21 Ocak 2019

PideYeBozaİç

Havanın güzel bir sürpriz yaptığı keyifli bir gezi oldu bu tur. Sabah 9.15 Karaköy hareket noktamız. Kadıköy’den Haluk ve İhsan ile geçtik. Karaköy’den Ömer, Nurhan, Levent, Recep (gelmesi güzel bir sürpriz oldu), Kamil ve Gültekin ile çıktık yola. Eminönü’nden de Cenap katılınca 11’li olarak Unkapanı ve Siirt Pazarı’ndaki çaycıda yerimizi aldık. Bakkaldan peynir-domates-biber-yumurta gibi malzemeler hazırlatıp fırında pişirttik. Ülkenin muhteşem ekonomik yönetimi sayesinde artık pideler 7 liraya ulaştı. Kim bilir belki bunu da arıyor olacağız marttan sonra. Malumunuz ekonomi üzerinde büyük bir baskı var. Seçim öncesi zamları tutmaya çalışıyorlar. Domates, soğan vb. malzemelerde gümrükleri sıfırladılar. Geçen hafta pazarda hıyar 10 lira etiket almıştı.

Sokağa kurulan masalarda yerimizi alıp halen 1 lira olan çayları yudumlarken pidelerin hazır olduğu anonsuyla muhteşem bir sofra donatıldı. Bitmeyen bisiklet maceraları arasında mideye indirilen pideler sonrası her zamanki rotamızdan; At Pazarı-Karagümrük-Sulukule-Edirnekapı-GOP şeklinde bastık pedallara.

Bugün ilk gideceğimiz bir yol var; GOP’dan Alibeyköy’e inen dik yokuş. İyi bir kestirme ama burayı çıkmak pek de mümkün gözükmüyor. Verilen ihtiyaç molalarıyla Alibeyköy sonrası İBB’nin fidanlığına ulaşıyoruz, çalışmalar nedeniyle çamura dönüşmüş yollardan.

Bölgede 5. Levent diye dev bloklardan oluşan bir yerleşim açılmış. Daha dolmamış ancak dolduğunda inanılmaz bir kalabalık bu bölgeye akın edecek. Bu kadar konut, bu kadar inşaat...

Türkiye'de Fidanlar Artıyor Ormanlar Azalıyor

CumhurbaşkanıErdoğan'ın "Deniz kenarlarını, orman alanlarını betona çevirme gayretinde olanlar var" sözleri tartışılıyor. Ankara’da geçen hafta yapılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Yerel Yönetimler Sempozyumu’nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Deniz kenarlarını, orman alanlarını betona çevirme gayretinde olanlar var. Şu para var ya, nelere muktedir, bu kapitalizm nelere muktedir? Orman morman ne var ne yok kesiyor, atıyor, götürüyor. 'Oraya ben bir dikey mimari yapayım, malı götüreyim', yapılan iş bu. Yani doğa şöyle olmuş, böyle olmuş umurunda değil..." sözleri yeni bir tartışmayı da beraberinde getirdi.

AKP tek başına iktidara geldiği 2002’den bu yana yaptığı pek çok proje, doğaya geri dönüşü olmayan zararlar verdiği gerekçesiyle çevreciler ve uzmanlar tarafından eleştiriliyor. Yıllardır doğayı koruyan bir çevre politikası olmamasıyla eleştirilen hükümet son dönemde bu konuda daha hassas davransa da veriler Türkiye'de özellikle ormanlaşma konusunda arzu edilen noktaya gelinemediğini ortaya koyuyor.

İÜ Cerrahpaşa Orman Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Türkiye’de özellikle 2013 sonrasında ormanlarda azalma meydana geldiğini söylüyor. Tolunay’ın yaptığı bir araştırmaya göre, 2013 sonrasında ormanlaştırılan alan 221 bin hektar iken, ormansızlaşan alan 226 bin hektar oldu.

DW Türkçe'den Miray Gökçe'nin haberine göre; ormanlık alanların azalması, buralarda enerji ve madencilik başta olmak üzere değişik alanlarda yapılaşmalara izin verilmesi sonucunda meydana geliyor.

