23 Kasım 2020

bisikletle Türkiye: Kazdağları


Her yıl Türkiye’nin farklı bölgelerini dolaşmaya ve tanı(t)maya çalışıyorum. Bu yayın, Ağustos 2016 yılında Mudanya’dan başlayıp, Kazdağları’nı içine alarak Biga Yarımadası’nı dönen, Trakya’ya geçip Tekirdağ’da sonlanan [bisikletle]Türkiye: Marmara gezisinden üç günlük bir kesiti kapsamaktadır. 



Okumak için [bisikletle]Türkiye: Kazdağları


















İlginizi çekebilir [bisikletle]TürkiyeÖtesi: Suriye

17 Kasım 2020

Maydanozdan Aydos...

 

Maydanoz, A, B, C ve K vitaminleri ile demir, potasyum mineralleri içeren bir beslenme merkezidir. Bu zümrüt yeşili bitki uzun yıllar, yüksek tansiyon, alerji ve enflamatuar hastalıklar gibi durumları tedavi etmek için kullanılmıştır. 

 

Sabah Bostancı Caffé Nero’ya vardığımızda İhsan gelmiş kahvesini yudumlamaktaydı. Uzundur buluşmamıştık. Covid-19 nedeniyle artık tokalaşmalar farklı olmakta. Karşılıklı yumruklarımızı tokuşturarak selamlaşıyoruz. Sabahın 9’una geliyor saat. Aydos turuna buradan başlayacağız. Bir arkadaşı daha, Mustafa E.’yi bekliyoruz.

 

Firuzan bir bitki çayıyla sandviçini mideye indirirken biz de laflıyoruz. Bu arada yol bisikletli bir grup da -buluşmak üzere- aynı mekanı seçmişler. Sırayla, marka bisikletleriyle boy gösteriyorlar; Cervélo, Pinarello, Orbea, S-Works... 

 

Adaşımın da gelmesiyle yola çıkmış olduk. Kare as gibi dizili verdik. Sahile paralel pedallıyoruz. Üç gündür hava raporunu izlemekteyim. Yağacak mı yağmayacak mı? Her biri farklı tahminde bulunuyor. Bakalım hangisi doğru söylemiş, göreceğiz. Maltepe’den Başıbüyük’e tırmanan yol aslında hafif hafif rampayı keyifle yedirir. Ama daha sıkı rampalar olacak bu turda. Acele etmeyin.

 

Pazar sabahı pek kalabalık değil yollar. Marmara Üniversitesine bağlı sağlık yerleşkesinin giriş kapısına tabelalar uzun süre önce asılmıştı, ama yakın zamanda biri değiştirildi; RTE Şifa Kapısı oldu. İnternette dolaşan habere göre oradan 7 defa geçen, zengin ve sağlıklı oluyormuş. 

 

Başıbüyük sonrası gelen rampa için yol kenarına dikili levha %10 der. Trafik yoksa tırmanmak keyiflidir, varsa kokuları ve sesleri rahatsız edici olur. Ağır ağır yokuşu tırmanırken anlatayım, neden Maydanozdan Aydos... dedik bu tura? Geçenlerde okuduğum ve blogda paylaştığım Cavit Cav’ın hayat hikayesinden geliyor. 20’nci yüzyılın başında, bu coğrafyada varlığını sürdüren Osmanlı’nın son döneminde, bisiklet ile ilgili çabalarından esinlendim. Cavit Beyin, maydanoz satarak kazandığı parayla başlayan serüveni, Paris Yaz Olimpiyatları, Türkiye Şampiyonası, Amsterdam Olimpiyat Oyunları, Cav Bisiklet Fabrikası... şeklinde genç Cumhuriyetimizin ilk yıllarında başlar ve 60’lara doğru sürer. Canla başla çalışıp bir şeyi yoktan var etmenin gerçek resmi olan Cavit Cav’ın ders alınacak hikayesini buradan okuyabilirsiniz: Maydanoz Tarlasından Olimpiyatlara; Cavit Cav


Hava arada açıyor, güneş yüzünü gösterip bize gülümsüyor. Ama bulutlar tekrar önüne geçip kapatınca da ortalık kararıyor. Son üç hafta Vertigo nedeniyle çıkamadım. O zaman şortla biniyordum, bugünse kışlıklara geçmek zorunda kaldım. Hava güneşli de olsa soğudu. 14 °C denilmişti bugün için. İnişlerde üşütüyor.

