20 Ekim 2016

Zerzevatçı, Doymayan Pehlivanlar

Havalar serinlese de yağmur olmadığından pazarları turluyoruz. Bir Anadolu, bir Avrupa yakası. Ama gidilecek yerler iyicene inşaat nedeniyle daraldı.  Yeni yollar bulmalıyız. Bu hafta Zerzevatçı dedik. Şöyle ±70 km. 2 rampası var, keyifli bir rota. Buluşma noktamız Üsküdar ama biz Beylerbeyi’nden katılacağız. Yolumuz oraya çıkıyor çünkü.

9.15’e yetişmek için hazırlığımızı yapıyoruz. Kahvaltılıklar, havanın değişmesi durumuna göre farklı bir iki üst baş. Biraz çıkmadan mideye indirilen peynir ekmek, ıhlamur çayı...

8.25, pedallar dönüyor. Hemen evin yanından inip Ünalan’a giden yoldayız. Hafif bir eğimi var. Rahat pedallanıyor ama yolun durumu içler acısı. Çatlamış, patlamış, yamanmış, dalga dalda olmuş. Şu her yere övünerek resmini asan belediye başkanı gelse de durumu görse. Utanmalısın hizmet alanında halen böyle yollar bıraktığına.

Şimdi E5’e paralel giden yoldan, hafif iniş ve çıkışları olan, yer yer kapalı, çalışma, kazılma durumlarını aşıp Altunizade’ye çıktık. Bundan sonrası daha iyi. Nedense bugün kalabalık ortalık diyor Firu. Bir etkinlik mi var acaba? Ve en güzel yola geliyoruz. Koç Holding önünden Beylerbeyi’ne inen kaymak asfalt sizi alıp götürüyor. Kıvrılarak varıyorsun. Hele de araba olmadığında önünde, buluşma noktasına kadar pedalsız gidersin. Ama şu önümdeki ve sağdan giren frenlemek zorunda bırakıyor beni. Tabii insanın canı da sıkılıyor. Ne güzel kayıyordum.

40 dakikada geldik. Çayları ısmarladık, arkadaşları bekliyoruz. Yandaki fırından ekmeğimizi aldık (ev için). Tam gazeteye göz atarken gelmeye başlıyor arkadaşlar; Haluk, Serhan, Ömer A., Levent ve arkadaşı Ümit (ilk defa pedallayacağız), Ali ve Haldun. Harika. Bugün kalabalığız. Yoldan da Kamil ve Varujan katılacak. Olduk mu 11?!!

Hareket etmeden önce birer çay eşliğinde uzundur görüşmediğimiz arkadaşlarla lafa dalıyoruz. Levent yeni bir beslenme yolu seçmiş, ekmek makarna gibi hamur işini kesmiş. Ketojenik denilmekte. Et ağırlıklı besleniyorum, bol kuruyemiş yiyorum. 8 kilo vermiş bu yolla. Çok iyi! Gerçi kilo azalınca insanın yüzü de çöküyor ama ağırlık taşımaktansa biraz çökmüş görünmenin mahsuru yok. Ne derler; bir dirhem et bin ayıp örter. Ali yeni aldığı Orbea yol bisikleti için hafiflik hafiflik... diyor.

Ketojenik diyetin temeli şu, yağ yakmak için yağ tüketin. Bunun mantığını şu şekilde açıklıyorlar: Yağ ve protein oranı yüksek fakat karbonhidrat açısından oldukça zayıf olan diyetin adı “Ketozis” teriminden geliyor.

Ketozis; vücudun enerji elde etmek için yağları yakması sürecine verilen isim. Bu süreç, vücut enerji olarak kullanmak üzere yeterli glikoz bulamadığında ve insülin seviyeleri düştüğünde devreye giriyor ve böbreklerin yağ asitlerinden ürettiği ketonlar kan dolaşımı yoluyla serbest kalarak enerji olarak kullanılıyor.

