11 Kasım 2018

9’u 5 Geçe

Üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın özel arşivinde bulunan ve günü gününe tutulan iki defterden oluşan “rapor”lar, Celal Bayar’ın talimatıyla Özel Şahingiray tarafından 1955 yılında yayımlanmasından 63 yıl sonra Alaca Yayınları tarafından tıpkıbasım olarak yeniden yayımlandı.

İki defterden oluşan bu raporların ilk defteri, 1 Ekim 1938’den 8 Ekim 1938 Salı gününe kadar devam ediyor. Bu defterde Atatürk’ün hastalığının ilerlediği günlerde verilen gıda maddelerinin cinsi ve miktarları yazmaktadır. İkinci defter ise 1 Ekim 1938’de başlıyor ve Atatürk’ün hayata gözlerini kapadığı 10 Kasım 1938 Perşembe günü saat dokuzu beş geçeye kadar devam ediyor. Bu defterde Atatürk’ün nabız, derece, tansiyon, idrar, doktorların müdahaleleri ve ziyaretçileri kaydedilmiştir.

10 Kasım 1938: Saat 00.05’te sonda ile 140 gram idrar alındı. Saat 01.30’da nabız 132, teneffüs 32’dir. Saat 02.00’de derece 36.8, nabız 130, teneffüs 32. Saat 03.30’da nabız 135, teneffüs 38’dir. Fasıla ile Oyygene tatbik ediliyor. Sabah saat 06.25’te nefes alma çok hafiflemiştir. Hırıltı başlamıştır. Saat 07.45’te hararet 37,7’dir. 08.05’te 1 cc Huille Camphre serum Glycose İrot 500 cc. 08.25’te verit dahiline 1/8 Auabaine, 08.30’da son olarak 5 cc serum Glycose verilmiştir. Son olarak saat tam 09.00’da nabız 130, teneffüs 34’tü. Bu onun fani hayat devresine ait son hayat işaretiydi. Beş dakika sonra saat tam dokuzu beş geçe son nefesini verdi.”

Biz de ölümünün 80’inci yılında, “Ata’ya Saygı Zinciri”ne halka olmak için arkadaşlarla buluşup sahil yolunda yerimizi aldık. Coşkulu bir kalabalık, bayraklar eşliğinde saygı duruşu sonrası söylenen İstiklal Marşı ve okunan andımızla Ata’mıza olan saygımızı, minnetimizi ve özlemimizi bir kere daha ifade etmiş olduk.

Atatürk’ün ölümsüzlüğünün sırrı nedir? Türker Ertürk bunu “Atatürk bir fikrin, düşüncenin, hiçbir otoriteye kulluk etmemenin, Aydınlanmanın, eleştirel aklın, akılcı ve bilimsel düşüncenin, kadın ve erkek eşitliğinin ve Türk Rönesans’ının adıdır. Atatürk; aynı zamanda bir çağdaşlaşma,
Aydınlanma ve uygarlaşma projesi olan Cumhuriyetimizin mimarıdır, bu nedenle ölümsüzdür.” olarak açıklamakta.

Bugün Atatürk’e hakaret etmeyi matah sayanları, gündeme oturmak isteyenleri fırıldak gibi dönerken görüyoruz. Hatta öküz ölüp ortaklık bittiğinde ne duruma düştüklerini de. Gazeteler birinci sayfalarından Ata’yı anma haberleri yayımlarken hükümete yakın Star gazetesi, Işıkçılar Cemaati’nin yayın organı Türkiye gazetesi, Milli Görüş’ün yayın organı Milli Gazete, hükümete yakın Milat gazetesi, Nurcuların yayın organı Yeni Asya ve hükümete yakın Yeni Akit gazetesi bunu gerekli görmemiş.

Yeni Akit geçen yıl olduğu gibi bu yıl da "O'nu rahmetle anıyoruz" başlığıyla bir haber yayınlamış. Haberde şu ifadeler yer almakta: “Türkiye’deki İslami mücadelenin sembol şahsiyetlerinden Osman Yüksel Serdengeçti'yi vefatının 35. yıl dönümünde dua, özlem ve rahmetle anıyoruz.” 

Sahil yolundan ayrılıp araç yolundan hızla Pendik’e doğru pedal basmaktayız. Bugün fazla kalabalık değiliz; Haluk, İhsan, Serhan, Kamil ve Pendik’te dahil olan Selçuk ile yedi kişi. Hava biraz kapalı, güneş olmadığında soğuk bile diyebiliriz. Pendik kahvaltı yapmamız için iyi bir mola mekanı. Beltur bisikletlere de uygun. Sohbet içinde neredeyse 1 saate yakın zamanı, kimimiz karın doyurarak, kimiz sadece çay içerek geçirdik. Seneler önce bir kere daha birlikte pedalladığımız Selçuk’u da tekrar görmek hoş oldu. Sohbetiyle bizi canlı tuttu.