"Hükümetin diktiği fidanlar ormana dönüşmüyor"

Hükümetin ormanlık alanlarla ilgili en önemli argümanı ise "fidan sayısı". AKP iktidara geldiğinden bu yana 4 milyardan fazla fidanı toprakla buluşturduğunu açıkladı. Nisan 2018’de dönemin Başbakanı Binali Yıldırım, bir fidan dikme töreni sırasında "15 yılda 4 milyar 39 milyon fidan diktiklerini" belirtti. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın verileri de bu yönde.
Prof. Tolunay, rakamların doğru olduğunu ancak dağıtılan her fidanın ormana dönüşmediğine dikkat çekiyor. Tolunay’a göre, önemli olan fidan sayısındaki değil, orman alanlarındaki artış.

KTÜ Orman Fakültesi'nden Yrd. Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu da, DW Türkçe’ye yaptığı açıklamada her fidanın ormana dönüşmediğini verdiği şu örnekle açıklıyor: "İstanbul’a yapılan 3'üncü havalimanı 7-8 bin hektarlık bir alanı kaplıyor. 'Bu alanın 3-4 katı ağaç dikeceğiz' diyorlar. Keserken 100 yaşında ağaç kesiliyor. Dikilen fidanlar o süreye gelene kadar ekosistem hizmetinden eksik kalıyor. Bu nedenle aslında bu sayı kesilen alanın onda biri yapmıyor."

Durum aslında trajikomik. Bir yanda büyük sözler, diğer yanda katliam (!)
Gökova Körfezi’nde Okluk Koyu
 ve Değirmenbükü bölgesinde
 “Cumhurbaşkanlığı Yazlık
 Konutu” kapsamında alan 
genişletilmesi için kamulaştırma
çalışmaları başlatıldı. Bölgenin 
halka ve turizme kapatılması
çeşitli kesimlerden büyük
 tepki gördü. TurkSail


Fidanlıkta, sıcak bir güneş ışığı altında 45 dakika kadar çiçek bahçesinde oyalandıktan sonra Eyüp-Balat üzerinden Vefa’ya geldik. 

Balat; yeni kimliği ile pazarları doluyor taşıyor. Mezat salonları bir tarafta, lokantalar, kafeler diğer tarafta. Hava da güzel olunca kalabalığın içinden geçmek bir hayli zor oldu.

Gültekin ve Recep hangi sebeple bilinmez burada kayboldular. Telefonla ulaşmaya çalışsak da netice alamıyor sağlarla yolumuza devam ediyoruz. Vefa Bozacısı’nda içeride yer bulmak “namümkün”. Birer bardak bozayla kapısı önünde oyalanıyoruz.

Satranç ve Tavla

MS 600’lü yıllarda Hint İmparatoru, sarayında ilk kez bulunup keşfedilmiş olan satranç oyununu, yanında bir mektup ile birlikte hediye olarak Pers İmparatoruna gönderir. Mektubunda oyunla ilgili açıklamanın ardından kısaca şunu yazar:

“Kim daha çok bilir, 
kim daha iyi düşünür, 
kim daha ileriyi görürse 
O kazanır.

İşte hayat budur!”

Pers İmparatoru Nevşiyan dönemin büyük alimi olan Başvezir Buzur Mehir ile bu mesajı paylaşarak, ondan oyunu çözmesi ve kendisinin de karşılık olarak Hint İmparatoruna armağan edilmek üzere başka bir oyun bulmasını ister.

Pers imparatorunun Başveziri Buzur Mehir tarafından yaklaşık 1400 yıl önce tasarlanan tavla oyunu, dünyanın en popüler oyunlarından biri olmuştur. Zaman kavramından hareketle tasarlanan tavladaki 4 köşe 4 mevsimi, karşılıklı 6’şar hane 12 ayı, pulların toplamı ayın 30 gününü, ak-kara pullar gündüz ve geceyi, toplam 24 hane de günün 24 saatini simgeler.

2 zarın 21 değişik durumu, yaşamda istenen bir şeyi elde etmek olasılığının 1/21, yani yaklaşık %5’lik bir şansa karşılık olduğunu mu gösteriyor, bilmiyorum.

Hint İmparatoruna, satranca karşılık olmak üzere tasarlanan tavla oyunuyla birlikte gönderilmek üzere şöyle bir açıklama hazırlanır :

“Evet, 
kim daha çok bilir, 
kim daha iyi düşünür, 
kim daha ileriyi görürse
O kazanır; 
ancak azıcık şans da gereklidir. 