 

Yolumuz bizi Yakacık’a taşıyacak. Maltepe Cezaevi’nin üstünden pedallıyoruz. Burası en son CHP’li Berberoğlu ile gündeme gelmişti. Milletvekilliği düşürülünce tutuklanan, sonra serbest bırakılan, sonra tekrar tutuklanan... Arap saçına dönen durumu, bugün de halen sonuçlanmayan. AYM kararına direnen alt mahkeme... Guguk mu dediniz?

 

Yakacık meydanda dev, 300 yaşındaki tarihi Çınar ağaçlarının altındaki kahve önündeki piknik masalarına yerleştik. Burada çay 1,5. Biz bir önceki gelişimizde yandakinde 2 liradan içmiştik. Çaylar eşliğinde sandviçlerden iki tanesini burada götürüyorum. Aslında tek olduğumda nedense yemek aklıma gelmiyor da böyle grup olunca canı istiyor insanın. Ne hikmetse?

 

Buraya kadarki rampalara sert desek de esası şimdi gelecek. Aydos’a çıkan en sağlamı olacak. Ve daha bisikletin pedalını iki tur çevirmeden karşımızda beliriyor bile. Sağ mı sol mu derken kafa karışıyor ve -sol nedense sanki daha hafifmiş gibi gözüktüğünden- soldan devam ediyoruz. Birazdan da sağa sapmamızla duvarla karşılaşıyoruz. Oflayıp puflayana kadar çaaat diye yüksek bir ses geliyor Mustafa E.’den. N’oldu? Zincir koptu! Haydaaa...

 

İki apartman arasında kopan zincirle uğraşmaktayız. İyi ki aleti varmış yanında, iki bakla çıkartıp ters çevirdiğimiz bisiklete zinciri takıp tekrar baklaları bağlıyoruz birbirine de... ne görelim? Arka aktarıcı arasından yanlış geçirdiğimizden vites çalışmıyor. Hadi gene sökersin. Bu sefer de, istesen bulamazsın, ek yerinden sökmüşüz. Yani pimi tekrar geçirebilmek falan kafa döndürüyor. Öyle mi böyle mi olacak diye uğraşırken, benim alet kutusunda kilit bakla çıkıyor da onunla zinciri, bu sefer doğru bir şekilde bağlayıp yola devam edecek duruma gelebiliyoruz.

 

Tam bir macera. Daha önce hiç zincir kopmamış tamir etmemiştik. Bu da bir deneyim oluyor ve bize bir ikram kazandırıyor. Malumunuz; Lastik patlağı ve her türlü tamirat karşılığı ısmarlanan kahveye çok seviniriz J

 

Aydos ormanının kenarını dönen yol ne de kalabalık! Gidenin gelenin haddi hesabı yok. Bir keresinde gelendik ve canımıza okundu. Peşimizde biriken araçlar, daracık yol, üstelik de yokuş yukarı gidiyorsun, akla karayı seçmiştik. Ne laf değil mi? Nereden çıkmış ki? İslam dinine göre sabah namazının kılınma süresi güneş doğuncaya kadardır. Ortalık ağarmaya başladığında ak iplik ile kara iplik birbirlerinden seçilinceye kadar sabah namazı kılma süresi devam eder. Ağır hastaların bütün gece botunca ıstırap ve sancı içerisinde kıvranıp uyuyamadıklarından ve sabahı zor ettiklerinden dem vurulur... diye açıklanmış. Bu durum yetmiyormuş gibi üstelik bir de dörtlülerini yakmış, acemi bir sürücü var yolda. Sanki eğitim yapacak başka yol yokmuş gibi.

