Bir şeylere
ara verince nedense unutuluyor. Evden ne kadar zamanda gidiyorduk ki Kadıköy’e?
1 saat 15 dakika mıydı diye hatırlamaya çalışırken vakitlice çıkalım diye tam
tamına 7.21’de pedalları döndürmeye başladık. En kısa yol Kozyatağı, Atatürk
Caddesi üzerinden minibüs yolundan Hasan Paşa. Pazar olmasından dolayı da
trafik fazla olmayacaktır, yoksa gün içi bu yoldan cambazlık yapmadan gitmen
mümkün değil. Havalar sonbaharla birlikte serinledi. Giysileri biraz
kalınlaştırdık. Her neyse, 40 dakikada iskeledeydik. Hatta yolun son
kısımlarını ağırdan bile aldık, çünkü buluşma saati 8.45 idi. Yani 8.15
vapuruna bile yetişebilirmişiz. Bugün, hep yazışıp bir türlü buluşamadığımız
Seçil ile tanışıp pedallayacağız. Bir de arkadaşı gelecek beraberinde.
Kemerburgaz tarafında İhsaniye diye bir köy vardır, niyet oraya gitmek. Turu da
şöyle duyurmuştuk: bu tur herkesin
beklentisini karşılayacak; boğaz manzarası, orman havası, çamur banyosu, tezek
kokusu, kahve keyfi, tünel heyecanı... Şöyle 90 km’lik bir gezi.
Seçil’i arayıp
geldiğimizi bildirdikten sonra Kadıköy-Beşiktaş iskelesi yakınında banklarda
gazetelerimizi okumaktayız. Hava parçalı bulutlu. Güneş şimdilik saklanmış
vaziyette. Umarız gün içinde yüzünü gösterir. Etrafta köpekler miskin miskin
yatmaktalar. Aniden hepsi ayaklanıp bir adama doğru koşuyorlar. Evet, bu bey
onları besliyor. Elinde torbalar dolusu mama var. Sert komutlarla köpekleri
yönetmekte. Onlar da anlar gibi davranıyorlar. Bir ara aralarında ekmek kavgası
başlıyor ama adam derhal müdahale ederek durumu yatıştırıyor. Derken güleryüzlü
bir bisikletçinin bize doğru gelişiyle Seçil’i tanımış oluyoruz. İlk
çekingenlik süreci çabuk geçiliyor ve haliyle bisiklet üzerinden başlayan
sohbetle kaynaşıyoruz. Ve arkadaşı Dilek de gelince 4 kişi olarak Beşiktaş’a
geçmek üzere vapura biniyoruz. Sohbet 20 dakikalık yolculukta daha da
derinleşiyor ve samimileşiyor. Antalya, Kapadokya, 100 Yıllık, Gran Fondo...
diyerek Beşiktaş’a varıyoruz.
Barbaros
Heykeli’nin etrafı bisikletçi kaynıyor. Serhan yarım tura katılacağını
söylemişti, gelmiş bile. Bir de sürpriz yanında, Varujan. Ne güzel, ama o da
yarım tura dahil olacakmış. Düğün durumları diyor. Sonra bir sürpriz daha.
Diyorum bugün sürprizler günü herhalde. Genelde bazı arkadaşlarımız
geleceklerini yazmaz, sürpriz yaparlar. Biz de sevinir havalara uçarız. Ömer A.
da gelmiş (grubumuzda 2 Ömer olduğundan A ve E olarak 2’ye ayırdık,
karıştırılmasın). Tam sevinecekken Ömer diğer bisikletçilerle buluşmaya
geldiğini söylüyor. Onu esnaf arkadaşına bırakarak biz 6’lı olarak duyuruya
uygun boğaz manzarası seyretmek üzere
yola çıkıyoruz.
Yani sanki
bugün bisiklet günü. Gelen-giden-duran-toplanan bisiklet(çi/li)ler ortalıkta.
Bu kadar da çok olunca çarpışırız tedirginliği oluşuyor bende. Gençler,
hevesliler, yeni binenler, hızlı olanlar, hava basanlar... sürüsüne bereket.
