdi ve son durağa gelmiş olduk.
Perondan çıkarken üst geçitte Necati bey de bizi bekliyor ve el sallıyordu. Herşey yolundaydı. Ancak bu istasyondan çıkarken bir üst geçitten geçerek karşı tarafa geçebiliyorsunuz. Bu kadar yükle de bisikleti çıkartmak nasıl olacak diye düşünürken sırtladım albayın bisikletini geçiriverdim karşıya. Şimdi çantaları sök, 2 postada taşı falan uzun olacaktı. Ardından kendiminkini, zaten Firuzan kendisininkini geçirmişti bile. Tekrar selamlaşmalar, artık yola çıkmaya hazırdık. Geçen bir beyden rica edip fotomuzu çektirdikten sonra (deklanşöre iyicene basmamış ki çekilmemiş maalesef-ben de Necati beyden ödünç aldım) atladık bisikletlere ve yavaş yavaş pedallamaya başladık (11:30). Çok kısa bir toprak (inşaatın bitmediği yol) kısımdan geçip asfalta çıktık ve Bahçeşehir yönüne doğru sürmeye başladık. Hava daha çok ısınmamıştı, rahat bir şeklilde (arada mahalle çocuklarının tezahüratlarıyla güç kazanarak) yeni yapılmış olan TOKİ binalarının önünden (bu kadar konut dolduğunda buraları nasıl olacak acaba bakışlarıyla) Bahçeşehir’e giden yola yöneldik (12:30, 11.km).
Otobüs Yenikapı’ya gidiyordu ve önce Bahçeşehir’in içinden geçerek yola çıktı. Kafamdan da geçiriyorum, acaba bu iş orada tamir olacak mı, yoksa hazır araç bulmuşken devam mı etsem diye (keşke bu düşünceme uysaydım diye sonra çok hayıflandım). Kapıya yakın bir yerde indim ve iterek güvenliğe kadar geldim ve bisikletçiyi sordum (o da bilmiyormuş, telsizle öğrendi, ileride sağda dedi ama hangi sağ, ne kadar ileride gibi sorulara turist kalarak). Yolda birilerine sorarak (pek de geçen yok, arabalar da vızır vızır), fazla gittiğim yolu geri gelerek sonunda buldum tamirciyi. “Bisiklet Hastanesi” yazıyordu duvarında. Ohh çok sevindim buna, doktor nerede diye bakınırken ileriden geldiğini gördüm ve durumu kendisine özetledim. Baktı arızaya ve başını sağa sola sallayarak olumsuz bir ifadeyle burada şifa veremeyeceğini, arka göbeğin değişmesi gerektiğini anlattı. İşte şimdi moralım sıfırlanmıştı. Ne edecektim, nasıl olacaktı diye kafamda planlar, düşünceler birbirini kovaladı. Önce arkadaşları arayıp durumu açıkladım. Siz devam edin, beklemeyin. Ben çaresine bakmaya çalışacağım ve size ertesi gün Silivri’de (otobüsle) yetişeceğim dedim. Zaten Emre de bunu yapacaktı, ben de onunla giderdim (ohh bu beni biraz düzeltti). Ama önce buradan şehire gitmem lazım. Neredeydi indiğim durak diye yönümü bulmaya çalıştım ve beklemeye başladım. Birazdan gelen Halk otobüsü şoförü önceki kadar insaflı değildi, almadı. Ne kadar kötü oluyorsunuz böyle bir durumda bilmem bilirmisiniz?!! Çaresizlik içinde 2. yolu denemeye karar verdim ve güvenlikçiden bir taksi rica ettim. Korkum taksinin de bisikleti görünce yan çizmesi. Neyse şoför insaflıydı ve bisikleti önce arka koltuğa koyalım dedi, bagajdan sarkmasın, trafik ceza keser diye. On tekeri çıkarmamıza rağmen koca bisiklet girmedi. Bu sefer bagaja yerleştirmeye çalıştık, elimdeki lastiklerle kapağı da sıkıca tutturunca (araya kartonları da koyarak) işi hallettik ve yola çıktık. TEM’den gidelim dedi, itiraz yok, olur dedim. Olan olmuştu, bir an evvel Levent’e İsmail beye (Teknik Tamir Atölyesi-Akatlar) varmak istiyordum. Ehh yol da açık-bastırdık, arada taksimetreye bakıyorum, fırıl fırıl atıyor. Bakalım bu yolculuk kaça çıkacak diye meraklanıyorum, 30-40-50 derken Levent’e vardık. KGS falan da eklenince 60 lirayı güzelce saydım şoföre. Başka çarem yoktu dönmek için, sineye çektik, teşekkür ettim ve İsmail beye derdimi gösterdim.
Evet göbekten dedi, zaten bir derdi vardı nihayet tırnaklar kırılmıştı. Devam etmek istersem mesaiyle yeni bir göbek takabilirim ancak pazar günü Shimano Deore’yi nereden bulabilirdim, kendisinde yoktu. Aklıma geldi ki Levent’te Delta açılmıştı, belki orada vardır diye bir bisikletle acele gittim ama ne gezer. Delta sadece bisiklet satıyor, yedek parça yokmuş. Ehh bu akla ne demeli bilemedim ve kös kös geri döndüm. Kaçkar ve Bike&Outdoor’a kadar da bisikletle gitmek ve dönmek kesmedi ve hevesimden vazgeçtim (zaten sonra evden buraları telefonla aradığımda ellerinde olmadığını öğrendim). Taksi parası, yedek parça, işçilik falan derken zaten gezi paramın yarısını harcamak zorundaydım. Geriye kalanla da yarı kısmına katılmak nedense hayallerimin yıkılmasını düzeltemedi. Telefon ettim ve durumumu anlatıp yollarının açık ve sorunsuz geçmesini dileyerek veda ettim tura :((
Uzun uzun düşündüm, halen de düşünüyorum. Çok istemiştim, son dakikaya kadar beklemiştim, sonra olmuştu ve şimdi buradayım. Biz mı belirliyoruz, yoksa bir yazgı mı var, yoksa neden bunlar olur? Birşeyler mı saklı içinde, yoksa önemsiz bir olaya gereğinden fazla anlam mı yüklemeye çalışıyorum!!! Hepimizin herhalde yaşamında benzeri şeyler olmuştur, istediğiniz birşeyin, bir şekilde farklı yönlenmesi, elinizden kaçması. Sonunda bardağın dolu tarafıyla ilgilenmenin her zaman rahatlatıcı olduğunu düşünüp yeni hayaller peşinden koşmanın daha mutlu edecegine karar verdim.
Ertesi gün, yanı pazartesi Sirkeci’den Deore arka göbek alıp (ve takılmayı bekleyen Scram zinciri de) İsmail beyin yanına vardım. Büyük bir titizlikle göbeği değiştirdi, jantı yeniden ördü ve balans ayarını, vites ayarını hepsini düzeltip bana yepyeni bir bisiklet verdi. Küçük bir çocuk gibi sevinerek üstüne atlayıp eve geldim. Heyecanla ertesi günkü (19 mayıs) geziye hazırlanıp sonucu görmek istiyordum (pozitifti :)).
Not: Her zaman 2 fotografçının olması cok iyi oluyor. Farklı açılardan çekimler için Firuzan’a çok teşekkür ederim.
İlginizi çekebilir Trakya, Fikret Albay'la