 

Pendik’e doğru hızla iniyoruz. Yol geniş, üç şerit. Ne ayrıcalığı var acaba buranın? Daha önce geçtiysek de bölge pek de tanıdık değil. Sorarak, rampalardan kaçarak, hafif tırmanarak, yeni binaların, mahallerin içinden sürerek... E-5 üzerinden geçen köprü yoluna çıkmamızla yeniden bir trafiğin içindeyiz. Kare as gibi sıralandık gene, gidiyoruz. Poker oynar mısınız? Kare asınız varsa elinizde nasıl hissedersiniz? Sakın belli etmeyin. İskambil kartlarının nerede ve ne zaman ortaya çıktığı tam olarak bilinmiyor. 7’nci ve 10’uncu yüzyıllar arasında Çin'de ortaya çıktığı ve 13’üncü yüzyılda Marco Polo tarafından Avrupa'ya getirildiği tahmin ediliyor. Hindistan'dan veya Arabistan'dan geldiğini ileri sürenler de var ama bugünkü şekillerinin 14’üncü yüzyıl Fransa'sına dayandığı kesin gibi. O tarihlerde Fransa'da dört sınıf vardı ve iskambil kağıtlarındaki ‘kupa-maça-karo-sinek’ bu dört sınıfı temsil ediyordu. Kupa bir kalkanı andıran şekli ile asil sınıfı ve kiliseyi, maça bir mızrağın ucunu çağrıştıran şekli ile orduyu, karo ticari deniz işletmelerinin eşkenar dörtken kiremitlerinden esinlenerek orta sınıfı, sinek ise yonca yaprağına benzeyen şekli ile köylüyü temsil ediyordu. Bugün briç, poker veya benzeri oyunlarda, kupanın en değerli, sineğin ise en değersiz kart olmasının nedeni işte bu sınıflamadır. 

 

Tepelerden, yükseklerden uçarak ulaştık deniz kenarına, Maltepe’deyiz gene. Kum deposunun yerine dikilen, uzaydan düşmüş, dalga şeklinde ve omurga gibi görünen, bir de dore kaplanmış İstmarina’daki Mado mola noktamız. Burada da hemen güvenlikçiler yanaşır, bisikleti dışarda tutmaya çalışırlar. Hafif bir tartışma başlar, Mado’nun müdürünün araya girmesiyle bisikletler kendi bölümlerine alınır. Daha önceki gelişimizde de aynısı olmuştu. Şu bisiklete yapılan muamele adamı tilt ediyor. Yassahhh... Tek bildikleri!

 

Zincir meselesinden dolayı ikramlar Mustafa E.’den. Bana sıcak çikolata, İhsan ve Firu’ya salep, kendisine de kahve geliyor. Yağacağı söylenen günün yağmuru da burada kendini gösteriyor. Korunaklı yerde olduğumuzdan pek endişelenmiyor, dinmesiyle de tekrar Bostancı’ya doğru pedal basıyoruz. Gene kare as şeklinde araç yolundan.

 



 











Maydanozdan Aydos...: Dudullu-Bostancı-Maltepe-Başıbüyük-Yakacık-Aydos-Pendik-Maltepe-Bostancı-Dudullu

 

Tur tarihi: 15 Kasım 2020

Kat edilen mesafe: 69,11 km
Ortalama hız: 18,3 km/sa
Bisiklete biniş süresi 3 sa 47 dk, dışarıda geçen süre 7 sa. 43 dk 
En yüksek sıcaklık 22 ˚C, en düşük 10 ˚C, ortalama 12,7 ˚C
İrtifa kazancı (çıkış) 1023 m, kaybı (iniş) 1031 m
En düşük irtifa 0 m, en yüksek 329 m


Garmin yol bilgileri Maydanozdan Aydos...