Aklıma
şimdi nereden geldi. Hatırlarım küçükken Köln kentine Kolonya denilirdi. Pek
çok kelimeyi aldığımız Fransızcadan olsa gerek. Onlar ‘Cologne’ diyorlar çünkü.
Kolonya suyu (Eau de Cologne) da bildiğimiz kolonya, elimize, yüzümüze
sürdüğümüz. Çünkü bir efsaneye göre Macar Suyu olarak bilinen ve ilk defa
bir keşiş tarafından Macaristan Kraliçesi Elizabeth için üretilmiş olan koku,
kolonyanın atasıdır. Floransa'daki Santa Maria Manastırı rahibelerinin aqua reginae adıyla 14. yy’dan
itibaren üretmekte oldukları bu koku, bir teoriye göre 17. yy’da bir gezgin
olarak Floransa'da bulunan İtalyan parfümcü Giovanni Paolo Feminis’in ilgisini
çekmiş ve baş rahibeden formülünü öğrenmiştir. Köln’de yaşayan Feminis Floransa’dan
döndüğünde bu kokunun içine bergamot, limon ve portakal esansı katarak bugün
kolonya denilen kokuyu geliştirdi; önce Eau
Admirable" (Hayranlık verici su), daha sonra da "Eau de
Cologne" (Köln suyu,
Almanca “Kölnisch Wasser”)
olarak pazarlamaya başladı.
Kolonya ilk geliştirildiği yıllarda tıbbi
amaçla kullanılıyordu. O günlerdeki formülüyle biberiye, portakal çiçeği,
bergamot ile limondan oluşan ve ferahlatıcı özelliği yüzünden rağbet gören
karışım, sindirim sistemi rahatsızlıklarında şeker üzerine damlatılarak
alınıyor ya da şaraba karıştırılarak içiliyordu. Antiseptik özelliğinden ötürü
ağız çalkalamada, yara temizliğinde kullanılıyor, kas ve eklem ağrıları için
harika bir friksiyon solüsyonu oluyordu.
Uzun yıllar tedavi edici özelliğinden yararlanılan
bu sıvı, tuvalet amacıyla kullanılmaya başlandıktan sonra, bir devrim yüzyılı
olan 18. yy’da adeta bir çığır açtı. Sınıf savaşının en keskin biçimde
yaşandığı yıllarda yükselen burjuvazi karşısında, ağır ve pahalı parfümlerle
özdeşleşen aristokrasi yenik düşünce, ağır kokuların da itibarı azalmıştı.
Kolonya gibi hafif ve ferahlatıcı kokular sadeliğin, saflığın simgesi haline
geldi ve burjuvazinin gözdesi oldu.
Seçil’in ön
disk freni sürtmekte. Sök tak yaptık ama değişiklik olmadı. Evimin merdiveni öylesine dar ki, bisikletin
ön tekerini sökmeden çıkartamıyorum. O nedenle her seferinde bu sıkıntıyla
karşılaşıyorum diyor. Yeniköy Sedona’ya bir danışalım diyoruz ama adamın
başı hayli kalabalık. Burası da biraz popüler olup, hani motorcuların mekanı
olur ya, önüne çekerler, bu da bisikletlerin çekildiği mekan durumuna girmiş.
Çayırbaşı’na kadar idare et, orası halen bu havalarda değil.
Boğaz
manzaramız bitip orman havasına geçmek üzere Çayırbaşı’ndaki kahvede masa
etrafındayız. Seçil çantasından kahvaltılıkları çıkarmakta. Hepimize bir
ziyafet çekecek. Dilek de peynir ile destek verince sofra bugüne kadar
görmediği bolluğu görmekte. Poğaça, domates, biber, simit, sandviç, zeytin,
börek, açma... off off off, bugüne kadar neredeydin Seçil :))
Çaylar da
gelince 1 saate yakın burada oyalanıyoruz. Serhan’ın, ardından da Varujan’ın
ayrılmasıyla 6-2=4 kişi olarak bizler yolumuza devam ediyoruz. Bu arada bisiklet
tamircisi arkadaş da Seçil’in derdini çözmüştü. Artık tutmayın beni diyor Seçil ama fazla uzaklaşmadan patlak var anonsuyla duruyoruz. Arka
lastiği patlamış (ve kahvenin kokusu burnumuza geliyor). Piknik yerinin
otoparkında hünerli eller patlağı bulamıyor ama yedek iç lastiği takıp yolumuza
devam ediyoruz.