Tarihçesi. Ketojenik diyet 1911 yılında Fransız Doktorlar Guelpa ve Marie’nin kullanımı ile medikal literatüre girmiştir. Ketojenik diyet ilk olarak 1921 yılında Amerika’da Mayo Kliniğinde 1g/kg/gün protein, 10–15 g/kg/gün karbonhidrat ve geriye kalan enerjinin yağlardan karşılanmasını sağlayacak şekilde planlanmıştır. Diyet 1930’lara kadar yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Ancak 1938’de difenilhidantoinin kullanılmaya başlaması ile diyet popülaritesini kaybetmiştir. 1990’lardan sonra ketojenik diyet Charlie’nin hikayesi ile tekrar gündeme gelmiş ve dünya çapında yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1993 yılında İngiltere’de yayınlanan “First do no harm” filmi diyetin popülaritesin artırmıştır.

Peki her şeyin artısı yanında eksisi de olur. Nedir bunlar?

Artılar: Günlük enerji ihtiyacımızı karşılar. Bu enerji beynimizin ve organlarımızın çalışması için gereklidir. Beyinin yeteri kadar enerji alması önemlidir. Beyin enerjisini yağ ve glikozlardan ortaya çıkan keton cisimcikleri olmak üzere iki kaynaktan alır. Beynin enerji üretmek için ilk kullandığı yakıt glikozdur. Diğer önemli yakıtı ketonlardır. Ketonlar yağ veya yağ içeren besinlerin metabolizma olmasıyla oluşmaktadır. Yüksek yağlı ketojenik diyetle oluşan keton cisimlerinin nöron dediğimiz beyin hücrelerinde çeşitli mekanizmalarla, nöbet aktivitesini engellediği varsayılmaktadır.

Eksiler: - Su ve elektrolit dengesinde bozulmalara sebep olmaktadır.
- Kalsiyum atımı hızlanarak kemik yoğunluğu azalıp osteoporozuz nedeni olabilir.
- Hücre yıkımının artması ve böbreklerden ürik asit atımını azalması sonucunda hiperürisemi ve guta benzer belirtilerin ortaya çıkmasına neden olabilir.
- Sıvı alımının sınırlandırılması, idrar PH’sının azalmasıyla birlikte ürik asit taşlarının oluşmasına sebebiyet verebilir.
- Yüksek yağ içeriği olan ketojenik diyetler doymuş yağ ve kolesterol bakımından zengin oldukları için kalp ve damar hastalıkları riskini artırır.
- Kabızlık ketojenik diyetlerde çok fazla görülen yan etkilerden biridir. Bunun sebebi diyet posasından fakir olmasıdır.

E-bisiler çoğalmakta. Haldun’da da var. Bu oyuncaklar rampa kabusunu ortadan kaldırıyor. Yok dik mi, zor mu, kaç tane, ne kadar... gibi soruları düşünmüyorsun. Basıp çıkıyorsun. Hani metrodan yürüyen merdivenle koşarak çıkmak gibi :)) Kaldı mı yürüyen merdiveni kullanmayan?

Grup hızlı bu sabah. Ön taraf aldı başını gitti, Tutmayın Beniciler. Telefonla durdurabiliyoruz ancak. Yol güzel, daha dolmamış. Kıvrılarak boğaz boyunca ilerliyor. Bir bölümünde bisiklet yolu da yapılmış, hani şu aniden başlayıp aniden biten cinsten. Yani ne edersin, işine de yaramaz. Üzerine çıksan oltacılarla uğraşırsın. Kazara adamın salladığı iğne bir tarafına saplansa yandın. Anlayamadılar daha bisiklet yolunun nasıl olması gerektiğini. Halbuki yönetmelik de yayımlandı, net bir şekilde anlatan. Paşabahçe’den Kamil, Beykoz’dan Varujan dahil olunca 11’lik bir zincir olarak Akbaba’ya doğru yol alıyoruz. Yoğun yerleşim bölgesinden çıkıp artık ağaçların, çayırların, çeşmelerin olduğu mesire yerlerindeyiz. Tezgahlarda bolca kestane görüyorum.