 

Relive yol bilgileri Maydanozdan Aydos...























































Bölgeye yapılmış geziler: Aydos, hadi pikniğe gidiyos..., Aydos










İlginizi çekebilir Ballıca, “Ağır Ol Molla Desinler”, bisikletle Bahşayiş, El Trio Chile

10 Kasım 2020

Maydanoz Tarlasından Olimpiyatlara; Cavit Cav


1905 Selanik doğumlu olan Cavit Cav, Türkiye’de sporun, tıbbın, hatta Türk sanayisinin öncü isimlerindendir.

 

Maydanoz tarlalarından topladığı maydanozları satarak biriktirdiği parayla bisiklet ile tanışır Cavit Cav. Bit pazarından ikinci el İtalyan malı bir bisikleti satın alarak İstanbul’da surların altında hem bisiklete biner, hem de bisikletini kiralamaya başlar. Dönemin küçük İstanbul’unu kiralık bisiklet ile tanıştırıp bir ilke imza atmasıyla da tanınmaktadır Cavit Cav. Uzunca bir süre bisikletini kiralayarak kazandığı paraları biriktirmektedir. Kiraladığı ekmek teknesinin kırılması ile bisiklet tamirciliği ile de tanışmıştır. İlerleyen dönemlerde 4 bisiklet daha satın alarak bisiklet kiralama işini sürdürmektedir. Artık biraz daha büyük düşünmenin sırası gelmiştir. Bir süre daha bisiklet kiraladıktan sonra açtığı bir bisiklet tamirci dükkanıyla ticarete de resmi olarak adımını atar.


Okuduğu dönemde Taksim’de Topçu Kışlası bahçesinde bisiklet yarışmalarını izlerken olimpiyat seçmelerinin yapıldığını duyarak, ani bir karar ile seçmelere katılır ve birinci olur. 1924 yılında Paris’te düzenlenen 1924 Yaz Olimpiyatları’nda ilk milli formayı giymek için yola çıkar. Bisikletin yarış komitesi tarafından verileceğini sanan acemi bisikletçi Paris’e ulaştığında ne yazık ki bisikleti olmadığından yarışlara katılamayarak büyük bir acı ile geri döner. 1924 olimpiyatlarından alınan ders ile Türkiye’de bisiklet sporunun dünya standartlarına uygun hale gelmesi için kolları sıvayan Cavit Cav, 1924 yılında ilk kez resmi, İstanbul ve Türkiye bisiklet şampiyonalarına katılır. Bu yarışmalarda birinci olduğu gibi, “sürat” ve “dayanıklılık” olmak üzere iki ayrı dalda düzenlenen Türkiye Şampiyonası’nda da birinci olarak kendini bir kere daha kanıtlar. Bu başarılarını 1933′e dek sürdürecektir Cavit Cav. 1925 yılından başlayarak ilk kez İstanbul–Konya arasında düzenlenen, daha sonra diğer illerin de alındığı maraton yarışlarını birinci olarak bitirir. Bu yarışmanın adı daha sonra Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Koşusu olacaktır. 1927 yılında ise Bulgaristan ile yapılan ikili yarışmalarda ilk kez milli formayı giyerek Balkan birinciliğini kazanır.