İşte gerçek yaşam budur!”

Gerçekten de Evrim, tavla oyununa benzer biçimde işler: “Rastlantılar arasından doğal seçilim.” Aynen tavla oyununda, zarların öne koyduğu rastlantısal seçenekler arasından en uygun bir hareket biçiminin seçimi gibi…

Biz de yolumuza devam ediyor, Hakan Şekerleme’den alınan helvalar sonrası ayrılıyoruz; Eminönü’nde Nurhan ve Kamil Üsküdar’a, Cenap ve Ömer Sarayburnu’na, Karaköy’de Levent Osmanbey’e, biz de İhsan ve iskelede bekleyen Haluk’la Kadıköy’e geçiyor, orada dağılıyoruz.

Sonrası malum; evin yolunu tutarken ince bir yağmurla karşılaşıyor, bastıracak telaşı içinde hızla yol alıyor ancak fazla ıslatmadan kesilmesiyle rahatlıyor, İngiliz köprü yakınlarında genç bir bisikletçi ile tanışıyor (Ahmet), az onun Sarıkamış maceralarını dinliyor, yeni dostum Altan Beyle tesadüf eseri rastlaşıyor, başından geçen tatsız kazaya üzülüyor..., bir güzel günü böylecene kapatıyoruz.










PideYeBozaİç: Dudullu-Kadıköy-(gemi) Karaköy-Unkapanı-Edirnekapı-Alibeyköy-Eyüp-Balat-Vefa-Karaköy-(gemi) Kadıköy-Dudullu

Tur tarihi: 20 Ocak 2019
Kat edilen mesafe: 61,72 km.
Ortalama hız: 13,2 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 4 sa.39 dk., dışarıda geçen süre 8 sa. 30 dk. 
En yüksek sıcaklık 18 ˚C, en düşük 8 ˚C, ortalama 13,5 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 730 m, kaybı (iniş) 714 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 130 m.

Garmin yol bilgileri PideYeBozaİç

Relive yol bilgileri PideYeBozaİç

        












































































15 Ocak 2019

Senenin İlk Turu; Zerzevatçı

Zerzevatçı; kuruluşu 1920'lere dayanan, geçmişte İstanbul’un sebze ve meyve ihtiyacını büyük ölçüde karşılayan Beykoz ilçesinin bir tarım köyü... 

Hava muhalefetinden dolayı Senenin Son Turu’nu yapamadık, ama ilk turunu yaptık. Pazar sabahı Beylerbeyi’nde buluştum İhsan ile. Apartman toplantısı nedeniyle Firuzan gelemeyince tek gitmek durumunda kaldım. Geldiğimde, İhsan ıhlamurunu yudumlamış beklemedeydi. Başka da gelen olmayınca Beykoz’a doğru çıktık yola.

Soğuk bir gün. Hele de yokuş aşağı gidildiğinde yüzüne çarpan rüzgar bayağı üşütüyor. Ayak parmak uçlarım dondu diyebilirim.

İhsan’la güzel bir tempoda yol alıyoruz. Ara sıra araçlar araya girse de peş peşeyiz.

Güzel bir öykü anlatacağım size bu yol boyunca. Arzuhâlci nedir bilir misiniz? TDK “Para karşılığında dilekçe, mektup vb. yazan kimse” olarak açıklamakta. Adliye binaları çevrelerinde, minik sehpaların arkasında oturan, önlerinde daktiloları olan insanlar vardı. Bugün pek rastlamıyoruz artık İstanbul’da onlara. Eski, çok eski dönemlerde kazançlı işlerden biriydi arzuhâlcilik. Zamanla yaldızları dökülen yazı emekçiliğinin İstanbul'dan Anadolu kentlerine, kasabalara yayılması Cumhuriyet'in ilanından sonra olur. Anadolu'daki arzuhâlcilerin en ünlüsü Kemal Sadık Gökçeli'dir.

Komünizm propagandası yaptığı iddia edilen bir çocuğun işkencede adını vermesiyle, Kemal Sadık partinin kurucu üyelerinden biri olduğu gerekçesiyle gözaltına alınır. Daktilosunun arkasında boş kaldığı zamanlar öyküler yazan arzuhâlci Kemal Sadık üç ay hapis yatar. 

