Havalar
serinlese de yağmur olmadığından pazarları turluyoruz. Bir Anadolu, bir Avrupa
yakası. Ama gidilecek yerler iyicene inşaat nedeniyle daraldı. Yeni yollar bulmalıyız. Bu hafta Zerzevatçı
dedik. Şöyle ±70 km. 2 rampası var, keyifli bir rota. Buluşma noktamız Üsküdar
ama biz Beylerbeyi’nden katılacağız. Yolumuz oraya çıkıyor çünkü.
9.15’e
yetişmek için hazırlığımızı yapıyoruz. Kahvaltılıklar, havanın değişmesi
durumuna göre farklı bir iki üst baş. Biraz çıkmadan mideye indirilen peynir
ekmek, ıhlamur çayı...
8.25,
pedallar dönüyor. Hemen evin yanından inip Ünalan’a giden yoldayız. Hafif bir
eğimi var. Rahat pedallanıyor ama yolun durumu içler acısı. Çatlamış, patlamış,
yamanmış, dalga dalda olmuş. Şu her yere övünerek resmini asan belediye başkanı
gelse de durumu görse. Utanmalısın hizmet alanında halen böyle yollar
bıraktığına.
Şimdi E5’e
paralel giden yoldan, hafif iniş ve çıkışları olan, yer yer kapalı, çalışma,
kazılma durumlarını aşıp Altunizade’ye çıktık. Bundan sonrası daha iyi. Nedense bugün kalabalık ortalık diyor
Firu. Bir etkinlik mi var acaba? Ve en güzel yola geliyoruz. Koç Holding
önünden Beylerbeyi’ne inen kaymak asfalt sizi alıp götürüyor. Kıvrılarak
varıyorsun. Hele de araba olmadığında önünde, buluşma noktasına kadar pedalsız
gidersin. Ama şu önümdeki ve sağdan giren frenlemek zorunda bırakıyor beni.
Tabii insanın canı da sıkılıyor. Ne güzel kayıyordum.
40 dakikada
geldik. Çayları ısmarladık, arkadaşları bekliyoruz. Yandaki fırından ekmeğimizi
aldık (ev için). Tam gazeteye göz atarken gelmeye başlıyor arkadaşlar; Haluk,
Serhan, Ömer A., Levent ve arkadaşı Ümit (ilk defa pedallayacağız), Ali ve
Haldun. Harika. Bugün kalabalığız. Yoldan da Kamil ve Varujan katılacak. Olduk mu
11?!!
Hareket
etmeden önce birer çay eşliğinde uzundur görüşmediğimiz arkadaşlarla lafa
dalıyoruz. Levent yeni bir beslenme yolu seçmiş, ekmek makarna gibi hamur işini
kesmiş. Ketojenik denilmekte. Et
ağırlıklı besleniyorum, bol kuruyemiş yiyorum.
8 kilo vermiş bu yolla. Çok iyi! Gerçi kilo azalınca insanın yüzü de çöküyor
ama ağırlık taşımaktansa biraz çökmüş görünmenin mahsuru yok. Ne derler; bir dirhem et bin ayıp örter. Ali yeni
aldığı Orbea yol bisikleti için hafiflik
hafiflik... diyor.
Ketojenik
diyetin temeli şu, yağ yakmak için yağ tüketin. Bunun mantığını şu şekilde
açıklıyorlar: Yağ ve protein oranı yüksek fakat karbonhidrat açısından
oldukça zayıf olan diyetin adı “Ketozis” teriminden geliyor.
Ketozis;
vücudun enerji elde etmek için yağları yakması sürecine verilen isim. Bu süreç, vücut enerji olarak
kullanmak üzere yeterli glikoz bulamadığında ve insülin seviyeleri düştüğünde
devreye giriyor ve böbreklerin yağ asitlerinden ürettiği ketonlar kan dolaşımı
yoluyla serbest kalarak enerji olarak kullanılıyor.