1928 yılına gelindiğinde ise Amsterdam Olimpiyat Oyunları’na da katılarak bir kere daha olimpiyat oyunlarında milli formayı giymeye hak kazanır. Bu sefer milli takımda yine bisikletçi olan kardeşi Galip Cav da bulunmaktadır. Cavit Cav, 1000 metre yarışını 16. olarak tamamlar; 4000 metre takım yarışında ise Cavit Cav’ın da bulunduğu Türkiye, ikili eşleşmedeki rakibi İngiltere’ye geçilerek finali koşma şansını kaçırarak yarışmayı 9. sırada tamamlayacaktı

 

Türkiye’de ilklerin adamı Cavit Cav

 

1933 yılına geldiğimizde Cavit Cav atölyesinin ismini Cav Bisiklet Fabrikası olarak değiştirip bütün birikimini bu fabrikaya yatırmıştır. İlk yerli bisiklet olan CAV marka bisikletlerin üretimi artık ülkede resmi olarak başlamıştır. Bu ani atılım ile CAV Bisikletleri Avrupa’nın önemli üreticileri ile boy ölçüşebilecek nitelikte bir marka olma yolundadır.


Yaşamını ilklere adayan Cavit Cav’a Kazım Karabekir Paşa, ikizleri dünyaya geldiğinde: “Şu çocuklar için bebek arabası var mı? Bu arabaları hep ithal mi edeceğiz?” diye sorar. Ardından Cavit Cav yerli bebek arabasını da üreterek bir ilke daha imza atar. Cavit Cav’ın bir diğer ilki ise, Ankara’da o dönem engelli bir çocuğun yardıma gereksinimi vardır ve Cavit Cav ilk yerli tekerlekli sandalyeyi üreterek yaşamını adadığı ilklere bir yenisini daha ekler. Böylece Türkiye’de artık tekerlekli sandalye de üretilmektedir. İlerleyen yıllarda işleri daha da büyütecektir. Ancak 1960′larda ekonominin bozulması nedeniyle tefeciden para alır, fabrikası iflasın eşiğine gelir, buna karşın Cavit Cav bütün mal varlığını satarak şirketini iflastan kurtarır. Ancak 60’lı yıllarda dönemin devlet politikası olan “tüketiciyi yerli malından soğutma” çalışmalarına direnemeyerek fabrikasını kapatmak zorunda kalır.

 

Cavit Cav’ın 1961′de kurduğu bisiklet fabrikasının açılış törenindeki konuşmasından:


“Tophane sanat okulu atölye hocalığı için açılan imtihanlara katıldım; bu imtihanı başarıyla geçerek on dokuz yaşında öğretmen kadrosuna girdim. bugün memleketimizin en büyük fabrikalarında umum müdür olarak çalışan yüksek mühendis talebelerim mevcuttur. Bu çalışmalarım devam ederken, her sene Türkiye bisiklet şampiyonluklarını kazanarak bu sporun 1933 senesine kadar geçilmez, yenilmez tek adamı unvanını bırakmadım. 1928 Amsterdam Olimpiyatlarına gitmeden evvel, o zamanın Bisiklet Federasyonu Reisi Muvaffak Menemencioğlu’nun delaletiyle Paris’te bisiklet fabrikalarında çalışarak idmanlarımızı da gene Paris’te yaparak, olimpiyatlara Paris’ten iştirak ettim. Maalesef Amsterdam Olimpiyatlarında bir derece alamadık. Paris’teki çalışmalarımız bisiklet mevzusundaki bilgimi arttırdı ve bu işin imalciliği hevesine de kapılarak çocuk bisikletleri yapmaya başladım. İstanbul’daki mağazamı 1933 yılında Ankara’ya naklederek aynı mevzu üzerinde çalışmaya devam ettim. 1934 yılında dünyaya gelen kızıma çocuk arabası bulamamıştım. Kızımın ihtiyacından aldığım ilhamla çocuk arabası mevzusunu ele aldım. 1940′a kadar Ankara’da çocuk arabası yapmaya çalıştım. İmal etmenin Ankara’da inkişaf edemeyeceğini düşünerek tekrar İstanbul’a döndüm. 1941 senesinden bugüne kadar bu işlerimi yavaş yavaş ilerleterek çocuk arabası ve çocuk bisikleti mevzusunda Türkiye’mizin ihtiyacını karşılamaya gayret ettim.”