Akbaba hoşumuza gidiyor. Karşılıklı 2 kahvesi var. Tekinin bahçesi de geniş. İlk zamanlar oraya konuşlanırdık, sonra bir gün kalabalık arsız bir bisiklet grubu geldi, kafa ütülemeye başladılar. Biz de diğer kahveye geçince orasını mekan belledik. Çaylar 1 lira. Fırında ekmek-pide-simit çeşitleri var, bakkal çakkal da. Azıksız yola çıkanın, iki gözü el torbasında olur diye pek çoğumuz artık yanında getiriyor kumanyasını. Öyle bir sıcak sohbet var ki laf yetiştirmekten yemeğimi zor yiyorum.

Saat 10 buçuk, hafiften toparlanıyor ve yola çıkıyoruz. Dereseki-Sırmakeş suyu buralarda doluyor. Tanzimat Dönemi'nin ünlü romancı ve gazetecilerinden  Ahmet Mithat Efendi kendi arazisi olan Beykoz Dereseki Köyün'deki özel Müezzinoğlu  ormanlarından çıkan suya Sırmakeş adını koyar. Osmanlı İmparatorluğu'nun  bu son döneminde diğer ülkelere gönderilen kıymetli hediyeler arasında bir damacana Sırmakeş suyu büyük kabul görmüştür. Sırmakeş suyu saraylara tulumlarla, küplerle, orijinal cam şişeleriyle taşınmış, iftar sofralarında özel misafirlere Sırmakeş suyundan kahve pişirmek ayrı bir prestij sayılmıştır.

Çocukluğumda su eve hasır sepetlerin içindeki damacanalarla gelirdi. Kapalı mutfak balkonunda duran toprak küpe boşaltılır ve her daim soğuk olurdu. Damacanın ağzında kurşunlu bir mühür olurdu ki bu kurşun suyu taşıyan tarafından toplanırdı. Herhalde eritip kurşun diye satıyordu.










Su bizim için çok önemli. Kasların % 70'i sudur. Hareket için gerekli olan enerjinin oluşumu, suyun bu denli yoğun olduğu bir ortamda gerçekleşir. Su eksikliğinde kaslar tam verimle çalışamazlar. O nedenle susamadan bolca su içmeliyiz pedal çevirirken.

Bu rotanın 2 rampası var. İlkine Dereseki geçildikten sonra kavuşursunuz. Öyle veya böyle hepimiz bu engeli aşıyoruz. Tepe noktasında buluşup hızla inilen yokuş tırmanışın zahmetini unutturuyor. Haluk bu yolu çok sevdiğini anlatıyor. Riva’ya gidişi de dönüşü de bu rampadan yapıyorum. Neredeyse Akbaba’ya kadar pedalsız geliyorum der.

Güneş arada yüzünü gösterince ortalık ısınıyor. Ama genelde kapalı geçiyor günümüz. Riva otoyolunda haliyle trafik var. Neyse güvenlik şeridi bizi kurtarıyor. Pazar nedeniyle mesire yerleri kalabalık. Yol üzerindeki tezgahlarda mısır, kestane, bal kabağı, yumurta, patlıcan, ekmek gibi malzemeler satılıyor. Hafifçe tırmanarak, ara ara bekleşip MŞP sapağından sola dönüyoruz. Biraz sonra da Zerzevatçı için sağdan gitmeniz gerekiyor. Bahçeler arasından süren, keyifli bir köy yolu burası. Üzerinde çokça tezgah, üstleri de buranın hasılatı. Zaten köyün adından ne olduğunu anlıyorsunuzdur, Zerzevatçı’da herhalde et satılmaz.

Burada satılan, altı yapraklı güzel bir ekmek var. Bakkalda 5 lira. İlk işimiz tükenmeden almak. Sonra da cami yanındaki kahveye yerleşmek. Genç çaycımız sakal bırakmış. İçi çok temiz bir genç. İlk zamanlar kahve yapmasını bilmiyordu, şimdi toplama (cebir) işini bile öğrendi.