Oysa çocukla birbirlerini hiç tanımazlar. Neyse ki olayın, arzuhâlcinin doğru sözlü, zulüm karşısında boyun eğmeyen, ezilen inanların haklarını savunan kişiliğinden rahatsız olanlardan kaynaklandığını anlayan yargıç beraat kararı verir. Kemal Sadık, adliyeden çıkarken yanına gelen bir görevli, yargıcın kendisini odasında beklediğini söyler. 

Arzuhâlciyi karşısına oturtan, kahve ikram eden yargıç, onun hayatını değiştirecek konuşmasını yapar: "Sizi mahkûm edeyim diye çok baskı yapıldı bana. Çukurova'da kalmayın. Hemen İstanbul'a gidin. Orada, Yeni Cami'nin arkasında da arzuhâlcilik yapar, hayatınızı kazanabilirsiniz. Sizi burada öldürecekler. Yazık olacak öldürülürseniz. Bebek hikâyenizi ben de okudum, karım da okudu. Çok sevdik. O edebiyattan iyi anlar. Hattâ merakından bugün sizi görmek için mahkemedeydi, kadınların içinde. Ben fazla anlamam, ama Türkçeyi kullanma ustalığınıza hayran oldum. Bana söz verin, buralarda durmayacağınıza dair."

"Bebek", Kemal Sadık'ın ekmeğini kazandığı daktilosunda yazdığı öyküdür ve yayımlanmamıştır. Hakimin sözlerinden, öykünün mahkemeye jandarma tarafından delil olarak sunulduğunu anlar. Hakimin karısı belki de onun yeteneğini ilk keşfeden okurudur. Ama ne okur! Sevdiği yazarı görmek için mahkemeye giden, kocasına suçlananın çok yetenekli bir yazar olduğunu, özgürlüğü verildiğinde edebiyatın en büyük kalemleri arasına gireceğini söyleyen bir okur. Ve düşüncelerinde yanılmaz.

Kemal Sadık Gökçeli'yi bizler "Yaşar Kemal” olarak tanırız...
Yaşar Kemal

Yaşar Kemal; 6.10.1923 (Hemite, Osmaniye) - 28.2.2015 (İstanbul). Eğitimini düzenli bir biçimde tamamlama imkânı bulamayan Yaşar Kemal, hayat okulunda kendi kendini yetiştirmiş biridir. Daha çok küçük yaşta doğaya, insanlara ve topluma karşı ruhunda uyanan ilgi, eserlerinin temelini oluşturur. İçinde yetiştiği Çukurova'da saf, el değmemiş doğayı, karıncadan kartala kadar tüm canlıları gözlemlemiş ve incelemiştir. Yazar, doğayla, bitkiler ve hayvanlarla iç içe yetişmiştir. Şaşırtıcı imgelemi, insan ruhunun derinliklerini kavrayışı, anlatımının şiirselliğiyle yalnızca Türk romanının değil, dünya edebiyatının da önde gelen isimlerinden biri olan Yaşar Kemal’in yapıtları kırkı aşkın dile çevrilmiştir. Yaşar Kemal, Türkiye’de aldığı çok sayıda ödülün yanı sıra yurtdışında yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurtdışında beşi Türkiye’de olmak üzere, yedi fahri doktora unvanı almıştır.

Beykoz’a vardığımızda Gültekin, Kaya ve Varujan çoktan gelmişler; bekler buluyoruz. WA mesajından Kamil’in Akbaba’da beklediğini öğrenmemizle fazla oyalanmayıp tekrar yola koyuluyoruz.

Akbaba’dayız, çaylar 1 lira, fırından alına simitlerle yapılan kahvaltı ve sohbet, sohbet ve de sohbet... Bitmeyen bisiklet öyküleri arasında Gültekin’in bozulan vites ayarının bir şekilde toparlanmasıyla geçiyor Akbaba :)) Şöyle bir kurdele yok muydu (kurdele denilmez miydi filme?): Three Days of the Condor. 75’lerden kalma, politik bir gerilim filmiydi. Bizdeki adı Akbabanın Üç Günü. Robert Redford, Faye Dunaway, Cliff Robertson, Max von Sydow gibi oyuncuların rol aldığı... İyi filmdi - vesselam!