Buraya
yakın Exuma mağazası var. Şuraya bir bakalım fikri herkesçe kabul gördüğünden kemerlerden
sola sapıp mağaza önünde bisikletleri park edip dalıyoruz içeriye. Herkes bir
tarafta, darı ambarına düşmüş tavuklar gibi. Bana bir pantolon lazım, Dilek
şortlarla ilgili. Firu güzel bir bluz bulmuş, Seçil hangi montu alsam diyor.
Neticede
herkes kendine göre bir şeyler aldıktan sonra orman havası bölümünü pedallamak üzere Belgrad Ormanı içinden
sürmekteyiz. Buranın havası çok güzel. Hele yazın sıcakta daha da güzel. Hafif
çıkışları olan, Atatürk Arboretum’un kenarından geçen (bugün gene gelinler
vardı kapısında), dikkat edilmesi gereken virajları, üzerinde nefis suyun aktığı
bir çeşmesi olan keyifli bir yoldur.
Kemerburgaz
amma kalabalıklaşmış. Yeni yerler açılmış. Kahveler çoğalmış gelmeyeli. Biz
gene her daim gittiğimiz yere konuşlanıp Seçil’in kahvaltılıklarına
yumulmaktayız. Buranın ayranı güzeldir, Dilek hariç üçümüz birer bardak
içiyoruz. Ardından çay tabii. Dilek, Kurtköy’de oturduğundan, Sabiha Gökçen
yolunun artık pedallanamadığını anlatıyor. Havaalanı pist genişletme
çalışmaları nedeniyle yola tünel yapılıyormuş (üstü pist olacakmış). Zaten
‘bisikletli geçemez’ diye de yazılmış. Kamyon ezmişti bisikletçiyi burada. Nasıl
gideceğiz o taraflara bilemiyorum. Gittikçe
alanımız daralıyor. Eskiden İstanbul’un 4 tarafını dolaşırdık, şimdi
2’ye düştü. Her yer inşaat. Gündüz vakti damperliler şehir içinde ölüm
saçmaktalar.
Bu aralar
güneş yüzünü gösteriyor, havanın ısınması güzel geliyor. Gezinin çamur banyosu, tezek kokusu beklentisini
yerine getirmek üzere Kemerburgaz’ı geride bırakıp benzincide Seçil’in
lastiklerinin havasını tamamlayıp Göktürk içinden sürüyoruz. Bir Amerikan
kasabası sanki burası der Firuzan. Evet, bir mimari tarz bellemişler. Onun
varyasyonları her tarafta. Az katlı bloklar ve villalarla çevrili lüks bir
mahalle havasında. Çok yerde olan markaları burada da görmek mümkün,
yiyecek-içecek, giyim-kuşam, özel okullar... ama. Aması var buranın (az sonra,
bizi izlemeye devam edin).
Kolonya
suyu (Eau de Cologne) gibi bizde de Rebul Lavanda Kolonyası pek iyi bilinir ve
sevilir. Bugünkü Rebul Eczanesi’nin geçmişi 121 yıl geriye gitmekte. Rebul Eczanesi, 1895 yılında Jean Cesar
Reboul tarafından İstanbul Beyoğlu’nda Grande Pharmacie Parisienne-Büyük Paris
Eczanesi adıyla kurulur. Osmanlı’nın son dönemine tanıklık eden ve günümüze
kadar kurulduğu yerde yaşamını sürdüren tek eczanedir.
Cumhuriyet tarihinin ilk eczacılarından
Kemal Müderrisoğlu, 1920’de üniversitenin ikinci yılında staj yapmak için Rebul
Eczanesi’ne başvurmasıyla başlayan ve uzun yıllar süren bu hem ortaklık hem de
baba oğul ilişkisi; 1938 yılında Türk halkını lavanta kolonyası ile tanıştırır.