 

Üreterek Geçmiş Bir yaşam


Daha sonra rahatsızlanan Cav, 1982 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne yatırılır. Günlük yaşam sürerken gazeteden, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerinin eğitimlerini sürdürebilmek ve geliştirebilmek için kadavra bulamadıkları haberini okur. Yaşamının son deminde hasta yatağından vasiyetini şu şekilde yazacaktır: “Ben Cavit Cav, olimpiyatlara katılan milli atlet, Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük sanayicilerinden, buradayım ve biliyorum çok ömrüm kalmadı. Bu yataktan kalkamayacağım. Bedenimi bu ülkenin bilimi aydınlansın diye, gençler öğrensin diye kadavra olarak bağışlıyorum.” Ayrıca bu da Türkiye’nin ilk kadavra bağışıdır.

 

Dönemin Türkiye’si düşünüldüğünde, ne kadar canla başla çalışıp bir şeyi yoktan var etmenin gerçek resmi olan Cavit Cav’ın ders alınacak hikayesi düşünüldüğünde hüzünlü bir tablo ortaya çıkıyor. Sıfırı bir yapmak çok zordur. Ancak bir kez sıfırı bir yaptığımızda, o birken iki, ikiyken dört olacaktır. Bu gün Türkiye’de bisiklet adına yapılan her ne var ise bunun içinde kesinlikle Cavit Cav’ın tuzu bulunmaktadır. 

Vikipedi











İlginizi çekebilir Fikri Çerçiler, Fikret Albay, Bisikletle Türkiye turuna çıkan maceraperest çift Ardahan’a geldi 

2 Kasım 2020

19 Yaşından Beri Aynı Bisikleti Kullanıyor


Denizli'nin Çivril ilçesinde, 85 yaşındaki Tekin Bilgin, 19 yaşında başladığı ve satışını yaptığı bisikletlerden bir tanesini kendisi için satın aldı. Ardından aldığı bisikleti işe gelip gitmek için kullanan Bilgin, 66 yıl boyunca aynı bisikleti ile seyahat etti.


Hiç Araç Kullanmamış

 

Hayatı boyunca araç kullanmadığını belirten Bilgin, sürdüğü bisikletini de seneler boyunca bakımını kendisi üstendi. 66 yıldır aynı bisikleti ile işe gelip giden ve yaklaşık 70 yıldır esnaflıkla uğraşan Bilgin, kendi dükkanında bisiklet parçaları satarak geçimini sağıyor. Günlük yaşamında da ulaşım için bisikleti kullanan Bilgin, 85 yaşında olmasına rağmen sağlık sorunu yaşamadığını ve sağlığını bisiklet kullanmaya borçlu olduğunu ifade etti. Bisikletinin vatandaşlar tarafından satın almak isteyenlerin olduğunu söyleyen Bilgin, “66 yıldır bisikleti kullanıyorum. Bisikletin müşterisi çok ama satmıyorum ve emektarım benim. Bisiklet çok güzel hafif, pedalları küçük ve benim boyum kısa olduğu için daha rahat biniyorum.” ifadelerini kullandı.


“Bisiklet Parçaları Satıyor”

 

Yeni üretilen bisikletlerin kullanımının kendi açısından zor olduğunu söyleyen Bilgin, “Yeni çıkan bisikletlerin pedalları büyük olduğu için onlara ayaklarım zor yetişiyor ve zorlanıyorum sürerken. Bisikleti, kendim anladığım için tamire götürmedim hiç. Burada şu anda bisiklet parçaları satıyorum. Daha önceden buzdolabı ve televizyon satıyordum. Sağlığıma faydası oluyor ama bisiklete devamlı bindiğim için yürüyüş yapamıyorum.” dedi. 

Sözcü

 

 

 

Katkıları için Engin’e teşekkürler. 






İlginizi çekebilir Cyclist Türkiye, İDO; Kadıköy, Özel halk otobüsü şoförü bisikletli kadın yolcuya saldırdı