Haldun Taner’in Kadıköy Mühürdar’daki büstünü parçalamışlar. Ne acı değil mi? Nasıl biri ki ülkesinin büyük bir yazarına böylesine bir kin duyuyor. Bu zihniyet her şeye saldırıyor. Şort görüyor saldırıyor, çocuk görüyor saldırıyor, öpüştü görüyor saldırıyor, eşek görüyor saldırıyor, yeşil görüyor saldırıyor, muhalif görüyor saldırıyor, demokrasi görüyor saldırıyor...

Aramızdaki bazı arkadaşlar (Kamil, Levent ve Ümit) yapılan yol yetmediğinden Riva’ya pedallamak üzere ayrılıyorlar. Terazi var, tartı var; her şeyin bir vakti var diyor ve onlara iyi yolculuklar diliyoruz.

Geldik ikinci rampamıza. Görele’ye çıkıyoruz. Bu ilkinden daha mülayim. Tepe noktasında tekrar bekleşip Acar Villaları arasından Kavacık yoluna salıyoruz kendimizi. İstanbul’un seyredildiği tepe noktası uyanık bir seyyar büfeci tarafından tutulmuş. 2 sandalye masa atılıp ticarete açılmış. Ruhsat falan olduğunu hiç sanmıyorum. Belki de zabıtayla işbirliği içindedir. Nitekim geçtiler ve oralı bile olmadılar. Varujan’ın e-bisikletini inceliyorum. Sedona üzerinde Rott8 sistem. Gayet güzel, hele de fiyatını duyunca daha da güzel, 3.750 TL. Bu yolda genişletme ve asfaltlama çalışması yapılmakta. İnişi tıraşlamışlar, kanal kanal bir yol. Teker dalıp çıkıyor. Fren yapa yapa inebiliyoruz. Ve Kavacık kavşağı da başarıyla geçilip A.Hisarı’na doğru Newton formülüyle bırakıyoruz kendimizi.

Sahil yolu öyle bir dolmuş ki. Ortadan gitmesen mümkün değil ilerlemen. Beylerbeyi’ne kadar mücadele ediyor, Sultan 2. Mahmud tarafından 1829–1832 yılları arasında yaptırılan, 1970’den beri kapalı olan ve tekrar açılmış ‘tarihi’ tünelden geçerek Kuzguncuk’a varıyoruz. Sahil öylesine rüzgarlı ki içerilerde bir kahve bulup nefesleniyoruz. Ömer A. ve Ali Kuzguncuk’ta kalmayıp ayrılıyorlar. Bu arada sahilde fotografçılarını arayan yeni evli çift için de bir kaç kare çekiyoruz. Kuzguncuk her zaman keyifli bir mahalle, kaliteli insanlarla dolu, mekanları güzel. Üsküdar bir türlü düzene giremedi, karmakarışık bir meydanı darmadağınık insanlarla dolu. Öylesine kalabalık ki, yolda ne ararsan var.

Kadıköy’de Serhan ve Varujan Beşiktaş’a geçmek üzere, Haldun Kızıltoprak’ta, Haluk Fenerbahçe’de ayrılıyor. Biz de Dudullu yolunu tutuyoruz.

Bakalım FB maçı nasıl sonuçlanacak?









Zerzevatçı: (Dudullu)-Üsküdar-Beykoz-Akbaba-Dereseki-Zerzevatçı-Görele-Kavacık-Anadoluhisarı-Kuzguncuk-Üsküdar-Kadıköy-(Dudullu)

Tur tarihi: 16 Ekim 2016
Kat edilen mesafe: 86,22 km.
Ortalama hız: 13,1 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 6 sa. 35 dk., dışarıda geçen süre 8 sa. 48 dk.  
En yüksek sıcaklık 24 ˚C, en düşük 16 ˚C, ortalama 20,1 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1360 m, kaybı (iniş) 1339 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 252 m.








































Erdem ve Nazlı Demir çiftine mutluluklar dileriz





















Foto katkıları için Haldun, Levent ve Varujan’a teşekkürler.