Tarihçesi. Ketojenik
diyet 1911 yılında Fransız Doktorlar Guelpa ve Marie’nin kullanımı ile medikal
literatüre girmiştir. Ketojenik diyet ilk olarak 1921 yılında Amerika’da Mayo
Kliniğinde 1g/kg/gün protein, 10–15 g/kg/gün karbonhidrat ve geriye kalan enerjinin
yağlardan karşılanmasını sağlayacak şekilde planlanmıştır. Diyet 1930’lara
kadar yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Ancak 1938’de difenilhidantoinin kullanılmaya başlaması ile diyet
popülaritesini kaybetmiştir. 1990’lardan sonra ketojenik diyet Charlie’nin
hikayesi ile tekrar gündeme gelmiş ve dünya çapında yaygın olarak kullanılmaya
başlanmıştır. 1993 yılında İngiltere’de yayınlanan “First do no harm” filmi
diyetin popülaritesin artırmıştır.
Peki her
şeyin artısı yanında eksisi de olur. Nedir bunlar?
Artılar: Günlük
enerji ihtiyacımızı karşılar. Bu enerji beynimizin ve organlarımızın çalışması
için gereklidir. Beyinin yeteri kadar enerji alması önemlidir. Beyin enerjisini yağ ve glikozlardan ortaya
çıkan keton cisimcikleri olmak üzere iki kaynaktan alır. Beynin enerji
üretmek için ilk kullandığı yakıt glikozdur. Diğer önemli yakıtı ketonlardır.
Ketonlar yağ veya yağ içeren besinlerin metabolizma olmasıyla oluşmaktadır.
Yüksek yağlı ketojenik diyetle oluşan keton cisimlerinin nöron dediğimiz beyin
hücrelerinde çeşitli mekanizmalarla, nöbet aktivitesini engellediği
varsayılmaktadır.
Eksiler: - Su
ve elektrolit dengesinde bozulmalara sebep olmaktadır.
- Kalsiyum atımı hızlanarak kemik yoğunluğu
azalıp osteoporozuz nedeni olabilir.
- Hücre yıkımının artması ve böbreklerden
ürik asit atımını azalması sonucunda hiperürisemi ve guta benzer belirtilerin
ortaya çıkmasına neden olabilir.
- Sıvı alımının sınırlandırılması, idrar
PH’sının azalmasıyla birlikte ürik asit
taşlarının oluşmasına sebebiyet verebilir.
- Yüksek yağ içeriği olan ketojenik diyetler
doymuş yağ ve kolesterol bakımından zengin oldukları için kalp ve damar
hastalıkları riskini artırır.
- Kabızlık ketojenik diyetlerde çok fazla
görülen yan etkilerden biridir. Bunun sebebi diyet posasından fakir olmasıdır.
E-bisiler
çoğalmakta. Haldun’da da var. Bu oyuncaklar rampa kabusunu ortadan kaldırıyor.
Yok dik mi, zor mu, kaç tane, ne kadar... gibi soruları düşünmüyorsun. Basıp
çıkıyorsun. Hani metrodan yürüyen merdivenle koşarak çıkmak gibi :)) Kaldı mı yürüyen
merdiveni kullanmayan?
Grup hızlı
bu sabah. Ön taraf aldı başını gitti, Tutmayın
Beniciler. Telefonla durdurabiliyoruz ancak. Yol güzel, daha dolmamış.
Kıvrılarak boğaz boyunca ilerliyor. Bir bölümünde bisiklet yolu da yapılmış,
hani şu aniden başlayıp aniden biten cinsten. Yani ne edersin, işine de
yaramaz. Üzerine çıksan oltacılarla uğraşırsın. Kazara adamın salladığı iğne
bir tarafına saplansa yandın. Anlayamadılar daha bisiklet yolunun nasıl olması
gerektiğini. Halbuki yönetmelik de yayımlandı, net bir şekilde anlatan. Paşabahçe’den
Kamil, Beykoz’dan Varujan dahil olunca 11’lik bir zincir olarak Akbaba’ya doğru
yol alıyoruz. Yoğun yerleşim bölgesinden çıkıp artık ağaçların, çayırların, çeşmelerin
olduğu mesire yerlerindeyiz. Tezgahlarda bolca kestane görüyorum.