Önceleri Bay Reboul’un bahçesinde yetiştirilen lavantaların uçan yağlarından
elde edilen kolonya, daha sonra her yıl Fransa’nın güneyinde Grasse kentine
yakın bölgelerden gün ağarana kadar toplanan, kokusuyla fabrikanın ağır
havasını yok eden, lavanta çiçekleri ile üretilmeye başlanır.
Sene 1939’u gösterdiğinde Bay Reboul
ülkesine dönerken, gözü gibi baktığı eczanesini, hayattaki tek yakını olan genç
ve çalışkan eczacı Kemal Müderrisoğlu’na devreder. Akabinde eczanenin ismi
Rebul olarak değişir. Rebul Lavanda Kolonyası, kısa süre içinde Pera’nın
erkekleri başta olmak üzere, İstanbul beyefendilerinin kokusu haline
gelir. Rebul Lavanda kolonyadan ziyade daha çok babadan oğula geçen
farklı bir mirasa dönüşür. Öyle ki, Beyoğlu’nda dolaşmak için Rebul’un
lavantasının sürülmesi gerektiği kuşaktan kuşağa bir efsane olarak
aktarılır. Rebul Lavanda bir kolonyadan öte, o dönemin en popüler
erkek parfümü, kuaförler tarafından saça uygulanarak stresten arındırıcı bir
mucize, her eve götürülen en prestijli hediyesi olmuştur. 1981
yılında Rebul Lavanda Kolonyası ile Güzellik Ürünleri Dünya Kalite
Kontrol Merkezi’nden altın madalya alır.
Göktürk
sonrası eski Durusu yolu, şimdi yeni yoldan dolayı atıl durumda. Ama bisiklet
için keyifli bir yol(du). Şimdiki sıkıntısı İSTAÇ’ın kokusu. Bu kokuyu 3.
köprüden geçerken de duyuyorsunuz. Göktürklüler çıldırmış vaziyetteler. 2009
yılından beri de protesto gösterileri, toplantılar, yetkililere yazdıkları
mektuplarla şikâyetlerini dile getiriyorlar. Ancak bugüne dek yetkililer her
soruya gayet uygarca ve açıklamalı cevaplar verseler de sorunlarına çözüm
getir(e)memişler.
Mesele
şundan kaynaklanıyor(muş): “6-7 km uzakta, Odayeri Köyü'nde İBB’nin çöp
depolama tesisinde metan gazından elektrik enerjisi üretiliyor. Çöpler belli
bir düzeye birikinceye kadar bekleniyor. Dolayısıyla burası mevcut olduğu
sürece koku sürecek.
Yolumuzda
inekler ve arasında bir de manda. Dikkatle bizi kesiyor. Ne olduğumuzu
çözemedi. En iyisi ben bunlardan uzaklaşayım diye ayrılıyor. Yola
bıraktıklarıyla tezek kokusu (az da
olsa) burnumuza geliyor. Ama daha kuvvetlisini Işıklar köyüne vardığımızda
alacağız. Bununla idare edelim, şimdilik.
Geldik işin
sıkıntılı bölümüne. Karşımızda gitmemiz gereken, daha doğrusu turun rotası;
İhsaniye. Ancak damperlilerin ardı arkası kesilmiyor. Biri geliyor diğeri
gidiyor. Ve öylesine bir toz kaldırmaktalar ki. Girsek, un çuvalına düşmüş gibi
olacağız. Bugüne kadar işleri bitti sanmıştım. Aramızdaki oylama sonucu vaz
geçiyoruz. Böylecene çamur banyosu kısmını
gerçekleştiremeden, dönüşü yeni yoldan yapmak üzere sapıyoruz sağa.
Bu otoyol,
haliyle gürültülü. Kimi, yarış pisti sandığından, gaza dibine kadar başmış sürmekte.
Biz de üvey evlatlar olarak kenarından usulce pedallamaktayız. Ta ki Göktürk
sapağına kadar. Uzatmadan; Göktürk-Kemerburgaz geçilip kemerlerin yakınındaki
Kahve Dünyası-Fabrika’da son molamızı vermek üzere boş bir masayı seçiyoruz.
Kahveler hepimize Seçil’den, kendisine
bir de Soufflé..., ve de sohbete
devam.