Bugün İstanbul’da bir maraton da koşulacak, Vodafone’un düzenlediği. Hatta şu saatlerde başlamış olmalı. 40’ıncısı düzenlenen İstanbul Maratonu’nun tarihçesine baktığımızda; Tercüman Gazetesi tarafından 1973 yılında gündeme getirilen Asya'dan Avrupa'ya koşma fikri, 1979 yılında bir grup Alman turistin girişimiyle gerçekleşebildi. 1 Nisan'da yapılan ilk maratonu görenler, bunun iyi bir 'şaka' olduğunu düşünmüşlerdi. Yıldan yıla gelişen İstanbul Maratonu'nun zirveye taşınması ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin organizasyonlarıyla sağlandı denilmekte. 42 kilometre koşmanın nasıl bir şey olduğunu bir atletin, Ümit Göktepe’nin ağzından dinleyelim:

Maratonu özetlemek isterseniz her bolümü ayrı değerlendirmeniz gerekir. Çünkü her mesafede farklı bir mücadele, farklı öğretilerle, farklı zorluklarla çıkar karşınıza:

  • İlk 10 km’si keyiftir maratonun. Uyum sağlama, gözlemleme, doğru nefes ritmini yakalama, anı yaşamak ve güzellikleri tecrübe etme yeridir. 
0-10 arası “Heyecan” götürür seni.

  • 10-20 arası kontroldür, disiplindir. Azıcık böbürlen, azıcık havalara gir bak ne oluyor sonrasında. Eğer iyi hazırlandıysan, antrenman sayesinde öyle havalı havalı, göğsün dimdik devam edersin asfaltta. Kortejin de sağlamdır, duruşun da. Ama aslında fırtına öncesi sessizliktir. 
10-20 arası “Bacaklar” götürür seni.

  • 20-30 arası yüzleşmedir, oyunun geri kalanına meydan okuduğun kısımdır. Bacaklar titremeye başlar, tereddütler hasıl olur. Terler akar, susarsın, düşünürsün. Dişlerini sıkarsın, gözlerini kısarsın olmaz. Önündekinden sağındakinden güç alırsın, yetmez . Bacaklarına destek lazımdır.
20-30 arası “Kolların” götürür seni.

  • 30-40 arasında başka boyuta geçersin. 30 duvarıyla tanışırsın. Fizyolojik olarak büyük ihtimalle tükenmek üzeresindir. Yedek depo uyarı sinyalleri gönderir durur beynin. Acı çekersin, bırakmayı düşünürsün. Ya da yavaşlamayı. Pes etmeyeceksen eğer tek bir sansın vardır, o da beyne hükmetmek. Bacakların feryatlarına kulak vermemek.
30-40 arası “Beyin” götürür seni.

  • 40-42,19 arası mı? Bu kısma çoğunluk geçemez. Geçtiysen eğer mental sınavı verdin demektir. Hayal edersin sadece. Son enerjini dolan gözlerin besler, koşmak değildir aslında, uykudan uyanma fazıdır. Ama yepyeni bir insan olarak, bambaşka bir sen keşfedersin içinde. Kabusun rüyaya, acının gurura dönüştüğü yerdir burası.
40-42,19 arası “Yüreğin” götürür seni.

Tuzla’ya vardığımızda 44 kilometre geride kalmış, hava ısınmış, güneş artık gülen yüzünü daha sık göstermekteydi. Filizler Köftecisi 2 farklı mekandan oluşan yerini teke indirmiş. Açıkta yerimizi alıp, arkadaşlar köftelerini mideye indirirken biz de kızarmış patates, yoğurt, zeytinyağlı mezelerle doyuyoruz. Payımıza 42 lira düşüyor. Ardından yakınlarda Kedievi olan, Firuzan’ın arkadaşı Sibel’e uğrayarak, hem kedileri seviyor, hem Sibel’in ikramlarını tadıyoruz. 

Türkçeye muhtemelen Arapçadan geçen ‘kedi’ adı neredeyse evrenseldir ve pek çok dilde aynı sözcüğün varyasyonları şeklindedir: İngilizce cat, Bulgarca kotka, Polonyaca kot, Arapça qitt (erkek kedi) vs. Kedi sözcüğü muhtemelen Afrasya (Hami-Sami) kökenlidir. Buradan Latinceye ve diğer Avrupa dillerine yayılmıştır. Latincede MS 75 yılında ‘catta’ şeklinde, Bizans Yunancasında MS 350 yılında ‘katta’ şeklinde görülür. MS 700'lü yıllarda Avrupa'da, yine Latince kökenli ve kedi anlamına gelen ‘feles’
sözcüğünün yerini alarak, yaygın şekilde kullanılmaya başlanmıştır.