Akbaba
hoşumuza gidiyor. Karşılıklı 2 kahvesi var. Tekinin bahçesi de geniş. İlk
zamanlar oraya konuşlanırdık, sonra bir gün kalabalık arsız bir bisiklet grubu
geldi, kafa ütülemeye başladılar. Biz de diğer kahveye geçince orasını mekan
belledik. Çaylar 1 lira. Fırında ekmek-pide-simit çeşitleri var, bakkal çakkal
da. Azıksız yola çıkanın, iki gözü el
torbasında olur diye pek çoğumuz artık yanında getiriyor kumanyasını. Öyle
bir sıcak sohbet var ki laf yetiştirmekten yemeğimi zor yiyorum.
Saat 10
buçuk, hafiften toparlanıyor ve yola çıkıyoruz. Dereseki-Sırmakeş suyu
buralarda doluyor. Tanzimat Dönemi'nin
ünlü romancı ve gazetecilerinden Ahmet Mithat Efendi kendi arazisi olan
Beykoz Dereseki Köyün'deki özel Müezzinoğlu ormanlarından çıkan suya
Sırmakeş adını koyar. Osmanlı İmparatorluğu'nun bu son döneminde diğer
ülkelere gönderilen kıymetli hediyeler arasında bir damacana Sırmakeş suyu
büyük kabul görmüştür. Sırmakeş suyu saraylara tulumlarla, küplerle, orijinal
cam şişeleriyle taşınmış, iftar sofralarında özel misafirlere Sırmakeş suyundan
kahve pişirmek ayrı bir prestij sayılmıştır.
Çocukluğumda
su eve hasır sepetlerin içindeki damacanalarla gelirdi. Kapalı mutfak balkonunda
duran toprak küpe boşaltılır ve her daim soğuk olurdu. Damacanın ağzında
kurşunlu bir mühür olurdu ki bu kurşun suyu taşıyan tarafından toplanırdı.
Herhalde eritip kurşun diye satıyordu.
Su bizim
için çok önemli. Kasların % 70'i sudur.
Hareket için gerekli olan enerjinin oluşumu, suyun bu denli yoğun olduğu bir
ortamda gerçekleşir. Su eksikliğinde kaslar tam verimle çalışamazlar. O
nedenle susamadan bolca su içmeliyiz pedal çevirirken.
Bu rotanın
2 rampası var. İlkine Dereseki geçildikten sonra kavuşursunuz. Öyle veya böyle
hepimiz bu engeli aşıyoruz. Tepe noktasında buluşup hızla inilen yokuş
tırmanışın zahmetini unutturuyor. Haluk bu yolu çok sevdiğini anlatıyor. Riva’ya gidişi de dönüşü de bu rampadan
yapıyorum. Neredeyse Akbaba’ya kadar pedalsız geliyorum der.
Güneş arada
yüzünü gösterince ortalık ısınıyor. Ama genelde kapalı geçiyor günümüz. Riva
otoyolunda haliyle trafik var. Neyse güvenlik şeridi bizi kurtarıyor. Pazar
nedeniyle mesire yerleri kalabalık. Yol üzerindeki tezgahlarda mısır, kestane,
bal kabağı, yumurta, patlıcan, ekmek gibi malzemeler satılıyor. Hafifçe
tırmanarak, ara ara bekleşip MŞP sapağından sola dönüyoruz. Biraz sonra da
Zerzevatçı için sağdan gitmeniz gerekiyor. Bahçeler arasından süren, keyifli
bir köy yolu burası. Üzerinde çokça tezgah, üstleri de buranın hasılatı. Zaten
köyün adından ne olduğunu anlıyorsunuzdur, Zerzevatçı’da herhalde et satılmaz.
Burada
satılan, altı yapraklı güzel bir ekmek var. Bakkalda 5 lira. İlk işimiz
tükenmeden almak. Sonra da cami yanındaki kahveye yerleşmek. Genç çaycımız
sakal bırakmış. İçi çok temiz bir genç. İlk zamanlar kahve yapmasını
bilmiyordu, şimdi toplama (cebir) işini bile öğrendi.
Haldun
Taner’in Kadıköy Mühürdar’daki büstünü parçalamışlar. Ne acı değil mi? Nasıl
biri ki ülkesinin büyük bir yazarına böylesine bir kin duyuyor. Bu zihniyet her
şeye saldırıyor. Şort görüyor saldırıyor, çocuk görüyor saldırıyor, öpüştü
görüyor saldırıyor, eşek görüyor saldırıyor, yeşil görüyor saldırıyor, muhalif
görüyor saldırıyor, demokrasi görüyor saldırıyor...