Dereseki tırmanılıyor. Ve Kaya katlanır ile inanılmaz bir performans gösteriyor... Tıkır tıkır geliyor. Ben bu bisikletin ölçüsüne bir türlü alışamadım/ısınamadım. Binemezmişim gibi geliyor hep. Ama binildiğini görüyorum bugün.

Bu bölgeler güzel. Doğa var, hava temiz. Biz de Riva yolundan geriye sapıyor, köpeklerin havlamalarıyla Zerzevatçı’ya geliyoruz.

Evrenin, dünyanın ve de insanın oluşumunu 24 saat içine yerleştirecek olsak; insan gece yarısına 15 kala, yani 23.45’de ortaya çıktığını görüyoruz. Başka bir ifadeyle bugünkü kıtaların dağılımı işin başında farklı olduğu gibi 250 milyon yıl sonra da bugüne hiç benzemeyeceği ön görülüyor. 

Gezegenimizin tarihi öylesine köklü ki, en uzun yaşayan insan bile bu tarihin son saliselerine ancak tanıklık etmiş oluyor. Eğer yaşam süremiz sadece birkaç on yıl yerine yüz milyonlarca yıla yayılmış olsaydı toprak kütlelerinin sürekli birleşip parçalandığını gözlemleyebilirdik. Gezegendeki kara parçaları, en az birkaç kez bir araya geldi ve tek bir denizde dev bir adaya dönüştü. Bunun en son örneği coğrafya derslerinde gördüğümüz Pangaea. Ancak yeni bir 250 milyon yılda, bir sonraki süper kıta Pangaea Proxima’ya sahip olacağız

Peki bu yeni süper kıta nasıl görünecek?
Pangaea Proxima

Kuzeyde Afrika’ya ve güneyde Antartika’ya bağlanan Amerika; Afrika, Avrupa ve Orta Doğu’ya yanaşacak; Avustralya Asya’nın doğusuna kaynak olacak. Dev kıta Hint Okyanusu’nun kalıntıları etrafında ortalanacak. Akdeniz, bir iç denize dönüşecek. Kıtaların çarpıştığı yerde, yeni dağ sıraları ortaya çıkacak. Dünyanın yeni en yüksek noktası artık Himalayalar'da değil, Florida ve Gürcistan’ın Güney Afrika ve Namibya’ya çarptığı yerdeki henüz isimlendirilmemiş bir alanda yer alacak.

Değişmeyen tek şey Yeni Zelanda'nın yalnızlığı.

Zerzevatçı sonrası rampayı tırmanıyor Görele/Acarlar civarında Kamil’in arka tekerinin kahve kokusu yaydığını fark ediyoruz. Hemen yakındaki benzinlikte el birliği ile yapılan müdahale sonucu supabın koptuğu belli oluyor. Arkadaşımız da halen yedek iç lastik taşımayı öğrenemediğinden İhsan’ın imdadına yetişmesiyle durumu kurtarıyor. Burada bir parantez açmak istiyorum: Nedense bazılarımız öylesine bisiklete binmeye devam ediyorlar. Sanki her şey her zaman düzgün gidecek, sıkıntı olmayacak kafasındalar. Ama evdeki hesap çarşıya uyamıyor!

Burası ayrılma noktası oldu: Kamil, Gültekin ve Kaya farklı yöne; biz, Varujan ve İhsan ile devam ediyoruz.

Bundan sonrası her zaman gittiğimiz yol olduğundan tekrar etmeyi kısa keseyim... Kavacık-Anadolu Hisarı-Üsküdar. Yol üzerinde Varujan Çengelköy’de, İhsan Beylerbeyi’nde ayrılıyor(lar). Ben de tek kalmanın rahatlığı içinde evimin yolunu pedallıyorum. WA’ya düşen bir mesajda öğreniyorum ki Kaya’dan da kahve kokuları gelmiş. Afiyet olsun. Eve vardığımda 90,5 km. gösteriyordu Steps’in saati. Garmin, Firu’nun pilini doldurmadığından yolun ortasında kapandı. O bilgileri giremeyeceğim. Maatteessüf.

İyi ki Senenin İlk Turu’nu yaptık. Nasıl başlarsan öyle gidersin durumları...


































Foto katkıları için Gültekin ve Varujan’a teşekkürler.