‘Pisi’ ve ‘puss’ gibi sözcükler ise muhtemelen kedilerin tehdit edildiklerinde çıkardığı ‘his’ sesine benzetilerek oluşturulmuştur. Bu sözcükler bazı dillerde kedi kelimesi ile birleştirilerek yine kedi anlamında kullanılır: Romence ‘pisica’, İngilizce ‘pussycat’ gibi.

Kediler Antik Mısır'da tapılan hayvanlar olduğundan beri, genellikle orada evcilleştirildiklerine inanılır, ama Neolitik dönem kadar eskiye dayanan evcilleştirme örneklerinin de olma olasılığı bulunmakta. 70’den fazla kedi ırkı olduğu tahmin edilmekte. Ne var ki kediler Ortaçağ Avrupa’sında kilise tarafından "kötü güçlerle işbirliği içinde bir yaratık" olarak tanımlandı. Evi farelerden korusun diye kedi besleyen bir çok kadın, kedileri ile cadılık yapmakla suçlanıp yakıldı. Öyle ki, İngiliz Hanedanı Mary Tudor ve I. Elizabeth dönemlerinde kediler sapkınlığın simgesi olarak köy meydanlarında yakılarak halk kitlelerine gözdağı verildi. 

Kedi düşmanlığı Avrupa'yı bir çığ gibi sardı. Özellikle siyah kediler bu barbarlığın birinci hedefi oldu. Artık kedi beslemek suçtu. Fareleri evlerden, şatolardan, yiyeceklerden uzak tutan kediler yoktu. Veba ya da Siyah Ölüm gelmekte gecikmedi. Avrupa kısa zamanda veba salgınına yenik düştü. İngiltere nüfusunun yarısı, Avrupa'nın ise üçte biri hayatını vebadan dolayı kaybetti. Ama ne ilginçtir ki, vebadan da kediler sorumlu tutuldu. "Kötü güçlerle işbirliği yapan cadılar, inançlıları veba salgını ile yenilgiye uğratmak istemişti". Kilise hatalı görüşünde inat etmeyi sürdürüyordu.

Ortaçağ'ın bitmesine yakın Avrupa'da baş gösteren Büyük Açlık Dönemi'nde de kediler yine tehlike altındaydı. Bu kez yiyecek bulamayan Avrupalılar kedilere yöneldi. Köylerde kediler bir anda görülmez oldu. Avrupa'yı saran her melanetin faturası kedilere çıkıyordu. Ortaçağ Avrupası boyunca milyonlarca kedi insanların bu anlamsız zulmünün kurbanı oldu. Ta ki insancıllık akımı Avrupa'yı etkileyene dek. Yeniçağ yavaş yavaş Avrupa'ya yerleşmeye başladıkça kediler üzerindeki önyargı ve saldırılar görece de olsa azaldı. Kediler aristokratların ve sanatın tekrar ilgi alanı halinde geldi. Kedili tablolar tekrar kabul salonlarını süslemeye başladı. Hatta Exeter Katedrali bile artık farelere karşı beslediği kedilerin yemek masrafı olarak haftada 1 penny ayırıyordu. Ortaçağ Avrupası'nın kabus dolu günleri artık içgüdülere hapsolacaktı.

Bir zamanlar zülüm görmüş bu sevimli hayvanlara minik bir desteği de bırakarak veda ediyoruz. Dönüş yolundayız. İhsan ve Selçuk bazı gerekçelerle bizden ayrılıyorlar. Biz de iyicene ısınan ve keyiflenen havada Bostancı’ya kadar pedallayıp, Haluk Küçükyalı’da ayrılıyor, Serhan’dan ayrılarak evin yolunu hızlı bir tempoda tutuyoruz.










9’u 5 Geçe: Dudullu-Bostancı-Ata’ya Saygı Zinciri-Pendik-Tuzla-Bostancı-Dudullu

Tur tarihi: 10 Kasım 2018
Kat edilen mesafe: 83,62 km.
Ortalama hız: 13 km/sa.
Bisiklete biniş süresi 6 sa. 24 dk., dışarıda geçen süre 9 sa. 54 dk. 
En yüksek sıcaklık 23 ˚C, en düşük 13 ˚C, ortalama 18 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 526 m, kaybı (iniş) 538 m.
En düşük irtifa 0 m., en yüksek 130 m.

Garmin yol bilgileri 9’u 5 Geçe

Relive yol bilgileri 9’u 5 Geçe



































Bölgeye yapılmış geziler Tuz-La-Ma-Ca, Tuzla Beşlisi