Cumhuriyetle
yaşıt olan Eyüp Sabri Tuncer Kolonyaları da Yüzyıllık Markalar arasındadır.
Özellikle Limon Kolonyası. Hatırlayanlar bilir, eskiden boş şişe götürülür ve
doldurtulurdu. 1923 yılında Ankara'da
küçük bir üretim atölyesi olarak kurulan Eyüp Sabri Tuncer, "müşterilerin
her zaman için danışabileceği bir kimse bulabileceği" imajını oluşturmak
adına, markaya kendi adını verdi. Gömlekçilik ve tuhafiye ürünleri satışı yapan
Tuncer, kolonya üretimine merak saldı ve kendi elleriyle hazırladığı promosyon
broşürüne indirim kuponu ekleyerek, halkın tüketim alışkanlığı kazanmasını
sağladı. Zamanla görevi devralan ikinci kuşak yöneticisi; yurtdışında esans
firmalarıyla iletişim kurarak, kendi limon kolonyası formülünü oluşturdu.
Böylece Eyüp Sabri Tuncer, Türkiye'de kendi formüllerini kullanan ilk Türk
kolonya markası haline geldi.
Bu konuda
müziği Fahir Atakoğlu’na ait Mithat Bereket imzalı güzel de bir belgesel var; Cumhuriyetin Kokusu: Eyüp Sabri Tuncer.
Tabii bir
de Pe-Re-Ja kolonyaları vardı, bugün az miktarda halen üretilen. Sabun, şampuan gibi kozmetiklerin üretimini
yapan ama asıl ününü kolonya ile elde eden Pereja, İstanbul Bankası'nın zora
girmesiyle birlikte borçlarını ve çalışanlarının ücretlerini ödeyemeyecek hale
geldi. İstanbul Bankası'nın batışıyla iştiraklerinden Pereja da, sorunlu bir
şirket olarak devletin üstüne kaldı. Aylarca maaş alamayan işçilerinin
eylemleriyle uzun süre gündemde kalan şirket, banka ile birlikte 1983 yılında
Ziraat Bankası'na devredilmişti.
Saatler 5’e
geliyor. Gezinin sonuna yaklaşılıyor. Cendere yolu düzdür, fabrikaların
köpekleri pek bir heveslidir sizi karşılamaya. Sürücü adayları da bisikletli
deneyimlerini sizinle yapmaktadırlar. Bol bol da çimento kamyonu dolaşır. Ama
biz tüm bunları dikkatlice aşarak son beklentimiz tünel heyecanı’nı yaşamak üzere farlarımızı açıp, fosforlu
yeleklerimizi giyip 3 buçuk kilometrelik karanlığın içine dalıyoruz. Becerikli bir dörtlü olarak 2 tünel
arasındaki bağlantıyı da atlatıp Dolmabahçe kalabalığına inmemiz ve 4 dakika
sonraki vapura yetişmemizle gezinin Avrupa ayağını tamamlamış oluyoruz.
Kadıköy
başlangıç noktasındayız. Seçil Yeldeğirmeni’ne, Dilek Kartal’a biz de
Dudullu’ya pedallamak üzere ayrılıyoruz.
Haydoy’a
verdiğiniz destek için teşekkürler.
Göktürk: Kadıköy-Beşiktaş-Çayırbaşı-Kemerburgaz-Göktürk-Kemerburgaz-Kağıthane-Dolmabahçe-Beşiktaş-Kadıköy
Tur tarihi: 9 Ekim 2016
Kat edilen mesafe: 105,70 km.
Ortalama hız: 15 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 7 sa. 1 dk., dışarıda geçen süre 12 sa. 25 dk.
En yüksek sıcaklık 25 ˚C, en düşük 16 ˚C, ortalama 20,6 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1110 m, kaybı (iniş) 1110 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 163 m.
Garmin yol
bilgileri Göktürk
Foto katkıları
için Seçil’e teşekkürler.
Bu bölgeye
yapılmış geziler Kemerburgaz–İhsaniye,±91, Kemerburgaz-Belgrad Ormanı,“Marsın Suyu”
İlginizi
çekebilir PiyerLoti,“Gündönümü”, Zerzavatçı,“Önemsiz Nesneler”, Yal-Ova 3