Aramızdaki
bazı arkadaşlar (Kamil, Levent ve Ümit) yapılan yol yetmediğinden Riva’ya
pedallamak üzere ayrılıyorlar. Terazi
var, tartı var; her şeyin bir vakti var diyor ve onlara iyi yolculuklar
diliyoruz.
Geldik
ikinci rampamıza. Görele’ye çıkıyoruz. Bu ilkinden daha mülayim. Tepe
noktasında tekrar bekleşip Acar Villaları arasından Kavacık yoluna salıyoruz
kendimizi. İstanbul’un seyredildiği tepe noktası uyanık bir seyyar büfeci
tarafından tutulmuş. 2 sandalye masa atılıp ticarete açılmış. Ruhsat falan olduğunu
hiç sanmıyorum. Belki de zabıtayla işbirliği içindedir. Nitekim geçtiler ve
oralı bile olmadılar. Varujan’ın e-bisikletini inceliyorum. Sedona üzerinde
Rott8 sistem. Gayet güzel, hele de fiyatını duyunca daha da güzel, 3.750 TL. Bu
yolda genişletme ve asfaltlama çalışması yapılmakta. İnişi tıraşlamışlar, kanal
kanal bir yol. Teker dalıp çıkıyor. Fren yapa yapa inebiliyoruz. Ve Kavacık
kavşağı da başarıyla geçilip A.Hisarı’na doğru Newton formülüyle bırakıyoruz
kendimizi.
Sahil yolu
öyle bir dolmuş ki. Ortadan gitmesen mümkün değil ilerlemen. Beylerbeyi’ne
kadar mücadele ediyor, Sultan 2. Mahmud tarafından 1829–1832 yılları arasında
yaptırılan, 1970’den beri kapalı olan ve tekrar açılmış ‘tarihi’ tünelden
geçerek Kuzguncuk’a varıyoruz. Sahil öylesine rüzgarlı ki içerilerde bir kahve
bulup nefesleniyoruz. Ömer A. ve Ali Kuzguncuk’ta kalmayıp ayrılıyorlar. Bu
arada sahilde fotografçılarını arayan yeni evli çift için de bir kaç kare
çekiyoruz. Kuzguncuk her zaman keyifli bir mahalle, kaliteli insanlarla dolu,
mekanları güzel. Üsküdar bir türlü düzene giremedi, karmakarışık bir meydanı
darmadağınık insanlarla dolu. Öylesine kalabalık ki, yolda ne ararsan var.
Kadıköy’de
Serhan ve Varujan Beşiktaş’a geçmek üzere, Haldun Kızıltoprak’ta, Haluk
Fenerbahçe’de ayrılıyor. Biz de Dudullu yolunu tutuyoruz.
Bakalım FB
maçı nasıl sonuçlanacak?
Zerzevatçı:
(Dudullu)-Üsküdar-Beykoz-Akbaba-Dereseki-Zerzevatçı-Görele-Kavacık-Anadoluhisarı-Kuzguncuk-Üsküdar-Kadıköy-(Dudullu)
Tur tarihi:
16 Ekim 2016
Kat edilen
mesafe: 86,22 km.
Ortalama
hız: 13,1 km/sa.
Bisiklete
biniş süresi 6 sa. 35 dk., dışarıda geçen süre 8 sa. 48 dk.
En yüksek
sıcaklık 24 ˚C, en düşük 16 ˚C, ortalama 20,1 ˚C
İrtifa
kazancı (çıkış) 1360 m, kaybı (iniş) 1339 m.
En düşük
irtifa 0 m., en yüksek 252 m.
Garmin yol
bilgileri Zerzevatçı, Doymayan Pehlivanlar
Erdem ve Nazlı Demir çiftine mutluluklar dileriz |
Foto
katkıları için Haldun, Levent ve Varujan’a teşekkürler.
İlginizi
çekebilir Gümüşdere durmaz akar-Gelmeyen tembeller buna bakar, RumeliKavağı,Fikret Albay’la, Kara-Burun 2